Bu
Hadisten Çıkarılan Hükümler :Üç Kısımdır
1-
Öşür Yahut Yarım Öşür Îcab Eden Şeyler Babı
2-
Müslümana Kölesi İle Atı İçin Zekat Lazım Gelmediği Babı
3-
Zekati Önceden Verme ve Hiç Vermeme Hususunda Bir Bab
4-
Müslümanlara Hurma İle Arpadan Fıtır Zekati Vermenin Vücübü Babı
5-
Sadaka-i Fıtrin Bayram Namazından Önce Verilmesini Emir Babı
6-
Zekat Vermiyenin Günahı Babı
7-
Zekat Me'mürlarını Hoşnüd Etme Babı
8-
Zekati Vermeyenin Ağır Cezaya Çarptırılacağı Babı
9-
Sadakaya Tergib ve Teşvik Babı
10-
Mal Biriktirenlerle, Onlar Hakkında Gösterilecek Şiddet Hususunda Bir Bab
11-
Înfak'a Teşvik ve Înfak Edene Verdiğinin Yerine Mal Verileceğini Tebşir Babı
13-
Nafaka Vermeye Evvela Kendinden Başlıyarak, Sonra Ailesine, Sonra Akrabasına Verme
Babı
15-
Ölen Kimse Namına Verilen Sadakanın Sevabı Kendisine Ulaşacağı Babı
16-
Her Nevi Îyiliğe Sadaka Adı Verilebileceğinî Beyan Babı
17-
Malını Înfak Edenle Etmiyen Hakkında Bir Bab
18-
Sadakayı Kabul Eden Kimse Bulunmaz Olan Zaman Gelmezden Önce Sadaka Vermeye Teşvik
Babı
19-
Helal Kazançtan Verilen Sadakanın Kabulü ve (Sevabının) Arttırılması Babı
23-
Cömert ile Bahilin Misali Babı
24-
Sadaka, Müstahıkkinin Eline Geçmese Bile Veren Îçin Ecir Saabit Olacağı Babı
26-
Kölenin, Efendisinin Malından İnfakı Babı
27-
Sadaka ile Hayır İşlerini Bir Araya Getirenler Babı
28-
İnfaka Teşvik ve Cimriliğin Keraheti Babı
30-
Sadakayı Gizli Vermenin Fazileti Babı
31-
Sadakanın Efdali, Sağlam Olan Cimrinin Sadakası Olduğunu Beyan Babı
34-
Geçinecek Bir Şey Bulamıyan ve Halini Anlayıpda Kendisine Sadaka Veren Bulunmayan
Fakir Babı
35-
İnsanlar İçin Dilenmenin Çirkinliği Babı
36-
Dilenmeleri Helal Olan Kimseler Babı
38-
Dünyaya Tama' Etmenin Keraheti Babı
39-
Oğlunun İki Vadi (Dolusu) Malı Olsa, Bir
Üçüncüsünü İsteyeceği Babı
40-
Zenginliğin Mal Çokluğundan İbaret Olmadığı Babı
41-
Bol Bol Verilen Dünya Nimetlerinden Korkulma Babı
42-
Îffet ve Sabrın Fazileti Babı
43-
Yalnızca İhtiyaca Yeten Rızık ve Kanaat Babı
44-
Çirkin ve Kaba Sözlerle İsteyen Bir Kimseye Atıyye Verme Babı
45-
Îmanından Endişe Edilen Kimseye Atıyye Verme Babı
47-
Hariciler ve Sıfatlarını Beyan Babı
48-
Haricileri Öldürmeye Teşvik Babı
49-
Haricilerin Bütün İnsanlara Hayvanların En Kötüsü Olduklarını Beyan Babı
51-
Al-i Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i Sadaka Me'müru Olarak Çalıştırmama
Babı
53-
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hediyeyi Kabul, Sadakayı Reddetmesi
Babı
55-
Haram Bir Şey İstemedikçe, Zekat Me'Mürunu Hoşnud Etme Babı
Gerek Kitâbullah'da
gerekse Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel- sünnetinde evvelâ Allah'a îmân,
ondan sonra namaz, daha sonra zekât zikredilmiştir. Teâlâ Hazretleri:
«Bu kitap gaibe
inanan, namazı kılan ve benim kendilerine verdiğim rızıkiardan infâk edenler
için bir hidâyettir.» buyurmuştur.
Meşhur İslâm hadisinde
dahî evvelâ imân sonra namaz, üçüncü olarak zekât zikredilmşitir. Bu sebepledir
ki: Buharı ve Müs1im gibi büyük hadîs imamları kitaplarında ayni tertibe riâyet
etmişlerdir.
Zekât: Lûgatta
«Artmak» ve «Temizlemek» mânâlarına gelir. Araplar derler. Bununla «Mal artty.»
mânâsını kastederler.
«Temizlenen kurtuldu.»
mânâsındaki âyet-i kerîmede dahî zekât, lügat mânâsında kullanılmıştır.
Aynî'ye göre «zekât»
kelimesi mastar değil, tezkiyeden alma bir isimdir. Naftaveyh: «Ona, bu isim
verilmesi, zekâtı veren sâlih ameli ile Allah'a yaklaştığı içindir. Sâlih amel
işleyerek Allah'a yaklaşan herkes tezekkî etmiş sayılır.» diyor.
Ulemâdan bâzılarına
göre «zekât» ismi: zekâtı verilen malda görülen berekete bakarak konulmuştur.
Bundan maada zekât
kelimesi: salâh, zekâvet, sadaka, bir şey'in hulâsası, hak, nafaka ve af
mânâlarına da gelir.
Şer'an: Mâl-i mahsûsu,
şerâit-i mahsûs ile müstahikkma temlik etmektir.
Mâl-i mahsûs'dan
murâd: Zekât olarak verilen maldır
Şerâit-i mahsûsa:
Zekâta mahsûs olan şartlardır. Bunlar iki nev'î-dir. Biri zekâtın sebebine,
diğeri de zekâtı veren kimseye aittir. Sebebe âit olan şart, nisaba mâlik
olmaktır. Zekât verene âit olan ise Akıl, bulûğ ve hürriyet gibi şeylerdir.
Müstahikkİne
temizlik'den murâd: Şer'an fakir sayılan ve hâşimî olmayan kimselere verdiği
malı emânet veya rehin gibi değil de, mil-ki olmak üzere edindirmektir. Zekâtın
şer'i mânâsında lügat mânâsı dahî dâhildir.
Zekâtın hikmeti,
rüknü, sebebi şartı ve hükmü vardır.
Zekâtın hikmetleri
çoktur. Bunlardan bâzılarını şöyle sıralamak mümkündür:
1- Zekât,
mal nimetini veren Allah'a şükür için meşru olmuştur. Ve ehl-i hakikatin
beyânına göre Allah tarafından kulları bir imtihandır. Çünkü Müslüman, Allah'ın
her emrettiğini yapacağına, her menettiğinden kaçınacağına ve yalnız Allah'a
inanacağına söz veren insandır. İşte zekât Allah'a inanma hususunda kulun sâdık
olup olmadığını denemek için farz kılınmıştır. Zekâtını veren zengin, Allah'ına
verdiği sözde durduğunu isbât etmiş ve imtihanını kazanmıştır. Vermeyen ise
yalancı olduğunu göstermiş; Allah'dan başka bir de mala taptığını ortaya atmak
suretiyle dünyâ ve âhiretini harâb etmiş demektir.
2- Zekât,
zenginin mâlına karışmış fukara hakkıdır. Nitekim: «Onların mallarında dilenci
ile mahrumun hakkı vardır. [1]»
âyet-i kerimesi bu hakikati nâtıktır. Bir zenginin sürüsüne karışan fakir koyunu
hükmen ne ise, zenginin cebindeki fakir hakkı yâni zekât da o'dur. Binâenaleyh
sürüye karışan koyunu benimsemek ne kadar çirkin bir şey ise, cebindeki fukara
hakkını vermemek de o derece çirkindir.
3- Zekât
sayesinde dilencilerin sayısı azalır. Bu sûrtle bir çok vukuatın da önüne
geçilmiş olur. Zira karnı aç olan bir insan her cürmü irtikâb edebilir. Fakat
karnı doydu mu bunların hepsini yahut bir çoğunu yapamaz.
4- Zekât,
kominizim belâsından sakınmanın en büyük çârelerinden biridir.
5- Zekâtta
îslâmiyeti neşir ve kelimetullah'ı i'lâ
vardır. Bu hususta fakir canı ile, zengin de malı ile cihâda iştirak etmiş
olurlar.
6- Zekât,
zenginleri cimrilik hastalığından korur. Böylece onlar da felaha ererler.
Hâsılı zekât bir çok
hikmetleri muhtevi olan pek büyük bir ibâdettir. Namaz dînin temeli, zekât da
dînin köprüsüdür. Bu iki ibâdet adeta ikiz kardeşler gibidirler. Kur'ân-ı
Kerim' de tam sekseniki yerde namazla zekât beraber zikredilmiştir.
Zekâtın rüknü: Verdiği
malı sırf Allah rızâsı için elinden çıkarmaktır.
Sebebi: Mal'dır.
Şartlarını az yukarıda arzetmiştik.
Hükmü: Dünyâda borcun
sakıt olması, âhirette de sevap verilmesidir.
Zekât, hicretin 2.
yılında, Ramazan'dan evvel farz kılınmıştır. Far-ziyyeti: Kitap, sünnet ve
icmâ'-ı ümmetle sabittir. Binâenaleyh inkârı küfürdür.
Kitap'dan delîli:
«Zekâtı verin»,
«Onların mallarından
kendilerini
temiz ve pâk edeceğim
bir sadaka al.» gibi âyetlerdir.
Sünnetten delili:
Babımızda göreceğimiz hadislerle, meşhur îmân ve İslâm hadîsidir. Zekâtın
farziyetine ayrıca icmâ'-ı ümmet de mün'a-kid olmuştur.
1- (979)
Bana Amrü'bnü Muhammed b. Bükeyr En - Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize,
Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Amrü'bnü Yahya b. Umâra'la sordum da,
bana babasından, o da Ebû Saîd-İ Hudrî'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve SeJIemj'den naklen haber verdi;
«Beş vesk'dan azda
zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha az da zekât yoktur; beş
okiyye'den daha az dan gümüşte zekât yoktur.» buyurmuşlar.
2- (...)
Bize Muhammedü'bnüRumh b. EI-Muhâcir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys haber
verdi. H.
Bana Amru'n - Nâkıd da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs rivayet etti. Leys ile
Abdullah'ın ikisi birden Yahya b. Saîd'den, o da Amr b. Yahya'dan bu isnâdla
yukarki hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
(...) Bize
Muhammedü'bnü Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-durrazzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize îbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Amr b. Yahya b. Umara,
babasından, o da Yahya b. Umara' dan naklen haber verdi. Yahya şöyle demiş:
Ben, Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları söylerken işittim: «Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve SeHemj'i şöyle buyururken dinledim; Hem avucuna beş parmağı ile
işaret ediyordu.»
Bundan sonra îbni
Uyeyne hadîsi gibi rivayette bulundu.
3- (...)
Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyin El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki): Bize,
Bişr yâni İbni Muf addâl rivayet etti. (Dedi ki): Bize Umârutü'bnü Gaziyye,
Yahya b. Umâra'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ebû Saîd-i Hudrî'yi şunları
söylerken işittim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-
«Beş vesk'den daha az
da zekât yoktur. Beş tane üçer yaşında deveden daha aşağı da zekât yoktur. Ve
beş okiyye'den daha az gümüşte zekât yoktur.» buyurdular.
4- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd ve Zü-heyr b. Harb rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan, o da İsmail b. Ümeyye'den, o da
Muhammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i
Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş: Resûlüllah (SaJlalîahii
Aleyhi ve Sellem)
«Hurmadan olsun,
hububattan olsun beş vesk'den daha az da zekât yoktur.» buyurdular.
5- (...)
Bize İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdur-rahmân yâni îbni Mehdi
haber verdi. (Dedi ki): Bize Süfyân, İsmail b. Ümeyye'den, o da Muhammed b.
Yahya b. Habbân'dan, o da Yahya b. Umâra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen
rivayet etti ki, Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Beş veski bulmadıkça
hububatla hurmada zekât yoktur.Üçeryaşında beş deveden daha az da zekât yoktur.
Beş okiyye kümüşten daha az da zekât yoktur.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdur-Adem rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Süfyân-ı Sevrî .îsmâil b. Ümeyye* den bu isnâdla İbni Mehdi hadisi
gibi rivayette bulundu.
(...) Bana
Muhammed b. Aafi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdur-razzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Sevrî ile Ma'mer, Jsmâil b. Ümey-ye'den bu isnâdla tbni Mehdî
ve Yahya b. Âdem hadîsi gibi haber verdi. Yalnız o «Hurma» yerine «Yemiş»
demiştir.
6- (980)
Bize Hârûn b. Mâruf ile Hârûn b. Said El - Leylî rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize îbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana îyaz b. Abdillâh, Ebû'z - Zübeyr'den,
o da Câbir b. Abdiliâh'dan, o da Resûlüllah (Sallallahil Aleyhi ve Se/kmJ'den
naklen haber verdi ki:
«Beş okiyye'den daha
az olan gümüşte zekât yoktur; üçer yaşında beş deveden daha azında zekât
yoktur. Beş vesk'den daha az hurmada zekât yoktur.» buyurmuşlar.
Ebû Şaid hadîsini
Buhârî «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâi ve îbni Mâce
ayni bahisde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Evâkî: Okiyye'nin
cem'idir. Okiyye fıkıh, hadîs ve lügat ulemâsının ittifakı ile kırk dirhemdir.
Buna «Hicaz okiyyesi» de derler.
Kaadı tyâz: Peygamber
(Sallalhıhü Aleyhi ve Sellem) zamanında okiyye ile dirhemin meçhul kalması
mümkün değildir. Çünkü bu ölçülerle zekâtı vâcib kılan bizzat Resûlüllah
(Sallallahil Aleyhi ve Sellem)'dir. Sahih hadîslerde sabit olduğuna göre:
Alışverişler, nikâhlar hep bunlarla yapılmıştır. Bu gösteriyor ki: Dirhemler A
b-dülmelik b. Mervân zamanına kadar malûm değüdi. Onları ulemânın re'yi ile
Abdülmelik topladı ve her onluğu yedi miskâal ağırlığında, bir dirhemin
ağırlığını da altı dânık yaptı... iddiasında bulunanların sözü bâtıldır. Yalnız
bunlar Müslümanlar tarafından husûsi surette ve muayyen şekilde
basılmamışlardır. Kimisi Acem kimisi Rum basması şeylerdi. Ve büyüklü küçüklü
idiler. Bâzıları da hiç basılmamış ve nakşedilmemiş gümüş parçalarından ibaret olup,
Yemen'e veya Mağrib'e aittiler. Nihayet bunların îslâmi bir şekille basılıp,
nakşedilmeleri ve değişmeyen bir tek vezin hâline getirilmelerine lüzum
görülerek büyüğü küçüğü bir araya toplandı. Ve münaasip gördükleri vezinde
basıldı. Şüphesiz ki o zaman dirhemler malûmdu. Aksi takdirde onlara zekât v.s.
hususunda hukûkullah ve ve hukûk-u ibâd nasıl taalûk edebilirdi? Nitekim o
zaman okiyye de malûmdu.» diyor.
Bu bâbda Nevevîde
şunları söylemiştir: «îlk asırda yaşı-yanlar mâruf olan bu vezinle kıymet
takdirine ittifak etmişlerdir. Yâni dirhem altı dânıktır. Her on dirhem yedi
miskaâl ağırlığında gelir. Miskaâl ise gerek câhiliyet gerekse İslâmiyet
devirlerinde değişmemiştir.»
Aynî, İbni Sa'd'ın
«Tabakat»mdan şunları naklet-miştir: «Abdülmelik b. Mervân 75. târihinde dirhemle
dinarı darbetmiştir. Onları ilk darbeden ve üzerlerine nakış vuran o'dur.»
EbûUbeydKaasimb.
Sellâm «Kitâbü*l-Emvâl» nâm eserinde şunları söylemiştir: «îslâmiyetten önce
dirhemler irili ufaklı idi, İslâmiyet gelince dirhemleri darbetmek istediler.
Zira her iki nev'înden de zekât veriyorlardı. Büyük dirhem: 8 dânık, küçük
dirhem ise, 4 dânık idi. Müslümanlar büyük dirhemi küçük dirheme katarak;
bunlardan iki müsavi dirhem yaptılar. Böylelikle altışar dâ-nıklık iki dirhem
meydana geldi. Sonra dirhemleri miskaâllerle ölçtüler. Miskaâl ilelebet
mahdut, eksilip artmayan bir ölçüdür. Bir tanesi altı dânıktan ibaret olan on
dirhemi miskaâlle ölçünce yedi miskaâl ağırlığında geldiğini gördüler. Büyüklü
küçüklü dirhemler arasında bu dirhem ortayı teşkil ediyordu. Zekât hususunda
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in sünnetine de muvafık idi.
Binâenaleyh dirhem meselesi ondan sonra bu minval üzere devam etti. Ümmet de bu
hususta ittifak eyledi. Artık tam dirhem altı dânık olarak, değişmeden devam
etti.»
Hanefiîyye
kitaplarında beyân olunduğuna göre: İlk zamanlarda dirhemler üç nev'idi,
birinci nev'in her on dirhemi on miskaâl geliyordu. Yâni bir dirhem bir miskaâl
ağırlığında idi. İkinci nev'în on dirhemi altı miskaâl tutuyordu. Üçüncü nev'în
on dirhemi beş miskaâl geliyordu. Halk, bu dirhemlerin her biri ile muamele görüyordu.
Bu hâl taa Hz. Ömer'in hilâfeti zamanına kadar böyle devam etti. Ömer
(Radiyallahü anh) haraç denilen vergiyi büyük dirheme göre almak istedi.
Mükellefler kendisinden bunu hafifletmesini rica ettiler, o da zamanının hesap
âlimlerini toplayarak dirhemlerin arasını buldurdu. Neticede âlimler her nev'İ
dirhemin üçte birini alarak, yedi miskaâl ağırlığındaki dirhemi buldular.
Bâzı fetva
kitaplarında her beldenin kendine mahsûs dinar ve dirhemi nazar-ı itibâra
alınacağı ve zekâtın ona göre verileceği beyân olunmuştur.
Verik veya verk:
Madrup olsun olmasın «gümüş» demektir. Bâzıları esâs itibârı ile her nev'î gümüşe
verik denildiğini; diğer bâzıları da dirhem şeklinde darbedilmiş gümüşe verik
denildiğini, dirhem olmayan gümüşe ise ancak mecazen vekik itlâk
edilebileceğini söylemişlerdir.
Hattâ altınla gümüşün
ikisine birden verik denildiğini söyliyen-ler vardır.
«Kitâbü'l -Mikâyîl»'de
Vâkıdi'den naklen şöyle deniliyor: «Câhiliyet devrinde Kureyş'în kendine
mahsûs bir takım vezinleri vardı. İslâmiyet gelince bunlardan okiyye'yi olduğu
gibi yâni kırk dirhem, ritılı da oniki okiyye yâni seksendört dirhem olarak kabul
etti. Arapların «neş» ve «Nevât» denilen birer ölçüleri daha var di:
Neş: 20
dirhem, nevât: 5 dirhem ağırlığında idi. Miskaâl: 22 kirât' dan bir dâne noksan
gelen ölçü idi. On dirhemin ağırlığı 7 miskaâî gelirdi. Bir dirhem 15 kîrâtdan
meydana gelirdi.
Peygamber (SaîhUahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Medine' ye gelince veznine bakarak külçe altına
dînâr; ve yine veznine bakarak külçe gümüş dirhem ismini verdi. Medine' nin
ölçüleri bu suretle tekarrur etti ve Resûlüllah (SalUUahü Aleyhi ve Sellem):
«Mizan, Medîne'Iilerin
nizâmıdır.» buyurdular.»
Hz. Câbir'den
rivayet edilen bir
hadîste Peygamber
(Saüalhhii Aleyhi ve
Sellem)i
«Bir dînâr yirmidört
kîrâtdır.» buyurduğu bildirilmişdir.
îbni Abdilberr : «Bu
hadisin senedi sahîh değilse de, ulemânın onun mûcebince amel etmesi halkın
onun mânâsına göre amel hususunda ittifakı senedinni sıhhâtma ihtiyâç
bırakmamıştır.» diyor.
Kîrât: Ortalama beş
arpa tanesi ağırlığında bir ölçüdür.
Evsuk: Veks'in
cem'idir. Müfredi visk şeklinde dahi okunabilir. Fakat vesk kîrâatı daha
meşhurdur.
Ulemâdan bâzılarına
göre, vesk: Bir deve yükü, demektir. Bâzıları Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve
Sellem) Efendimizin ölçeği ile altmış ölçek, demek olduğunu söylerler.
Bir takımları vesk'in
mutlak surette bir yük, mânâsına geldiğine kaaildirler.
Ebû Davud'un, Hz. Ebû Saîd-i Hudri1 den rivayet ettiği merfû bir hadiste
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
«Beş vesk'den daha
azda zekât yoktur. Bir vesk altmış mühürlü ölçektir»
buyurmuş olduğunu
rivayet etmiştir. Ancak: «Ebû'l-Buhte-rl, Ebû Said'den işitmemiştir.» diyerek
bu hadisin munkatı' olduğuna İşarette bulunmuştur.
.Ebû Ubeyd Kaasim b.
Sellâm'm beyânına göre «mühürlenmiş ölçek»den murâd: Üzerine ziyâde veya noksan
yapılmasın diye matbu mühür vurulan ölçektir. Bunu vaktiyle hükümdarlar
yaparlarmış.
Ölçek mânâsına gelen
sa' 51/3 Bağdat rith eder. Bağdat rith hakkında muhtelif kaviller vardır.
Bunların en meşhuru 128 4/7 dirhem olmasıdır. Bâzıları Bağdat ritlının tam 128
dirhem, bir takımları da 130 dirhem olduğunu söylemişlerdir. Şu hâlde beş vesk
binaltıyüz Bağdat rith eder. Esah kavle göre beş veski, ritl denilen ölçüyle
takdr etmek yüzdeyüz değil, takribidir.
Zevd: Üç'den on'a
kadar olan devedir. Bâzılarına göre iki ile dokuz arasındaki dişi devedir.
Erkek develere zevd denilmez.
Bâzıları: Zevd: Üçten,
onbeş'e kadar olan develerdir.» demiş; bir takımları üçten yirmiye kadar hattâ
Îbnü'l-A'râbî üçden, otuz'a kadar olan dişi develere zevd denildiğini
söylemiştir.
Bir takımları, bir
deveye de zevd denilebileceğini söylemişlerdir. İbni Kuteybe: «Bir cemâat
zevd'in müfred mânâsına geldiğini, diğlerleri cemi' olduğunu söylemişlerdir
ki, muhtar olan da budur.» demiştir.
Fakat îbni Abdilberr
bunu beğenmemiş: «Bu söz bir şey değildir.» demiştir.
Hâsılı zevd kelimesi
rant, kavm ve nisa kelimeleri gibi lâfzında müfredi bulunmayan cemi'lerdendir.
Bu bâbda daha bir çok
sözler söylenmiştir.
1) Hadîs-i
şerifin: «Beş okiyye'den daha az da zekât yoktur.» cümlesi, gümüşün nisabını
beyân etmektedir. Gümüşün nisabı beş okiyye yâni 200 dirhemdir. Çünkü her
okiyye 40 dirhem tutar. Şeriat her cins malın nisabını yardıma yarayacak
şekilde tâyin etmiştir. Gümüşün nisabı nass-ı hadisle ve icm&'la beş okiyye
yâni 200 dirhemdir. Altının nisabı ise 20 miskaâl'dir. Bu hususta delil
icmâ'dır. Yalnız Hasan-1 Basri ile Zühri1nin : -Kırk miskaâlden az olan altına
zekât lâzım gelmez.» dedikleri rivayet olunursa da, yirmi miskaâlde zekât lâzım
geleceğine kaail oldukları da rivayet edilir. Bu rivayet daha meşhurdur. Cumhûr un
kavli de budur.
Kaadı îyâz'm
rivayetine göre seleften bâzıları altın yirmi miskaâlden az olsa da kıymeti
200 dirhemi bulursa zekâtı verileceğini söylemişlerdir.
Mezkûr kavlin sahibine
göre altın 20 miskaâl olur da, kıymeti 200 dirhemi bulmazsa zekât lâzım gelmez.
Altın ile gümüş nisâb
miktarını geçtikleri vakit zekâtları nasıl hesap edileceği ulemâ arasında
ihtilaflıdır.
îmam Mâlik ile Leys,
Sevri, İmam Şafiî, îbni Ebî Leylâ, İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve umumiyetle
hadis ulemâsına göre altın ve gümüşün onda birinin dörtte birinden ziyâdesine
zekât lâzım gelir.
îki nisâb arasında
affedilen bir miktar yoktur. Bu kavil Hz. Ali ile îbni Ömer CRaâiyallahiî
anh/dan rivayet olunmuştur.
imam A'zam ile Selef
ulemâsından bâzılarına göre ikiyüz dirhemden fazla olan gümüş 40 dirheme ve
keza 20 dinardan fazla olan altın 4 dinara varmadıkça nisâbdan sonraki
fazlalıklara zekât yoktur. Gümüş 40 dirhem olursa: bir dirhem, altın dört
dinara varırsa: 1 dirhem zekât verilir.
Demek oluyor ki îmam
A'zam ile berâberindekilere göre hayvanlarda olduğu gibi altın ve gümüşte de
iki nisâb arasında zekâta girmeyen bir miktar vardır.
Nevevi diyor ki:
«Cumhûr-u ulemâ, Peygamber (SallaJlahü Aleyhi ve Sellem)'in (rıkada onda birin
dörtte birinde zekât vardır. Rika:
Gümüş demektir.) hadis-i şerifi ile istidlal etmişlerdir. Bu hadis nisaba âmm
ve şâmildir.
Nisâbdan yukarısı
hububata kıyâs olunur. Ebû Hanîfe zayıf bir hadisle ihticâc etmiştir. Onunla
istidlal sahîh olmaz.»
Nevevînin zayıf dediği
hadis, Dârakutnî' nin «Sünen»'inde tahric ettiği Hz. Muâz hadisidir. Hadisin
senedi şudur: îbni İshâk, Minhâl b. Cerrah'dan, o da Habib b. Necîh'den, o da
Übâdetü'bnü Nesiy'den, o da Muâz
(Radiyaîlahü anh)'d&n rivayet etmiştir ki, Resülüüah (Salîalîahü Aleyhi
ve Sellem) Muâz'ı Yemen*e gönderirken:
«Gümüş 200 dirhe
molduğu vakit ondan beş dirhem al, fazlasından dolayı taa kırk dirheme
varmadıkça bir şeyalma , kırk dirheme baliğ olursa, ondan bir dirhem al.»
buyurmuştur.
DârakutnI:«Minhâl b.
Cerrâh:Ebu'l-Atûf dur. Hadîsi metruktür. îbni İshâk ondan rivayet ederse ismini
kalbederdi. Übâdetü'bnü Nesiy ise Muâz'dan
hadîs dinlememiştir.» demiştir.
Nesâi dahi Minhâl b.
Cerrah'm metrukü'l-Hadis bir adam olduğunu söylemiş; îbniHibbân
«O, yalan söylerdi.» demiş;
Abdülhak: «O, çok yalancı idi.»
ifâdesini kullan mışdır.
îbni Ebî Hatim dahî:
«Ben, bu zâtı babama sordum da; (o metrûkü'l - Hadîs'tir, onun hadîsi hiçtir;
yazılmaz.) cevâbını verdi.» demiştir.
Beyhâkî de: «Bu hadisin isnadı pek zayıftır.» diyor.
Ayni bütün bu
kavilleri serdettikten sonra şöyle diyor. «Bey-hakî bu hadîsi gümüşün küsuratı
hakkında vârid olan hadîs babında rivayet etmiş ve o kadar bırakmıştır. Çünkü o
bâbdan maksat hasmının mezhebini beyândır. Bu bâbda iki hadîs vardır.
Bunlardan birini Beyhakî (Fardu's-Sadaka) babında rivayet etmiştir. Bu hadîs
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in Amr b. Hazm ile Yemen'e gönderdiği
mektubudur. Mezkûr mektupta:
Gümüşten her beş
okiyye için beş dirhem fazlası İçin her kırk dirhemde bir dirhem alınacak...
Duyurulmaktadır.
Beyhaki bu hadisin
isnadı güzel olduğunu söylemiştir. Ayni hadîsi hadis hafızlarından bir cemâat
mevsûl ve hasen olarak rivayet etmişlerdir. Hattâ yine Beyhaki' nin rivayetine
göre îmam Ahmedb. Hanbel Ben, bu hadisin sahih olmasını ümîd ederim; demiştir.
İkinci hadise gelince:
Bunu da Beyhakî (at'ın zekâtı yoktur) babında Hz. A1i'den rivayet etmiştir. A1î
(Raâiyallahü anh) şöyle demiştir: ResûlüIIah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem):
«Size atlarla köleler
için zekât vermeyi affettim, hemen gümüşten her kırk dirhem'in birini sadaka
olarak getirin. Yüzdoksanda bir şey yoktur. Gümüş 200 dirheme baliğ olursa beş
dirhem zekâtı vardın buyurdular.
îbni Hazm bu hadîsin
sahîh ve müsned olduğunu söyler. Bir de îbni Ebl Şeybe, Abdurrahmân b.
Süleyman' dan, o da Asım-ı Ahver1 den, o da Hasan-ı Basrl' den şu haberi
nakleder: Hasan-ı Basri: Ömer (Radiyallahü ank), Ebû Mûsâ'ya 20 dirhemden
fazla gelen gümüş için her 40 dirhemde bir dirhem zekât vardır, diye yazdı,
demiş. Aynî haberi Tahâvî (Ahkâmü'l -Kur'ân) nâm eserinde Hz. Enes tarîki ile
Ömer (Radiyallahü fm/j)'dan tahrîc etmiştir.
Îbni Abdilberr, bu
kavlin Sald'übnü' 1-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Mekhûl A tâ', Tâvûs, Amr b. Dinar
ve Zührî' den menkûl olduğunu söyler.
Ebû Haife ile Evzâi'nin
mezhepleri de budur. Hattâbî, Şa'bî'yi
de onlarla beraber saymıştır.
îbni Ebî Şeybe sahîh
bir senetle Muhammed Bakır' dan merfû olarak şu hadîsi rivayet etmiştir:
Muhammed:: Gümüş beş okiyye olursa beş dirhem zekâtı vardır. Her 40 dirhem için
de bir dirhem verilir; demiştir.
Abdülhak (Ahkâm) 'mda şöyle
diyor: Ebû Evs, EbûBekirb. Amrb. Hazm' in oğulları Abdullah ile Muhammed' den,
onlar da babalarından, o da dedelerinden, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SellemYden şu hadisi rivayet etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
mektubu Amr b. Hazm'i Yemen'e emir tâyîn ettiği zaman yazdı. Mezkûr mektupta
zekât mes'elesi de vardır, gümüş 200 dirhemi bulmadıkça ona zekât yoktur; 200
dirhemi buldu mu beş dirhem zekâtı vardır. Bundan fazlası için her kırk
dirhemde bir dirhem verilir. 40 dirhemden aşağı olan gümüşe zekât yoktur.
Nesâî, îbni Hibbân,
Hâkim ve diğer hadîs ulemâsının rivayetlerinde:
Gümüşün her beş
okiyyesinde beş dirhem zekât vardır. Fazlası İçin her kırk dirhemde bir dirhem
verilir. Beş okiyye'den aşağı olan gümüşte zekât yoktur, buyurulmuştur.
Ebû Ubeyd Kaasim b.
Sellâm (Kitâbü'l -Emval) nâm eserinde şu hadîsi rivayet eder: Bize Yahya b.
Bükeyr, Leys b. Sa'd'dan, o da Yahya b. Eyyûb'dan, o da Humeyd'den, o da Enes'den
naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
— Ömerü'bnü'l-Hattâb
(Radiyallahn anlı) beni sadaka me'mûru tâyin etti ve bana her yirmi altından
yarım altın zekât almamı, fazlası dört dinara baliğ olursa onun için bir
dirhem almamı ve her 200 dirhem gümüşten bir dirhem zekât almamı, bundan
fazlası kırk dirhemi bulursa bir dirhem zekât îcâb ettiğijji emretti.
Şaşarım Nevevî'nin
aklına bunca sahih hadislere vâkıf olmakla beraber nasıl olup da: Ebü Hanîfe
zayıf bir hadîsle istidlal etmiştir, diyebiliyor? Ve ona delil olarak hakkında
söz edilmiş bir hadis gösteriyor... Geri kalan'bir çok sahüPhadîslerden söz
etmiyor.
Cumhur-u ulemâ'ya
göre: Nisabı tamamlamak için altınla gümüş birbirine katılır. îmam Mâ1ik'in
kavli de budur. Yalnız ona göre bu hususta vezne; bakılır ve altınla gümüş kıymet
ittibârı ile değil de, cüz ittibârı ile birbirine katılır.
Evz'âî, Ebû Hanîfe ve
Sevri'ye göre altınla gümüş zekât verilirken ettikleri kıymete göre biribirine
katılırlar.
İmam Şâfii, İmam Ahmed,
Ebû Sevr ve Dâvûd-u Zahiri'ye göre: Altınla gümüş mutlak surette biribirine
katılamazlar.
Hattâbi diyor ki:
Ulemâ koyunun deveye veya sığıra, hurmanın üzüme katıiamıyacağında ihtilâf
etmemişlerdir. Yalnız buğdayın arpaya katılıp katılamıyacağında ihtilâfları
vardır. Ekser-i ulemâya göre bunlar da birbirine katılamaz.
Sevrî ile Evzâî'nin
ashab-ı re'yin, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1'in kavilleri de budur.
îmam Mâlik' e göre
buğday arpaya katılabilir. Yalnız mercimek ve nohut gibi şeyler buğdayla arpaya
katılamaz.
îmam A'zam'la îmâmeyn'e
göre: Başka mâdende kanşık bulunan gümüş, o mâdenden fazla ise gümüş
hükmündedir. Karışan mâden gümüşten daha fazla ise ona gümüş hükmü değil, ticâret
eşyası hükmü verilir.
Eğer kıymeti nisâb
miktarını dolduruyorsa iki şeyden biri ile zekât lâzım gelir:
a) Ya gümüşü
200 dirhemi dolduracaktır,
b) Yahut
ticâret malı olup, kıymeti 200 dirhemi bulacaktır. 200 dirhemden fazla gelen
miktar için —az olsun çok olsun— onda birinin dörtte biri alınır.
îmam Mâlik ile Leys, Şafii, ibni
Ebi Leylâ, Sevri, Evzâi, Ahmed, Ebû Sevr, îshâk ve Ebû Ubeyd'in
mezhepleri budur. Mezkûr kavil Hz. Alî ile îbni Ömer (Radiyallahü ûnJıj'dan
rivayet olunmuştur.
îmam A'zam' la îmam
Züfer'e göre: 200ün üzerindeki ziyâde kırk dirheme varmadıkça ziyâde için
zekât yoktur. Kırk dirhem olursa onda birinin dörtte biri verilir ki. bir
dirhem eder. Saîdü'bnü'I- Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Ata', Tâvûs, Şa'bi, Zühri
Mekhû1, Amr b. Dinar ve Evzâi' nin
mezhebleri de budur.
Mezkûr kavili Leys,
Yahya b. Eyyûb'dan o da Humeyd'den, o da Enes'den, odaÖmerü'bnü'l-Hattâ
bîRadiyallahü awJi f'dan rivayet etmiştir.»
2- «En az üç
yaşında beş deveden daha azda zekât yoktur.» cümlesi zekât icâbeden deve
miktarının en azını bildirmektedir. Develer beş tane olup. kırda otlamakla
beslenirler ve üzerlerinden sene geçerse bir koyun zekât vermek icâb eder. Bu
hususta icmâ vardır. Tafsilât fıkıh kitaplanndadır.
3- «Beş
vesk'den azda zekât yoktur.»
cümlesi ile İmam Şâfii,
Hanefilerden İmam Ebû yusuf ve imam Muhammed
yerden çıkan mahsûl 5 vesk'e baliğ olduğu vakit zekât îcâbedeceğine
kaaiî olmuşlardır. Yerden çıkan mahsûlün
zekatına öşür derler. Beş vesk'den daha az olan mahsûle zekât yoktur.
İmair. A'zam1a göre
yerden çıkan mahsûl az veya çok olsun, sun': sîrie yahut yağmurla sulansın
zekât vardır. Bundan yalnız a<-.:v boyarında biten âdi kamışla, odun ve ot
müstesnadır.
Nevevi Giyer ki- «Bu
hadiste iki tane fâide vardır. Birisi şu sayıîanlarrf;; zekâlı", vâcıb
oJmasi; ikincisi bunlardan daha az miktarlarda zek-ıî lâz^r. p- İrner::csid]'\
Bu iki mes'elede Müslümanlar arasında hilaf yoktur. Ya!>;;,' Ebû Hanîfe ile
seleften bâzıları hubûbâtîn azına da çokuna da zekât lâzım geldiğine kaaiî
olmuşlardır arna bu mezhep bâtıl ve sahih hadîslerin sarahatine muhaliftir...»
Aynî, Nevevî' nin
yukardaki sözlerine , karşı şu rau-kaabelede bulunmuştur: «Bu, çirkin bir
sözdür. îlim, fazilet, zühd, sahabe vekibar tabiîne yakınlığı ittibârı ile ön
safta bulunan bir imama böyle söz söylemek yakışmaz. Bahusus ki kendisi gibi
halk arasında geniş ilmi, büyük zühd ve insafı ile tanınmış bir zâtdan böyle
yerlerde güzel ibareler beklenir. Ehl-i dine lâyık olan budur. Kötü sözler
ancak bâtıl hakkında direnen mutaasıplardan sudur eder. Bunlar dînden
sayılamaz. Nevevî bu mezhebin butlanı ile sahîh hadîslere muhalefetini, yalnız
Ebû Hanîfe'ye değil, selefden bâzılarına da nispet etmiştir. Seleften murâd:
Ömerü'bnü Abdilaziz, Mücâhid ve İbrahim Nehâî' dir. Ebû Ömer İbniAbdilberr: (Bu
kavil imam Züfer'in de mezhebi olup, Tâbiin'in bâzılarından dahî rivayet
edilmiştir. Bu zevatın mezhepleri de Ebû Hanîfe' nin mezhebi gibidir.) demiştir.
Abdürrazzâk
*Musannef»'inde Ma'mer'den, o da Simâk b. Fad V dan, o da Ömer b Abdilaziz1 den
naklen şu haberi tahric etmiştir. Ömer : yerden çıkan mahsûlün azına da çoğuna
da öşür vardır; demiş.
Yine Abdürrazzâk buna benzer bir rivayeti
Mücâhid'den , oda İbrahim Nehâî' den
naklen tahric/ etmiştir. Ayni zevattan
İbni Ebî Şeybe dahf rivâyetlpr-tahric etmiş; hattâ Nehâi
hadisinde (Bakla desteleripdcîv-her on destede bir deste vermek lâzım
gelir.) ifâdesini ziyâde etmiştir.» -
4 - Babımız
rivayetlerinde zikri geçen sadakadan murâd zekâttır.
Hanefiîlerden bâzılarına
göre: îmâm A1zamin öşür hususundaki delili «Sizin için yerden çıkardığımız
rızıklardan da infâk edin.» ve «Hasat günü yerden çıkan mahsûlün hakkını
verin.» gibi âyetlerdir.
Muhaliflerinin
delilleri ise haber-i vahit hadîslerdir. Binaenaleyh: «kitap mukaabilinde bu
hadîsler kabul edilemez» diyenler olmuştur.
7- (981)
Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh ile Hârûn b. Saîd El
-Eylî Amr b. Sevvâd ve Velîd b. Şueâ' hep birden İbni Vehb'den rivayet ettiler.
Ebû't - Tahin Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. Hâris'den naklen haber verdi, ona
da Ebû'z - Zübeyr rivayet etmiş; o da Câbir b. Abdillâh'ı Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellemyden şöyle buyururken işittiğini rivayet etmiş; demiş;
«Nehirlerle yağmur
sularının suladıkları mahsûllerde öşür; hayvanla sulanan mahsûllerde yarım öşür
vardır.»
Uşûr: Öşür'ün
cem'idir. Kaadı îyâz: «Biz, bu kelimeyi umumiyetle üstatlarımızdan aşûr
şeklinde zaptettik. Aşûr: Çıkan mahsûlün ismidir.» diyor.
«Metâliu'l - Envâr»
sahibi dahî «Şeyhlerin ekserisi bu kelimeyi
ile uşur okuyorsa da, doğrusu aşûrdur.» demiştir. Fakat Nevevi bu
iddianın doğru olmadığını söylüyor. Ve: «Kendisi de itilâf etti ki: Üstatların
bir çoğu bu kelimeyi uşûr okumuş. Doğrusu aa budur.», diyor. .
Gayn'dan n\urâd:
Yağmurdur, Müslim' den başkaları bu kelimeyi «Gayl» şeklinde rivayet
etmişlerdir.
EbûUbeyd'in beyânına
göre «GayJ»: Büyük sel derecesine varmamak şartıyla nehirlerden akan sulardır.
tbni Sikkît: «Gayl:
Yer üzerine akan sudur.» demiştir.
Saniye: Su çıkarmakta
kullanılan devedir. Buna «Nadih» dahi derler.
Hadis-i şerif, yağmur
ve nehir suları ile sulanan mahsûllerde öşür yâni onda bir; hayvanla
sulananlarda işe meşakkat ve masraf daha çok olduğu için yarım Öşür verilmesi
icâb ettiğine delildir. Yukarıda da işaret ettiğimiz vecihle ulemâ yerden
çıkan her mahsûl, meyve, çiçek v.s.'nin zekâtı verilip verilmiyeceği hususunda
ihtilâf etmiş ve ortaya dokuz kavil çıkmıştır. Şöyle ki:
1) İmam
A'zam'a göre az olsun çok olsun yerden çıkan her mahsûlün zekâtı vardır. Bundan
yalnız odun, kaînış, ot ve saman gfci şeyler müstesnadır. Bu cihet ittifMÖdir.
Ancak istisna kamış v.s.'nin kendiliğinden yetişmesine nazaşandır. Sâhibjj
tarafından kasden kamışlık veya koru yetiştirilirse öşjur yine lâzımdır. Şeker
kamışı gibi şeylerde öşür vardır.
İbni'l-Münzir:
«Nu'man1 dan başka onun sçzüne ka-ail olan bilmiyoruz.» demişse de, -Suru c i.
kendisine cevap vermiş ve: «Vallahi bu hususta îbni'l-
Münzir yalan söylemistir. Çünkü
bu kavle Ebû Hanîfe1 den" başka da kaail olanlar bulunduğunu o bilir.
Ancak asabiyeti kendisini böyle şeyler irtikâbına sevkeder» demiştir.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz vecihle Ebû Hanife* nin kavli îbrâhîm Nehâî, Mücâhid, Hammâd, îmam
Züferve Halife Ömer b. Abdilaziz' in de mezhepleridir. Bu kavil İbni Abbâs
(Radiyallahü anh)' dan rivayet olunmuştur. Vesk ile ölçülmeyen şeyler
hakkında Dâvûd-u Zahirî
ile sair Zahirîye ulemâsının mezhepleri de budur.
2) Devamlı
olan mahsûllerin miktarı beş vesk olursa öşür vacibidir. îmamEbûYûsuf'laîmam
Muhammed' in, kavilleri budur.
Sebzelerle kavun
karpuz ve hıyar gibi mahsûllerde öşür yoktur. îmam Muhammed ayva, incir, elma,
armut, şeftali, kayısı ve erik gibi şeylerde öşür olmadığını nassan beyân
etmiştir.
«El - Yenâbî'* nâm
eserde: «Bir sene devam edebilen ceviz, badem, fındık ve fıstık gibi meyvelere
de öşür vaciptir.» deniliyor. «El -Mebsût»'da ise îmam Ebû Yûsuf un kavline
göre ceviz, badem ve fıstıkta öşür vacip İmam Muhammed' in kavline göre ise
bunlarda öşür vâcib değildir.» deniliyor.
Üzüm ve yaş hurma gibi
kurutulduğu takdirde bir sene devam edebilen meyvelerde öşür vardır.
îmam Muhammed' den bir
rivayete göre: Kurutulmaya yaramıyan üzümde öşür yoktur. Soğan ve sarımsak
gibi sebzeler hakkında îmam Muhammed' den iki kavil vardır.
3) Buğday,
arpa, mısır, pirinç, mercimek, nohut
bakla, fasulye ve bezelye gibi biriktirilip gıda yapılabilen şeylerde
öşür vâcibdir. İmam Şafiî' nin kavli budur.
4) îmam Mâ1ik’in
kavli Sâfii'nin kavline benzer;
bâzı cihetlerde farklıdır.
5)
İmamAhmed'e göre: Devam eden, kurutulan
ve ölçekle ölçülen hububat ve meyvelerde öşür vâcibdir.
6) Hububat
ile sebzelerde ve meyvelerde öşür vâcibdir.
İmam A'zam'in üstadı Hammâd'in
kavli budur.
7)
Mezrûâtdan yalnız buğday, arpa ile meyvelerden kuru hurma ve üzüm kurusunda
öşür vâcibdir. Bunlardan maada hiç bir şeyde öşür yoktur. Bu kavil Sevrî ile
İbni Ebi Leylâ ve Evzâi'den naklolunmuştur. Yalnız Evzâi'ye göre zeytinde de öşür vardır.
8) İkiyüz
dirhem kıymetindeki sebzede öşür vardır.
Hasan-1 Basri ile Zühri'nin mezhepleri budur.
9) Vesk'le
ölçülen şeylerin beş vesk miktarında öşür vardır. Vesk le ölçülmiyenlerin ise
azına çoğuna öşür vermek îcâb eder. Zahirilerin mezhebi de budur.
8- (982)
Bize Yahya b. Yahya Et - Temimi rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Abdullah b.
Dinar'dan dinlediğim, onun da Süleyman b. Yesâr'dan, onun da Irak b. Maîik'den,
onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seüenı):
«Müslümana kölesi ile
atı için zekât yoktur.» buyurmuşlar.
9- (...)
Bana Amru'n -Nükıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân
b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ey-yûb Mûsâ, Mekhûlden, o da Süleyman
b. Yesâr'dan, o da Irak b. Mâlikden, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Amr: Peygamber
(Saîlalhhü Aleyhi ve
SellemYden dedi. Züheyr ise: {Ebû Hüreyre, hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve ScllemYe vardırdı.) tâbirini kullandı. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellavh
«Müslümana kölesi ile
atı için zekât yoktur.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Bilâl haber verdi. H.
Bize Kuteybe de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hatim b. İsmail rivayet etti. Bu
râvîler hep birden Huseyn b. Irak [2] b.
Mâlik'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SellemYden bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir.
10- (...)
Bana Ebû't - Tâhir ile Hârûn b. Saîd El-Eyli ve Ah-med b. îsâ rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Mahreme, babasından, o
da Irak b. Mâlik'den naklen haber verdi. Irak şöyle demiş: Ebû Hüreyre'yi,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/emj'den rivayet ederken dinledim;
Efendimiz:
«Köle için sadûka-1
fit ir d an başka sadaka yoktur.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhar i, Ebû
Dâvûd, Tirmizi, Ne.sâi ve l'b rfrfc- Mâce muhtelif lâfızlarla «Zekât» bahsinde
muhtelif râtâerden^tâhrîc etmişlerdir.
Bu bâbda Alîyyü'bnü
Ebî Tâlib, Amr b. Hazm Ömerü'bnü'l-Hattâb, Huzeyf, Abdullah b. Abbâs,
Abdurrahmân b. Semure ve Semuratü'bnü Cündeb (Radiyallahü anküm) hazerâtından
da rivayetler vardır.
Hz. Ali hadisini Ebû
Dâvûd, Tirmizi Nesâî ve îbni Mâce
tahric etmişlerdir. Mezkûr hadiste Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'-
«Afla köle zekâtını
size affettim.» buyurmuştur.
Âmr b. Hazm hadîsini
Taberâni E1-Kebir» nâm eserinde tahrîc etmiştir. Mezkûr hadiste Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)1 Yemen1 lilere ferâiz ve sünnetleri muhtevi bir mektup
yazdığı ve ezcümle Müslümanın kölesi ile atma zekât olmadığını bildirdiği
kaydedilmektedir.
Hz. Ömer ile Huzeyfe
(Radiyallahü anh)'m hadisini İmam Ahmed rivayet etmiştir. Bu hadisde: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeRem j ile Ebû Bekir at ve köleler için zekât
almadılar.* denilmektedir fakat hadis zayıftır.
îbni Abbâs hadîsini
Taberâni *Es-Sağir» ve «El-Evsat» nâm eserlerinde rivayet etmiştir. Bu hadîs de
Hz. Aişe hadisi gioidii.
Abdurrahmân b. Sem ura
hadîsini Tabe-rânî ile Beyhakî rivayet etmişlerdir. Fakat bu hadîsin râ-vileri
arasında Süleyman b. Erkam vardır: Süleyman: metrûkü'l - hadis'dir.
Abdurrahmân hadisinde: «Merkep, at ve köleler için zekât yoktur.»
denilmektedir.
Semuratü'bnü Cündeb
hadîsini Bezzâr rivayet etmiştir. Bu hadîste dahi köleler için sadaka
verilrüyeceğin-den bahsedilmışse de, isnadı zayıftır.
1-
Saîdübnü'l-Müseyyeb, Ömerü'bnü
Abdilazîz, Mekhûl, Atâ', Sabi, Hasan-ı Basrî, Hakem, îbni Sirîn,
Sevrî Zührî, îmamMâlik .İmam Şafiî, İmarfAhmed, İshâk, Zahirîler ve Hanefii1er'den îmam Ebû Yûsuf ileîmam
Muhammed bu hadislerle istidlal
ederek at için zekât olmadığım söylemişlerdir
Tirmizi; «Ulemâ, Ebû
Hüreyre hadisi ile amel ederek, mera'da otlamakla beslenen atlarla, hizmet için
kullanılan köleler için zekât veril miyeceğ ine kaail olmuşlardır. Ancak
bunlar ticâret için olurlarsa, üzerinden sene geçmiş olmak şartıyla kıymetlerinden
zekât verilir.» demiştir.
İbrahim Nehaî, Hammâd
b. Ebî Süleyman, EbûHanifeve Züfer'e göre: Damızlık için beslenen atlar için
zekât verileceğine kaaildirler. Hanefiîler'den Serahsi bu kavlin sahabeden
Zeydü'bnü Sabit (Radiyallahü flwJi.)'ın mezhebi olduğunu söylemiştir. Bu zevâtm
delili biraz ileride gelecek olan Ebû Hüreyre hadisidir. Mezkûr hadîsde at'ın
nev'îilerinden ve hükümlerinden bahsedilmektedir.
2- Bir
delilleri de Ömerü'bnü'l-Hattâb hadîsidir. Mezkûr hadisde Sâib b. Yezîd'in :
«Babamı atlara kıymet biçerek, zekâtlarını Ömerü'bnü'l-Hatâb'a verirken
gördüm.» dediği bildirilmektedir. Bu hadîsi
Dârakutnî, îbniEbîŞeybe ve daha
başka bir çok hadis ulemâsı tahrîc etmişlerdir.
Mâ1iki1er'den îbni
Rüşd -El-Kavâid» nâm eserinde: «Ömer (Raâiyallahü anh)'w atlar için zekât
aldığı sahihtir.» demiştir.
îbni Abdilberr'in
rivayetine göre Hz. Ömer, Ya1â b. Umeyye'ye talimat verirken: «Her kırk koyunda
bir koyun alacaksın. Atlardan bir şey alma. Yalnız at başına bir dînâr al.» diyerek
her at için bir dinar zekât koymuştur.
İmam Ebû Yûsuf un
rivayet ettiği Câbir b. Abdi11âh
hadisinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Atlarda her at İçin
bir dînâr zekât vardır.» buyurmuştur.
Bu hadîsi Dârakutnî
«Sünen*'inde tahric etmiştir.
îmam Muhammed b. Hasen
Kitâbü'l - Asar» nâm eserinde şunu kaydetmiştir: «Bize Ebû Hanife, Ham-mâd b.
Ebi Süleyman' dan, o da İbrahim Ne-h aîp den naklen haber verdi ki, İbrahim:
otlamakla beslenen damızlık atlar hakkında istersen at başına bir dinar yahut
on dirhem verirsin, dilersen kıymetine müracaat edersin. Bu takdirde erkek veya
dişi her at için her 200 dirhemde 5 dirhem zekât verilir, demiştir.»
«El - Bedâyı» nâm
eserde: «Atlar binmek yahut yük taşımak veya hak yolunda cihâd için alafla
beslenirse onlar için bü'icmâ' zekât yoktur. Ticâret için beslenirse bil'icmâ'
zekât vardır.» Damızlık için beslenirse erkeği dişisi karışık olmak üzere îmam
A' zam' a göre zekât vâcibdir. Yalnız erkekler veya yalnız dişiler hakkında iki
rivayet vardır. «El - Muhit» nâm eserde meşhur olan kavle göre bunlarda zekât
olmadığı kaydedilmiştir.» denilmektedir.
11- (983)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîyyü'bnü Hafs rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Verkaa', Ebû'z - Zinâd' dan, o da A'rac'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ömer'i sadaka toplamaya gönderdi. îbni Cemîl ile
Hâlidü'bnü Velîd ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeJ/emJ'in amcası Abbâs
zekât vermedi, denildi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«İbni Cemî! zekât
vermekten İmtina etmez şu kadar var ki o fakir İdi. Allah, kendisini zengin
yaptı; Hâlid'e gelince: Siz, Hâlid'e zulmediyorsunuz. O bütün zırhlarını ve
harp âletlerini Allah yolunda hapsetmiştir. Abbâs'ın zekâtı Ese bir misl'r de
beraberinde olmak üzere benim üzerimdedir.» buyurdu, sonra (sözüne devamla):
«Yâ Ömer! Sen, bir
kimsenin amcasını babasının aslından olduğunu bilmez misin?» dedi.
Bu- hadisi Buhârî
«Zekât» bahsinde az çok lâfız değişiklikleri ile tahrîc etmiştir.
«Sadaka»'dan murâd.
Zekâtdir. Bu kelime farz olan zekât ile farz olmıyan tetavvû' mânâlarında
kullanılır.
Kurtubı, cumhur-u
ulemânın onu bu ha-dîsde farz olan zekât mânâsına aldıklarını söyler. Maamâfih
ulemâdan bâzıları tetavvû' sadakası mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Bu hadîsi Abdürrazzâk
da rivayet etmiştir. Onun rivayetinde: «Resûlüllah (SalhıUahü Aleyhi ve
Sellcm) insanları sadaka vermeye teşvik etti...» denilmektedir.
İbni Kassâr: «Sadaka
mânâsı bu kıssaya daha lâyıktır. Çünkü biz Ashâb-ı Kiram' dan hiç birini farz
olan zekâtı vermediklerini zannetmeyiz.» demiştir.
Bu takdirde Hz. Hâ1id'in
vermemekte mâzûr olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü Hâ1id (Puıdirallahü
anh) bütün malını hak yolunda vakfetmişti. Sevabına sadaka vermek için elinde
bir şey kalmamıştı. îbni Cemil nafile sadaka verme hususunda cimrilik
gösterdiği için Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUcrn) kendisini takdir
etmiş, Hz. Abbas için:
«Onun sadakası bir
misli de beraberinde olmak üzere benim üzerimdedir.» yâni, o, kendisinden
sadaka isıenildiği zaman bundan imtina «tmez; buyurmuştur.
İşte Mâliki' lerden
İbni Kassâr hadisi bu suretle te'vil etmiştir. Fakat Kaadı ty âz bu mutâbâayı
kabul etmemiş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hz. Ömer'i sadaka
toplamaya gönderdiğini bildiren sahîheyn hadîslerini zahiri mânâlarına
hamlederek: «Sadaka toplamak için adam göndermek yalnız farz olan zekâtlara
mahsûsdu» demiştir.
Nevevî dahi: «Sahih ve
meşhur kavle göre bu mes'ele sadaka değil, zekât hakkındadır.» diyor ve
şunları ilâve cdivor: Bum, binâen gerek bizim ulemâmıza gerekse başkalarına
göre Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in: Abbas'in sarakası bir misli de beraberinde olmak
şartıyla benim üzerimdedir; buyurması: Ben, ondan iki senelik zekatı peşin
aldım; manasınadır. Zekâtın vakti gelmeden verümesini caiz görmeyenler
Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)'in du sözünü ( Abbâs'm zekâtını, onun
nâmına ben veririm.) diye te'vîl etmişlerdir. Bir takımları: «Bu sözün mânâsı; O
zaman Hz. Abbâs muhtaç vaziyette olduğu için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Selletn) onun zekâtını vakti hâli iyileşinceye kadar te'hîr etmiştir.»
mütâlâasında bulunmuşlardır. Fakat doğrusu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selle-mYin sözü: «Ben, Abbâsin sadakasını peşinen aldım mânâsına gelir.
Nitekim Müslim'in rivayet ettiği başka bir hadîste:
«Biz Abbâs'dan iki
senelik sadakasını peşîn aldık.» buyurulmuştur.» îbni Cemil ile arkadaşlarının
sadaka vermediklerini söyliyen zât bizzat Hz. Ömer' dir. îbni Cem! Tin ismi
bâzılarına göre Abdullah, bir takımlarına göre Humeyddir. îbni Cüreyc
rivayetinde îbni Cemî1 yerine Ebû Cehm b. Huzeyfe zikredilmişse de, yanlıştır.
Bütün ulemâ sadaka vermeyen bu zâtın îbni Cemil olduğunda müitefiktir. Zira
îbni Cemil: Ensârdandır. Ebû Cehm ise
Kureyş kabîJesine mensûbdur.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Se//ew)'in:
«İbni Cemîl zekât
vermekten İmtina etmez, şu kadar var ki o fakir İdi. Allah kendisini zengin
yaptı.» sözünden muradı: Nimetin karşılığı bu değildir, o zekâtını
vermelidir.» demektir. Bu söz de beyân ulemâsının «Medhi, zemme benzeyen bir
sözle; zemmi de medhe benzeyen bir sözle te'kîd.» dedikleri san'at vardır.
Medhi zemme benzeyen
bir sözle te'kide misâl Şâir'in; «Onların hiç bir kusuru yoktur..Ancak
kılıçlarında müfrezelerle çarpışmadan mütevel-lik çentikler vardır.» beytidir.
Hadîs-i şerif zemmi,
medhe benzeyen bir sözle te'kide misâldir. Yâni îbni Cemil' in sadaka
vermemesine Allah'ın kendisini zengin etmesinden başka bir sebep yoktur. Bu ise
zekât vermemeyi îcâb edecek bir sebep değildir. Binâenaleyh küfrân-ı nîmet
etmiyerek Allah'ın verdiği maldan sadaka vermesi îcâb eder.
îbni Mühelleb'in
beyânına göre Îbni Cemîl münâfıkmış, zekât'ı bundan dolayı vermemiş. Bunun
üzerine Teala
Hazretleri
«Onlar zekât vermekten
ancak Allah ve Resulü kendilerini fadl-ı İlâhî ile zengin kıldıkları için
imtina ettiler. Ama tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur.» âyet-i
kerimesini indirmiş. îbni Cemil de «Rab-bim beni tevbeye davet etti.» diyerek
tevbe ve islah-ı hâl etmiştir.
Hattâbî, Hz. Hâlid
kıssasının bir kaç vecîhle te'vîî edildiğini söyler, şöyle ki:
1)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Hâ1id'in mâzûr olduğunu çünkü
ibâdet niyeti ile bütün mallarını hak yolunda vakfettiğini bildirmiştir. Hak
yolunda bütün malını vakfetmek farz değilken infâk eden bir zât, farz olan
zekâtdan elbet de imtina etmez. Onun imtina etmesi elinde avucunda bir şey
kalmadığı içindir.
2) Zekât
me'mûru Hâlid (Radiyallahü <m/z)'dan zırhlarının kıymeti üzerinden zekât
istemiştir. Çünkü onları ticâret mah zannetmiştir. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de bunların ticâret malı değil, vakf olduğunu binâenaleyh
zekât lâzım geldiğini haber vermiştir.
3)
Resûlüllah (SalJallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Hâ1id' in hak yolunda vakfettiği
mallarını zekât saymasını caiz görmüştür. Zira zekâtın sarfedüeceği yerlerden
biri (sebîlullah)'dır. Bundan mu-râd: Hak yolunda çarpışan mücâhîdlerdir.
Mallarını peşinen onlara vakfetmesi, zamanı gelince zekât vermesi gibidir.
Edrâ: Dir'in
cem'idir. Dir': Zırh, demektir.
A'tâd: Silâh
ve hayvan gibi harâletleri mânâsına gelir. Müfredi: atâd'dır. Ated diyenler de
vardır.
Hadîs-i şerifte
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) amcası Hz. Abbâs b. Abdilmuttaîib'in
kendi babasının aslından olduğunu haber vermiş: Bu meyânda onun hakkında «sini»
tâbirini kullanmıştır.
Sınv: Bir kökten biten
hurma ağaçları, mânâsına gelir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bununla Hz. Abbâs ve kendi babası Abdu11ah'm öz kardeş olduklarına işaret
buyurmuştur. Hakem b. Uteybe'den rivayet olunan bir hadîste: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ömerü'bnü'l - Hattâb zekât toplamaya gönderdi
de, Abbâs kendisini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet etti.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ey Hattâb oğlu!
Bilmez misin ki bir İnsanın amcası, babasının mislidir. Biz, onun zekâtını
geçen sene peşin aldık.» buyurdu.» denilmektedir.
Hadîs-i şerifin
Abbâs (Radiyallahü anh)'m sadakası
hususundaki cümlesi muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. Müslim'de; Buhâride başka bir rivayettedir.
Buhâri’nin rivayetine göre mânâ: «Bu sadaka onun farz olan zekât i borcudur.
Ama onu bir misli ile beraber vakti gelmeden edâ etmiştir. Üçüncü rivayetin mânâsı
da Buharı rivayeti gibidir. Çünkü ulemâdan bâzıları «Aleyhi» ile «lehû»
kelimelerinin ayni mânâya geldiklerini söylemişlerdir. Maamâfih mezkûr
rivayetin: Abbâs'in sadakası onun nâmına benim üzerimdedir.» mânâsına gelmesi
de muhtemeldir.
Müs1im'in rivayetinden murâd: « Abbâs'in sadakasını
ben üzerime alıyorum, onun nâmına ben ödeyeceğim.» demektir.
1- Ticâret
mallarında zekât vardır.
2- Zekât
olarak bir malın kıymetini vermek caizdir.
3- Zekâtı
âyet-i kerimede bildirilen sekiz sınıf muhtaçlardan birine vermek caizdir.
4- Hükümet
reisinin tensibi ile bir senenin zekâtını te'hîr etmek caizdir.
5- Zekâtı
vaktinden evvel vermek caizdir. EbûAlîTûsi' nin beyânına göre bu mes'elede
ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bir taifeye göre vakti gelmeden zekât vermek caiz
değildir. Süfyân'm kavli budur.
Ekseri ulemâ vaktinden
evvel zekât vermeyi tecviz etmişlerdir. Ebû Hanife, Şafii, Ahmed b. Hanbel ve
îshâk'm mezhepleri budur. îbni Münzir, İmam Ma1ik'in bunu kerih gördüğünü
söylemiştir. Hasan-i Basrî : «Vaktinden
evvel zekât veren, onu sonra tekrar verir. Bu mes'ele vaktinden evvel kılman
namaz gibidir.» demiştir.
«Et - Tevdîh» nâm
eserde vaktinden az evvel verilen zekât hakkında îmam Mâ1ik'in iki kavli
olduğu zikredilir. Az evvel' den murâd: Bir ay. onbeş gün, beş gün veya üç
gündür.
6- Harp
âlâtı ile elbise gibi devamlı istifâdeye elverişli şeylerle at, deve ve
köleleri vakfetmek caizdir. Arsadan maada şeylerin vakfı hususunda Mâliki' lerden üç kavil rivayet olunur.
Birinci kavle göre: Yalnız
at mukabilinde bir şeyin vakfı memnudur.
İkinci kavle göre:
Köle mukabilinde bir şey vakfetmek mekruhdur.
Üçüncü kavle göre:
Arsadan maada mutlak surette hiç bir şey vak-fedüernez.
îmam A'zam'a göre: Bir
şey'in vakfı ancak Hâkim' in hükmü ile yahut mescid, sebil ve malının üçte
birini vasiyet suretiyle lâzım olur. (Yürürlüğe girer.)
Aynî diyor ki: «Tahkik
budur ki: bu mes'elede asıl hilaf îmam A' zam' a göre vakfın esasen caiz
olmamasıdır. İmam Muhammed'in «Asıl» nâm eserinde zikredilen budur. Bâzıları,
İmam A' zam' a göre esâs ittibân ile vakfın caiz olduğunu yalnız emânet verilen
mal mesabesinde olup, istenildiği zaman dönülebileceğini ve evlâda miras
kalacağını söylerler. Esah olan da budur, îmam Ebû Yûsû f'la İmam Muhammed'e
göre vakıf caizdir ve sahibinin milki olmaktan çıkar yalnız Ebû Yûsûfa göre:
Vakıf mücerred sözle sabit olur. İmam Muhammed'e göre ise vakfedilen mala bir
vellî tâyin ederek, ona teslim etmek şarttır.
Mensûl malların
vakfedilmesi örf ve teamül hâline gelenlerini vakfetmek caizdir. Silâh, balta,
kazma, çapa, testere, tabut, elbise, mushaf, fıkıh ve hadîs kitaplarını
vakfetmek bu kabildendir.
7- Hükümdar
zekât toplamak için .me'mürlar tâyin edebilir. Yalnız bunların emin olmaları ve
bu işi bilmeleri şarttır.
8- Vaktiyle
fakir iken, sonra zengin olan gafillere Allah'ın nimetlerine karşı şükranda
bulunmaya tembih caizdir.
9- Farz olan
zekâtı vermeyenleri ta'yîb ve bunu onların arkasından söylemek caizdir.
10- Hükümdar
teb'asmdan bâzılarının borcunu üzerine alabilir.
11- Yeri gelince
özür beyân etmek caizdir.
12- Vakıf
mallarında zekât yoktur.
13- Küfrân-ı
nimette bulunan bir kimseye ta'rizde bulunmak caizdir.
12- (984)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb ile Kuteybetü'b-nü Said rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Mâlik rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun
da îbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ramazanda sadaka-i fıtri Müslümanların hür veya köle, erkek
veya kadın her birine hurmadan bir sa' veya arpadan bir sa' olmak üzere farz
kıldı.
13- (...)
Bize îbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr ile
Ebû Üsâme, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da îbni Ömer'den, naklen rivayet
ettiler. İbni Ömer şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
sadaka-i fıtri köle veya hür, küçük veya büyük herkese, hurmadan bir sa' veya
arpadan bir sa' olmak üzere farz kıldı.
Bu hadisi Buhâri, Ebû
Dâvûd, Nesâi ve Tirmizî «Sadaka-i fıtır» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişlerdir. Buharı 'nin rivayetinde hadîsin sonunda Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu sadakanın halk namaza çıkmazdan önce verilmesini emir
buyurdu.» cümlesi de vardır.
Resûlüllah (Şaîlalîahü
Aleyhi ve Sellem) forr kıldı.» cümlesi hakkında Ebû Ömer İbni Abdilberr
şunları söylemiştir: Farz kıldı: sözü iki veçhe ihtimâllidir. Birinci veçhe
göre —kî bu daha zahirdir.— vâcib kıldı manasınadır. îkinci veçhe göre: Farz
kılmaktan murâd: Takdir etmektir. Nitekim (Hâkim yetime nafaka farz kıldı.)
denilir. Bunun mânâsı: Nafaka takdir etti, demektir. Bence farz kelimesine icâb
mânâsı vermelidir. Ancak takdir mânâsına geldiğine icmâ bulunursa, ona
diyeceğim yoktur. Fakat bu bâbda. icmâ bulunmamaktadır. Çünkü farzın mânâsı
vâcib değildir, demek ya şüzüzdur yahut süzûz mânâsında bir sözdür.»
Hanefiiler'e göre sadaka-i
fıtır ıstılahı mânâsında vâ-cipdir. Bu mânâya vacip, farzla sünnet arasında bir
mertebedir.
İmam Şafiî' ye göre:
farzla vacip arasında fark olmadığı için sadaka-i fıtır farzdır. İbni
Dakîki'1-îd : «Farzın lûgatta asıl mânâsı: «Takdî»'dir. Lâkin şeriat örfünde bu
kelime vü-cûba hamledilmiştir. Binâenaleyh onu vücûba hamletmek, aslî mânâsı
olan takdire yormaktan evlâdır.
Bâzılarının sadaka-i
fıtır hakkında «Sünnetdir.» dediklerini söylemiştik. Çünkü onlara göre bu
hadislerde vârid olan farz kelimesi takdir manasınadır. Onlar kelimeyi asli
mânâsına almışlardır.» diyor.
Kirinâni dahî: «Farz
lâfzından şeriat örfünce vücûb anlaşılır. Râvînin farzla mendûbun aralarındaki
farkı bildiği hâlde men-dûba: «farz» demesi caiz değildir.» demektedir.
Ayni bunlara şu cevâbı
vermiştir: «Bu zevatın farzla vacip arasındaki farkı bildikleri hâlde
aralarında fark görmemeleri, mezkûr iddialarını reddeder.»
1- Kuru
hurma ile arpadan sadaka-i fıtır birer sa' (yâni şer'i dirheme göre: 2,917 kg.)
dır. Dâvûd-u Zahirî ile ona tabî olanlara göre sadaka-i fıtır yalnız kuru hurma
ile arpadan olur. Onlarca buğday, buğday unu, arpa unu, kavrulmuş un, ekmek,
kuru üzüm v.s. gibi şeylerden sadaka-i fıtır olmaz. Delilleri babımızın hadisidir.
Bu hadîste Hz. îbni Ömer hurma ile arpadan başka bir şey söylememiştir. İbni
Dakîki'1-îd: -Ulemâ arpa ile kuru hurmadan dört müd [3]
tutarında tam birer sa' verilmezse caiz olmıyacağma ittifak etmişlerdir.»
diyor.
2- Dâvûd-u
Zahiri yine bu hadîsle istidlal ederek: Sadaka-i fıtrin bizzat köleye vacip
olduğunu söylemiştir. Ona göre kölenin sahibi kölesine namaz kılmak için nasıl
müsaade ederse, sadaka-i fıtırını vermek için para kazanmasına da müsaade
vermesi îcâb eder.
Sair ulemâya göre
kölenin sadaka-i fıtırını vermek, sahibine vacip-dir. imam Mâlik' in, Leys,
Evzâî, İmam Şafii, îshâk ve İbni Münzir'in mezhepleri budur. Onlara göre köle
ticâret için bile alınmış olsa, yine sadaka-i fıtırını vermek sahibine vacip
olur. Hanef iilerle, Ata', îtarahîm Nehaî ve Süfhân-ı Sevrî'ye göre ticâret
için alman köleye sadaka-i fıtır yoktur.
Mükâtebe [4]
gelince: Cumhura göre ona sadaka-i fıtır yoktur. îmam Mâlik' den bu husûsda iki
kavil rivayet olunur. Bir kavle göre: Mükâteb sadaka-i fıtırını kendisi verir;
İkinci kavle göre:
Mükâteb'in sadaka-i fıtri sahibine aittir.
îmam A' zam' la İmam
Şâfiive îmam Ahmed'e göre böyle bir kölenin sadaka-i fıtrini vermek sahibine vacip
değildir.
Meymûn b. Mihrân, A
tâ' ve Ebû Sevr: «Mükâteb'in sadaka-i fıtrini sahibi verir.» demişlerdir.
Mükâteb'in sadaka-ı
fıtri, sahibine vacip değildir.» diyenler Beyhakî' nin rivayet ettiği îbni Ömer
hadisi ile istidlal ederler. Bu hadîsde: «İbni Ömer kendi memleketinde olsun,
başka yerde bulunsun nafakasını verdiği büyük, küçük köle ve kadın, bütün mekiklerinin
sadaka-i fıtırını verirdi. Medinede iken bir mükâtebi de vardı fakat onun için
bir şey vermezdi.» denilmektedir.
Beyhaki diyor ki: «
Sevri'nin Mûsâ'dan naklettiği bir rivayette: İbni Ömer'in iki mükâtebi vardı;
Ramazan bayramı günü onlar için sadaka-i fıtır vermezdi; denilmiştir. Aynî
hadîsi ibni Ebî Şeybe dahi Hafs tariki ile
Dahhâk'dan, o da Nâfi'den
rivayet etmiştir.»
3- Hadîsin
zahirine bakılırsa kadına da sadaka-i fıtır vaciptir. Bu hususta kadının evli
olup olmaması müsavidir. Evli kadının sadaka-i fıtri İmam A' zam, Sevrî, îbni
Münzir ve Imam Mâlik'e göre kocasına vacip değildir. İmam Şafiî ile Sahih
kavline göre İmam Mâlik ve îshâk kocasına vacip olduğuna kaaüdirler. Bunların
delili hadîsin bir rivayetinde Hz.
îbni Ömer'in :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) nafakasını verdiğiniz, büyük küçük herkesin
sadaka-i fıtrim verin; diye emir buyurdu.» demiş olmasıdır. Fakat Beyhakî: «Bu
hadîsin isnadı kavı değildir.» demiştir.
4- Cumhûr-u ulemâya
göre yetim bile
olsa küçük çocuğa sadaka-i fıtır vâcipdir.
Yalnız İbni Bezîze
Hanefiîler' den İmam Muhammed'le İmam Züfer'e göre: Çocuk yetim olursa malı
bulunsun bulunmasın ona sadaka-i fıtır vacip değildir. Şayet vasisi yetimin
malından sadaka-i fıtınnı verirse, verdiği miktarı yetime ödemesi îcâb eder.
Yine Hanefiîler' den
«Hidâye» sahibi: «Bir kimse küçük çocuklarının sadaka-ı fıtrini verir, eğer
çocukların malı varsa sadaka-i fıtırı Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf a göre onların
malından verir. Fakat İmam Muhammed'e göre çocukların malmdan veremez»
demiştir.
îbni Bezîze' nin
beyânına göre Hasan-ı Basrî «çocukların sadaka-i fıtri babalarına aittir,
onların mallarından verirlerse öder.» demiştir.
İmam Mâlik' in asıl
mezhebine göre yetim malına mutlak surette zekât vâcipdir.
Cumhûr'a göre: Ana
karnındaki cenine sadaka-i fıtır vacip değildir. Maamâfih vâcipdir, diyen şâz
bir kavil de vardır. Hattâ bu kavil Hz. Osman (Radiyallahü anh) üe Süleyman b.
Yesâr'dan rivayet olunmuştur.
îbni Bezîze diyor ki:
«Selef ulemâdan bir taife ana karnındaki cenin Ramazan Bayramı sabahı fecir
doğmadan yüzyirmi gününü tamamlarsa, onun için de sadaka-i fıtır vacip
olduğuna kaaüdirler.»
5- Ulemâ
hadîsdeki «Müslümanlardan» kaydı üzerinde söz etmişlerdir. Bâzılarına göre bu
kayıt îmam MâIik'in rivayetinde şöhret bulmuş fakat başka rivayetlerde
zikredilmemiştir.
Ebû Kı1abe : «Bu
hadîsteki (Müslümanlardan) kaydını Mâlik' den başka söyleyen yoktur.» demiş;
Tirmizî dahi hadisi tahrîc ettikten sonra: «îmam Mâlik (Müslümanlardan)
kaydını ziyâde etmiştir, bu hadîsi bir çok kimseler Nâfi' tarîki ile îbni Ömer1
den rivayet etmiş fakat hiç biri (Müslümanlardan) kaydını söylememiştir.»
demiştir.
Bu husûsda ulemâdan
bir cemâat da Tirmizî'ye tâbi olmuşlarsa da, (Müslümanlardan) kaydını İmam
Mâlik' den başka kimse söylememiştir. İddiası doğru değildir. Zîrâ îmam Mâlik'
den mâada mezkûr kaydı yedi mevsuk râvî nakletmiş-lerdir. Bunlar: Ömer b. Nâfî,
Dahhâk b. Osman, Mu alla b. Esed, Abdullah b. Ömer, Kesîr b. Ferkad, Ubeydullah
b. Ömer ve Yûnus b. Yezid'dir.
Ömer b. Nâfi' hadîsini
Buhâri:
Dahhâk b. Osman
hadisini Müslim; Mual1â b. Esed hadîsini İbni Hibbân; Abdullah b. Ömer
hadîsini Hâkim,
Kesîr b. Ferkad,
hadisini Hâkim ile Tahâvi ve
Dârâkutnî; Ubeydullah b. Amr
hadîsini Dârâkutnî;
Yûnus b. Yezîd hadisini
de Tahâvi rivayet etmişlerdir.
Mezkûr rivayetlerin
hepsinde (Müslümanlardan) kaydı zikredilmiştir.
îmam Mâlik, İmam
Şafii, îmam Ah-med ve Ebû Sevr bu hadîsle istidlal ederek: kâfir köleler için
sadaka-i fıtır vacip değildir, demişlerdir.
Saîdü'bnü'l - Müseyyeb
ile Hasan-ı Basri'nin kavilleri de
budur.
Sevrî ile Hanefiîler'e
göre: Kâfir kölenin sadaka-i fıtınnı vermek sahibine vâcipdir. Atâ', Mücâhid ,
Said b. Cübeyr, Ömer b. Abdilaziz ve İbrâ-him Nehaî' nin mezhepleri de budur.
Mezkûr kavil Ebû Hüreyre ile İbni Ömer (Raâiyallakü cmh)'dan rivayet olunmuştur.
Hanefii1er'in bir delili de Dârakutni' nin İkrime tariki ile rivayet ettiği
îbni Abbâs hadîsidir. Bu hadîsde İbni Abbâs
(Radiyaüahü anh)
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' Sadaka-i fıtri büyük, küçük, erkek, kadın,
Yahudi, Hıristiyan, hür veya memluk herkes için buğdaydan yarım sa', kuru
hurmadan veya arpadan bir sa' olarak verin buyurdular.»
demiştir.
Gerçi Dârakutnî: «Bu
hadisi Sellâm-ı Tavi1'den başka müsned olarak rivayet eden yoktur. Se11âm ise
metruktür.» demiş; İbnü'l-Cevzî ise ayni hadîsi mevzu hadîsler meyânında
rivayet etmiş ve: «Bu hadisdeki Yahudi ile Hıristiyan tâbirleri uydurmadır.
Bunların yalnız Sellâm-ı Tavîl rivayet etmiştir. Galiba bunu kasten yapmış
olacak.» diyerek onun hakkında Nesâî ile İbni Hibbân' dan ağır sözler
nakîetmişse de, Allâme Aynî buna karşı şöyle mukabele etmiştir: «İbnü'l- Cevzi
hiç bir delili olmaksızın ölçüsüz lâf etmiştir. Hakikatte Tahâvi'nin «El -
Müşkil» nâm eserinde İbniMübârek' ten, onun da îbni Lehîa' dan onun da
Ubeydullah b. Ebî Ca'fer' den, onun da A'rac'dan, onun daEbû Hüreyre' den
naklettiği şu hadis İbni Abbâs hadîsini te'yicl etmektedir. Hz. Ebû Hüreyre:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçük, büyük, hür veya köle —velev ki Hıristiyan
olsun. Nafakasını verdiği her insan için buğdaydan iki müd yahut hurmadan bir
müd sadaka-i fıtır verirdi.» demiştir.
İbni Lehİa hadisi
mutâbaata yarar. Bahusus İbni Mübârek'in ondan rivayeti makbuldür. Onu kimse
terket-memiştir. Dârakutni' nin Osman b. Abdirahman tarîki ile îbni Ömer' den rivayet ettiği şu
hadis dahî îbni Abbâs hadîsini te'yîd eder. «İbni Ömer: hür, köle, küçük,
büyük, erkek veya kadın, kâfir veya müslim bütün nafakasını verdiği kimselerin
sadaka-i fıtrini edâ ederdi..."
Yalnız Dârakutnî râvî
Osman için: «Metruktür.» demiştir.
Abdurrazzâk'in
«Musannef»'inde İbni Abbâs' dan tahrîc ettiğiğ ibir hadiste: «Bir kimse velev
ki Yahudi veya Hıristi-yana olsun her memlûkü için sadaka-i fıtır verir.»
denilmiştir.
îbni Ebî Şeybe dahî
«Musannef»'inde Ömer ü'bnü Abdiîazîz' den buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir.
Evzâi'nin rivayetine göre îbni Ömer (Raâiyallahü anlı) Hıristiyan olan
kölesinin sadaka-i fıtrini verirmiş. İbrahim' den de böyle bir rivayet
naklolunmuştur.»
Aynî, İbnü'l-Cevzî'ye
verdiği cevaptan sonra hadiste geçen (Müslümanlardan) kaydı hakkında şunları
söylüyor: «Bunun mânâsı: Bir kimseye gerek kendisi, gerekse nafakalarını
verdiği başkaları için sadaka-i fıtır vermek lâzımdır. Sadaka-i fıtır vermesi
îcâb eden kimse Müslümandan başkası olamaz. Köleye kendisi için sadaka-i fıtır
lâzım gelmez, onun sadaka-i fıtrini Müslüman olan efendisinin vermesi îcâb
eder. Bu sözün başka bir cevâbını da 1bni Bezîze vermiştir. Onun cevâbı şudur:
(Müslümanlardan) kaydı hem isnâd, hem de mânâ cihetinden hiç şüphesiz muztarib
bir ziyâdedir. Çünkü hadîsi rivayet eden îbni Ömer1 in mezhebi kâfir kölenin
sadaka-i fıtınnı vermekti. Râvi kendi rivayet ettiği bir hadîse muhalif amelde
bulunursa, bu amel o rivayeti zayıf bulmak demektir.
Şöyle de cevap
verilebilir: Sadaka-i fıtır hakkında iki tane nas vardır. Bunlardan biri mutlak
surette beslediği her başı sadaka-i fıtra için sebep yapmaktadır. Mezkûr
rivayette (Müslümanlardan) kaydı yoktur. Diğeri sadaka-i fıtır için, Müslüman
olan başı sebep kılmaktadır. Malûm olduğu üzre sebepler arasında münâfaat
yoktur. Nitekim bir şeyin milkiyeti: şirâ, hibe, vasiyyet, sadaka ve irs
lâfızları ile sabit olur.
Ortada münâfaat
olmayınca mutlakı itlâkı üzere, mukayedi de takyidi üzere bırakarak, birini
diğerine hamletmeksizin aralarını bulmak vacip olur. Binâenaleyh mutlak nasla
amel ederek kâfir köle-nîn sadaka-i fıtrim vermek ve keza mukayyed hadîsle amel
ederek Müslümanın sadaka-i fıtrim edâ etmek vacip olur.
6- Mâzirî
diyor ki: «(Ramazanın sadaka-i fıtri) terkibi sadaka-i fıtrin velev bir gün
olsun oruç tutanlara vâcib olduğunu söyleyenlere delildir. Bunun sebebi
meşakkatli ibâdetler kemâli ile yapılmadığı takdirde Sâri' Hazretleri
noksanlığın yerine mâlî bir keffâret koymuş olmasıdır.
14- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ye-zîd b. Zürey', Eyyûb'dan,
o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi; îbni Ömer şöyle demiş:
Peygamber (Sâllallahü Aleyhi ve
Sellem) Ramazan
sadakasını hür, köle, erkek, kadın herkese kuru hurmadan bir sa' yahut arpadan
bir sa' olarak farz kıldı da, insanlar bunu buğdayın yarım sa'ına denk
tuttular.
15- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Ruhm
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Nâfi'den naklen haber verdi ki,
Abdullah b. Ömer şunları söylemiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
sadaka-i fıtrin kuru hurmadan bir sa' yahut arpadan bir sa' verilmesini emir
buyurdu. Müteakiben insanlar iki müd buğdayı buna denk tuttular.
16- (...)Bize
Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Füdeyk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Dahhâk, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi
ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUetn)*
— Ramazan'ın sadaka-i
fıtrini hür veya köle, erkek veya kadın, küçük veya büyük her Müslümana kuru
hurmadan bir sa' yahut arpadan bir sa' olmak üzere farz kılınmış.
Bu hadîsi Buhârî, Ebû
Dâvûd ve îbni Mâce «sadaka-î fıtır» bahsinde tahrîc etmişlerdir. «İnsanlar iki
müd buğdayı buna denk tutarlar.» cümlesindeki insanlardan murâd Hz. Muâviye ile
ona tab'i olanlardır. Nitekim Humeydinin «Müsned»'inde tahrîc ettiği bir
rivayette: «Sadaka-ı fıtır arpadan ve kuru hurmadan bir sâ'dır. îbni Ömer
dedi ki:
Muâviye Hilafete
geçince halk yarım sâ' buğdayı bir sâ' arpaya denk tuttular.» denilerek bu
cihet tasrîh olunmuştur. Aynı hadisi
İbn i Huzeyme dahî «sahih»'inde başka bir tarik-den
rivayet etmiştir.
Ebû Davud'un Hz.
Abdullah b. Ömer' den naklettiği rivâyetde şöyle denilmiştir: « İbni Ömer:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve "Sellem) zamanında halk sadaka-ı fıtri arpadan, kuru hurmadan,
kabuksuz arpadan ve üzüm kurusundan bir sa' olarak verirlerdi. Ömer
(Radiyallahü anh) halife olup da buğday çoğalınca bu şeylerin yerine Ömer yarım
sâ' buğdayı koydu dedi.» Gerçi Müslim «Kitabu't - temyiz» nâm eserinde bu
hadîsin râvîlerinden Abdülaziz'in vehmettiğini söylemiş İbnü'l- Cevzî dahî bu
sebeble hadîsi ili etlendirmiş ise de «Tenkîh» sahibi onlara şu cevabı vermiştir:
«Mezkûr Abdü1aziz hakkında her ne kadar İbni Hibbân sözetmişse de onu Yahya
El-Kattan, îbni Ma'in, Ebû Hatim - Razî ve başkaları mu'temed saymışlardır. Onu
mu' temed kabul edenler zaıf sayanlardan daha iyi bilirler. İstişhad için
Buhâri bile onun hadisini tahric etmiştir.»
îbni Ömer hadisini
Tahâvi dahi tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîsten pek'âla anlaşılıyor ki Resûlüllah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin Ashab-ı bir sâ' arpa veya kuru hurma yerine iki
müdd buğday vermeyi kabul etmişlerdir. Ashab-ı Kiram'in adaletlerini kabul ve
sözleri ile amel etmek vaciptir. Hz. Ömer (Radiyallahü anh)'ın Yemin kefaret-i
hususunda: «Benim için on fakir doyur; her fakire yarım sâ' buğday yâhud bir
sâ' kuru hurma veya arpa ver.» dediği rivayet olunur. Şöyle bir rivayet Hz
,A1î'den dahî naklolunmuştur. Sadaka-ı fıtır hakkında Hz. Ebû Bekir, Ömer ve
Osman (Radiyallahii anhüm)'ün: «Bu sadaka buğdaydan yarım sâ'dır.» dedikleri
dahî rivayet olunur.
İdl: Bir
şey'in kendi cinsinden vezin veya mikdarda mislidir. Adi ise: bir şey'in yerini
onun cinsinden olmayan başka bir şey'in tutma-sıdır.
Müdd: Çeyrek
sâ'dır.
Bu hadîsle sadaka-ı
fıtrin vacip olduğuna istidlal edilir. Bâzıları buna itiraz ederek: «Hadîs
sadaka-ı fıtrin aslına değil mikdarına taalluk eder.» demişlerse de Ayni
kendilerine cevap vermiş: «Miktar vacip olunca biz zarûre aslında vacip
olduğuna delâlet eder: çünkü mikdann vacip olması aslın vücûbuna imtina eder.»
demiştir.
17- (985)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e Zeyd b. Eslem'den
dinlediğim, onun da İvaz b. Abdillah b. Sa'd b. Ebî Serhden, naklen rivayet
ettiği şu hadisi okudum: İvaz. Ebû Saîd-i Hudri'yi şöyle derken işitmiş-. *Biz
sadaka-ı fıtri taamdan bir sâ\ yahut arpadan bir sâ' veya kuru hurmadan bir sâ'
yahut kuru sütden bir sâ\ kuru üzümden de bir sâ* üzerinden veriyorduk.»
Bu hadisi Buhârî,
sadaka-ı fıtır bahsinde tahrîc etmiştir.
Taam lügat de buğday,
arpa ve kuru hurma gibi nafaka olarak kullanılan her şeydir. Ulemânın bu
babdaki ihtilâflarını, müteakip hadîste göreceğiz burada taamdan murâd
buğdaydır. Arpanın taam üzerine atfedilmesi buna delildir.
Ekıt:
Kurutulmuş süt demektir. Aynî, Türkçede buna kara-kurd denildiğini söylüyor.
1- îmam
Şafiî' ye göre sadaka-ı fıtır buğdaydan bir sâ' verilir. Hz. Şafiî: «Örfü
adette taamdan murâd buğdaydır.» demiştir: diğer Şâfiiyye ulemâsı bu hususta
Hâkim'in rivayet ettiği bir hadisle de istidlal ederler. Mezkûr hadîste
sadaka-ı fıtrin buğdaydan bir sâ' verileceği bildirilmiştir. Şâfiller'den
bazıları Hâkim hadîsini bize delü göstermişlerdir. Çünkü: mezkûr hadîs de Hz.
Muâviye'nin yarım sâ buğdayı bir sâ' kuru hurmaya denk tutmuştur. İmam Nevevi :
«Bu hadis Ebü Hanîfe' nin itimad ettiği bir hadistir.» demiş sonra hadîsin bir
sahabî fiilinden ibaret olduğunu râ-visi Ebû Saîd ile sohbet-i ondan daha uzun
ve Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Se/iemJ'in halini ondan daha iyi bilen
diğer bâzı Ashâb'in bu hadîse muhalefet ettiklerini söyleyerek sözlerine şöyle
devam etmiştir: «Muâviye bile bu hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den işitmediğini bu onun kendi reyi olduğunu haber- vermiştir.»
Ayni, Şâfiîler'e şu cevab-ı
vermiştir; «Şafii1er'in: (Taamdan murâd buğdaydır) sözlerini kabul edemeyiz
taam her yenilen şeydir. Burada ondan murâd buğday değildir. Delilimiz ( Ebû
Davud'un rivayetinde: taamdan bir sâ' kuru sütden bir sâ'dır) denilmiş
olmasıdır. Çünkü kuru sütden bir sâ' sözü taamdan bir sâ'ın ya bedeli yahud
atf-ı beyandır. Eğer (taamdan bir sâ') sözünden murâd buğday olsaydı kuru südü
taam üzerine, yâhud mânâsına gelen (ev) harfiyle atfederdi. Vakıa Tahâvi"nin
rivayetinde (ev) ile atfedilmiştir. Fakat, dâvamızı ısbat için hüccet olarak
bize Ebû Davud'un rivayeti kâfidir. Mezkûr rivayet büittifâk sahîhdir. Buh r i'
nin Hz. Ebû Saîd'den tahrîc ettiği şu hadisde bizim söylediklerimizi te'yîd
eder:
«Biz Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bayram günü sadaka-ı fıtri taamdan bir
sâ' olarak verirdik. O zaman bizim taamımız arpa, kuru üzüm, kuru süt ve kuru
hurma idi.»
Hâkimin rivayetinde:
«Buğdaydan da bir sâ' verirdik.» de-nilmişse de Ebû Dâvûd bu cümlenin mahfuz
olmadığını söylemiştir. İbni Huzeyme dahî: Bu haberdeki buğday sözü mahfuz
değildir. Vehmin kimden olduğunu bilmiyorum, demiştir...» Aynî bundan sonra
Hâkim' ir Müdrec hadîsleri sahih addetmekte tesahül göstermekle mâ'ruf
olduğunu kaydediyor.
Nevevi'nin : «Bu bir
sahabî fiilinden ibaretdir.» sözüne de « Ebû Saîd'e bu babda sahabeden
kalabalık bir cemâat muvafakat etmiştir. Buna delil: hadisde (Halk bununla
amel etti) denilmiş olmasıdır. Zîrâ «En-nas* sözü umum bildirir binâenaleyh bu
hususa icmâ-ı ümmet münkid olmuşdur.» diye cevap veriyor.
Sadaka-ı fıtrin
buğdaydan bir sâ' verileceği meselesinde İmam Mâlik, İmam-ı Ahmed ve İshâk da
Şafii ile beraberdirler. Evzâî'ye göre herkes kendi beldesinin ölçüsüyle buğdaydan
iki müdd verir. Leys. «Buğdaydan Hişam müddi ile iki müdd; kuru hurma, arpa ve
kuru sütden dörd müdd verilir.» demiştir.
Ebû Sevr' e göre ise
bedeviler sadaka-ı fıtri kuru hurma, arpa taam, kuru üzüm ve kuru sütden bir
sâ' verirler. Bunların kıymetlerini bulsalar bile vermezler. Ebû Ömer İbni
Ab-dilber: «Ebû Sevr, buğdayın lâfını etmedi. 1mam-ı Ahmed kuru hurmanın bu
meyândan çıkarılmasını münasip görüyor; ve bu babda asıl nafaka olacak
şeylerin nazari itibâre alınmasim bunlardan da bir sâ'dan aşağı sadaka vermenin
caiz olmadığını söylüyordu.» demiştir.
Burada dikkat edilecek
bir cihed de Küfe ulemâsının kavilleri mucebince, kuru hurma, arpa ve kuru üzüm
yahud bunların kıymetlerinin verilip verilemiyeceği meselesidir. Hanefiiler'
den «Hidâ-ye» sahibi şöyle diyor: «Sadaka fıtra buğday, un, kavrulmuş un ve kuru
üzüm gibi şeylerden yarım sâ': kuru hurma ile arpadan ise bir sâ' olarak
verilir. İmam-ı Ebû Yûsuf ile İmam-ı Muhammed: Kuru üzüm arpa mesabesindedir
demişlerdir ki bu sözü îmam-ı Hasan b. Ziyâd, Ebû Hanîfe' den de rivayet
etmiştir. Birinci kavi İmam-ı Muhammed' in Ebû Yûsuf dan, onun da Ebû Hanîfe'
den rivayet ettiği bir vecihdir. (Cami-i sagîr)in rivayeti de budur.»
Sadaka-ı fıtrin
buğdaydan yarım sâ' verilmesi Ebû Bekri Sıddik, Ömer b. Hattâb, Osman b. Affân,
Alî b. Ebi Talib, İbni Mes'ûd, Câbir b. Abdillah, Ebû Hüreyre, İbni Zübeyr,
İbni Abbâs, Muâviye ve Esma binti Ebi Bekir (Radiyallahü anhüm) hazerâtı ile
Sadu'bnül-Mü-seyyeb, Ata'â, Mücâhid, Said b. Cübeyr, Ömerü'bnü-Abdilazîz,
Tâvûs, İbrahim Nehaî, Şa'bî, Alkâme, Esved, Urve, Ebû Selemetü'bnü Abdirrahmân,
Ebû Kılâ-be Abdülmelik b. Muhammed, Evzâi, Sevrî, İbni Mübarek, Abdullah b.
Şeddad ve Mus'ab b. Saîd'in mezhepleridir. Tahâvî, Kaasim, Salim, Abdurrahmân
b. Kaasim, Hâkim ve Hammâ'd'ın kavilleri de bu olduğunu söylemiştir. Mezkûr
kavil İmam-ı Mâlik' den de rivayet olunmuştur.
Hanefiyye ulemâsı bu
hususda Ebû Dâvû'd'un rivayet ettiği SagIebe hadisi ile de istidlal ederler.
Mezkûr hadis de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Buğdaydan bir sâ',
küçük olsun büyük olsun, hür olsun köle olsun, erkek olsun kadın olsun iki
kişinin sadaka-ı fıtridir. Zenginliği Allah tezkiye eder. fakirinize ise Allah
verdiğinden daha ziyâdesini iade eder.» buyurmuştur. Gerçi bu hadis üzerinde
söz edenler olmuştur. Fakat Aynî, onun haber-i vahid bir hadîs olduğunu,
haber-i vahidle ise vücûb sabit olacağım söylemiştir.
Hanefii1er in bir
delili de Ebû Dâvûd un rivayet ettiği İbn-i Abbâs hadîsidir. Bu hadîste beyân
edildiğine göre Hz. İbn-i Abbâs Ramazan sonunda Basra'da hutbe okumuş ve:
«Orucunuzun sadakasını verin.» demiş. Halk bunu bilmezlermiş îbni Abbâs
(Radiyallahü anh): « Medine1i1er'den burada kim var? Kalkın din kardeşlerinize
öğretin çünkü onlar bilmiyorlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve ScUevı) bu
sadakayı kuru hurma ile arpadan bir sâ'; buğdaydan yarım sâ' olarak takdir
buyurmuştur...» demiştir. Bu hadîs üzerinde dahî söz edilmiştir fakat hadis en
azından mürseldir. Mürse1 ise Hanefiî1er'ce hucceddir. Hâkim'in
«Müstedrek»'inde yine îbni Abbâs (Radiyallahü anhYd&n tahrîc ettiği bir
rivayet de bunu te'yîd etmektedir. Mezkûr rivâyetde İbn-i Abbâs (Ra-diyallahii
anh):
«Resûlüüah (SaJlaUahü
Aleyhi ve Scllcm) Mekke'ye bir kâhya göndererek: sadaka-ı fıtrin vacip bir hak
olduğunu buğdaydan iki müdd; arpa ile kuru hurmadan bir sâ' olarak verileceğini
îlân ettirdi.» demişdir. Bu hadîsi Hâkim sahih bulmuş; Bezzâr dahî biraz lâfız
değişikliği ile rivayet etmiştir. Hadîsi şerifi Hz. İbni Abbâs' dan Dârakutnî
daha başka tariklerle de rivayet etmiştir. Bu babda Tirmizi'nin rivayet ettiği
Amrubnü Şuay b hadîsi ile İmam-ı Ahmed b. Hanbel'in tahrîc ettiği Esma binti Ebi
Bekir hadîsi Dâre-kutni'nin rivayet ettiği Ali ve Zeyd İbn-i Sabit
(Radiyallahii anh) hadisleri; Taberânî' nin «El-Evsât» nâm eserinde tahric
ettiği Câbir b. Abdillah hadîsi de Hanefiîler'in delülerindendir. Bu hadislerin
hepsinde sadaka-ı fıtrin buğdaydan yarım sâ' verileceği bildirilmektedir.
2- Sadaka-i
fıtrin arpa ile kuru hurmadan bir sâ' verileceğinde hilaf yoktur. Yalnız
Zahirîler' den İbni-i Hazin sadaka-ı fıtrin, yalnız arpa ile kuru hurmadan
verileceğine kaail olmuştur. Babımız hadîsi onun aleyhine hucceddir.
3- Kuru
süd'den sadaka-ı fıtır bir sâ' olarak verilir. Nevevî (631 - 676) diyor ki:
«Ulemâ kuru süd hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre kuru südden
sadaka-ı fıtır verilemez. Çünkü onda öşür yoktur. Mârudi buradaki hilafın
çöllerde yaşayanlar hakkında olduğunu, şehirler halkına kuru südden sadaka
vermenin bilittifâk caiz olmadığını söylemiştir. Üstadımız Zeynüddin (Rahimehulfak) kuru süt hakkında
Şafiî' nin kavilleri muhtelif olduğunu söylemiştir.»
Yine Nevevî'nin
beyanına göre Şâfiîler'ce kuru südden sadaka-ı fıtır verilebilir.
Hanefii1er'ce dahî
kuru südden sadaka-ı fıtır vermek caizdir. (Et - Tuhfe) nâm eserde kıymetinin
verileceği bildiriliyor.
İmam-ı Mâlik sadaka-ı
fıtrin dokuz şeyden verilebileceğini söylemiştir. Bunlara: Buğday, arpa,
kabuksuz arpa, mısır, darı, pirinç, kuru hurma, kuru üzüm ve kuru süddür.
Mâlikiler' den İbni Habib bunlara mercimeği de katmış bu suretle sadaka-ı fıtır
olarak verilecek şeylerin sayısı on'a çıkmıştır.
4- Kuru
üzümden sadaka-ı fıtrin bir sâ' olarak verileceği dahi ittifâkidir. Bâzıları
îmam-ı A'zam'm kuru üzümden yarım sâ' kâfî gördüğünü ileri sürerek hadîsi onun
aleyhine hüccet göstermek istemişlerse de İmam-ı A'zam'dan
bu meselede iki kavil rivayet olunmuştur. Biri budur, ikinci kavline
göre kuru üzümden bir sâ' verilir.
5- Ulemâdan
bazıları bu hadîsle istidlal ederek: Sadaka-i fıtır zekât gibi farzdır.»
demişlerdir. Cumhura göre sadaka-ı fıtır vaciptir. Bu hadîs
Ashâb-ı Kiram'm fiillerini haber
vermektedir. Sadaka-ı fıtrin vacip olması başka delillerle sübüt bulmuştur.
6- Hadîsi
şerif Ashâb'm sadaka-ı fıtri kendileri için verdiklerine delildir. Binâenaleyh
anne karnındaki cenine sadaka-ı fıtır yoktur, yalnız bir rivayette îmam-ı Ahmed b. Hanbel cenin için de sadaka-ı
fıtır verilmesini müstehâb görmüş diğer bir ri-vâyetde vacip olduğunu
söylemiştir. Zahirîler'in mezhebi de budur. Hz. Osman (Radiyallahü anhym anne karnmdaki çocuk
için hattâ bir rivâyedde atları için sadaka-ı fıtır verildiği rivayet
olunmuştur. Fakat bu rivayet onun tetavvu' sadakası verdiğine hamlolunmuştur.
7- Hadîsi
şerif sadaka-ı fıtrin şehirli, köylü bâdiyenişin için ve dağlı bütün
Müslümanlara vacip olduğuna delildir. Dört mezhebin imamları ile cumhûr-u
ulemânın mezhepleri budur. Ata', Zûhrî Rabia ve Leys'e göre yalnız şehirlilerle
köylülere vacip olur vadilerde yaşayanlarla sair yerler halkına sadaka-ı fıtır
vacip değildir.
8- Cumhur''a
göre bayram günü kendisi ile çocuklarının yiyeceğinden fazla bir şey'e mâlik
olan her Müslümana sadaka-ı fıtır vaciptir.
îmam-ı A'zam: «Zekât almak
kendisine helâl olan kimseye sadaka-ı fıtır vacip değildir.» demiştir.
9- Hadisi
şerifte «Erkek olsun kadın olsun» buyurulması Küfe ulemâsına delildir. Onlara
göre kadının sadaka-ı fıtri kocasına ait değil, kendi malından verilir.
18- (...)
Bize Abdullah b. Meslemet'bni Ka'nep rivayet etti. (Dedi ki):Bize Dâvûd yanî
İbni Kays, Iyaz b. Abdillah'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti.
Ebû Saîd şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) aramızda iken biz sadaka-ı fıtri küçük büyük,
hür veya memlûk her baş için taamdan bir sâ' yahut kuru südden bir sâ' veya
arpadan bir bir sâ' yahut kuru hurmadan bir sâ', veya kuru üzümden bir sâ'
üzerinden verirdik. Bunu tâ bize Muâviyetü'bnü Ebî Süfyan hac yahut ömre yapmak
için gelinceye kadar bu minval üzere vermeye devam ettik. Sonra Muâviye minber
üzerinde halka bir konuşma yaptı ez cümle: Ben Şam buğdayından iki müddün bir
sâ' kuru hurmaya muadil olduğu fikrindeyim dedi; Bunun üzerine halk onun
re'yiyle amel ettiler.» Ebû Saîd demiş ki: «Bana gelince, ben bunu yaşadığım
müddetçe ilelebet eskiden verdiğim gibi vermekte devam ediyorum.»
19- (...) Bize
Muhammed b. Rafî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezzak, Ma'mer'den, o da
İsmail b. Ümeyye'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Iyaz b. Abdillah b.
Sa'd b. Ebî Şerh haber verdi kendisi Ebû Said-i Hudrî'yi şöyle derken İşitmiş:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) aramızda iken biz sadaka-ı fıtri küçük büyük, hür memlûk
herkes için üç sınrfdan (yani) kuru hurmadan bir sa\ kuru sütden bir sâ',
arpadan bir sâ olarak verirdik. Muâvİye halife oluncaya kadar onu böylece
vermeye devam ettik. O iki müdd buğdayın bir sâ kuru hurmaya muadil olacağını
tensib etti.»
Ebû Said: «Bana
gelince, ben onu böylece vermeye devam ediyorum.» demiş.
20- (...)
Bana Muhammed b. Rafî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezzak rivayet etti.
(Dedi ki): Bize îbnü Cüreyc, Haris [5] b.
Abdirrahman b. Ebi Zûbab'dan, o da Iyâz b. Abdillah b. Ebî Şerh'd en, o da Ebû
Saİd-i Hudri'den naklen haber verdi. Ebû Saîd şöyle demiş:
«Biz sadaka-ı fıtri üç
sınıf dan: kuru süt, kuru hurma ve arpadan verirdik.»
21- (...)
Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâtim b. İsmail İbnİ Aclan'dan,
o da Iyâz b. Abdillah b. Ebî Serh'den, o da Ebû Saîd-i Hudri'den naklen rivayet
etti ki Muâviye buğdaydan yarım sâ' kuru hurmanın bir sa'ına muadil tutunca Ebû
Saîd bunu kabul etmemiş ve:
«Ben bu sadakayı ancak
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında verdiğim gibi kuru hurmadan
bir sâ', yahud kuru üzümden bir sâ', veya arpadan bir sâ', yahud kuru sütden
bir sâ olarak veririm» demiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Sadaka-i fıtır» bahsinde tahrîc etmiştir.
Müslim’in Muhammed b. Rafi'
tarîkına Dârakutni istidrâkde bulunmuş; ve: «Saîd b. Mesleme bu hadisde
Ma'mer'e muhalefet ederek onu tsmâil b. Ümeyye'den, o da Haris b. Abdirrahmân
b. Ebî Zûbâb'dan o da Iyâz'dan naklen rivayet etmiştir. Hâlbuki hadîs
Hâris'den mahfuzdur.» demişse de, Nevevi bu istidrâki yersiz bulmuştur. Çünkü î
smâî1 b. Ümeyye'nin Iyâz'dan işittiği
sahih ve sabittir.
Hadis-i şerif merfû
hükmündedir. Çünkü yapılan iş Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanına
izafe edilmiştir. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verilen sadaka-i
fıtri duymuş ve takrir buyurmuştur. Bahusus bâzı rivayetlerde sadakanın onun
emri ile toplanarak, onun huzuruna getirildiği tasrîh edilmiştir. Sadakanın
toplanıp dağıtılmasını emreden bizzat kendisidir.
Hattâbî (319-388): «Burada
taamdan murâd: Buğday'dır. Bu isim ona mahsûstur. Mutlak olarak söylenildiği
zaman buğday mânâsında kullanılır. Meselâ birisine (Git pazardan taam al!)
denilse, o kimse bundan buğdayı anlar. Örfen ekseriyetle bir mânâda kullanılan
söze, o mânâ verilir.» demiştir. Fakat İbni Münzir, Hattâbi’nin hatâ ettiğini
söylemiştir. Çünkü Hz. Ebû Said evvelâ (taam) kelimesini mücmel bırakmış, sonra
tefsir etmiştir. Hattâ Hafs b. Meysera' nin Zeyd'den, onun da Iyâz' dan
naklettiği rivayette: «O zaman bizim taamımız arpa, kuru üzüm, kuru süt ve kuru
hurmadan ibaretti.» diyerek sözünü te'kîd etmiştir. İbni Huzeyme' nin Fuday1
tarîki ile Hz. İbni Ömer'den naklettiği rivayet de bunu te'yîd eder. Mezkûr
rivayette îbni Ömer (Radiyallahü anhh
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bu sadaka ancak kuru hurma, kuru üzüm
ve arpadan verilirdi, buğday yoktu.» demiştir. İbni Münzir (?-310); «Buğday
hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeIlem,)'den İtimâda şâyân bir haber
bilmiyoruz, o zaman Medine'de pek az buğday bulunurdu; sahabe zamânında buğday
çoğalınca yanın sâ' buğdayı bir sâ' arpaya muadil tuttular. Bu zevat dîn
imamlarıdır. Binaenaleyh onların kavilleri değiştirilemez. Meğer ki kendileri
gibi zevatın başka bir kavli ola.» demiş, sonra is-nâdları ile Hz. Osman, Alî,
Ebû Hüreyre, Cabir, İbni Abbâs, îbni Zübeyr, Esma binti Ebî Bekir (Radiyallahü
anhüm) hazerâtmdan sahih hadîsler rivayet etmiştir. Bu hadîslerin her biri
sadaka-i fıtrin buğdaydan yarım sâ' verileceğini bildirmektedir.
Ulemâdan bâzıları buna
itiraz ederek; «Lâkin Ebû Saîd hadisi bizzat Hz. Ebû Said'in yarım sâ1 buğdaya
muvafakat etmediğini göstermektedir. îbni Ömer (Radiyallahü anh) dahî ayni
fikirdedir. Binâenaleyh Tahâvi'nin icmâ' iddiası doğru değildir: bu mes'elede
icmâ' yoktur.» demişlerdir. Fakat Aynî bu iddiayı reddetmiş ve Tahâvi'nin
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ashabından ve onlardan sonra gelen
Tâbi-i n' den sadaka-i fıtırın buğdaydan yarım sâ', geri kalan şeylerden bir
sâ1 verileceğini bildiren bir çok hadîsler rivayet ettiğini söylemiştir.
Tahâvi (236 - 321):
«Biz, bu hususta ne Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından, ne
de Tabiîn' den bir hilaf rivayet olunduğunu bilmiyoruz. Şu hâlde bu mes'elede
hiç bir kimsenin muhalefette bulunması doğru değildir. Zîrâ mes'ele hakkında
Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Alî (Radiyallahü anh) zamanlarında icmâ' mün'akid
olmuştur...» demiştir.
Bu mes'elede icmâ'
bulunmadığını iddia edenlerin delili Hz. Ebû Saîd ile îbni Ömer (Radiyallahü
anhümaYnın muvafakat göstermemeleridir.
Ayni diyor ki: «Ebû
Saîd sadaka-i fıtır hakkında kuru hurma, arpa, kuru süt ve kuru üzümden
başkasının caiz olduğunu bilmiyordu. Buna delil: ondan rivayet olunan şu
hadîstir:
(Biz), Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında sadaka-i fıtri kuru hurmadan bir sâ'
yahut arpadan bir sâ'... olarak veriyorduk, bunlardan başka hiç bir şeyden
sadaka vermiyorduk.»
Vakıa hadisin bir
rivayetinde Hz. Ebû Said-. «Biz, sadaka-i fıtri taâm'dan bir sâ' olarak
veriyorduk.» demiştir. Fakat Aynî buna, şu cevâbı vermiştir: «Evvelce de beyân
ettiğim vecîhle yenilen ve nafaka olarak kullanılan her şey'e taam denilir. Şu
hâlde bu kelime Hz. Ebû Saîd'in hadisinde zikrettiği yiyecek nev'ilerinin
hepsine şâmildir. İkinci bir cevap da şudur:
Hz. Ebû Sald in, Muftviye (Radiyaîlahü anJıJ'a îtirâz etmesi buğdaydan
sadaka-i fıtır verildiğini bilmediği içindir, tbni Ömer' den nakledilen rivayet
dahi bu mânâya hamledilir.
Şöyle de cevap verilebilir-. Hz. Ebû Said'in verdiği bir sâ'ın yansı
tetavvu' yâni sevâbınadır.
Hads-i şerif kölenin
sadaka-ı fıtri sahibine vâcib olduğuna delildir.
22- (986)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki); Bize Ebû Hayseme, Mûsâ b.
Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen haber verdi ki, Resülüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) sadaka-İ fıtrin halk Bayram Namazına çıkmazdan
önce verilmesini emir buyurmuş.»
23- (...)
Bize Muhammed b. Raf i' rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Füdeyk rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Dahhâk, Nâfi'den, o da Abdullah b. Ömer'den naklen haber
verdi ki, Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka-i fıtrin halk bayram
namazına çıkmazdan evvel verilmesini emir buyurmuş.
Nevevî diyor ki:
«Sadaka-i fıtrin vakti hususunda ulemâ ihtilaf etmişlerdir. Şafii' nin sahih
kavline göre sadaka-i fıtır güneş kavuşarak, gecenin ilk cüz'ü girmekle vâcib
olur. İkinci kavle göre Bayram sabahı fecrin doğması ile vâcib olur. Diğer
Şâfiîyye ulemâsına göre hem bayram akşamı güneşin kavuşması ile, hem de fecrin
doğması ile vâcib olur. Binâenaleyh bir çocuk güneş kavuştuktan sonra doğsa
yahut fecir doğmadan ölse onun İçin sadaka-i fıtır vâcib değildir. İmam Mâlik' den
dahî Şâfi1'nin kavilleri gibi iki kavil rivayet olunur. İmam A'zama göre sadaka-i fıtır Bayram sabahı fecrin
doğması ile vâcib olur.»
Hadis-i şerif sadaka-i
fıtrin Bayram gününden sonraya bırakılmasını caiz görmiyen cumhûr-u ulemânın
delilidir. Efdal olan bu sadakayı namazgaha çıkmadan vermektir.
24- (987)
Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs yâni İbni Meysarete's -
San'ânî, Zeyd b. Eslem'den rivayet etti, ona da Ebû Sâlih-i Zekvân haber
vermiş. Kendisi Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) Şöyle buyurdular:
«Altınla gümüşün
haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde
bunlar ateşten levhalar hafine getirilip de, cehennem ateşinde kızdırılarak
onlarla sahibinin yanları alnı ve sırtı dağlanmasın... Bu levhalar soğudukça
miktarı 50.000 sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye
kadar sahibine azâb için tekrar (kızdırılarak) iade olunacaklardır. Nihayet
kendisine ya cennete ya cehenneme doğru (giden yolu) gösterilecektir.»
— «Yâ Resûlüllah! Yâ (zekâtı verilmeyen)
develer ne olacak?» denildi; Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Hiç bir deve sahibi de yoktur ki, —bu
hayvanların hakkı su başlarına geldikleri gün sağılıp, muhtaçlara vermek iken—
onların hakkını vermesin de, kıyamet gününde o develerin altına alabildiğine
düz ve geniş bir sahaya yatırılarak develerden bir tek yavru bile hâriç
kalmamak şartı ile onu ayakları ile ezmesin ve dişleri ite ısırmasınlar. Deve
sürüsünün baş tarafı üzerinden (çiğneyip) geçtikçe son tarafı onun üzerine iade
edilir. Bu ameliye miktarı 50.000 sene olan bir günde kullar arasında verilecek
hüküm bitinceye kadar (devam eder.) Nihayet ya cennete yahut cehenneme (giden)
yolu kendisine gösterilir.»
—-Yâ Resûlüllah!
Sığırlarla koyunlar ne olacak?» dediler. Resûlüllah {Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem)*
— «Hiç bir sığır ve koyun sahibi yoktur ki,
onların hakkını vermesin de, kıyamet günü geldiğinde düz ve geniş bir yerde
onların altına serilerek, mezkûr hayvanlardan hiç biri hâriç kalmamak ve
içlerinde çarpık boynuzlu, boynuzsuz, kırık boynuzlu bulunmamak şartı ile onu
boynuzları ile süsmesin; tırnakları İle ezmesinler. Bu hayvanların önde
bulunanları, üzerinden (çiğneyip) geçtikçe sondakller onun üzerine tekrar iade
edilirler. (Bu miktarı 50.000) sene olan bir günde tâ kullar arasında verilecek
hüküm bitinceye kadar (devam eder.) Nihayet ya cennete veya cehenneme (giden)
yolu kendisine gösterilir.» buyurdu. Ash&bdan:
— «Yâ Resûlüllah! Ya atlar ne olacak?» diyenler
oldu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-
— «Atlar üç kısımdır; bir kısmı sahibi İçin bir
yük; bir kısmı sahibi için örtü; bir kısmı da sahibi için ecirdir. Atı
kendisine yük olan adama gelince: Bir kimsenin öğünmek, riya ve Müslümanlara
düşmanlık için bağlayıp beslediği attır. Bu at ona bir yüktür.
Gelelim sahibine örtü
olan at'a: Bu, bir kimsenin Allah yolunda bağlayıp beslediği; sonra onun
sırtında ve boynunda Allah'ın hakkı olduğunu unutmadığı attır. Bu at, onun için
bir örtüdür.
Sahibine ecir olan at
ise: Bir kimsenin Allah yolunda Müslümanlar için çayır ve bahçede bağlayıp
beslediği attır. At bu çayırdan veya bahçeden ne yerse, yediği şeyler adedince
sahibine hasenat yazılır. Ona atın pislikleri ile bevlleri sayısınca dahî
hasenat yazılır.
At, ipini koparır da
bir veya iki tur atarsa, sahibine onun izleri ve pislikleri miktârınca hasenat
yazılır. Yahut sahibi onu bir nehir kenarından geçirirken sulamağa niyeti
olmadığı hâlde o nehirden su İçerse Allah, sahibine onun içtiği su yudumları
miktârınca hasenat yazar.» buyurdular. (Ashâbdanh
— «Yâ Resûlüllah! Ya eşekler ne olacak?»
diyenler oldu, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemh
— «Eşekler hakkında bana şu bir tek cem'iyyetli
âyetten başka bir şey indirilmedi: Her kim zerre* miktarı bir hayır işlerse,
onu(n mükâfatını) görür. Zerre miktarı
kötülük işleyen de,
onu(n mücâzâtını) görür.» buyurdular.
25- (...)
Bana Yûnus b. AbdilVlâ Es - Sadefi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b.
Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Hişâm b. Sa'd, Zeyd b. Esle m'd en bu isnâd
da Hafs b. Meysera hadîsi mânası ile sonuna kadar rivayette bulundu. Yalnız o
;«Hiç bir deve sahibi yoktur ki, onun hakkını vermesin de...» dedi; «O
develerden haklarını...» demedi.
Hadîsde: «Develerden
bir tek yavru noksan kalmamak şartıyla...» ibaresini de zikretti. Bir de-.
«Onlarla iki yanı, alnı ve sırtı dağlanır.» dedi.
26- (...)
Bana Muhammed b. Abdilmelik El - Emevî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdûlazîz
b. Muhtar rivayet etti. (Dedi ki); Bize Süheyl b. Ebî Salih, babasından, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Hiç bir hazîne sahibi
yoktur ki, onun zekâtını vermesin de, o hazîne cehennem ateşinde kızdırılarak
levhalar hâline getirilmesin ve onunla tâ Allah 50.000 sene miktarındaki bir
günde kulları arasında hükmedinceye kadar yanları alnı dağlanmasın, sonra ya
cennete veya cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir.
Yine hiç bir deve
sahibi yoktur ki, onların zekâtını vermesin de, kendisi alabildiğine çok olan
develerin altına düz ve geniş bir yere yatırılarak develer üzerinden
geçirilmesin. Develerin son taraftakileri üzerinden geçtikçe, ön taraftakileri
tekrar onun üzerine iade olunur. (Bu) tâ Allah miktarı 50.000 sene olan bir
günde kulları arasında hükmedinceye kadar {böyle devam eder.) Sonra ya cennete
veya cehenneme (giden) yolu kendisine gösterilir.
«Hiç bir koyun sahibi
de yoktur ki, onların zekâtını vermesin de, kendisi alabildiğine çok
koyunların altına düz ve geniş bir yere yatıralarak, koyunlar onu tırnakları
ile ezmesin; İçlerinde yamuk boynuzlu ve boynuzsuz koyun bulunmamak şartıyla
onu boynuzlarıyla süsmesinler. Son tarafta bulunan koyunlar üzerinden geçtikçe
ön taraftakiler tekrar onun üzerine İade olunurlar. (Bu) tâ Allah kullarının
arasında miktarı sizin senelerinizle 50.000 sene olan bir günde hükmedinceye
kadar (böyle devam eder.) Sonra ya cennete veya cehenneme (giden) yolu
kendisine gösterilir.» buyurdular.
(Râvi Süheyl: «Sığırı
zikretti mi, etmedi, bilmiyorum.» demiş.) Ashâb:
— «Atlar ne olacak Yâ Resul ali ah? dediler.
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem)i
— «Atların alınlarında kıyamete kadar hayır
vardır. Yahut atların alın-Iraında kıyamete kadar hayır düğümlenmiştir.
—Süheyl: Öyle mi dedi, böyle mi şüphe ediyorum; demiş.— Atlar üç kıdımdır. Bir
kısmı 6âhlbine ecir, bir kısmı sahibine örtü, bir kısmı da sahibine yüktür.
Sahibine ecir olan at:
Sahibinin, Allah yolunda edindiği ve Allah yoluna hazırladığı attır. Böyle bir
atın karnına attığı her şey mukabilinde Aliah, sahibine bir ecir yazar. Velev
ki atı çayırda gütmüş olsun.. At, her ne yerse Allah ona mukaabil sahibine bir
ecir yazar. At'ı nehirden sularsa karnına attığı her damla mukaabilinde
sahibine bir ecir vardır. — Resûlüllah İSalîallahü Aleyhi ve Selîem) atın bevli
ile pislikleri mukaabilinde bile ecir olduğunu söyledi ve sözüne devamla: — Bir
veya İki tur koşmuş olsa attığı her adım mukaabilinde sahibine ecir yazılır.
Sahibine örtü olan ata
gelince: (Bu da): Bir kimsenin sırf cömertlik ve güzellik için edindiği attır.
Ama onun sırtında ve karnında gerek darlık, gerekse varlık içinde olsun
(ödemesi gereken) bir hak olduğunu unutmaz. Sahibine yük olan at ise: Sahibinin
sırf böbürlenmek, şımarmak ve öğün-mek, âleme, riya için edindiği attır. İşte
at, kendisine yük olacak olan kimse budur.» buyurdu. Ashâb:
— Ya eşekler ne olacak yâ Resûlallâh?» diye
sordular. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem}--
— «Allah, onlar hakkında bana şu bir tek
cemiyyetIi âyetten başka bir şey indirmedi: Her kim zerre miktarı bir hayır
İşlerse onu(n mükâfaatını görür zerre miktarı kötülük işleyen de onun ( mücâzatını) görür. [6]»
buyurdular.
(...) Bize,
bu hadîsiKuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülazîz yâni
Derâverdî, Süheyl'den bu isnâdla rivayet etti. Ve hadisi anlattı.
(...) Bana,
bu hadisi Muhammed b. Abdİllâh b. Bezi1 de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd
b. Zürey' rivayet etti (.Dedi ki): Rahv b. Kaasim rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Süheyl b. Ebî Salih bu isnâdla rivayette bulundu. Yalnız «Aksa'» yerine «Adbâ'»
dedi; bir de: «Onlarla sahibinin yanı ve sırtı dağlanır.» dedi: alnı'nı
zikretmedi.
(...) Bana
Hârûn b. Said El - eylî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Amr b. Haris haber verdi, ona da Btikeyr, Zekvân'dan, o
da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se//em)'den naklen
rivayet etmiş; Efendimiz:
«Kişi develerindeki
Allah hakkını yahut sadakayı vermezse... ilâh...» buyurmuşlar; Râvî hadîsi
Süheyl'in babasından rivayet ettiği hadîs tarzında anlatmış.
Bu hadisi Buhâri
-Kitâbü'l - Müsâkaat» ile «Kitâbü'l -Cihâd»'da; Nesâi -Kitâbül -Hayil»'de
tahric etmişlerdir.
Buhâri at'a dâir olan
kısmını tahric etmiştir.
Hadis-i şerifin baş
tarafı Teâlâ Hazretlerinin
«Altınla gümüşü
biriktirip de, Allah yolunda sarfetmiyenler yok mu [7]. İşte
onları elemhâk bir azapla müjdele. O gün o attın ve gümüşler cehennem ateşinde
kızdırılarak; onlarla sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak ve
kendilerine: İşte nefisleriniz için yığdığınız mallarınız bunlardır. İstif
ettiğiniz bu malları tadın bakalım! denilecektir.» âyet-i kerîmesine muvafık
tır. Âyette yalnız gümüş sahibinin hâlinin beyânla iktifa olunmuştur. Çünkü
gümüş muamelâtta altın dahç çok kullanılırdı.
Kaa'î Düz ve
geniş yer demektir. Böyle yer yağmur suyunu iyi tutar. Heravî, Bu kelimenin:
«Kîâ» ve «Kiân» şeklinde cemi'len-diğini söyler.
Karkar dahî:
Düz ve geniş yer, mânâsına gelir.
Batıh: Ulemâdan bir
cemaata göre yüzüstü yatırmaktır. Fakat Kaadı îyâz bunun her ne şekilde olursa
olsun yaymak ve yere sermek mânâsına geldiğini söyler.
Hadîsin bütün esâs
nüshalarında: «Ön taraftaki develer üzerinden geçtikçe sondakiler onun üzerine
iade olunur.» denilmişse de, Kaadı îyâz ulemânın bunu bir değiştirme ve tashîf
kabul ettiklerini söylemektedir. Doğrusu: bundan sonraki rivayette olduğu gibi:
«Develerin sonu üzerinden geçtikçe, öndekiler tekrar onun üzerine iade
olunur.» şeklindedir.
Aksa': Yamuk
boynuzlu;
Celcâ':
Boynuzsuz;
Adbâ':
Boynuzunun iç kısmı kırık, mânâlarına gelirler.
«Alabildiğine çok...»
ifâdesinden murâd: Hayvanların gerek çokluğu ve kuvveti gerekse her azasının
mükemmelliği ile sahiplerine fazla azâb vermeleridir. Çünkü çok ve sağlam
olmaları vücûtlarının daha ağır basmasını îcâb eder. Nitekim boynuzlu olmaları
da sahiplerini süserek, yaralamak suretiyle ona daha çok eziyet verir.
Arapçada sığır, koyun
ve geyik gibi hayvanların tırnaklarına «sılf», devenin ayağına «huf», insan
ayağına «kadem», at, katır ve eşek tırnağına «hâfir» denilir.
Vizir: Ağır
yük, vebal, günah; mânâlarına gelir.
Sahibi sulamak
istemediği hâlde hayvanın içtiği her su damlasına mukaabil kendisine hasenat
yazılacağı bildirilmesi tembih kabî-lindendir. Zîrâ sahibinin hayvanı sulamağa
niyeti olmadığı hâlde, hayvanın içtiği su mukaabilinde kendisine sevap
yazılınca kasden sınamadığı zaman kat kat sevap yazılması evleviyyette kalır.
Hayvanı Allah yolunda
bağlayıp beslemekten murâd: Onu cihâda hazırlamaktır. Kendini serhat
bekçiliğine vakfeden kimseye de: «mu-râbıt» derler.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)'in atın nevilerini bildiren cümlelerinden muzâflar
hazfedilmiştir. Bunlar «Bir kimsenin atı.» takdirindedir.
Hattbâbî diyor ki:
«Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e eşeklerin zekâtı soruldukta,
âyet-i kerimeye işaret buyurmuş; onun cem'iyyetli olduğunu beyân etmiştir.
Çünkü hayır kelimesi bütün tâatlara şâmildir... Bu hadisin mânâsı: Eşeklere
iyi veya kötü muamele yapan âhirette karşılığını görecektir, demektir.»
Fâzze: Tek
ve eşi az bulunan, manasınadır. Resûlüllah (Saallallahü Aleyhi ve Selîerw)'in
okuduğu âyet için «Fâzze» demesi ihtiva ettiği nevileri tafsilâtı ile beyân
etmediği içindir. Mezkûr âyet tek başına bütün hasenat ve seyyiâtı toptan ifâde
etmiştir. Bazıları: «Bu âyete Cfâzze) denilmesi: Az sözle çok mânâ ifâde etmesi
hususunda misli bulunmadığı içindir. Çünkü bütün hayır ve şerr hükümlerine
şâmildir.* demişlerdir. Ayet-i kerimenin sorulan suâle cevap teşkil etmesi
şöyledir: Ashâb-ı kiram Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'Q, eşeğe de at
hükmü verilip verilemiyeceğini sormuş-, o da, ona yapılan muAmele hayırsa
mutlaka mükâfaatı görüleceğini; şerr ise cezası verileceğini bildirmiştir.
Ashâb1in katır hakkında bir şey sormamaları ya ellerinde pek az katır bulunduğu
yahut katın eşek mesabesinde tuttukları içindir.
Hâsılı bâzı atlar
sahiplerinin sevap kazanmasına, bazıları günâha girmesine, bir takımları da
günahlarının affolunmasına sebeptirler.
Kenz: Yerde
gömülü olsun olmasın birbiri üzerine yığılan şey, manasınadır. Bâzıları
«Biriktirilen» mânâsına geldiğini söylerler.
Kaadı îyâz, Selef
ulemânın bu hadisle âyetteki kenz' den ne kastedildiği hususunda ihtilâf
ettiklerini söyler. Mezkûr ulemânın ekserisine göre buradaki kenz'den murâd:
Zekâtı verilmeyen maldır. Zekâtı verilmeyen mala kenz denilmez.
Bâzıları: «Kenz'den
murâd: Lügat ulemâsının söyledikleridir. Lâkin bu âyet zekâtın farz kılınması
ile neshedilmiştir.» demiş; bir takımları: «Bu âyetten murâd ehl-i kitap'tır.»
mütâlâasında bulunmuşlardır.
Bir takımları «Zekâtı
verilsin verilmesin 4.000 dirhemden fazla mal kenz'dir.»; dah başkaları da
«ihtiyâçtan fazla olan mal kenzdir.» demişlerdir.
Nevevî : «İhtimâl
islâmiyetin ilk zamanlarında müslüman-larm zaruret hâlinde hükmü buymuş...»
dedikten sonra fetva imamlarının birinci kavil üzerinde ittifak ettiklerini
söylemiş ve: «Sahih olan da budur.» demiştir. Zîrâ bir hadisde:
«Eğer bir kimsenin
elinde mal bulunur da, onun zekâtını vermezse o mal kendisine dazlak başlı bir
yılan şeklinde temsil olunur... Ve: Ben senin kenz'inim! der.» buyurulmuştur.
Hayırm, atların
alınlarında düğümlenmesinden murâd: Dâima hayırlı işlere yaramalarıdır. Bu
suretle hayır sanki onların alınlarına düğümlenmiş gibidir.
1- Altın ve
gümüşe zekât lâzımdır. Hadîsde zikri geçen deve, sığır ve koyun gibi hayvanlar
dahi bu hükümde dâhildirler. Mes'ele ulemâ arasında ittifâkidir.
2- İmam
A'zam, at'a zekât verileceğine bu hadisle istidlal etmiştir.
Yerinde de beyân olunduğu vecihle
İmam A'zam'ın mezhebine göre: Bir kimsenin bütün atları erkek olursa onlara
zekât yoktur. Erkek ve dişi karışık olurlarsa zekât vacibidir. Bu takdirde
atların sahibi muhayyerdir. İsterse her at için bir dinar verir, dilerse
atlara kıymet biçerek; kıymetlerinin kırkda birini verir.
imam Mâlik, imam Şâfii
ve cumhûr-u ulemâya göre: Ne hâlde olursa olsun atın zekâtı yoktur. Delilleri:
«Müslümana atı için sadaka yoktur.» hadîsidir. Onlar, babımız hadîsini te'vîl
etmişlerdir. «Bu hadîsden murâd: Sahibinin atı ile ci-hâd etmesidir. Bazen
cihâd için at teayyüm eder.» derler.
Bâzıları «Atın
üzerindeki hakdan murâd: İhtimâl ona iyi bakmaktır.» demişlerdir. Daha başka
te'villerde bulunanlar da olmuştur.
3- Hadîs-i
şerîfde umûmla istidlal edilebileceğine işaret vardır. Bu işaret delilden
hüküm çıkarmak, kıyâs yapmak ve âyetin mânâsı nasıl anlaşılacağı hususunda
müsl umanlara bir tembîhdir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)
Kitâbullah'da zikredilmeyen eşeklerin hükmüne âyet-i kerîme ile tembihde
bulunmuştur.
Aynî: «Bu tembih
tahsili olmiyanlann inkâr ettiği kıyâsın ta kendisidir.» diyor.
4- Hadîs-i
şerîfde, Allah yolunda beslemek şartıyla at edinmeye teşvik vardır. Kıyamet
gününde atın pisliklerinin bile hasenat olacağını bildirmesi bundandır.
5- Riya
mezmûm bir haslettir ve günahtır. îçine riya karışan amel kıyamet gününde
sahibine fayda vermiyecektir.
6- Hadîs-i
şerif, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e içtihadı caiz görmeyenlere
delildir. Onlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellevî)'in yalnız vahy ile
hükmettiğine kaaildirler. Fakat bu kavil merdûttur. Çünkü âyet-i kerimede Teâİâ
Hazretleri at ve şâire'nin hükümlerini Peygamber (Salbllahü Aleyhi ve SellemYe
tefsir etmemiştir. Cumhûr-u ulemâya göre Resûlüllah (Saallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ictihâdda bulunması caizdir.
7- Yine bu
hadîs islâmın ve cihâdın kıyamete kadar devam edeceklerine delildir. Bu sözden
murâd: Kıyametten az önceki zamandır. Yâni islâmiyet ve cihâd Yemen tarafından gelip, müminlerin ruhunu
kabzedecek olan rüzgâr çıkıncaya kadar devam edeceklerdir.
27- (988)
Bize İshâk b. tbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dürrazzâk haber verdi.
H.
Bana Muhammed b.
Râfi'de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Abdürrazzak rivayet etti.
(Dedi ki: Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû'z-Zübeyr haber
verdi; o da Câbir b. Abdillâh El-Ensârî'yi şunları söylerken işitmiş: Ben,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfi şöyle buyururken dinledim:
«Develerin hakkını
vermyeen hiç bir deve sahibi yoktur ki, o develer kıyamet gününde olduklarından
daha çok gelerek, kendisi onların altına geniş ve düz bir yerde oturmasın ve
develer bacakları İle ayakları ile onun üzerinden geçmesinler.
Sığırın hakkını
vermiyen hiç bir sığır sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bu hayvanlar
olduklarından daha çok gelerek; kendisi düz ve geniş bir yerde onların altına
oturmasın! Bu hayvanlar onu boynuzlan İle sürecek ve ayakları İle ezecektir.
Koyunun hakkını
vermeyen hiç bir koyun sahibi yoktur, ki, kıyamet gününde bu hayvanlar
olduklarından daha çok bir hâlde gelerek; kendisi de düz ve geniş bir yerde
tınların altına oturmasın! Koyunlar, onu süsecek ve tırnaklarıyla ezecek;
İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık koyun bulunmayacaktır.
Hazînenin hakkını
vermiyen hiç bir hazîne sahibi yoktur ki, kıyamet gününde hazînesi dazlak
başlı bir yılan olarak gelmesin! Bu yılan ağzını açarak onu kovalıyacaktır;
yılan yaklaştıkça o kaçacak. Bunun üzerine yılan: Al şu sakladığın hazîneni,
ben ondan müstağniyim; diyecek. (Beriki) kurtuluşa çâre olmadığını görünce
elini yılanın ağzına sokacak, yılan da onu aygırın (yem) kıydığı gibi kıyı
verecek.»
Ebû'z-Zübeyr demiş ki:
«Ben, Ubeyd b. Umeyr'i bu sözü söylerken işittim. Sonra bunu Câbir b.
Abdillâh'a sorduk; o da Ubeyd b. Umeyr' in dediği gibi söyledi.»
Yine Ebû'z-Zübeyr
demiş ki: «Ben, Ubeyd b. Umeyr'i dinledim; şunları söylüyordu: Bir adam:
— Yâ Resûlallah! Devenin hakkı nedir? diye
sordu; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— Onu su başında sağmak, süt kovalarını emânet
vermek, erkek develeri emânet vermek, develeri menîha olarak vermek ve Allah
yolunda üzerlerinde yük taşımaktadır; buyurdular.»
28- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik, Ebû'z Zübeyr'den, o da Cfthir b.
Abdillah'dan, o da Peygamber (Saîlaîîahü Aleyhi ve SelIemj'den naklen rivayet
ettit Şöyle buyurmuşları
«Hiç bir deve, sığır
ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyamet gününde kendisi
düz ve geniş blryerde bu hayvanların altına oturtulmasın! Çift tırnaklılar onu
tırnakları ile ezecek, boynuzlular boynuzu İle süsecektir. O gün mezkûr
hayvanların İçinde boynuzsuz veya kırık boynuzu bulunmayacaktır.» (Râvî diyor
ki): Bizt
— Ya Resûlallah! Bu
hayvanların hakkı nedir?
diye sorduk;
Peygamber (Saîlallakü
Aleyhi ve Sellem)
«Aygırını emânet
vermek, kovalarını iade etmek» onları menîha olarak vermek, hayvanları su
başında sağmak ve üzerlerinde Allah yolunda yük taşımaktır. Hiç bir mal sahibi
de yoktur ki, zekâtını vermesin de, o mal kıyamet gününde dazlak bir yılana
dönmesin! Bir yılan sahibini nereye gitse ko-valıyacaktır; sahibi de ondan
kaçacak, kendisine: İşte vaktiyle cimrilik ettiğin malın budur!., denilecek;
sahibi ondan kurtuluş olmadığını görünca etini onun ağzına sokacak, o da elini
aygırın yem kıyması gibi. kıyacaktır.» buyurdular.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in, «Develerin hakkı nedir?» suâline «Onları su başında
sağmaktır.» cevâbım vermesi Nevevî'nin beyânına göre hem fukaraya, hem
hayvanlara kolaylık olduğu içindir. Zîrâ onları su başında sağmak evdekinden
daha rahat, fakirlere yardım için daha münâsiptir.
Develerin erkeğini
emaneten vermekten murâd: çiftleşmeleridir.
Menîha: Bir nev'i
emânettir. Lügat ulemasının beyânına göre menîha iki kısımdır. Birincisi bir
şey'i hibe olarak vermektir. Bu hayvana râzî, ev eşyası v.s.'de olur.
İkincisi: Deve, sığır ve koyun gibi hayvanları süt, yapağı ve kıllarından bir
müddet faydalanmak üzere birine vererek, sonra almaktır. Buna «minha» dahî
derler.
Şucâ': zehirinin
fazlalığından başının tüyleri dökülmüş erkek yılan, demektir. Bâzıları bunun
kuyruğunun üzerine kalkarak yayan veya atlı yolculara saldıran ve atlının
başına erebilen yılan olduğunu, sahralarda yaşadığını söylerler.
Kaadı lyaz: «Zahire
bakılırsa Allah Teâlâ bu yılanı, zekât sahibini azâb etmek için yaratacaktır.»
diyor.
Hadis-i şerif Teâlâ
Hazretlerinin:
«Allah Teâlâ'nın
fadl-u kereminden kendilerine verdiği malda cimrilik edenler sakın bu
yaptıklarını hayır sanmasınlar. Bil'akis, o kendileri için şerrdir. Hakkında
cimrilik ettikleri mal kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır.» âyet-i
kerîmesine muvafıktır.
Mâziri'ye göre bu
hadîste bahsedilen hak ihtimâl yardım teayyün ettiği zamana mahsûstur. Yardımın
teayyün etmesi, bir kişiden başka yardım edecek kimse bulunmadığı zaman olur.
Zira bu takdirde o bir kişinin gereken yardımı yapması aynen farzdır.
Kaadı İyâz: «Bu
sözler, mezkûr hakkın zekât olmadığını sarahaten ifâde etmektedir. îhtimâl bu
mes'ele zekât farz olmazdan önce vukûblumuştur.» diyor.
Selef hazerâtı Teâlâ Hazretlerinin: onların
mallarında dilenci İle mahrum için malûm bir hak vardır.» âyet-i kerîmesinin
mânâsı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhûra göre bu yet'den murâd: Zekât'tır.
Ve malda zekâttan başka hak yoktur. Zekâttan başka hak olduğu bildirilen
âyetler nedib ve güzel ahlâk ifâde ederler.» demiştir.
Bâzıları mahrum
âyetinin, zekât âyeti ile neshedildiğine kaail-dirler.
Ulemâdan bir cemâat
âyetin neshedilmediğine ve malda zekâttan maâadâ esirin başını çözmek, mustar
kalana yemek vermek, muhtaca yardım etmek ve akrabaya muavenette bulunmak gibi
haklar bulunduğunu söylerler.
Şa'bî, Hasan-ı Basrî,
Tavus, Atâ1 ve Mesrûk bunlardandır.
Hadis-i şerif, yukarki
hadisin hükümlerini ihtiva etmektedir.
29- (989)
Bize Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyin El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Abdülvâhid b. Ziyâd rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Muhammed b. Ebî
İsmail [8]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdur-rahmân [9] b.
Hilâl El-Absi, Cerir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Cerîr şöyle demiş:
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve SellemTe Bedevilerden bir takım insanlar
gelerek:
— «Zekât me'mûrlarından bâzı kimseler bize
gelip zulmediyorlar.» dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Scdlâîlahü Aleyhi ve
Sellem)*
— «Siz, zekât me'mûrlarınızı hoşnut edin.»
buyurdular.
Cerîr demiş ki: Ben,
bu hadîsi Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellemyden işideli benden hiç bir
zekât me'mûru hoşnûd olmaksızın ayrılmamıştır.»
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-durrahîm b. Süleyman
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. H.
Bize İshâk dahî rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme haber verdi. Bu râvîlerin hepsi Muhammed b.
Ebî İsmail'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.
Suat: Sâi'nin
cem'idir; «Zekât me'mûru» mânasına gelir.
Musaddik dahî: Zekât
me'mûru, demektir.
Zekât me'mûrunu hoşnûd
etmek, farz olan zekâtı ona vermek ve ona hüsn-ü muamelede bulunmakla olur.
Nevevi diyor ki: «Bu,
zevat me'mûrunun fâsiklık yapmadığına göredir. Fâsiklık yaparsa me'mûr
azlolunur, zekâtı ona vermek îcâb etmez. Hattâ verilse, zekât yerine geçmez.
Zülüm ma'siyetsiz de olabilir. Çünkü haddi tecâvüzden ibarettir. Bunda
mekruhlar da dâhildir.
30- (990)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Mârûr b.
Süveyd'den, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr şöyle demiş:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfia. yanına vardım, Kabe'nin gölgesinde
oturuyordu. Beni görünce:
— «Kabe'nin Rabblne yemin ederim ki, zarar
edenler kendileridir.» buyurdular.
Ben, gelip oturdum.
Amma yerimde karar kılamayıp, hemen kalktım ve:
— «Yâ
Resûlallah! Annem babam sana
feda olsun... Bunlar kimlerdir?» dedim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)--
—«Onlar: Malları çok
olanlardır, —önüne, arkasına, sağına ve soluna işaretle— ancak şöyle şöyle ve
şöyle yapanlar müstesnadır... Ama onlar da azdır. Zekâtını vermeyen hiç bir
deve, sığır ve koyun sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bu hayvanlar
olduklarından daha İri ve daha semiz gelerek onu boynuzları ile süsmesin,
tırnakları İle ezmesinler. Mezkûr hayvanların sonu (geçip) bittikçe Öndekileri
tekrar iade edilecek (bu hâl) taa İnsanlar arasında hüküm bitinceye kadar devam
edecektir.» buyurdular.
(...) Bize,
bu hadisi Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû
Muâviye, A'meş'den, o da Ma'rûr'dan, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû
Zerr şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardım,
Kabe'nin gölgesinde oturuyordu...»
Ma'rür müteakiben
Vekî'in hadîsi gibi rivayette bulunmuş ancak o şunu da söylemiş: «Nefsim yed-i
kudretinde olan Atlh'a yemin ederim ki. yeryüzünde hiç bir kimse yoktur ki,
ölürken zekâtını vermediği deve, sığır veya koyun bıraksın da... buyurdular.»
Bu hadîsi Buhari
«Kitâbu'z-Zekât» ile «Kitâbu'l-Eymân ve*n-nüzûr» da; Tirmizî ile İbni Mâce
«Kitâbu'z-Zekât»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
cümlesi «Annem babam
sana feda olsun.» demektir.
Fidâke» kelimesinin
«fa»'sı esâs nüshalarda «Fedâke» şeklinde zaptolunmuştur. Bu kelime duâ
mânâsında kullanılan mazi bir fiildir. Yalnız çok kullanıldığından kelime
«fâ»'mn esresi ile kasredile-rek «fidâke» diye okunmuştur. Hz. Ebû Zerr'in bu
sözden muradı: «Bence en kıymetli varlığım sayılan annemle babamı senin
yolunda feda ederim.» demektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'
«Ancak şöyle ve şöyle
ve şöyle yapanlar müstesna.» buyurarak mu-bârek eliyle etrafına işarette
bulunması o taraflardan birinden gelecek olan fakire ve şâir hayır yollarına
malın sarfedilmesini beyân içindir. Cümlede «kavil» kelimesi fiilden mecazdır.
1- Zenginler
sâdece farz olan zekâtı vermekle kalmayıp, her nev'î hayır işlerine iştirak
etmelidirler.
2-
İstenmeden yemin etmek caiz hattâ bir şeyi te'kîd ve tahkik gibi maslahattan
dolayı yemin etmek müstehabdır. Resûlüllah (Saallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu
nev'i yeminlerini bildiren sahih hadîsler çoktur.
3- «Annem
babam sana feda olsun.» tâbirini kullanmak caizdir.
Fâîde: İmam
Müslim hayvanların nisabını bildiren hadîsleri rivayet etmemiştir. Bu husûsda
Muâz, îbni Mes' ûd ve İbni Abbâs (Raâiyallahü anh) hazerâtmdan hadisler
rivayet olunmuştur. Ayrıca Hz. Ebû Bekir ile Ömer (Raâiyallahü ananın
mektupları vardır.
Buhârî ile Müslim
nisâb hadîslerini senetlerindeki ihtilâftan dolayı tahric etmemişlerdir. Mezkûr
hadîsleri İmam Mâlik İle «Musannef»
sahipleri tahric ettikleri gibi Hz. Ebû Bekir'in mektubunu Buhâri rivayet
etmiş, Müslim kitabına almamıştır. Çünkü ulemadan bazıları bu mektubu Hz. Ebû
Bekir'e mevkuf olarak rivayet etmişdir. Mektup olduğu için kitabına almamış
olması da ihtimaldir. Zira kitaptan hadis rivayeti usûl-u fıkıh ve hadis
uleması arasında ihtilaflı bir mes'ele-dir. Sahih olan kavle göre caizdir.
Hz. Ömer'in mektubunu
Buharîile Müslim tahric etmemişlerdir. Çünkü tmam Mâlik tarikinde bu hadîste
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zikredilmemiş, sâdece Ömer (Radiyallahü
û«Jı)'ın kavli rivayet olunmuştur. Fakat Tirmizl, Ebû Dâvûd, Dârakutni ve daha
başkaları bu mektubun sadaka hususunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
tarafından yazıldığını bidlirmişlerdir. Hule-fâ-i Eâşidin ile İmam Mâlik ve
diğer bir çok ulemâ buna îtimâd etmişlerdir.
Ebû Bekir (Radiyallahü
anh)'in mektubunu Buhârî «Kitâbu'z-Zekât»'da rivayet eder. Hadisin meali şudur:
«Rahman ve rahîm olan
Allah'ın adıyla:
Bu, ResÛlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müslümanlara farz kıldığı, Allah'ın da
Resulüne emir buyurduğu zekât farîzasıdır. İmdi her hangi bir müslümandan usûlü
vecîhle zekât istenirse onu hemen versin. Her kimden bundan fazlası istenirse vermesin!
Yirmidört veya daha az
deve İçin her beş deveye bir koyun; develer yirmibeşe baliğ olduğu vakit,
otuzbeş oluncaya kadar iki yaşına basmış dişi bir deve düvesi; devlerin sayısı
36'ya varınca kırkbeşe kadar üç yaşına basmış bir dişi deve düvesi. Kırkaltı'dan
altmış'a kadar (Boğa altı) 4 yaşına basmış dişi bir deve. Altmışbirden 75'e
kadar beş yaşına basmış dişi bir deve, 76'dan-90'a kadar İki tane üç yaşma
basmış dişi deve, 91* den - 120'ye kadar boğa altı iki tane dört yaşına basmış
dişi deve verilecek; 120'den fazlası için her kırk devede üç yaşına basmış bir
düve, her -ellide dördüne basmış dişi bir deve verilecektir.
Bîr kimsenin yalnız 4
devesi bulunursa onlara zekat yoktur. Sahibi vermek İsterse o başka.
Develer beş'e baliğ
oldurnu onlar için bir koyun verilecektir.
Koyunun zekâtına
gelince: Koyunlar senenin ekserisini otlakta geçirirse 40'dan-120'ye kadar bir
koyun; 121'den-200'e kadar iki koyun; 201'den-300'e kadar üç koyun; 300'den
yukarı her yüz koyunda bir koyun verileçektir. Bir kimsenin kırda otlıyan
koyunları 4O'dan-1 noksan olursa onlara zekat yoktur. Ancak sahibi dilerse o
başka.
200 Dirhem Gümüşte
onda btrln dörtte biri (yân! kırkta bir) zekât vardır. Gümüş yalnız 190 dirhem
olursa, onda zekât yoktur. Meğer ki sâ-hlbi kendiliğinden vermek İsteye.»
Bu mektubun İkinci
kısmını yine Buhar! şöyle rivayet etmiştir:
Bir kimsenin develer!
beş yaşına basmış bir dişi deve verecek dereceyi bulur da, elinde böyle bir
deve olmaz, dördüne basmış dişi bir deve yavrusu bulunursa o yavru kabul edilir.
Mümkünse beraberinde İki de koyun yahut yirmi dirhem alınır.
Bir kimsenin develeri
dördüne basmış dişi bir deve verecek dereceyi bulur da, elinde böylesi olmayıp
beşine basmış dişi bir deve bulursa, o deve kabul edilir. Zekât me'mûru
kendisine 20 dirhem yahut iki koyun İade eder. Bir kimsenin develeri dördüne
basmış dişi bir deve yavrusu verecek dereceyi bulur da, elinde böylesi olmayıp
yalnız üçüne basmış dişi bir yavru bulunursa bu yavru kabul edilir. Sahibi iki
koyun yahut 20 dirhem verir. Bir kimsenin develeri, yaşına basmış dişi bir
yavru verecek dereceyi bulur do elinde yalnız dördüne basmış dişi bir yavru
olursa bu yavru da kabul edilir. Zekât memuru ona 20 dirhem yahut iki koyun
iade eder. Bir kimsenin develeri üç yaşına basmış dişi bir yavru verecek
dereceyi bulur da, elinde yalnız ikisine basmış dişi bir yavru olursa, o da
kabul edilir. Onunla beraber 20 dirhem yahut iki koyun verir.
31- (991)
Bize Abâurrahmân b. Sellâm El-Cumahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Rabî' yâni
İbni Müslim, Muhammed b. Ziyâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemjt
«Benim Uhud dağı kadar
altın'ım olsa üçüncü gece gelirken yanımda ondan bir dînâr kalmasını arzu
etmem! Ancak borcum Içfn hazırladığım dînâr müstesna.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mubara-med b. Ca'fer rivayet
etti. (Dedi ki) -. Bize Şu'be, Muhammed b. Ziyâd'dan naklen rivayet etti.
Muhammed: «Ben, Ebû Hüreyre'den dinledim; o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Se/Zemj'den naklen rivayet etti.» diyerek yukarki hadîsin mislini rivayet
etmiş.
32- (94)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe İbni Nümeyr ve Ebû JCüreyb hep
birden Ebû Muâviye'den rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb'den, o da Ebû Zerr'den naklen haber verdi. Ebû
Zerr şöyle demiş: Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) ile Medine'nin
Harra'sında yatsı zamanı hem yürüyor hem Uhut dağına bakıyorduk. (Bir ara)
Resûlül-iah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bana:
— «Yâ Ebâ Zerr!» dedi; ben:
— «Lebbeyk, yâ Resûlallah!» cevâbını verdim.
— «Şu Uhud dağı altın
olarak elime geçse üçüncü Ur geceyi ondan bende bir dinar bulunduğu hâlde
geçirmemi istemem. Yalnız borç İçin hazırladığım dînâr müstesna olur. —Önüne,
sağına ve soluna birer avuç saçma işareti yaparak— onu Allah'ın kullarına
şöyle, şöyle ve şöyle dağıtmak isterim» buyurdu. Sonra (biraz) yürüdük. Yinet
— «Yâ Ebâ Zerr!» dedi. Ben:
— «Lebbeyk, yâ Resûlallah!» dedim;
— «Hiç şüphe yok ki malı
çok olanlar kıyamet günü sevabı en az
olanlardır. Yalnız şöyle,
şöyle ve şöyle
yapanlar müstesna...» buyurdu.
Ve ilk defâki gibi işarette bulundu. Sonra bir az daha yürüdük. İYine):
— «Yâ Ebâ Zerr! Ben gelinceye kadar olduğun
yerde dur.» buyurdu. Ve oradan ayrılarak gözümden kayboldu gitti. Ben bir
gürültü ve bir ses İşittim. (Kendi kendime):
— «Gâlibâ Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
SellemYe cinler musallat oldu.» diyerek arkasından .gitmeyi düşündüm. Sonradan
onun (bana):
«Ben gelinceye kadar
buradan ayrılma.» dediğini hatırlayarak kendisini bekledim. Geldiğinde
işittiğim şeyleri ona anlattım. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem)-. Şöyle buyurdu:
— «O, Cibril İdi! Bana geldi de: (Ümmetinden her
kim Allah'a şirk koşmayarak ölürse cennete girecektir.) dedi.» Bent
— «Zina etse de, hırsızlık yapsa da mı?» dedim.
— (Evet) zina etse de, hırsızlık yapsa da
buyurdular.
33- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Abdülaziz'den —ki
îbni Rufey'dir.—, o da Zeyd b. Vehb'den, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti.
Ebû Zerr şöyle demiş: Gecelerden birinde dışarı çıktım, bir de baktım
ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yalnız başına yürüyor, yanında kimse
yok. Zannettim ki: Beraberinde bir kimsenin yürümesini istemiyor; ben de ay'in
gölgesinde yürümeye başladım. Derken bakınarak beni gördü ve:
— «Kim o!» dedi. Ben:
— «Ebû Zerr'îm! Allah,
beni sana feda kılsın.» dedim. ResûlÜllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellemh
— «Yâ Ebâ Zerr! Gel...» *dedi. Bunun üzerine ben de bir müddet onunla
beraber yürüdüm. Müteakiben şöyle buyurdu:
«Hiç şüphe yok ki çok
mat sahipleri kıyamet gününde (sevabı) az olanlardır. Ancak Allah kendisine
mal verip de, o malı sağına, soluna, önüne, arkasına saçan ve onu hayıra
sarfeden msütesnâ.»
Onunla bir müddet daha
yürüdüm. Nihayet:
— «Şuraya otur!..» dedi. Ve beni etrafı taşlık
bir yere oturttu. Sonra bana:
— «Burada, ben dönüp gelinceye kadar otur.»
dedi. Sonra Harra'ya doğru gözümden kayboluncaya kadar gitti. Orada epeyi durdu
ve beni bekletti. Sonra sesini işittim. Hem geliyor hem de:
— «Hırsızlık da yapsa, zina da etse...» diye
söyleniyordu. Yanıma gelince sabredemedim:
— «Yâ Nebiyyallah! Allah, beni sana feda
kılsın. Harra tarafında kiminle konuşuyordun? Ben hiç bir kimsenin sana cevap
verdiğini işitmedim.» dedim;
— «O, Cİbrîl idi. Harra tarafında karcıma
çıkarak: (Ümmetine müjdele ki: Her kim Allah'a bir şey'i şerik koşmıyarak
Ölürse cennete girecektir.) dedi. Ben: Yâ Cİbrîl! Hırsızlık yapsa da» zina
etse de m! dedim; Cibril: (Evet.) cevâbını verdi. Hırsızlık etse de, zina yapsa
da mı? dedim.
— Evet! cevâbını verdi. Ben, yine:
— Hırsızlık yapsa da, zina etse de mi? diye
sordum.
— Evet, şarap bile içse! cevâbını verdi,»
buyurdular.
Ebû Zerr hadîsini
Buhâri «İstikraz», «İsti'zân» ve «Rukaak» bahislerinde; Tirmizi «Eymân»
bahsinde, Nesâi «Yevm ve Leyle» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Lâgat veya Lâgt:
Gürültü ve anlaşılmayan sesler mânasına gelir.
tâbiri «Cinler
musallat oldu.» yahut «Cin çarptı.» mânâsına gelir. kelimesinin sonundaki «hâ»:
Sekit hâsıdır.
İbni Tîn'in beyânına
göre bunun fâidesi: îki sakin üzerine durmuş olmamaktır.
Nevevî'nin beyânına
göre: Hadisdeki birinci hayırdan murâd: Mal, ikinci hayırdan murâd: Allah'a
tâattır.
tâbirinin mânâsı: Bir
şey'i verirken ellerini vurmak, bir şey'i atmaktır.
Harra: Medine' nin
dışında kara taşlarla kaplı bir yerdir.
1- Âlim veya
büyük bir zât, kıymetli bir arkadaşına künyesi ile hitâb edebilir.
2- Ebû Zerr
hadisi, ehl-i hakkın
mezhebine delildir. Ehl-i hakka göre büyük günah işleyenler cehennemde
ebedi kalmazlar. Hadîs-i şerif delâlet fırkalarından Hâriciler ile Mu'tezî1e
aleyhine delildir. Onlar büyük günah işleyenlerin ebe-diyyen cehennemde
kalacaklarına inanırlar.
Ebû Zerr hadîsinde
hassaten zina ile hırsızlığın zikredilmesi, bunlar büyük günahların en
çirkinlerinden olduğu içindir.
3- Yine
Ebû Zerr hadîsi içkinin son derece ağır cezayı
müstelzim büyük bir günah olduğuna delîîdir.
4- Bu
hadisler mutlak surette sadakaya ve hayır işlemeğe teşvik etmektedirler.
34- (992)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize îs~ mail b. îbrâhîm,
Cüreyri'den, o da Ebû'l-Alâ'dan, o da Ahnef b. Kays' dan naklen rivayet etti.
Ahnef şöyle demiş: Medine'ye geldim bir defa ben, içlerinde Kureyş'in ileri
gelenlerinden bir cemâat da bulunan bir halkada otururken son derece haşîn
elbiseli, haşîn vücutlu ve haşin yüzlü bir adam çıka geldi. Cemâatin başlarına
dikilerek:
«Mal biriktirenlere
cehennem ateşinde kızdırılan taşlarla müjde!.. Bu taşlar onların her birinin
memeleri ucuna konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiği üzerine
konacak, memeleri ucundan çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar.» dedi.
Bunun üzerine cemâat başlarını indirdiler, onlardan hiç birinin bu adama cevap
verdiğini görmedim. Müteakiben adam dönüp gitti. Ben de peşinden takip ettim.
Nihayet bir direğin yanına oturdu, (kendisine))
— «Zannetmem ki bu zevat, senin kendilerine
söylediklerinden hoşlanmamış olmasınlar.» dedim; O zat şu cevabı verdi:
— «Hakikaten bunların hiç bir şey'e aklı
ermiyor. Dostum Ebû'l-Kaasim (Salhdlahü Aleyhi ve Sellem) beni çağırdı, ben de
kendisine icabet ettim. (Bana):
— Uhud'u görüyor musun? dedi.
Akşama ne kalmış, diye
baktım. Bir haceti için beni gönderecek zannediyordum.
— (Evet) görüyorum... dedim. Bunun üzerine:
— Bunun kadar altınım olmasını bunlardan üç
dînâr müstesna olmak üzere hepsini infâk etmiş olmamı arzu etmem buyurdu. Sonra
bunlar dünyâyı topluyorlar, hiç bir şey'e akılları ermiyor!» dedi. »Ben;
— «Seninle kardeşlerin Kureyş arasında ne var
ki onların yanına uğramıyor ve onlardan bir şey almıyorsun?» dedim. O zât:
— «Rabbine Yemin ederim ki, taa Allah ve
Resulüne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne dünyalık isterim, ne de kendilerine
din nâmına bir şey sorarım!» dedi.
35- (...)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebü'l-Eşheb rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hûleyd-i Aşari, Ahnef b. Kays' dan naklen rivayet etti. Ahnef
şöyle demiş:
Kureyş'den bir cemâat
içinde bulunuyordum. Derken oradan Ebû Zerr geçti; şunları söylüyordu:
«Mal biriktirenlere
sırtlarının dağlanmasını müjdeliyorum! Bu dağlama (nın eseri) yanlarından
çıkacak. Bir de kafaları tarafından dağlanacaklarını müjdeliyorum. Bu(nun
eseri) de yüzlerinden çıkacak.»
Sonra Ebü Zerr bir
kenara çekilip oturdu. Ben (yanındakilere)
— «Bu zât kim? diye sordum.
— -Ben onlara ancak Peygamberleri (Sallallahü
Aleyhi ve Selle-mf den işittiğim bir şey1! söyledim.» dedi. Ben:
— «Ebû Zerr'dir.» dediler. Hemen kalkarak
kanına gittim ve;
— «Az evvel söylediğini işittiğim şey nedir?»
dedim. Ebû Zem
— «Şu İhsan mes'elesi hakkında ne dersin?» diye
sordum;
— «Sen, onu al. Çünkü bu gün onda bir nafaka
var. (Yapılan) ihsan dînin karşılığında verilirse onu bırak.» dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir.
Ekseri rivayetlerde
burada olduğu gibi gelen zât hakkında «haşin* tâbiri kullanılmış ve «elbisesi
son derece haşin, vücûdu son derece haşîn, yüzü son derece haşin.» denilmişse
de, Kaabisi'nin rivayetinde «Haşîn- yerine «Hasen» tâbiri kullanılarak: «Saçı
güzel, elbisesi güzel, kılık kıyafeti güzel.» denilmiştir.
Ayni birinci rivayeti
daha doğru bulmakta ve: «Çünkü Ebû Zerr'in
kıyafetine ve tutumuna lâyık olan budur.» demektedir.
Hadisin ikinci
rivayetinden anlaşılıyor ki: Birinci rivayette «Haşîn kılıklı» diye tavsif
olunan zât Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî (Radiyallahü anh) imiş.
Ebû Zerr (Radiyallahü
anh)'m asabı müjde ile ifâde etmesi tehekküm kabilindendir. Nitekim Teâlâ
Hazretlerinin
«Onları azâbla
müjdele» âyet-i kerîmes ide böyledir.
Nevevi diyor ki:
«Zahirine bakılırsa Hz. Ebû Zerr kendi mezhebine ihticâcda bulunmak istemiştir.
Onun mezhebine göre: İnsanın ihtiyâcından fazla her şey'i «kenz»'dir.
Hz. Ebû Zerr1 in mâruf
olan mezhebi budur. Ama ondan, başka kavil de rivayet olunmuştur. Sahih olan
cumhur kavline göre ise «Kenz»: Zekâtı verilmeyen mal'dır. Zekâtı verilen mal
az olsun, çok olsun kenz değildir.»
Kaadı İyâz: «Sahih olan
şudur ki: Hz. Ebü Zerr'in inkârı Beytü'1-MâT den kendileri için mal alıp da,
onu yerli yerince infâk etmeyen sultanlar hakkındadır.» demiş fakat Nevevi
buna İtirazla: « Iyaz'in bu söyledikleri bâtıldır. Çünkü Ebû Zerr zamanında
Sultanlar bu sıfatta değildiler. Onlar Beytü'l-Mâl'e hiyânet etmemişlerdir.
Onun zamanındaki sultanlar Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radiyallahü anh) idi.
Kendisi Hz . Osman zamanında 32 târihinde vefat etti.» mütâlâasında
bulunmuştur.
Haleme: Meme ucu
demektir.
Esmaiyy'e göre: «meme»
kelimesi hem erkek hem kadın hakkında kullanılır.
Askeri (283 - 370) ise
fasih lûgatta «meme» kelimesinin erkek hakkında kullanılamıyacağını, erkek
memesine tendüve kullanıldığını söylemiştir.
Bâzıları bu hadîsin
Ebû Zerr'e mevkuf olduğunu iddia etmişlerse de, Ebû Zerr (Raâiyallahü atik)'m:
«Ben, onlara ancak Peygamberleri (Salhllahii Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim
bir şey'i söyledim.» demesi bu kavli reddeder.
Yine Hz. Ebû Zerr,
müphem bıraktığı: «Onların hiç bir şey'e aklı ermiyor.» cümlelerini rivayetin
sonunda: «Onlar ancak dünyâyı topluyorlar.» diyerek tefsir etmşitir. Zira dünyâ
malını toplamakla meşgul olanlar, kendilerini mal yığmaktan meneden kimsenin
sözünü anlamazlar. Hz. Ebû Zerr, Peygamber (Sallat-îahü Aleyhi ve Sellem) için
«Dostum» tâbirini kullanmaktadır.
Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Sellemfin-. «Yalnız üç dînâr müstesna...» diyerek infâkına razı
olduğu üç dînâr Kurtubî'nin beyânına göre biri ailesi, diğeri köle azadı,
üçüncüsü de borç içindir.
1- Hadis-i
şerif, Ebû Zerr (Raâiyallahü anhj'ın Zühd-u takvasına
delildir.
2- Hz. Ebû
Zerr kenz'e lügat mânâsını vermiştir. Lûgatta
zekâtı verilsin verilmesin biriktirilen veya gömülen mal'a kenz denilir. Hz.
Ebû Zerr'in: «Onlar ancak dünyâyı topluyorlar.» Sözü kendi mezhebine göre
kenz'in «mal toplamak» mânâsına geldiğine delildir.
3- Bu
hadiste zekât vermeyenlere şiddetli vaid ve tehdid vardır.
4- Hadîs-i
şerif, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in, ashabına künye verdiğine delildir.
Zerr: Zerre'nin cem'idir. Zerre: Küçük karınca, demektir.
Rivayete nazaran Ebû
Zerr (Raâiyallahü anh), Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve SeIJew)'in yanma gelip,
kavminin yanma dönmüş; bir müddet sonra tekrar geldiğinde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem). isminde şekkederek: «Sen, Eb Nemle miydin?»
diye sormuş, Ebû Zerr (Raâiyallahü anh): «hayır, yâ Resûlüllah! Ben: Zerr'im.»
cevâbını vermiş.
Ebû Zerr ile Ebû Nemle
ikisi de «karınca babası» mânâsına gelirler. Hz. Ebû Zerr' in ismi: Cündeb b. Cünâde'dir.
5- Hadis-i
şerifde zekâtın vakti geldiği ânda verilmesine işaret vardır.
6- Yine bu
hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin bâzı faziletli ashabını bir
haceti peşinde gönderdiğine de işaret vardır.
7- Zühd-ü
takva niyeti ile dünyâ işlerini terketmek Mâliki1er'den Sühnün'a göre helâl
mal kazanmaktan efdal-dır. Delili bu hadistir.
8- Bazen
akıl sahiplerine «aklısız» demek caizdir.
9- Hadîs-i
şerif erkekler hakkında «meme» tâbirinin kullanıla-mıyacağım iddia edenlerin
aleyhine delildir.
36- (993)
Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z-Zi-nâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellemf den naklen rivayet
etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Allah Tebâreke ve
Teâlâ Hazretleri: Ey Âdem oğlu! İnfâk et ki, ben de sana infâk edeyim; dedi.»
Ve (yine) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve
Sellemjt.
«Allah'ın yemini
sehâvetle doludur. Onu gece gündüz hiç bir şey eksiltmez.» buyurmuşlar.
(İbnJ Nümeyr mel'a
yerine mel'ân dedi.)
37- (...)
Bize Muhammed b. Raf i' rivayet etti. t'Dedi ki): Bize Abdurrazzâk b. Hemmân
rivayet ettL (Dedi ki): Bize Ma'mer b. Râ-şid, Vehb b. Münebbih'in kardeşi
Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivayet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin
Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhime Se/Jemj'den rivayeti şudur... diyerek bir takım
hadîsler nakletmiş, ezcümle Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah (Sallallahii
Aleyhi ve Sellemh
Allah bana: infâk et
ki, ben de sana infâk edeyim; dedi.» buyurdular.
Yine Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellemh
«Allah'ın yemînî
doludur. Onu gece ile gündüzün sehâveti azaltamaz. Gökle yeri yaradalı beri
neler înfâk ettiğini söyleyin. Şüphesiz ki Allah'ın yemînindeki hiç bir şey
eksilmemiştir. Onun arşı suyun üzerindedir, kabzı da diğer yed'indedir. O, kâh
yükseltir kâh alçaltın» buyurdu.
Bu hadîsi Buharı
«Tefsir» ve «Tevhîd» bahislerinde; Nesâî
bir kısmını «Tefsir» bahsinde rivayet etmiştir.
Hadîs-i şerif, kutsî
hadislerdendir. Kitabımızın başında da arzet-tiğimiz vecihle hadîs-i kutsi:
Mânâsı Allah'dan, lâfzı Peygamber (Sal-îallahü Aleyhi ve Sellem)'den sâdır olan
hadîslerdir.
Teâlâ Hazretleri'nin:
«İnfâk et ki, ben de
sana infâk edeyim.» Buyurması, müşâkele tari-kiyledir. Çünkü Allah Teâlâ'nın
infâkı, hazinelerinden hiç bir şey azaltmaz.
«Allah'ın yemini
sehâvetle doludur...» cümlesi Allah'ın bitmez tükenmez ihsan ve ikram
hazînelerinden kinayedir. Hakikatte yemim Sağ el, sağ taraf gibi mânâlara
gelirse de, bunlar Teâlâ Hazretleri hakkında imkânsızdır. Çünkü tahdîd ve
cisimleştirmeyi tezammun ederler. Cenâb-ı Hak ise bir hâdîe hudutlandırmaktan
ve cisim olmaktan münezzehtir.
Hadis-i şerif müteşâbihâttandır.
Onun için îmmam Mâziri: «Bu hadîs te'vîli gereken hadîslerdendir.» demiştir.
Eh1i sünnet imamlarına göre müteşâbihin hükmü hak olduğuna îti-kâd ile hakiki
mânâsını Allah Teâla'ya havale etmektir. Maamafih Müteehhirîn ulemâ, ehl-i
fesadın fitnelerine meydan vermemek için müteşâbihâtı şer-i şerife muvafık
surette te'vîl etmişlerdir.
Mâzirî «Bu hadîs,
te'vîli gereken hadîslerdendir.» sözü ile buna işaret etmiştir.
Resülüllah (Sallallakü
Aleyhi ve Seîlem), Ashâb-ı Kiram1ına anlıyacakları şekilde hitâb etmiş ve
Allah Teâlâ'nın nimetlerinin infâkla bitip tükenmiyeceğini:
«Allah'ın yemini
doludur; onu gece iie gündüzün sehâveti azaltamaz.» cümlesi ile ifâde
buyurmuştur. Bu mânâyı sağ el mânasına gelen «yemin» kelimesi ile ifâde
buyurması: İnsanların bir şey'i tutup kapmakta ve nafaka vermekte dâima sağ
ellerini kullandıkları içindir. Mezkûr cümleden: «Allah Teâlâ'nın kudreti
eşyayı bir seviyede idare eder. Kuvvet ve zaaf ittibârı ile fark göstermez.
Yarattığı şeyler de ayni minval üzere vâkî olur. İnsanlarda hâl böyle değildir.
Onların sağ elleri ile yaptıkları şeyler, sol elleri ile yaptıklarından
farklıdır.» mânâsına da gelebilir.
Mel'â:
Kelimesi İbni Nümeyr'in rivayetinde mel'ân şeklinde rivayet olunmuşsa da, ulemâ
bunun hatâ olduğunu bildirmişlerdir. Doğrusu: «Mel'â» dır.
«Sahhâ» kelimesi:
«Sahhan» şeklinde de rivayet olunmuştur. Hatta meş'hûr olan rivayeti budur.
Yalnız sahîh-i Müslim' in elde mevcut nüshalarında «Sahhâ'» diye
zaptolunmuştur.
Sahh: Dâimi surette
dökmek mânâsına gelir.
cümlesindeki «kabz»
kelimesi şeklinde rivayet olunmuştur. Kaadi İyâz'ın beyânına göre meşhur olan
rivayeti «Kabz»'dır. Mânâsı: Ölüm, demektir. Bu takdirde cümleden murâd: «Ölüm
Allah'ın yed-i kudretindedir. Rızkı azaltıp çoğaltmak dahi ona aittir.
Dilediğine az, dilediğine çok verir.» demek olur.
Feyz'in mânâsı: İhsan
ve bol nzıkdır. Bu takdire göre cümlenin tefsire ihtiyâcı yoktur.
Bekrâvî feyz'in de
«ölüm» mânâsına geldiğini söylemiştir.
Buhâri'nin
rivayetinde:
«Mî;ân. Allah'ın yed-i
kudretindedir. Kimi alcaltır kimi yükseltir.» buyurulmuştur.
Hattâbi: «Burada
mizandan murâd: Bir temsildir. Bu cümle ile Allah'ın kullarına rızıklarım
adaletle taksim ettiği ifâde olunmuştur.» diyor.
Bu cümle ile Allah'ın
adetâ mizanla tartar gibi fızıkları bâzı kullarına boz bâzılarına az takdir
buyurması da ifâde edilmiş olabilir.
Arş: Bütün
cisimlen ihata eden nürâni ve pek büyük bir cisimdir. Mahlükaat içersinde ilk
yaratılanın bu olduğu söylenir. Hakikatini Allah'dan başka bilen yoktur.
38- (994)
Bize Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnu Saîd ikisi birden Hammâd b.
Zeyd'den rivayet ettiler. Ebû'r-Rabî' dedi ki: Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Eyyüb, Ebû Kılâbe'den, o da Ebû Esma [10] 'dan,
o da Sevbân'dan naklen rivayet etti. Sevbân şöyle demiş: Resûlüllah (SuUallahu
Aleyhi ve SeÜem):
«Bir kimsenin infâk
edeceği en faziletli dînâr, çoluğuna çocuğuna infâk ettiği dinar ile Allah
yolunda hayvanına infâk ettiği dînâr bir de yine Ailah yolunda arkadaşlarına
sarfettiği dinardır.» buyurdular.
Ebû Kılâbe:
«Resûlüllah (Salhülahü Aleyhi ve Sellem) (infâk işine) çoluk çocuktan
başlamıştır.» demiş, sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «Küçük çocuklarının
namuslu yetişmesini sağlayan yahut onları Allah'ın menfaatlendirip, kendisi ile
zengin kılacağı nafakayı çolu-ğuna çocuğuna infâk eden bir adamdan daha sevaplı
kim olabilir.?»
39- (995)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve Ebû Küreyb rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Vekî\ Süfyân'dan, o da Müzâhim [11] b.
Züfer'den, o da Mücâhid'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: ttesû-
lüllah (Salhdlahü
Aleyhi ve Sellem):
«Allah yolunda infâk
ettiğin bir dînâr, köle azadı için infâk ettiğin bir dtnâr, bir fakire sadaka
olarak verdiğin bir dînâr, ailene sarfettiğin bir dînâr vardır. Bunların sevabı
İtibârı ile en büyüğü: ailene sarfettiğİndir.» buyurdular.
40- (996)
Bize Saîd b. Muhammed El-Cermî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b.
Abdilmelik b. Ebcer El-Kinâni, babasından, o da Tâlhatü'bnu Musarrif'den, o da
Hayseme [12] 'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş: Abdullah b. Amr ile birlikte oturuyorduk. Anîden ona bir vekîl-i
harcı gelerek içeri girdi, Abdullah ona:
— «Kölelerin yiyeceklerini verdin mi?» diye
sordu. Vekil:
— «Hayır.» cevâbını verdi. Abdullah:
— Öyle ise git de onlara
yiyeceklerini ver; (zîrâ)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Bir kimseye günah
nâmına sahibi bulunduğu kimselerin yiyeceğini vermemesi yeter.» buyurdular-,
dedi.
Birinci hadîs-i
şerîfde zikri geçen Allah yolundan murâd: Cihad'dır.
lyftlt Bir kimsenin
nafakaları kendine Ait olan çoluk, çocuğu annesi, babası, karısı ve
hizmetçisidir.
Kahraman: Bir kimsenin
işlerine bakan vekil-i harcı, demektir. Kelime fârisiden alınmadır.
Nevevî diyor ki: «Bu
bâbdan murâd: Çoluk çocuğun ve diğer aile efradının nafakalarını vermeye
teşvik ile bu husustaki sevabın büyüklüğünü beyândır. Çünkü aile efradından
bazılarının nafakasını vermek karabet dolayısiyle vâsip, bâzılarının nafakası
da men-dûbdur. Böylelerine nafaka vermek sadaka ve sile olur. Bâzılarının nafakası
da nikâh yahut milk-i [13]
yemin sebebiyle vâcib olur. Bunların hepsi faziletli ve şeriat tarafından
teşvik edilen şeylerdir.
Aile efradına nafaka
vermek nafile sadakadan efdaldır. Onun için İbni Ebî Şeybe' nin rivayetinde
Resûlüllah (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)'
«Sevap İtti bârı ile
bunların en büyüğü ailene sarfettiğindir.» buyurmuştur. Hâlbuki bâımızın
birinci hadisinde Allah yolunda ve köle azadı hakkında sarfedüen dinarın
faziletini beyân buyurmuştu. Arzet-tiğimiz sebepten dolayı aile efradına
verilen nafakayı bunların hepsine tercih buyurmuş, son hadisde:
«Bir kimseye, mâlik
olduğu kölelerinin nafakasını vermemek günah nâmına yeter.» diyerek bu ciheti
bir daha te'kid eylemiştir.»
Kaadı îyâz'm beyânına
göre bu nafaka vâcib olduğu için başkalarından efdaldır. Çünkü vacibin sevabı,
nafilenin sevabından çok olur.
Müslim sarihlerinden
E1-Übbi burada şunları söylemiştir: «Hadîs-i şerif nafakadan muradın zaruriyyât
olduğunu gösteriyor. Zira verilmesi farz olan nafaka zarurî ihtiyâçlara
aittir. Aile efradının ihtiyâçları yokken onlara nafaka vermek, farz değil;
men-dûbdur. Anlaşılan şudur ki: Sadaka vermek ihtiyâcı olmayan âüe efrâdına
nafaka vermekten efdaldır. Meselâ bir adamın elinde iki dinar parası olup
bunlardan biri aile efradının zarurî ihtiyâçlarma kâfi gelse, diğerini sadaka
olarak başkalarına vermesi efdal olur. Nafaka hususunda çoluk çocuğun küçük
olmaları şart değildir.
Ebû Kılâbe' nin: Küçük
çocuklar, tâbirini kullanması, bir kayd-ı ihtirâzi değil, ekseriyetle vâki
olanı beyândır. Çünkü ekseriya nafakaya muhtaç olanlar küçük çocuklardır.
Eyyûb-u Sahtiyanı' nin
arkadaşlarından biri şunları söylemiş: Eyyûb'Ia birlikte filân dağın üzerinde
idik; Susamıştım. Ona susuzluğumdan şikâyet ettim:
— Beni giydirirsen seni sularım, dedi.
— Giydiririm, dedim;
— Yemin etmedikçe inanmam, dedi. Ben de yemîn ettim.
Bunun üzerine Eyyûb ayağı ile bir kayanın üzerine vurdu. Ve:
— Ey kaya! Allah'ın izni ile bizi sula, dedi.
Arkacığından kayadan bir kaynak fışkırdı. Ben, Eyyüb'un pek büyük ibâdet
yaptığını bilmiyordum. Yalnız çoluğunım
çocuğunun nafakasını güzelce verirdi.»
41- (997)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den,
naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Beni Uzra kabilesinden bir adam bir
kölesini müdebber olarak azâd etti. Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve Sellem)
bunu haber alarak:
— «Senin bundan başka malın var mı?» diye
sordu-, o zât:
— «Hayır.» cevâbım verdi. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve Sellem)'
— «Bu köleyi benden satın alacak var mı?» dedi.
Köleyi Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve Seîîemj'den Nuaym b. Abdİllâh El -
Adevî 800 dirheme satın aldı. Ve parayı Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve
Selle-m)** getirerek teslim etti. Sonra Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve
Sellem)-
— Evvelâ kendinden başla ve kendine sadaka ver.
Şayet bir şey artarsa onu ailene, ailenden de bir şey artarsa akrabana ver.
Akrabandan da bir şey artarsa şöyle ve şöyle yap...» buyurdu. Ve «önünde,
sağında, solundaki muhtaçlara ver.» diye işaret etti.
(...) Bana
Ya'kûb b. îbrâhîm Ed -Devrakî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail yâni İbni
Uleyye, Eyyûb'dan, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti,
Ensâr'dan Ebû Mezkûr ismini taşıyan bir zât Ya'kûb denilen bir kölesini müdebber
olarak azâd etmiş...
Râvi hadîsi Leys
hadisi mânâsında rivayet etmiştir.
Bu hadisi Buhâri
«Bey», «İstikraz» ve «Ahkâm» bahısle-Vinde; Ebû Dâvûd, Tirmizi ile Nesâî ve
îbni Mâce «İtik» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahric etmişlerdir.
Ebû Dâvûd' un rivayetinde
kölenin 700 veya 900 dirheme satıldığı zikredilmekte, bir rivayette Resûlüllah
(Sallallahû Aleyhi ve Sellem)'üı, Hz. Ebû Mezkûr'a:
«Sen, bu kölenin
kıymetini almaya daha lâyıksın, Allah Teâlâ ondan müstağnidir.» buyurduğu
bildirilmektedir.
Nesâî bu hadisi bir çok yollardan rivayet
etmiştir.
Müdebber: Sahibi
öldükten sonra hürriyetine kavuşmak şartıyla azâd edilen köledir. Bunun azâd
şekli: Sahibinin «Ben öldükten sonra hürsün.» demesidir.
Tirmizinin rivayetinde
kölesini müdebber olarak azâd eden Ebû Mezkûr' un öldüğü ve bu köleden başka
hiç bir mal bırakmadığı zikrediliyorsa da, öldüğünü rivayet eden Süf-yân b.
Uyeyne' nin bu hususta hatâ ettiği söylenir. Nitekim babımız rivayetlerinden
ölmediği anlaşıldığı gibi, diğer sahih rivayetlerden anlaşılan da budur.
îmam Şafiî
(Rahimehullah) hadisi rivayet ettikten sonra Süfyân b. Uyeyne' nin bu rivayette
hatâ ederek, köle sahibinin öldüğünü söylediğini beyân etmiştir.
Beyhaki dahî ayni
hadisin Şerîk tarikiyle Hz. Câbir'den rivayet edildiği, hadîsde:
«Bir adam vefat ederek
müdebber bir köle İle bir miktar borç bıraktı.»
denildiğini
söyledikten sonra: «Ulemâ Şerîk'in bu hususta hatâya düştüğüne ittifak
etmişlerdir.» demiştir.
Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem)'in müdebber olarak azâd edilen bir köleyi satması, sahibinin
başka malı olmadığı içindir. Hâlbuki Hz. Ebû. Mezkûr borçlu idi. Son olarak
elinde kalan kölesini de azâd ettiğini ve bu suretle kendini borçlu ölmek
tehlikesine mâruz bıraktığını görünce onun bu fiilini nakzetmeyi maslahata daha
muvafık bulmuş ve kölenin kıymetini kendisine göndermiştir.
Köleyi satın alan
zâtın ismi babımız hadîsinde beyân edildiği ve-cihle Nuaym b. Abdillâh El-Ade
vi1 dir. Bu zâtın ismi Buhâri’nin bir rivayetinde Nuaym b. Nahhâm diye
zikredilmişti, Tirmiziile îmamAhmed b. Hanbel’in rivayetlerinde dahi: «Köleyi
Nuaym b. Nahhâm satın aldı.» denilmişse de, doğru değildir. Nah-ham onun ismi değil,
sıfatıdır. Nahhâm : Çok öksüren, mânâsına gelir. Bu sıfatı Hz. Nuaym’a bizzat
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) vermiş ve:
«Cennete girdim, orada
Nuaym'ın öksürdüğünü İşittim.» buyurmuştu. Hz. Nuaym eskiden Müslüman olmuş ve
fetihden önce Mekke'de yaşamıştı. Kavm-i kabilesine infâk yardımında bulunduğu
için şerefi pek büyük idi. Kabilesi bundan dolayı Medineye hicretine mâni
oluyorlardı. Kendisine: «Yanımızda dur da .hangi dinde olursan ol.» demişlerdi.
Medine-iMünevvere'ye hicret edince Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz.
Nuaym'ı kucaklıyarak öpmüştü. Yermük harbinde şehid edildiği söylenir.
1- Nafaka
hadls-i şerîfde beyân edilen tertip üzere verilir.
2- Bir çok
hak ve faziletler bir araya gelirse, iş'e en mühim olanlarından başlanır.
3- Sevabına
verilen sadakada maslahata göre bir değil, muhtelif hayır yollarına riâyet
gerekir.
4- Tirmizi,
Hz. Cabir hadîsini rivayet ettikten sonra: «Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve
Sel/ew)'ûı ashabı ile daha başka bir takım ulemâ bu hadisle amel etmişlerdir.
Onlar müdebberin satılmasında beis görmezler. Şafii ile İmam Ahmed ve îshak'm kavilleri budur
Peygamber (Sallallakü
Aleyhi ve Sellemjm ashabından bâzıları müdebberin satılmasını kerih görmüşlerdir.
Süfyân-ı Sevri ile îmam Mâ1ik'in ve Evzâi'nin mezhepleri de budur.» demişdir.
«Et-Telvih» nâm eserde
şöyle deniliyor : «Ulemâ, müdebber bir kölenin satılıp satılamıyacağında ihtilâf
etmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Küfe ulemâsından bir cemaata göre
sahibi müdebber kölesini satamaz. İmam Şafiî, İmam Ahmed, Eb Sevr, İshâk ve
Zahirî'ler bunu tecviz etmişlerdir. Hz. Aişe ile Tabiîn' den Mücâhid, Hasan-ı
Basrî ve Tâvûs'un kavilleri de budur.
İbni Ömer ve Zeyd b.
Sabit (Radiyallahü anh) ile Muhammet! b. Şîrîn, S Îdü'bnu'1-Mü-seyyeb,
Zührî.Şa'bî, îbrâhîm Nehâi, îbni Eb! Leylâ ve Leys b. Sa'd müdebberin
satılmasını kerih görmüşlerdir. Evzâi'den bir rivayete göre müdebber ancak onu
azad etmek niyetiyle alan kimseye satılabilir.
İmam Ahmed, sahibi
borçlu olmak şartıyla müdebberin satılmasına cevaz vermiştir.
İmam Mâlik' den bir
rivayete göre: sahibi öldüğü anda müdebberi satmak caizdir. Fakat sağlığında
satılamaz.
Yine İmam Mâlik,
müdebberin satılabileceği yahut hibe edileceği hususunda Medîne'lilerden icmâ'
nakletmiştir.»
Hanefilye ulemâsına göre: Müdebber iki nev'îdir.
Birincisi: Mutlak
müdebberdir. Mutlak müdebber: kölesine «Ben öldüğüm vakit sen hürsün.» yahut
«Ben Öldüğüm gün sen hürsün.» veya «Benim ardımdan sen hürsün.», «Seni müdebber
yaptım.» gibi sözler söyliyerek yapılan azâddır. Bu nev'in hükmü, o kölenin
satılamaması ve hibe edilememesidir. Fakat onu hizmetinde kullanmak; ücretle
çalıştırmak caizdir. Sahibinin müdebbere olan cariyesi ile ci-mâ'ı caiz olduğu
gibi, onu başkasına nikâh etmek de sahîhdir. Sahibi ölen müdebber köle,
sahibinin üçte bir malından azâd olur. Kıymetinin üçte ikisini çalışarak öder.
Fakat kölenin çalışması, sahibi fakir olup da, başka malı bulunmadığına
göredir. Şâhibi borçlu olarak ölür de, hiç mal bırakmazsa köle bütün kıymetini
ödeyinceye kadar çalışır.
İkincisi: Mukayyed
müdebberdir. Bu nev'î «Ben, bu hastalığımdan ölürsem.» yahut «Şu seferimden
dönersem sen hürsün.» veya «On se-neyekadar ölürsem sen hürsün.» gibi sözlerle
yapılır. Hükmü: Şart bulunursa, kölenin azâd olması, şart bulunmazsa
satılabilmesidir.
Hanefiiler mutlak müdebberin
satılamıyacağına Dârakutnî nin rivayet ettiği İbni Ömer hadîsi ile istidlal
etmişlerdir. Mezkûr hadîsde Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)--
«Müdebber satılamaz;
hîbe de edilemez. O, malın üçte biriniden hür olur.» buyurmuştur.
Gerçi Dârakutnî hadisi
rivayet ettikten sonra: «Bu hadîsi müsned olarak Ubeydetü'bnü Hassan* dan
başkası rivayet etmemiştir. Ubeyde ise zayıftır. Hadîs İbni Ömer'in kendi
kavlidir.» demiş; ve yine Dârakutnî, Alî b. Zibyân tariki ile Hz. îbni Ömer'
den merfû bir rivayet tahric ettikten sonra Ali b. Zibyân' m zayıf olduğunu
söylemişse de Aynî bu hadîsle Kerhi, Tahâvî ve Râzî gibi hadîsin direği sayılan
bir çok ulemânın ihticâc ettiklerini söyleyerek Dârakutnî' nin sözünü reddetmiştir.
Ebû'l- Velîd-i Bâcî'
nin beyânına göre Hz. Ömer (Radiyallahü anh) müdebber cariyenin satılmasını
sahabeden kalabalık bir cemâat huzurunda reddetmiştir. Bu suretle müdebberin
satılamıyacağına icmâ' hâsıl olmuştur.
Babımız hadisine ulemâ
bir kaç vecîhle cevap vermişlerdir. Şöyle ki:
a) îbni Battal'a göre: Bu hadisde müdebberin satılabileceğine
delil yoktur. Çünkü sahibinin borçlu olduğu nefs-i hadîs-den anlaşılmaktadır.
Şu hâlde köle borçtan dolayı satılmış demektir.
b) Bu
mes'ele te'vîle ihtimâli olan muayyen bir kaziyyedir. Nitekim Mâlikller* den bâzıları mezkûr kölenin satılmasını,
sâhibinin ondan başka malı bulunmadığına, bu sebeple ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in onun tasarrufunu reddettiğine hamlederek te'vîlde
bulunmuşlardır.
c) İhtimâl
ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kölenin yalnız menfaatini satmış
yâni onu icara vermiştir. Yemen'
îilerin lügatine göre: îcâreye «bey» denir. Zira icâre menfaati satmaktır.
îbni Hazm'in
naklettiği bir rivayet de bu ihtimâli te'yîd eder. Ebû Ca'fer Muhammed b. Alî'nin
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den mürsel olarak naklettiği bu rivayette
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), müdebberin hizmetini sattı.»
deniliyor.
îbni Sirîn ile Saîd b.
El-Müseyyeb'e göre müdebberin hizmetini satmakta beis yoktur. Hattâ Hz. Câbir'in
bir hadîsinde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müdebberin hizmetini
sattı.» denilmiştir.
d) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sattığı kölenin sahibi Sefih idi. Sefih-,
Akılsız, demektir. Onun için de kölenin satışını bizzat Fahr-i Kâinat
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz der'uhde etmiştir. Müdebberin
satılabileceğine kaail olanlarca, onu Müslümanların reisinin satmasına ihtiyâç
yoktur.
e) Caiz ki,
Resûl-i Ekrem (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) mezkûr köleyi borçlu hürlerin
satıldığı bir zamanda satmışdır. Çünkü rivayete nazaran Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hür bir adamı borcu mukaabilinde satmış, sonra bu
hüküm neshedilmiştir.
42- (998)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Ishâk b. Abdülâh b. Ebi
Tâlha'dan duyduğum şu hadisi okudum: İshâk, Enes b. Mâlik'i şunları söylerken
İşitmiş: Ebû Tâlha Medine'de malı en çok olan bir Ensâri idi. Kendince
mallannın en sevgilisi Beyrahâ bahçesi idi. Bu yer mescidin karsısında
bulunuyordu. Resülüllah (Sal-lallahü Aleyhi ve Selîem) oraya girer ve içindeki
iyi sudan içerdi.
Enes demiş ki: Şu âyet
(yâni):
(Siz sevdiğiniz
mallardan İnfâk etmedikçe asla cennete nail olamazsa nız [14];
kavl-i kerîmi nazil olunca Ebû Tâlha Resülüllah (StâlaUahü Aleyhi ve Sellemye
gelerek: :
— «Allah, kitabında (Siz sevdiğiniz mallardan
infâk etmedikçe cennete nail olamazsınız.) buyuruyor. Şüphesiz ki benim en
sevgili malım Bey-rahâ'dır. Bu mal'ım Allah için sadakadır. Ben, Allah indinde
onun sevabını ve zühr-u âhiret olmasını dilerim. Şimdi onu istediğin yere
sarfeyle yâ Resülüllah!» dedi. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Afferin, İşte kazançlı mal budur; işte
kazanlı mal budur. Onun hakkında söylediklerini işittim, ben, onu akrabağna
vakfetmeni muvafık görüyorum.» buyurdular.
Bunun üzerine Ebû
Tâlha o bahçeyi yakınları ve amıcası oğulları arasında taksim etti.
43- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Hammâd b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bİze Sabit, Enes'den
rivayet etti. Enes şöyle demiş: Şu (yâni) <Siz sevdiğiniz mallardan infâk
etmedikçe asla cennete nail olamazsınız.) âyet-i kerimesi nazil olunca Ebû
Tâlha gâlibâ Rabbimiz bizden mallarımızın bir kısmını İstiyor. Öyle ise yâ
Resûlallah- Sen şâhid ol ben Berihâ denilen yerimi Allah'a verdim; dedi. Bunun
üzerine Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sen, onu akrabana
ver.» buyurdular.
Ebû Tâlha da onu
Hassan b. Sabit ile Übeyyu'bnu Kâ'b'a verdi.
Bu hadîsi Buharî
«Zekât», «Vasâyâ», «Eşribe» ve «Tefsir» bahislerinde; Nesâi «Tefsir» bahsinde
muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.
«Beyrahâ» kelimesi
muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. İbni Esir onları «En - Nihâye» adlı
eserinde toplamış ve: «Bu kelime Beyrahâ, birâhâ, biruhâ şekillerinde med ve
kasırla (yâni sonunu uzun ve kısa okuyarak) rivayet olunmuştur.» demiştir.
Hammâd b. Seleme' nin
rivayetinde: Berihâ, Ebû Davud'un «sünen»'inde: Bârîhâ diye zaptolun-muştur.
Bacî : «Bunların
içinde en fasihi Beyrahâ' dır.» demiş, İmam Sağanı dahî kat'iyyetle buna kaail
olmuş ve «Kelime Berah'dan alınıp, (fey'alâ) veznine nakledilmiştir. Onu
Medîne'nin kuyularından bir su kuyusu zannederek: (Biruhâ) okuyan hadisde
tasnif yapmıştır.» demiştir.
Kaadı lyâz dahî mezkûr
kelimenin «Beyrahâ» ve «Bî-ruhâ» şekillerinde rivayet olunduğunu söylüyor
Bu bâbda daha başka
sözler de vardır.
Hattâ «bir» ile «hâ»
yi ayırarak: Hâ: «Bir kadının ismidir.» diyenler bulunduğu gibi Hâ'nın bir yer
ismi olduğunu ileri sürenler bile olmuştur.
Hz. Ebû Tâlhâ' nin
Beyrahâ nâmındaki bahçesi hadîs-i şerîfde «Mescidin karşısında idi.» diye tarif
olunmuştur. îmamNevevî: «Bu yer (Kasr-ı Benî Cedîle) nâmı ile mâruftur.
Mescidin kıblesine düşer.» demiş «Et - Telvîh» nâm eserde ise mezkûr yerin
mescide yakm olup, (Kasr-ı Benî Hadîle) ismini taşıdığı kaydedilmiştir. Ayni
doğrusunun (Kasr-ı Benî Cedi le olduğunu söylüyor.
Âyet-i kerimedeki
•(birr)'den murâd: İbni Abbâs (Radiyallahü anh)'da,n bir rivayete göre
Cennetteki sevaptır. Bu kelime bütün hayır ve tâat nev'ilerine şâmildir.
Dahhâk bundan muradın:
«Cennet» olduğunu söylemiştir. Ayet-i kerimenin mânâsı: «Siz devdiğiniz
malların zekâtını gönül rızâsı İle vermedikçe asla cennete giremezsiniz.»
demektir.
îbni Abbâs
(Hadiyalîahu anh)'d&n diğer bir rivayete göre bu âyet zekât âyeti ile
neshedilmiştir.
Rivayete nazaran
Abdullah b. Ömer (Radiyallahü anh) güzel bir câriye satın almış. Cariyeyi çok
seviyormuş. Fakat bir kaç gün sonra onu azâd ederek, biri ile evlendirmiş.
Câriye kocasından bir çocuk doğurmuş. Hz. îbni Ömer bu çocuğu alır, ona
sarmaşarak:
«Ben, sende annenin
kokusunu duyuyorum!» dermiş. Kendisine::
—«Onun annesi pek âlâ
Allah sana helâlinden nasip etmişti, hem de onu seviyordun: N'için bıraktın?»
diyen olmuş; îbni Ömer:
— «Sen, Allah Teâlâ'mn:
(Siz, sevdiğiniz
mallardan infâk etmedikçe asla cennete giremezsiniz.) buyurduğunu duymadın mı?»
cevâbını vermiş.
Halife Ömerü'bnü Abdi
1' aziz dahî çuvallarla şeker alır tesadduk edermiş. Kendisine:
— «Sen, bunun yerine parasını tasadduk etsen
olmaz mı?» denildikte:
— «Ben şekeri çok severim. Binâenaleyh sevdiğim
şey'i infâk etmek istedim.» mukaabelesinde bulunmuştur.
«Zuhr-u âhiret»'den
murâd: Âhiret için biriktirilen sevaplardır.
Bah: Medih, rızâ ve
takdir bildiren bir kelimedir. Mubağlağa için bazen «Bah bah» şeklinde mükerrer
kullanılır. Şedde ve tenvînle (bah-hin bahhin) şeklinde kullanıldığı da vardır.
Bâzıları onun (Bah,
bahi, bahh ve bahhi) şekillerinde okunacağını söylemişlerdir.
Maamâfih mânâca
aralarında pek fark yoktur.
Râbih:
Sahibine âhirette kazanç getiren mal, demektir. îbni Karakol' un beyânına göre
mezkûr kelime râyıh şeklinde de rivayet olunmuştur. Râyıh hakikatte öğleden
sonra dönüp gelen, mânâsına ise de, dinleyenlerce malûm olduğu için burada
«giden» mânâsına kullanılmıştır. Yâni «işte bu mal sevabının âhirete gittiği
maldır.» manasınadır.
Bazılarınca cümlenin
mânâsı: «Mal dediğin gelip geçici bir şeydir. Hayır hususunda elden gitmesi
evlâdır.» demektir.
1- Salih bir
zâta mal sevgisi izafe edilebilir. Böyle bir zât da kendisine mal sevgisi izafe
edebilir.-Bundan ona.hiç bir nakısa gelmez.
2- Bağ,
bahçe edinmek caizdir. İbni Abdilberr: «Bu hadîsde İbni
Mes'ûd (Radiyallakü
anh)'d&,n rivayet edilen (çiftlik edinmeyin, dünyâya dalarsınız.) Sözüne
red cevâbı vardır.» demiştir.
3- Ulemânın
bahçelere girebilmesi mübahdır.
4-
Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Selîem) ashabının bahçelerine girmiş ve o
bahçelerin suyundan içmiştir.
5- Helâl
olmak şartıyla akar edinmek meşrudur. Fakat alınan akarın insanı küçük düşüren
bir ciheti olmamalıdır. İbni Ömer
(Raâiyallahü anh) haraç yerinin kazancım kerih görmüş, böyle bir yerin satın
alınmasını tecviz etmemiştir. Hattâ «Boynuna mezelled halkası takma.» dediği
rivayet olunur.
6- Dostun
haberi yokken kuyusundan su
içmek, ağacından meyve koparmak
ve yiyeceğinden yemek mubahtır. Fakat İbni Abdi1berr'in de beyân ettiği vecîhle
dostunun bundan memnun kalacağını peşinen bilmek şarttır.
7- Hadis-i
şerif «Allah Teâlâ buyurdu.» demek caiz olduğu gibi «Allah Teâlâ buyuruyor.»
dahî denilebileceğine delildir. Sahih olan mezheb de budur.
Mutarrif b. Abdil1âh
(Radiyallahü uvhVm mezhebine göre «Allah Teâlâ buyuruyor.» denilemez. Mutlaka
mâzî sîgasi ile Allah şöyle buyurdu.» d en ilmeldi-
8- Hz. Ebû Tâlha'nm âyeti işitir işitmez hiç bir tefsir
beklemeden zahiri ile amel etmesi, delillerin zahirleri ve umûm mânâları ile
istidlal edilebileceğini gösterir.
9- Hayır ve
tâatın nasıl yapılacağı hususunda ulemâ ile meşverette bulunmak müstehabdır.
10- Ne suretle
olduğu bildirilmese bile vakıf yapmak sahihtir.
11- Vekâlet
ancak kabulle tamam olur.
12- Hz. Ebû
Tâlha, Allah yolunda vakfettiği bahçesini amıcası oğullan ile şâir akrabası
arasında bizzat taksim etmiştir.
Ka'nebi'den nakledilen
bir rivayete göre bahçeyi taksim eden Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve
SellemYdir. Hattâ İbni Abdilber : «Ulemâya göre mahgûz olan budur.» demişse de,
Ayn1'ye göre taksimi yapan Hz. Ebû Tâlha' dır. Emir Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve SellemYden geldiği için taksimin ona izafe edilmiş olması da
muhtemeldir.
13- Ebû
Tâlha (Radiyallahü anh)'m: «Onu dilediğin yere sarfet yâ Resûlallah!» sözü:
Bir kimsenin kendi nâmına sadaka vermek veya vakıf yapmak için başkasına
emredebileceğine delildir. Başkasına: «Şu malı al da, Allah'ın sana gösterdiği
hayır yollarından birine sarfet.» demek de ayni hükmü ifâde eder. Yalnız İmam
Mâ1ik'e göre: Me'mûr olan o maldan kendisi için hiç bir şey alamaz. Velev ki
fakir ve muhtaç olsun.
Şâir ulemâya göre
me'mûr olan kimse fakir ise o malın hepsini alması nâizdir.
14- Sıla-i
rahim babında akrabanın hakkına riâyet olunur; velev ki uzak bir ecdat'ta
birleşsinler. Zira Hz. Ebû
Tâ İha bahçesini Übeyy b. Kâ'b
ile Hassan b. Sabit (Radiyallahü anh) arasında taksim etmiştir.
Halbuki bunlar ancak yedinci cedde birleşirler.
15- Yeri
beyân edilmeden verilen mutlak sadaka ile mudak vakıf caizdir.
16- 200
dirhemden fazla sadakayı bir kimseye vermek caizdir. Çünkü Hz. Ebû Tâlha'nın
vakfettiği bahçenin, bir kişiye v2ü0 dirhemden fazla gelir sağladığı meşhurdur.
Kurtubi bu bâbda farz ile nafile sadaka arasında fark olmadığını söylemiştir.
17- Sadaka
çok olursa sahibini med-u sena etmek caizdir. Çünkü ResûlüUah (SuUalhhü Aleyhi
ve Sellcm) Hz. Ebû Tâlha'ya:
«Âferîn. İşte kazançlı
mal budur, buyurmuştur.
18- Sadakayı
muhtaç olan akrabağ ve taallûkaata vermek, başkalarına vermekten efdaldır.
Yalnız bu efdaliyyet nafile sadakaya mahsûstur. Bundan sonraki hadîsde
görüleceği vecîhle ResûlüUah (SaVtallahir AJejhi ve Sellevı), Hz. Meymûne bir cariyesini azâd ettiği vakit:
«Sen, onu dayılarına
verseydin, sevabın daha büyük olurdu.» buyurmuştur.
44- (999)
Bana Hârûn b. Said El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnü Vehb rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Amr, Bükeyr'den, o da Küreyb'den, o da Meymûne binti'l -
Hâris'den naklen haber verdi, ki Meymûne Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve
Sellem) zamanında, bir câriye âzâd etmiş, de bunu Resûlûllah (Salkllahü Aleyhi
ve SeUem)'* anmış. Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-.
«Onu dayılarına
verseydin sevabın İçin daha büyük bir şey olurdu.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri
«Hibe» bahsinde, Nesâî Kitabû'l -Itk»'da tahric etmişlerdir.
Velîde:
Câriye, demektir.
Nesâinin rivayetinde:
« Hz. Meymûne' nin kara bir cariyesi vardı.» denilmiştir.
Bâzı rivayetlerde
Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hz. Meymûne'ye: «Onu kız
kardeşlerine verseydin...» dediği bildirilmiştir.
Kaadı İyâz: «İhtimâl
bu rivayet (Dayılarına verseydin.) rivayetinden daha sahihtir. İmam Mâ1ik'in
(El-Muvattadaki rivayeti de bunu göstermektedir. Mezkûr rivayette (Onu iki kız
kardeşine verseydin...) buyurulmuştur.» diyor.
îmam Nevevi (631 -
676) «Rivayetlerin hepsi sahihtir, aralarında münâfaat yoktur. Peygamber
(SaUalhhu Aleyhi ve Sellent) bunların hepsini söylemişdir.» demiştir.
İbni Battâd ( ? - 444)
Bu hadisle istidlal ederek, akrabaya yapılan hibenin köle azâd etmekten daha
faziletli olduğunu söylemiştir.
Tirmizî ile Nesâî ve
İmam Ahmed'in, Selmân b. Âmir' den merfû olarak rivayet ettikleri bir hadîs de
bu kavli te'yîd etmektedir. Mezkûr hadîsde:
«Yoksula verilen
sadaka yalnız sadakadır; akraboğya verilen ise hem sadaka hem şiledir.»
buyurulmuştur.
Ayni hadisi îbni
Huzeyme iie İbni Hibbân dahi rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemişlerdir.
Yalnız B u-hâri şârihi Aynî buradaki faziletin mutlak değil, fakir olmak
şartıyla mukayyed olduğunu söylüyor. Yâni akrabaya yapılan hibe, köle azadından
efdal olmak için, hibe edilen kimsenin fakir olması şarttır. Aksi takdirde
köle azadı daha faziletli olur. Çünkü köle azadının fazileti hakkında hadîs-i
şerif vârid olmuş;
fAzâd edilen kölenin
her uzvuna mukaabil, azâd edenin bir uzvu cehennemden kurtulur...» buyurulmuştur.
Maamâfih İmam MâIik'den bir rivayete göre akrabaya verilen sadaka köle
azadından efdaldır. Hak olan şudur ki: Bu mes'ele hâle göre değişir.
1- Şıle-i
rahim ve akrabaya yardım, köle azadından efdaldır.
2- Kadın,
kocasının izni olmaksızın kendi malını teberru edebilir.
3- Bu hadis,
anne hakkına bir ikram olmak üzere, onun akrabasına itinâ gösterileceğine delildir.
45- (1000)
Bize Hasaiı b. Rabî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû' -Ahvas, A'meş'den, o da
Ebû V&U'den, o da Amr b. Hâris'den, o da Abdullah'ın zevcesi Zeyneb'den
naklen rivayet etti. Zeyneb şöyle demiş: Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ey kadınlar cemâati!
Zînetlerinizden olsun sadaka verin.» buyurdular. Bunun üzerine ben, Abdullah'ın
yanına dönerek:
— «Sen, fakir bir adamsın, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bize sadaka vermemizi emir buyurdu. Binâenaleyh
ona git de sor. Şayet sadakamı sana vermem kâfi gelyiorsa ne âlâ. Aksi takdirde
onu sizden başkalarına veririm.» dedim. Abdullah, bana:
— «Hayır! Ona, sen git...» dedi. Ben de gittim.
Bir de baktım En-Bârdan bir kadın Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemfin
kapısında bekliyor. Onun haceti de benimki gibi imiş. Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem)t mehabet kaplamıştı. Derken yanımıza Bilal çıktı. Biz ona:
— «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfe
git de, kapıda iki kadın sana sadakalarının kocaları ile terbiyeleri altında
bulunan yetimlere verilmesi kâfi gelip gelmiyeceğini soruyorlar, diye haber
ver. Ama bizim kim olduğumuzu ona söyleme.» dedik.
Bunun üzerine Bilâl
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Se/fetnJ'in yanına girerek mes'eleyi ona
sordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Bilâl'e:
— «Kim onlar?» dedi. Bilâl:
— «Ensâr'dan bir kadın ile Zeyneb.» cevâbını
verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.
— «Zeyneb'lerin hangisi?» dedi. Bilâl:
— «Abdullah'ın karısı.» cevâbını verdi.
Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Onların ikisine de
ikişer ecir vardır; Akrabalık ecri ve sadaka ecri.» -buyurdular.
46- (...)
Baha Ahmed b. Yûsuf El - Ezdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ömerü'bnü Hafs b.
Gıyâs rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş
rivayet etti. (Dedi ki): Bana ŞaMk, Amrü'bnü Haris (den, o da Abdullah'ın
zevcesi Zeyneb'den naklen rivayet etti.
Râvî A'meş demiş ki:
Ben, bunu İbrahim'e anlattım; o da:
Bana, Ebû Ubeyde'den,
o da Amrü'bnü Hâris'den, o da Abdullah' in zevcesi Zeyneb'den tamâmiyle bu
hadîsin mislini rivayet etti. Zeyneb şöyle demiş:
— Mescidde idim. (Bir
ara) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni gördü de:
«Sadaka verin. Velev
ki zînetlerinizden olsun.» buyurdular.
RâvI hadîsi Ebû'l - Ahvas
hadîsi tarzında rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buharî,
Tirmizi ve îbni Mâce «Zekât- bahsinde, Nesâî Işratü'n - Nisa»'da muhtelif
ravîlerden tahrîc etmişlerdir.
Tayâ1 İsi'nin
rivayetinden: «Bir de baktım kapıda Ensârdan Zeyneb isminde bir kadın duruyor.»
denilmiştir.
Mezkûr rivayeti Nesâî
dahî tahrîc etmiştir.
Abdullah' in
zevcesinden murâd: Hz. Abdullah b. Mes'ûd'un karışıdır.
Nesânin rivayetinde:
«Abdullah yâni İbni Mes'ûd'un zevcesiile Ebû Mes'ûd yâni Ukbet ü'bnü Amr
El-Ensârî' nin zevcesi gittiler...» denilerek babımız hadîsinde ismi zikredilmeyen
kadının Ebû Mes'ûd'un zevcesi olduğu bildirilmiştir.
Bâzıları: «îbniSa'd,
Ebû Mes'ûd'un ensârdan Hüzeyle binti Sabit nâmındaki karısından maada zevcesi
olduğundan bahsetmemiştir.» demişlerdir.
Bunlar mezkûr kadının
ya iki tane ismi bulunduğuna yahut ona Zeyneb ismini veren râvî'nin
vehmettiğine ihtimâl vermektedirler. Yâni râvî îbni Mes'ûd (Radiyallahü
atık)'m zevcesinin Zeyneb olduğuna bakarak bunun da Zeyneb olacağına intikâl
etmiştir.
Fakat Ayni1 nin de beyân
ettiği vecîhle İbni Sad1m bahsetmemesi: Ebû Mes'ûd Hazretlerinin başka bir
karısı olmamasını gerektirmez.
Tayâ1 İsi'nin
rivayetinde Hz. Zeyneb'in bıraktığı yetimlerin kardeşi ile kız kardeşinin
oğulları oldukları bildirilmiştir.
Hadisde geçen «Hafifü'1-Yed»
tâbiri fakirlikten kinayedir.
Kadınlar Hz. Bi1ale
kendilerinin kim olduklarını söylememesini tembih ettikleri hâlde Bilâl
(Radiyallahü ankym verdiği söze muhalefet ederek bu sırrı ifşa etmesine
gelince: Bilâl (Radiyallahü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^n
suâli ile karşılaşmıştır. Gerçi söylemmeesi, riâyeti gereken bir maslahat ise
de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e cevap vermesi daha büyük bir
maslahattır. Çünkü ona cevap vermek, te'hîri caiz olmayan bir vâcipdir. îkj maslahat
tearuz ettiklerinde, hangisi daha mühimse o icra edilir. Burada şöyle bir suâl
de hatıra gelebilir: «Hz. Peygam-ber'in suâline mutabık olan cevap: Zeyneb ile filân kadın yâ Resûlailah, demekti. Acep
n'için Bilâl (Radiyallahü anh) böyle cevap vermedi?»
Bu suâlin cevâbı
şudur: İkinci kadının ismi zikredilme mistir. Onun ismi de Zeyneb'dir. Bu
sebeple yaşça büyük olanın ismini zikretmekle iktifa olunmuştur.
İki ecirden biri
karabet yâni akrabağya yardım, diğeri de sadakadan mütevellit sevaptır.
Hz. Ebû Saîd'in
rivayetinde Zeyneb (Radiyallahü anhâ)'m suâlini Resûl-i Ekrem (SallalJahü
Aleyhi ve SellcvıYe bizzat sorduğu bildirilmiştir. Babımız hadisinde ise Bilâl
(Radiyallahü anh) vasıtasıyla sorduğu anlaşılıyor.
Bâzıları, bu iki
rivayetin arasını bularak, Hz. Zeyneb'in müracaatını mecaza hamletmiş,
hakikatte suâlini Hz. Bilâl vasıtasıyla sorduğunu ileri sürmüşlerse de, Aynî bu
bâbda vâ-rid olan hadîslerin mecmû'una bakarak bu mütâlâanın söz götürdüğünü
beyân etmiş ve: «Bu hadîslerde zikri geçen kıssanın ayrı ayrı iki defa
vukûbulmuş olması muhtemeldir.» demiştir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîsde bahsedilen nafakadan murâd; Sevabına verilen sadakadır. Hadislerin
siyakı bunu göstermektedir. Bundan sonra gelecek Ümmü Seleme hadîsindeki infâk
dahî ayni mânâyadır.»
Babımız hadîsi
Ülü'l-Emrin ahâlîsine sadaka vermek, hayrat yaptırmak, fitneden emin olmak
şartıyla kadınlara vaaz etmek gibi hu-sûsâtı emredebileceğine delildir.
47- (1001) Bize Ebû
Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü
Seleme'den naklen rivayet etti; şöyle demiş:
— «Yâ Resûlailah! Ben,
Ebû Seleme'nin oğullarına nafaka veriyorum. (Tabii) onları şöyle ve şöyle
bırakacak değilim, ya... Onlar, benim oğullarım demektir. Acaba bu çocuklar
için bana bir ecir var mıdır?» diye sordum. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)-
— «Evet. Sana, onlara
verdiğin nafakanın ecri vardır.» buyurdular.
(...) Bana
Süveyd b. Saîd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîy-yu'bnu Müshir rivayet
etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
ile Abd b. Humeyd dahî rivayet ettiler. De-dediler ki-. Bize Abdürrazzâk haber
verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi.
Bu râvîler hep birden
Hişâm b. Urve'den bu isnâdda, bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadisi Buharı
«Zekât- ve «Nafakaat» bahislerinde tah-rîc etmiştir.
Hadîs-i şerîfde
sahâbiyyenin sahâbiyyeden yâni Hz. Zeyneb"in, annesi Ümmü Seleme' den
rivayette bulunması ve keza oğulun babadan rivayeti, nazar-ı dikkati celbeden
lâtâ-iftendir. Zeyneb (RadiyaUuhü ayıhâ]-rnn ilk kocası Ebü Seleme (BadiyuUahü
anh) idi. İnfâkda bulunduğu çocuklar onun oğulları idi. İsimleri: Ömer,
Muhammed, Zeyneb ve Dürre'dir.
Hadis-i. şerifin ifâde
ettiği hüküm bundan önceki hadîsin şerhinde görülmüştü.
48- (1002)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Adiyy yâni îbni Sabit'den, o da Abdullah b.
Yezîd'den, o da Ebû Mes*ûd-u Bedri'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Se//ewj'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Müslüman, Allah'ın
rızasını hesaba katarak ailesi efradına İntakta bulunursa, bu onun için bir
sadaka olur.
(...) Bize,
yine bu hadîsi Muhammedü'bnü Beşşâr ile Ebû Bekir b. Nâfi* ikisi birden Muhammed
b. Ca'fer'den rivayet ettiler. H.
Bize, bu hadîsi Ebû
Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. Bu râvîler hep
birden Şu'beden bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadisi Buhâri
«Nafakaat» ile «îmân» bahislerinde tah-rîc etmiştir.
Ehil'den murâd: Bir
kimsenin karısı ve çocukları ile nafakası kendisine ait olan diğer aile
efradıdır. Nafakasını verdiği kardeş, kız kardeş, amca, amca oğlu veya ecnebi
bir çocuk bu mânâda dâhildirler.
Ezherî'ye göre: Bir
kimsenin ehli, kendine hâs olan insanlardır.
Bâzıları «ehil*
kelimesinin zevce ile akrabaya şâmil olduğunu muhtemel görürler. Hattâ bu
kelimenin yalnız zevceye mahsûs olması, şâir aile efradının evleviyyet
tarikiyle zevce hükmünde olmaları ihtimâlinden de bahsedilmiştir. Zîrâ nafakası
vâcib olan zevcesi hakkında bir kimseye sevap verilirse, nafakası vâcib
olmayanlara baktığından dolayı sevap yazılması evleviyette kalır.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: «Bir kimsenin ailesi efradına nafaka vermesi farz olduğu
hâlde buna nasıl sadaka denilebilir?»
Cevap şudur: Allah
Teâîâ sadakayı farz ve nafile nevjîlerine ayırmıştır. İşte nafaka veren kimse
bu hususta maksadına göre mük&fa-at görecektir. Nafakanın farz olması ile,
ona «sadaka» adı verilmesi birbirine münâfii değildir. Ulemâdan bâzılarına
göre: Allah Teâla Hazretlerinin farz olan nafakaya «sadaka» nâmını vermesi,
kullar ifâ ettikleri farzdan dolayı sevap verilmiyeceğini zannetmesinler divedir.
El-Mühe11eb: Aile
efradı ile çoluk çocuğa nafaka vermek bil'icmâ' farzdır.» demiştir.
Taberi dahî küçük
çocuklara nafaka vermenin, babalarına farz olduğunu söylemiş ve: «Nafakasını
verdiklerinden başka...» hadîsi ile istidlal etmiştir. Çünkü çocuk küçük olduğu
müddetçe babasının iyâli sayılır.
Îbnü'l-Münzir'in
beyânına göre ulemâ malı ve kazancı olmayan buluğa ermiş çocuklar hakkında
ihtilâf etmşilerdir. Bâzılarına göre: Bir baba kendi oğullarına buluğa erinceye
kadar kızlarına kocaya gidinceye kadar nafaka vermekle mükelleftir. Hattâ
nikâhlı bir kız zifaftan önce boşanırsa nafakası babasına aittir. Zifaftan
sonra boşanır veya kocası ölürse artık babasına nafaka farz değildir.
Dedenin torunlarına
nafaka vermesi imam Mâlik' e göre farz değildir.
Hanefiiler'e göre ise:
Muhtaç ve âciz olmak şaicıyla bir kimsenin kardeşlerine, kız kardeşlerine,
amcalarına, halalarına, dayılarına ve teyzelerine nafaka vermesi farzdır.
Amca ve hala oğullarına
nafaka vermek cumhûr-u ulemâya göre farz değildir. Bu hususta cumhûr'a
muhalefet eden yalnız İbni Ebi
Leylâ olmuştur.
49- (1003)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki). Bize Abdullah b. îdrîs,
Hîşâm b. Urve'den, o da babasından, o da Es-mâ'dan naklen rivayet etti. Esma
şöyle demiş:
— «Yâ Besûlallah! Annem, bana geldi. Benden
rağbet bekliyor. —Yahut çekiniyor.— Kendisine yardım edeyim mi?» dedim.
Resûlül-lah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)-
— «Evet» cevâbım verdi.
50- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme,
Hişâm'dan, o da babasından, o da Esma' binti Ebl Bekir'den naklen rivayet etti;
şöyle demiş:
— «Annem yanıma geldi, kendisi Kureyş devrinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'în onlarla muahede yaptığı zaman henüz
müşrike İdi. Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlemyden fetva isteyerek.
— «Yâ Resûlallah! Annem bana rağbet göstererek,
yanıma geldi. Kendisine yardımda bulunayım
mı? dedim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— Evet. Annene yardımda bulun... buyurdular.
Bu hadisi Buhâri
«Hîbe», «Cizye» ve «Edeb» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Kitâbu'z-Zekât» da muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsde «Rağibe» mi
yoksa «Rahibe» mi denildiğinde râvînin şekkettiği görülüyor.
«Rağibe»:
İstekli; «Rahibe: îstemiyerek, mânâlarına gelir.
Gelen kadının neyi
isteyip istemediği ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bâzıları, müslüman
olmayı istediğini yahut istemediğini söylemiş; bir takımları bu kelimenin:
«Benim vereceğim şeylere tama' ederek geldi.» mânâsına kullanıldığını ileri
sürmüşlerdir.
Ebû Dâvûd'un bir
rivayetinde.- «Kureyş zamanında annem müşrik olarak ve islâmı kerih görerek
yardım ümidi ile benim yanıma geldi.» denilmiştir.
İbni Hacer-i Askalânî
(773-852)'nin beyânına göre Kureyş zamanından murâd: Hudeybiye musâiâ-hası
ile Mekke'nin fethi arasında geçen
zamandır.
Hadîsin bir
rivayetinde: «Annem oğlu ile birlikde geldi.» denilmiştir. Oğlunun ismi: Haris olduğu söylenir.
Hz. Esma'nm annesinin
kim olduğu ihtilaflıdır. Bâzıları üvey annesi, bir takımları süt annesi
olduğunu söylemişlerdir.
Hakikî annesi olduğunu
söyliyenler de vardır. Aynî: «Esah olan da budur.» diyor:
İbni Sa'd Ebû Dâvûd-u
Tayâlisî ve Hâkim'in rivayet ettikleri Abdullah b. Zübeyr hadisini buna delîl
gösteriyor.
Mezkûr hadîsde: Kutey1e,
kızı Esma binti Ebî Bekîr'in yanma Medîne'ye geldi. Kendisini Ebû Bekir
câhiliyet devrinde boşamıştı. Kızma kuru üzüm, yağ ve selem ağacı yaprağından
hediyeler getirdi. Fakat Esma' onun hediyelerini kabul etmekten yahut onu evine almaktan imtina etti.
Ve Aişe'ye haber göndererek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
sormasını istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)--«Onu evine alsın...»
buyurdular.
Bu kadının ismi dahi
ihtilaflıdır. Bâzıları Kutey1e olduğunu söylerler. Bâzılarına göre Katleldir.
Dâvûdî: Ümmü Bekir
olduğunu söylemiştir. Lâkin îbni Tîn : «İhtimâl Ümmü Bekir onun künyesi
olacaktır.» diyor.
Aynî' nin sahîh olarak
kabul ettiği: Kutey le olmasıdır.
Ulemâ Kutey1e'nin
müslümanlığı kabul edip etmediğinde dahi ihtilâf etmişlerdir.
Nevevi: «Ekser-i
ulemâya göre bu kadın müşrik olarak öl müştür.» diyor.
Müstağfiri ise onu
müslümanlığı geç kabul eden sahabe meyânında zikretmiştir. Ancak Ebû
Mûse'l-Medini buna itirazla «Hiç bir hadisde müslümanlığı kabul ettiğine dâir
ka-yıd yoktur.» demiştir.
1- Kâfir
olan anne ve babaya yardımda bulunmak caizdir.
2- Bâzıları
bu hadîsle istidlal ederek: «Müslüman olan evlâdın, kâfir ebeveynine nafaka
vermesi vaciptir.» demişlerdir.
3- Düşmanla
sulh akdetmek ve alışveriş gibi muamelâtta bulunmak caizdir.
4- Akraba
ziyareti için sefer etmek caizdir.
5- Hadîs-i
şerif, Hz. Esma' nin dîn babında büyük bir fazilet sahibi olduğuna
delildir.
5l- (1004)
Bize Muhammed b. Abdülâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b.
Bişir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hi-şâm, babasından, o da Âişe'den naklen
rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe bir adam gelerek:
«Yâ Resûlallah! Annem
ansızın öldü, vasiyet te etmedi. Öyle zannederim ki konuşmuş olsa sadaka
verilmesini vasiyet ederdi. Acaba onun nâmına ben sadaka versem, anneme sevap
olur mu?» demiş, Re-
sûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)-. —«Evet.» cevâbını vermiş.
(...) Bana,
bu hadîsi Züheyru'bnu Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said
rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb dahî
rivayet etti, (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet etti. H.
Bana Alîyyü'bnü Hucr
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîyyü'bnü Müshir haber verdi. H.
Bize Hakem b. Mûsâ
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şuayb b. İshâk rivayet etti. Bu râvîlerin
hepsi Hişâm'dan bu isnadla rivayette bulunmuşlardır.
Ebû Üsâme hadîsinde
«Vasiyet de etmedi.» cümlesi vardır. Nitekim İbni Bişir de ayni cümleyi
söylemiş fakat diğer râvîler onu söylememişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Cenâiz» bahsinde tahrîc etmşitircümlesi viitü şeklinde de rivayet
olunmuştur.
Nefs kelimesi mansûb
okunduğuna göre temyiz yahut fi'lin ikinci mefûlü olur. Merfû okunursa nâib-i
faildir.
Kaadı İyâz: «Ekseri
rivayetlerimiz mansûbdur.» demiştir.
*Üftülitet» «Ansızın
öldü, demektir. Bu kelime beklemeden yapılan her fiil hakkında kullanılır.
Buhârî' nin Hz. İbni
Abbâs' dan rivayet ettiği bir hadîsde: «Sa'-dü'bnüUbâd-e annesinin ifâ edemeden öldüğü bir neziri
hakkında Resulüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den fetva istedi de:
— Annen nâmına onu sen edâ et; buyurdular.!
denilmektedir;
Ebü Dâvûd
dahi buna benzer bir hadis rivayet etmiştir.
— Ölen bir kimse nâmına sadaka vermek caizdir.
Ölen şahıs bu sadakadan istifâde eder.
îmam Ahmed'in Abdullah b. Amr'dan rivayet ettiği bir
hadîste: «As b . Vâi1 câhiliyet devrinde
yüz deve boğazlamayı nezir etmiş. Sonra oğlu Hişâm onun nâmına 50 deve
boğazlamış. Bu mes'eleyi Amr, Resûlüllah (Sallallahü AleyhiveSellem)'e sordu;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellern)-
— Eğer baban Allah'ın birliğini ikrar etmiş
olsa da, onun nâmına sen oruç tutsan ve sadaka versen bu kendisine fayda
verirdi buyurdular.
Hz. Enes'den, İbni
Makul â' nın rivayet ettiği bir hadîsde şöyle denilmektedir: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordum;
— Biz, ölenlerimize duâ ediyor; onlar nâmına
sadaka veriyor, haccediyoruz. Acaba bunların sevabı onlara varıyor mu? dedim.
Re-sûl-û Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— Hakîkaten onlara vâsıl olur da, sizden
bîrinizin hediyeye sevindiği gibi ona sevinirler; buyurdu.»
Nevevî, sevabın
ölülere vâsıl olacağı hususunda ulemânın ittifak ettiklerini söyler. Ulemâ ölen
kimsenin borcunu ödemek onun nâmma haccetmek gibi şeylerin de ölene bil'ittifâk
vâsıl olacağını söylemiştir,
Ulemânın ölen nâmına
tutulan oruç hakkında ihtilâf ettiklerini kaydettikten sonra: «Bizim
mezhebimize göre okunan kur'ân'ın sevabı, ölene vâsıl olmaz. Ulemâmızdan bir
cemâat vasıl olacağını ka-aüdirler. îmam Ahmed b, Hanbel'in kavli de budur.
Namaz ve diğer
tâatlara gelince: Bize ve cumhûr-u ulemâya göre bunların sevabı da ölüye vâsıl
olmaz. İmam Ahmed hac gibi bütün ibâdetlerin sevabının vâsıl olacağına
ka-aildir.» demektedir.
Hanefîler'e göre-.
«Bağışlanan her nev'I ibâdetlerin sa-vapları ölenlere vâsıl olur.
52- (1005)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne rivayet etti.
H.
Bize Ebû Bekir b. Ebi
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-bâd b. Avvâm rivayet etti. Bu
râvîlerin ikisi birden Ebû Malik-i Eş-caî'den, o da Rib'î b. Hirâş'dan, o da
Huzeyfe^den naklen rivâyer etmişlerdir.
— Kuteybe hadîsinde
Huzeyfe: Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)... demiş.
İbni Ebî Şeybe
hadîsinde ise: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-/cmj'den...) ifâdesini
kullanmış. - Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
«Her iyilik
sadakadır.» buyurmuşlar.
Ma'rûf: Allah'ın razı
olduğu bilinen fiildir. Böyle bir fiilin sevabı, sadaka sevabı gibidir.
Tıybi'ye göre «ma'rûf»
tâat olduğu bilinen her şey'in ismidir.
İnsanlara güler yüzle
muamele etmek bile ma'rûftan sayılır.
Hadîs-i şerif,
ehemmiyetsiz bile olsa hiç bir ma'rûfun hakir görü-lemiyeceğine ve iyilik
yapmak hususunda cimrilik göstermenin doğru olmadığına delildir.
53- (1006)
Bize Abdullah b. Muhammed b. Esma* Ed-Dubaî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû
Uyeyne'nin azatlısı Vâsıl, Yahya b. Ukayl'den, o da Yahya b. Ya'mer'den, o da
Ebû'1-Esved-i Dîlî'den, o da Ebû Zerrden nalken rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeüemYin ashabından bâzı zevat, Muhammed (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)* e-,
— «Yâ Resûlallah! Servet sahipleri sevapları
alıp gittiler. (Zîrâ) bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç
tutuyorlar. (Fakat) onları mallarının fazlalarını tesadduk ediyorlar.»
demişler. Re-sûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Size Allah tesadduk edecek bir şey vermemiş
mî? Her tesbîh mukoabilinde bir sadaka, her tekbîr bir sadaka, her tahmîd bir
sadaka, her tehlil bir sadaka, emr-İbil ma'rûf sadaka, kötülükten nehiy
sadakadır. Birinizin cinsî münâsebetinde bile sadaka vardır.» buyurmuşlar.
Ashâb:
— «Yâ Resûlallah! Birimiz şehvetini kaza eder
de, onda da ecir mi olur?» diye sormuşlar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— «Ne dersiniz, o kimse şehvetini haramla
tatmin ederse, ona günâh olur mu? İşte bunun gibi helâlde tatmin ettiği zaman
da ona sevap olur.» buyurmuşlar.
kelimesi jyA-w şeklinde dahî okunabilir.
cümlesi ile onu tâkîb eden cümlelerdeki «Sadaka» kelimesi merfû ve mansûb olarak
rivayet edilmiştir. Merfû okunduğuna göre mezkûr cümleler birer isti'nâf
cümlesidir. Mansüb okunduğuna göre ise teşbih cümlesi üzerine
atfedilmişlerdir.
Kaadı îyâz'ın beyânına
göre tesbîh, tekbir ve benzerlerine «sadaka» denilmesi, benzetme suretiyledir.
Yâni sadaka gibi bunların da sevapları vardır. Onlara sadaka ismi verilmesi,
mukaabele ve tecnîs suretiyledir. Bâzıları: «Bu cümlelerin mânâsı mezkûr
tâatlar kendisine sadakadır.» mütâlâasında bulunmuşlardır.
Emr-i bil ma'rûf:
İyiliği emretmektir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu cümle ile
emr-i bil ma'rûf sayılan her şey'e ayrı ayrı sadaka hükmü verileceğine,
kötülükten nehiy dahi ayni hükümde dâhil olduğuna işaret buyurmuştur.
Emir ve nehiy
kelimelerini nekire olarak söylemesi bundandır. İyiliği emir ve kötülüğü
nehiyin sevabı: teşbih, tahmîd ve tehlîlin sevabından daha çoktur. Çünkü emr-i
bil ma'rûf nehiy ani'l-münker vazifesi Müslümanlara farz-ı kifâyedir. Hattâ
bazen farz-ı ayn olur. Nafile olduğu yer yoktur. Tesbîh ve tahmîd gibi şeyler
ise nafile ibâdetlerdir.
Farzın sevabı bittabi
nafilenin sevabından çok olur. Nitekim Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadis-i
kutside Allah Teâlâ Hazretleri:
«Kulum, üzerine farz
kıldığım ibâdeti edâ etmekten daha makbul hiç bir şeyle bana yaklaşmamıştır.»
buyurmuştur.
Şafiî1er'den
Îmâmü'l-Haremeyn bâzı ulemânın: Farzın sevabı, nafile ibâdetin sevabından 70
derece daha fazladır.» dediklerini ve bu bâbda bir hadîsle istidlal
ettiklerini söylemiştir
1- Mubah
fiiller iyi niyetle yapılırlarsa ibâdet sayılırlar. Cirnâ' dan zevcenin hakkını
edâ etmek niyet edilirse, o da bir ibâdet olur. Zevceye Allah'ın emrettiği
vecihle muamelede bulunmak, yapılan muameleden sâlih evlât veya kendinin yahut
zevcesinin iffet ve namus dâiresinde kalmasını istemek gibi şeyler hep birer
ibâdet sayılırlar.
2- Hadis-i
şerif, kıyâsın caiz olduğuna delildir. Çünkü Resûl-ü Ekrem (Sallallakü Aleyhi
ve Selîem) ashabından haram cimâ'la helâl cimâ'ı biribirlerine ölçmelerini
istemişdir. Bu, kıyâsdan başka bir şey değildir.
Bütün ulemâ-i kiramın
mezheplerine göre: kıyâs caizdir. Bu hu-husûsta muhalefet eden yalnız Zâhirler
olmuştur. Onların muhalefetine de itibar yoktur.
Vakıa bâzı Tabiînin de
kıyâsı zemmettikleri nakledilmiştir. Fakat onların bundan muradı müctehidlerin
itimâd ettikleri kıyâs değildir.
Hadİs-i şerif de zikri
geçen kıyâs, bir şey'i zıddma kıyâs kabîlin-dendir. Usûl-ü fıkıh ulemâsı
kıyâsın bu nev'i ile amel edilip edilemi-yeceği hususunda ihtilâf etmşilerdir.
Hadîs-i şerif «amel edilir.» diyenlerin delilidir.
3- Hadis-i
şerîf teşbih, tahmîd ve şâir zikirlerle iyiliği emir, kötülükten nehyin birer
fazilet olduğuna delildir. Hâlis niyetle yapılan mubah fiiller dahi bu hükümde
dâhildir.
4-
Nezâketten ayrılmamak şartıyla bilmeyenin anlayamadığı bir delili bilene
sorması caizdir. Ancak bilenin bu suâlden memnun kalacağı malûm olmalıdır. Canı
sıkılacaksa sormamak evlâdır.
54- (1007)
Bize Hasen b. Aliy El-Hülvânı rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû TevbeteV-Rabi'
b. Nâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâviye yâni İbni Sellâm, Zeyd'den
naklen rivayet etti, o da Ebû Sellâm'ı şöyle derken işitmiş: Bana Abdullah b.
Ferrûh [15]
rivayet etti. Kendisi Aişe'yi şunları söylerken İşitmiş: Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)i
«Şüphesiz ki Âdem
oğullarından her insan 360 mafsal ile yaratılmıştır. Şimdi her kim bu 360
mafsal sayısınca Allah'a tekbîr getirir, hamd eder, teh-III ve tesbîh eyler ve
istiğfarda bulunur; insanların yolundan bir taş yahut diken veya kemik atar;
bir iyiliği emirveyâ bir kötülüğü nehiy ederse gerçekten o gün kendini
cehennemden uzaklaştırmış olarak hareket eder.» buyurdular.
Ebû Tevbe demiş ki:
«Gâiibâ akşamlar, dedi.»
(...) Bize
Abdullah b. Abdİrrahm&n Ed-Dârimİ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b.
Hassan haber verdi. (Dedi ki).- Bana, Muâviye rivayet etti. (Dedi ki): Bana
kardeşim Zeyd bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi. Yalnız o: -Yahut bir
iyiliği emrederse..», bir de «O kimse o gün akşamlar...» dedi.
(...) Bana
Ebû Bekir b. Nâfi1 El-Abdı rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Kesir rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Alîy yâni îbnü'l - Mübarek rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Yahya, Zeyd b. Sellâm'dan, o da b. Ferrûh rivayet etti. O da Âişe'yi şöyle
derken işitmiş: Resûlüllah dedesi Ebû Sellâm'dan naklen rivayet etti. Demiş ki:
Bana Abdullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)t
«Her insan...
yaratıldı.» buyurdu.
Râvî hadîsi
Muâviye'nin Zeyd'den rivayet ettiği şekilde rivayette bulunmuş ve: «O kimse, o
gün (kendini cehennemden uzak]aştırmış olarak) hareket eder.» demiştir.
kelimesi Müs1im'in
ekseri nüshalarında bu şekilde rivayet edilmiştir,
Ebû Tevbe: Onun yerine galiba buyurdu, demiştir.
Nevevî (631 - 676),
hadisin bu şekilde dahi rivayet edildiğini ve her iki rivayetin de sahih
olduğunu söylüyor.
Bu hadis, Peygamber
(Sallallahü Aleyhive Sellem) Efendimizin din ve dünyâ ilimlerini son derece
ihatalı bir şekilde bildiğine delildir.
55- (1008)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Şu'be'den,
o da Said(19) b. Ebi Bürde'den, o da babasından, o da dedesinden, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)'den naklen rivayet etti:
Her Müslümana sdaaka
vermek vacibdir.» buyurmuşlar.
(Bunun üzerine):
— «Ya bulamazsa, ne buyurursun?» diyenler
olmuş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
—«İki eliyle çalışır
do, hem kendine fayda verir, hem de tesadduk eder.» buyurmuşlar. (Yine)
— «Ya buna gücü yetmezse ne buyurursun?»
demişler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ı
— «Muztar
kalan, İhtiyâç sahibine
yardım eder.» buyurmuşlar.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve SellemTe (tekrar):
— «Ya buna da gücü yetmezse ne buyurursun?»
diyenler olmuş. (Bu su£le de):
— «İyiliği yahut hayırı emreder.» cevâbını vermiş. (Soranlardan birirJi
— «Şayet bunu yapmazsa ne buyurursun?» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
— «Kötülük yapmaktan kendini tutar; çünkü bu da
bir sadakadır.» buyurmuşlar.
(...) Bize,
bu hadîsi Muhammedü'bnü'l - Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Abdurrahmân b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnâdla rivayette
bulundu.
Bu hadîsi Buhâri'
«Zekât» ve «Edeb» bahislerinde tahrîc etmiştir.
Ulemâdan bâzıları «Her
Müslümana sadaka vermek vacibdir.» cümlesini «Bit'te'kid müstehabdır.» mânâsına
almşılarsa da, Ayni «Ala» kelimesinin buna münâfii olduğunu söyliyerek İtirazda
bulunmuştur. Zîrâ «Alâ» kelimesi vücûb bildirir.
Kurtubl; «Hadisin
zahiri vücûb ifâde etmektedir. Lâkin Allah Teâlâ Hazretleri lütf-u kereminden
bunu hafifletmiş, gizli yapılan mendûb ibâdetlerle vücudu İskaat etmiştir.»
demiştir.
Ayni diyor ki:
«Vücûbun zahiri mânâsı bir kimsenin yiyeceğini kazanmaktan aciz kaldığım ve
ölmek üzere bulunduğunu gören Müslümana hamledilebilir. Zira böyle bir Müslü
manın o âcize sadaka vererek hayâtını kurtarması farz olur.»
Bu hadisde sadaka
mutlak olarak zikredilmişse de, bundan sonra gelen Ebû Hüreyre hadisinde «Her
gün» diye kayıtlanmıştır.
Ashab-ı kiram,
sadakadan atıyye mânâsı anlamış olacaklar ki, «Buna gücü yetmiyen ne yapacak?»
diye sormuşlar. Resul -i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de sadakadan
umûmi bir mânâ kastettiğini; bu mânânın muztar kalan muhtaçla emr-ı bile marufa
bile şâmil olduğunu beyân buyurmuştur.
Melhûf: Muztar ve
mazlum mânâlarına gelir.
Görülüyor ki: îslâm
dinî hüsnüniyetle yapılan mübâh fiilleri bile ibâdet saymıştır. Kötülük
yapmaktan sakınmak dahî bir ibâdettir. Bunun ibâdet olması, kötülük yapacağı
kimseyi rahat ve emniyette bıraktığı içindir. Bu suretle adetâ o kimseye sadaka
vermiş gibi olur. Kötülüğü kendi nefsine yapmak isteyip de sonra vazgeçen
kimse, kendine sadaka vermiş gibi olur.
1- Allah'ın
kullarına şefkat etmek mutlaka lâzımdır. Bu da ya mal vermekle yahut fiille
olur. Fiil dahî yâ bizzat yardım yahut şerrden sakınmakla tahakkuk eder.
Kudreti olanların
sadaka vermesi, şâir amellerden efdaldır.
Hadîsde zikredilen şeyler
arasında tertip şart değildir. Bunlar îfâ-sı gereken amellerin İzahından
ibarettir. Binâenaleyh birini yapmaya muktedir olan, onu yapmayıp başkasını
yapabilir.
2- Mal
kazanmak faziletli bir haslettir. Çünkü başkalarına yardım, onunla tahakkuk
eder.
3- Yardım
v.s. hususunda insanın kendisi başkalarından önce gelir.
56- (1009)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezzâk b. Hemm&m
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hem-mâm b. Münebbih'den naklen rivayet
etti. Hemmâm, Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah Muhammed (Salîaîlflhü Aleyhi ve
Sellemyden rivayet ettikleri şudur... diyerek bir takım hadisler zikretmiş
ezcümle şunları söylemiştir: Resûlüllah (Sqllallahü Aleyhi ve Sellem)
«İçinde güneş doğan
her gün, insanların her bir mafsalı için bir sadaka vâcib olur. (Meselâ) iki
kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir
kimseye yardım ederek, hayvana bindirmen yahut eşyasını hayvana yüklemen bir
sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım bir
sadakadır. Yoldan eziyet verici şeyleri gidermen dahî bir sadakadır.»
buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri «Kitabu's - Sulh» ve -Kitâbu'l-Cihâd»,
bahislerinde tahric
etmiştir.
Sülâmâ:
Parmak kemikleri, mânâsına gelir. Kelime müennes ise de, «Küll» kelimesine
bakarak «Aleyhi»'deki zamir müzekker olarak kullanılmıştır. Yahut «sülâmâ»
kelimesine kemik veya mafsal mânâları tazmin ettirilmiştir.
Hadis-i şerifin mânâsı
şudur: Kemikler insanın vücûdunda esâs olan uzuvlardır. Zîrâ insanın hareket ve
sükûnu ancak onlarla mümkün olur. Binâenaleyh kemikler Allah Teâlâ'nın insana
bahşettiği en büyük nimetlerdendir. Her kemik nimetine mukaabil bir sadaka vâcib
kılmak suretiyle onların şükrünü istemek, Allah Teâlâ Hazretlerinin hakkıdır.
Lâkin Hak (Celle) ve Alâ Hazretleri lütf-u merhamet buyurarak bunu istememiş,
insanlar arasında adalete riâyet ve yoldan insanlara ezâ verecek şeyleri atmak
gibi fiilleri sadaka kabul ederek kullarının şükür borcunu hafifletmiştir. Bu
meyânda namaza giderken atılan her adım dahî sadaka sayılmıştır. Bundan murâd:
Her adım mukaabilinde bir derece yükseltmek ve bir günâh affetmektir. Onun
içindir ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) câmi'e giderken çok adım
atmayı teşvik etmiş, koşarak gitmekten nehiy buyurmuştur.
«İki kişinin
arasında adaletle hükmetmen
dahî bir sadakadır...»
ibaresi bir müptedâ
haber cümlesidir. Gerçi cümle fiille başlamışsa
da, burada fiil Muaydi'yi
işitmen, görmenden hayırlıdır.» cümlesinde olduğu gibi burada «Ta'dilu» fi'li
«En -Ta'dile» takdirindedir.
57- (1010)
Bize Kaasim b. Zekeriyyâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Halid b. Mahled rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Süleyman yâni İbni Bilâl rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Muâviyetü'bnü Ebî Müzerrid [16],
Said b. Yesâr'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hü-reyre şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seller»)*
cKulların sabahladığı
hiç, bir gün yoktur ki, iki melek inerek, birisi: Allah'ın Malını intak edene
halef ver; diğeri de: Allah'ım! Malını vermeyene telef ver, demesinler.»
buyurdular.
Bu hadisi Buhâri
«Zekât» bahsinde; Nesâi «Işratü'n-Nisâ»'da tahric etmişlerdir.
Bu bâbda imamAhmed b.
Hanbel.Hz. Ebû'-d Derdâ'dan şu hadisi tahrîc etmiştir:
ilcinde güneş doğan
hiç bir gün yoktur ki, o günün iki tarafında iki melek bulunmasın. Bu melekler:
Ey insanlar! Rabbinize yönelin. Şüphesiz ki az olup, kâfi gelen rızık, çok olup
azdıran rızıkdan daha hayırlıdır. Bunu ins'le cinden başka Allah'ın bütün
mahlûkaatı işitir. Ve yine içinde güneş batan hiç bir gün yoktur ki, iki
tarafında iki melek bulunmasın. Bunlar da İnsanlarla cinler müstesna bütün
yeryüzünde yaşıyanlara işittirerek: Allah'ım İnfâk edene halef ver, etmeyene
de telef ver! diye nida ederler.»
Halef: Bedel,
demektir. Yâni melekler malından sadaka veren kimseye, verdiğine bedel mal
vermesi için Cenâb-ı Hakk'a niyaz ederler. Meleklerin sadaka vermeyen zengine
telef istemeleri, müşâkele tarikiyledir. Çünkü telef, rızık gibi verilen bir
şey değildir.
1- Hadis-i
şerif Allah Teâlâ Hazretlerinin «Siz ne
inf âk etseniz, Allah onun bedelini verir. [17] »
âyet-i kerîmesi ile «Ey Âdem oğlul İnfâk et ki, ben de sana lnf&k edeyim.»
hadisi kutsisine muvafıktır. Buradaki infâk, farz olan zekâtla nafile sadakalara
&m ve şâmildir.
2- Vakti
hâli varken elini pek tutup, sadaka vermeyen zenginlerin malı telef olmayı hak
eder. Yalnız buradaki sadaka vermemekden murâd: Farz olan zekâttır. Zira nafile
sadaka vermiyen kimse bedduaya müstahik değildir. Maamâüh icâbında bir lokmayı
bile çok gören bahiller tağlîb tarikiyle meleklerin bedduâsmı hak etmiş
olabilirler.
3- Hadîs-i
şerif, aile efradına nafaka vermek ve akrabaya yardım gibi hayırlara teşvik
etmektedir. Bunda farz ve nafile sadaka dahî dâhildir.
4- Yine bu hadis,
meleklerin dua ettiğine delildir. Meleklerin duası ise makbul ve müstecâbdır.
Buna delil: «Bir kimsenin âmîn'i, meleklerin âmînine tesadüf ederse, o kimsenin
geçmiş günâhı affolunur.» hadis-i şerifidir,
58- (1011)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile îbnü Nümeyir rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Veki' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü'l -
Müsennâ da rivayet etti .Bu lâfız onun (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize u'be, Ma'bed [18] b. Hâlid'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Ben, Hârisetüb'nü Vehb'i şunu söylerken işittim: (Dedi ki): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken dinledim.
«Sadaka verin! Zira
yakında (öyle bir zaman gelecek ki,) bir adam sadakasını (diyar diyar)
dolaştıracak da, kendisine sadaka vermek İstediği kimse: (Sen, bu sadakayı bana
dün getirseydin kabul ederdim. Ama şimdi benim ona ihtiyâcım yok) diyecek ve
(neticede) sadakasını kabul edecek kimse bulamıyacak.»
Bu hadisi Buhâri
-Zekât- bahsi ile -Kitabü'l - Fiten»'de tahrîc etmiştir.
Ulemâdan bâzılarının
beyânlarına göre: Bu ve müteâkib hadîslerde beyân buyurulan hâller kıyamete
yftkm mal çoğaldığı, bereketler kalktığı zaman vukûbulacaktır. Fakat Aynî bu
tevcihi beğenmemiş, hadisleri kıyamet alâmetlerinden saymış, sadaka kabul
edecek kimsenin bulunmamasını da yer sarsılıp, içindeki defineler yeryüzüne
çıktığı zamana hamletmiştir.
Hadis-i şerîf, öyle
bir zaman gelmezden önce sadaka vermeye teşvik etmektedir.
59- (1012)
Bize Abdullah b. BerrâdEl-Eş'ari ile Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Bü-reyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû
Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti.
Şöyle buyurmuşlar:
«İnsanlara mutlaka bir
zaman gelecek ki, bir kimse altından olan zekâtını (diyar diyar) dolaştıracak,
onu alacak hiç bir kimse bulamıyacak. Erkeklerin azlığından, kadınların
çokluğundan dolayı bir erkeğin peşinden ona sığınmak isteyen 40 kadının gittiği
görülecek.»
lbni Berrâd'ın
rivayetinde: «Bir adamı göreceksin.» denilmiştir.
Bu hadîsi Buharı
-Zekât» bahsinde aynı isnâdla tahric etmiştir.
Hadİs-i şerîfde zekât
mallarından hassaten altının zikredilmesi, sadakanın kabul edilmiyeceği
hususunda mübalağa içindir. Zira altın, para olarak kullanılan mâdenlerin en
kıymetlisi, malların en şe~ reflisidir. Böyle olduğu halde.onu kabul edecek
kimse bulunmazsa, sair mallan bitarlki'l - evlâ kabul eden bulunmayacaktır.
Aynî diyor ki: «Aüah-u
âlem bu hâl fitneler zuhur edip, insanlar arasında katiller çoğaldığı zaman
vâki olsa gerektir.» Bir erkeğin arkasmdan ona sığınmak için koşuşan kadınlar
hakkında dahî: İhtimâl bu kadınlar, o adamın zevceleri ile cariyeleri ve yakın
hısımları olacaktır. Bütün bunlar kıyamet alâmetlerindendir.» diyor.
Hadis-i şeriften
anlaşılıyor ki: Bu hâl vâki olduktan sonra mallar çoğalacak, sadaka kabul eden
bulunmayacaktır.
Ayni' nin beyânına
göre bu hâl îsâ (Aleyhhseldm)'ın Deccâ1 ile küffâr'ı tepelemesinden sonra
olacaktır, O zaman îs-lâm diyarından tek bir kâfir kalmıyacak yer yüzüne
semânın bütün bereketleri inecek fakat İnsanlar az olacak ve kıyametin pek
yakın olduğunu bildikleri için mal biriktirmeye tama' etmiyeceklerdir. Yer o anca
bereketlerini meydana çıkaracak, hattâ bir tek nar bütün bir âileyi
doyuracaktır. Yerde gömülü bütün defineler meydana çıkacak, mal kapıdan taşacak
fakat insanlar yine bunlara tama etmiyecekİerdir.
60- (157)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kûb —ki tbni
Abdirrahmân El - Kaari'dir.—, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hü rey
re'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
cMal çoğalıp, kapıdan
taşımadıkça kıyamet kopmıyacaktır. O derecede kt: Bir adam malının zekâtını
çıkaracak fakat onu kabul edecek hiç bir kimse bulamıyacak; Hatta Arabistan
çayırlıklara ve nehirler akan yerlere dönecek» buyurmuşlar.
61- (...)
Bize Ebû'fT&hir rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbnü Vehb, Amr b. Hâris'den,
o da Ebû Yûnus'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saallallakü Aleyhi
vs. SeJ/emJ'den naklen rivayet ettt şöyle buyurmuşlar:
«Sizin aranızda mal
çoğalmadıkça kıyamet kopmıyacaktır. Mal kapıdan taşacak; o derece ki: Mal
sahibi acep bunu benden sadaka olarak kim kabul edecek? diye endîşeye düşecek,
bir kimse sadaka almak İçin çağırılacak da; Benim ona İhtiyâcım yok!
diyecektir.»
Bu hadisi Buhârî
«Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir.
Arap diyarının çayır
ve çimenliklere dönmesinden murâd: Son derese ziraata elverişli olması fakat
yine de metruk ve mühmel bırakılmasıdır. Bunun sebebi harp ve fitnelerin
çoğalmasından erkeklerin azalması-, kıyamet yaklaştığı için mala tama'
kalmaması; bağa bahçeye ehemmiyet veren bulunmamasıdır.
îkinci hadisdeki —
kelimesi iki vecihle zaptedilmiştir. Meşhur olan veçhe göre— şeklinde okunur.
Bu takdirde cümlenin mânâsı:
«Mal kapıdan taşacak,
hattâ mal sahibi: Acep bunu benden sadaka olarak kim kabul edecek? diye
endişeye düşecektir.» demektedir. Bu takdirde «Rabbü'l- Mâl» terkibi mefûl
olur.
îkinci veçhe göre
kelime .^ şeklinde okunur. Buna göre cümle:
«Mâl sahibi malını
sadaka olarak kabul edecek kimse arar.» mânâsına gelir. Ve «Rabbü'l - Mâl»
terkibi fail olmak üzere merfû okunur.
Nevevî, birinci vechin
daha güzel ve meşhur olduğunu söylemiştir.
Erab: Hacet, demektir.
Kirmâni (? - 786)
hadîs-i şerif de bahsedilen hâlin ashâb-ı kiram zamanında vukûbulduğunu ileri
sürerek: «Onlara sadaka verilir faka tkabûl etmezlerdi.» demişse de, Aynî onun
sözünü: «Bu, onların zühd-ü takvasından ve dünyâya tama' etmemelerinden ileri
geliyordu. Mal, kapıdan taştığı için değildi. Mal pek az, ihtiyâç çok olmasına
rağmen onlar sadaka kabul etmiyorlardı.» şeklinde tashih etmiştir.
62- (1013)
Bize Vâsıl b. Abdil'a'lâ İle Ebû Küreyb ve Muham-med b. Yezîd Er-Rİfâî [19]
rivayet ettiler. Lâfız Vâsıl'mdır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Fudayl,
babasından, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Resulüllah (Saallallahü Aleyhi ve Sellem) i
«Yer bütün
ciğerparelerini attın ve gümüşten sütunlar hâlinde kusacak; kaatil gelerek:
Ben, bunlar için öldürdüm; diyecek, akrabasına yardım etmeyen, gelerek-. Ben,
bunlar için akrabam ile alâkamı kestim, diyecek; hırsız gelerek: Benim elim,
bunlar için kesildi! diyecek. Sonra bu altın ve gümüşü terkedecek, onlardan hiç
bir şey almayacaklar, buyurdu.
Eflâz:
Feliz'in cem'idir. Felîz dahi Felze'nin cem'idir.
Felze:
Uzunluğuna kesilmiş ciğer parçasıdır. Burada hassaten onun zikredilmesi:
Kuzunun en güzel yeri olduğu içindir.
Hadisin mânâsı: Yerden
çıkan altın ve gümüş parçalarının kuzu ciğerine benzetilmesidir.
Çıkan altın ve
gümüşlerin sütunlarla temsil buyurulması dahî onların çokluğunu ve büyüklüğünü
sütunlara benzetmek suretiyle ifadesidir.
Bu hadîs dahi
yukarkiler gibi kıyamet alâmetlerini bildirmektedir. Bu hâl kıyamete pek yakın
zuhur edeceği içindir ki: Vaktiyle altınla gümüş uğurunda can veren kaatil,
akrabağsından geçen kaatı', elinden olan hırsız şimdi onlan önlerinde hazır
buldukları hâlde bir parçasını bile almıyacaklardır.
63- (1014)
Bize Kuteybetü*bnu Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Saîd b. Ebi
Saîd'den, o da Saîd b. Yesâr'dan naklen rivayet etti, o da Ebû Hüreyre'yi
şöyle derken işitmiş. (Ebû Hüreyre şöyle demiş). Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seîîemh
«Hiç bir kimse
helâlinden bir sadaka vermemiştir ki, Rahman olan Allah onu yemini ile kabul
buyurmuş olmasın. —(Zaten) Allah helâlden başkasını da kabul buyurmaz— velev ki
(sadaka) bir hurma tanesinden ibaret olsun. Bu hurma Rahmân'ın keffinde sizden
birinizin tayını yâhût sütten kesilen deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyür hattâ
dağdan daha büyük olur.» buyurdular.
64- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kub yânî tbnü
Abdirrahmân el-Kaarî, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen
rivayet etti ki, Resûlüllah (Saallal-îahü Aleyhi ve Sellem)'-
«Hiç bir kimse helâl
bir kazançdan bir hurma tanesi tesadduk etmez ki Allah onu yemini İle alarak tâ
dağ kadar yahut daha büyük oluncaya kadar sizden birinizin tayini veya dişi
deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyütmesin.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Ümeyyetübnü Bistâm rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ye-zîd yân» îbnü Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh b. Kaasim rivayet etti. H.
Bana bu hadîsi Ahmed
b. Osman el-Evdi [20] de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Süleyman yânı İbni Bilâl rivayet eyledi. {Ravh ile Süleyman'ın) ikisi birden
Süheyl* den bu işnâd ile rivayette bulundular.
Ravh hadîsinde: «Helâl
olan kazancdan tesadduk ederek onu gerektiği yere verirse...» ifâdesi vardır.
Süleyman'ın hadîsinde ise; «Onu yerine koyarsa...» denilmiştir.
(...) Bana
bu hadîsi Ebu't-Tâhİr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber
verdi. (Dedi ki): Bana Hişâm b. Sa'd, Zeyd b. Eslem'den, o da Ebû Sâlih'den, o
da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen,
Ya'kûb'un, Süheyl' den rivayet ettiği hadis gibi rivayette bulundu.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu'z-Zekât» ile «Kâtabu't-Tevhid»' de tahric etmiştir.
Buhari'nin rivayetinde
«Bir hurma» yerine «Bir hurmaya muâdil» denilmiştir.
Tayyib)den murâd: Helâl kazanç'dır.
«(Zâten) Allah
helâl'den başkasını kabul buyurmaz.» ifâdesi bir cüm-le-i mu'terizadır. Bu cümle
te'kid için hasr suretiyle şart ve cezanın arasına getirilmiştir.
Yemin: Sağ
el, kef: Avuç, mânâsına gelirse de, burada mezkûr kelimeler müteşâbihâttandır.
Ve sadakanın kabulünden kinayedir.
Hattâbi diyor ki:
«Yeminin zikredilmesi, sadakanın hüsn-u kabulünü göstermek içindir. Zira
insanların örf-ü âdetine göre kıymetli şeyler sağ el ile alınır.»
Bâzıları «Bundan
murâd: Sadakanın derhâl kabulüdür.» demişlerdir.
Bu bâbda Tıybi'de
şunları söylemiştir: -Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)t sadakayı helâl
olmakla kayıtladıktan sonra bunu Allah'ın yemini ile kabul ettiğini
bildirmiştir. Çünkü şeref hususunda helâl ile yemîn arasında münasebet vardır.
Bundan dolayıdır ki. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) sağ elini
temizlik için tahsis buyurmuştu.»
Felüm: Erkek
tay, demektir. Dişisine «filve» denir. Bu kelime hakkında daha başka
tefsirlerde bulunanlar da olmuştur.
«Sizden birinizin
tayını büyüttüğü gibi...» cümlesi bir temsildir. Zira tay beslendikçe büyür.
Amelin neticesi olan sadaka da öyledir. Sadaka helâl maldan verilirse Allah
Teâlâ, onun sevabını katlamakta devam eder. Nihayet bir hurma tanesi dağ kadar
büyükmüş gibi muazzam sevaplara sebep olur.
Hadîs-i şerîfde
«Dağdan daha büyük oluncaya kadar büyür.» bu-yurulmasımn mânâsı budur. Dâvûdi
diyor ki: «Yani bir hurma tnesi tesadduk eden, kimse dağ kadar mal tesadduk
etmiş gibi olur.»
Sadakaların
büyütülmesi, ecirlerinin katlanmasıyla olur. Maamâ-fih Dâvûdinin dediği gibi
hadis-i şerif den bizzat sadaka olarak verilen malın büyütülmesi kastedilmiş
de olabilir. Bunun hikmeti: O malın kıyamet günü mizanda ağır basmasıdır.
Nitekim babımızın ikinci rivayetinde: «Dağ kacfar yahut daha büyük.»
Duyurulması bu mânâyı te'yîd eder.
İbni Cerir'in başka
bir vecihle Kaasim'den naklettiği rivayette:
Sâhibi kıyamet gününde
sadakasının Uhud dağından daha büyük olduğunu görecektir. Duyurulmuştur.
Yine Kaasim'in
Tirmizî' deki rivayetinde:
«Bir lokma, Uhud dağı
kadar olacaktır.» denilmiştin
«Kalûs»: Dişi deve
yavrusu, demektir. Erkeğine «Kalûs» demezler.
«Fasîl» Memeden
ayrılmış deve yavrusu, demektir.
Hadisi şerif «Allah ribâyı mahveder. Ama sadakaları
büyütür. [21]» âyet-i kertmesine
muvafıktır.
65- (1015)
Bana Ebû Küreyb Muhammedü'bnu'1-Alâ' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Fudayl b.
Merzûk rivayet etti. (Dedi ki): Bana Adiyy b. Sabit, Ebû Hâzim'den, o da Ebû
Hüreyreden naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Ey İnsanlar! Şüphesiz
ki Allah, Tayyibdir. Tayyîb'den başka bir şey ka-bû! etmez. Allah, mü'minlere
de Resullere emrettiği şeyleri emir ederek: (Ey Resuller! Helâl olan şeylerden
yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü ben. Sizin yaptıklarını pekâlâ bi!irim [22]
(Başka bir âyette): (Ey imân edenler! Size verdiğimiz rızıkların helâl hoş
olanlarından yiyin. [23]
buyurmuştur.» dedi.
Sonra şunları söyledi:
Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa
bulanmış bir hâlde ellerini semâya uzatarak: Yâ Rabbî, yâ Rabbî! diye duâ eder.
Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla
beslenmiş olursa böylesinin duası nasıl kaböl edilir?»
Kaadı îyâz'ın beyânına
göre Allah Teâlâ'nm «Tayyib» diye sıfatlanması: Her türlü noksanlıklardan
münezzehtir, manasınadır. Binâenaleyh Kuddûs gibidir.
Tayyib: Lûgatta
«Temizlik- ve «kirden pastan selâmette kalan» mânâsına gelir.
Bu hadis, islâmm
temellerini teşkil eden hadislerden biridir.
Yine Kaadı îyâz: «Ben,
bu gibi hadîslerden 40 tanesini bir cüz hâlinde topladım.» demektedir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellern) hacc, sıleyrahm ve müsta-hab olan ziyaretler gibi tâatlardan
birini ifâ için uzun yola çıkan fakat yediği içtiği her şeyi haram olan yâni
haramdan beslenen bir kimsenin duası ve taatı kabul edilmiyeceğini beyân
buyurmuştur. Bundan maada hadîs-i şerîfde şu hükümler çıkarılmıştır:
1- Müslüman
helâl mal kazanarak, helâlinden yemeli ve helâlinden yedirmeli; Haram maldan
infâktan sakınmalıdır.
2- Duâ etmek
isteyen kimse helâl ve harama başkalarından daha ziyâde dikkat etmelidir.
66- (1016)
Bize Avn b. Sellâm El-Kûfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr [24] b.
Muâviyete'l - Cu'fi, Ebû İshâk'dan, o da Abdullah b. Mâ'kîl [25]
'den, o da Adiyy b. Hâtim'den naklen rivayet etti. Adiyy: Ben, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeUem)"U
«Sizden her kim
cehennemden velev varım hurma tanesiyle koruna-bilecekse hemen bunu yapsın.»
buyururken işittim, demiş.
67- (...)
Bize Aliyy b. Hucr Es-Sa'dî ile İshâk b. İbrahim ve Alî b. Haşrem rivayet
ettiler. İbni Hucr (Haddesena), ötekiler (Ahbera-ne) tâbirini kullandılar.
(Dediler ki): Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş,
Hayseme'den, o da Adiyy b. Hâtim'den naklen rivayet etti. Adiyy şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Sizden hiç bir kimse
yoktur ki, Allah onunla konuşmasın. (Hem) aralarında tercüman da
bulunmayacaktır. Sağ tarafına bakacak (âhirete) gönderdiklerinden başka bir
şey göremeyecek, sol tarafına bakacak: Gönderdiklerinden başka bir şey
göremiyecek. Önüne bakacak-. Yüzünün karşısında cehennemden başka bir şey
göremiyecektir. Binâenaleyh yarım hurma ile bile olsa cehennemden korun
un.»buyurdular.
İbni Hucr şunu da
ziyâde etti: «A'meş dedi ki: Bana Arar b. Mürra, Hayseme'den naklen bu hadîsin
mislini rivayet etti. O, bu hadîste ziyâde olarak (Velev ki güzel bir kerime
ile olsun.) ibaresini rivayet etmiş.»
İshâk da: «A'meş, Amr
b. Murra'dan, o da Hayseme'den naklen rivayet etmiş.»
İshâk da: «A'meş, Amr
b. Murra'dan, o da Hayseme'den naklen rivayet etti; dedi.» şeklinde rivayette
bulundu.
68- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâvİye, A'meş'den, o da Amr b. Murra' dan, o da Hayseme'den, o da Adiyy b.
Hâtim'den naklen rivayet etti. Adiyy şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) cehennemi zikrederek yüzünü çevirdi ve korundu. Sonra:
«Cehennemden korunun.»
buyurdu. Sonra yine yüzünü çevirdi ve korundu. Hattâ biz onu görüyor galiba
zannına kapıldık. Sonra (tekrar) :
«Yarım hurma fle de
olsa cehennemden korunun. Onu da bulamıyan (hiç olmazsa güzel) bir sözle
cehennemden korunsun.» buyurdular.
Ebû Küreyb (gâlibâ)
kelimesini zikretmedi. Ve: «Bize Ebû Muâ" viye rivayet etti. (Dedi ki):
Bize A'meş rivayet etti...» dedi.
(...) Bize
Muhammedü'bnüTMüsenhâ ile îbni Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Murra'dan, o da
Hayseme'den, o da Adiyy b. Hâ-tim'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen rivayet etti ki, Efendimiz üç defa cehennemi anarak, ondan
(Allah'a) sığınmış. Yüzü ile de sakınmış. Sonra:
«Yarım hurma ile bile
olsa cehennemden korunun onu da bulamazsanız (hiç ofmazsa} güzel bir sözle
(cehennemden sakının.)» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhârî
«Zekât» bahsinin bir-iki yerinde ve «Ki-tâbu'r-Rukaak»'da tahrîc ettiği gibi
imam Ahmed, îbni Huzeyme ve Îbni Ebî'd-Dünyâ dahî muhtelif râvîlerden tahric
etmişlerdir.
Hadisde geçen
«Tercüman» kelimesi «Tercüman» şeklinde de okunmuştur.
«Tercüman»: Başkasının
sözünü tefsir ve îzâh eden kimsedir.
Aynî diyor ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in:
Sağına bakacak;
Ahirete gönderdiği şeylerden başka bir şey göremiye-cek... ilâh... buyurması:
Temsil kabilin dendir. Çünkü insan başı dara geldiği vakit sağına soluna
bakmarak yardımcı arar.»
Bâzıları: Bundan
murâd: Kaçacak yol araması olabilir. Cehennemi gören kimse ondan kurtulmak
için kaçacak bir yol arar fakat Allah'ın takdir buyurduğu cehennem yolundan
başka bir şey göremez.» demişlerdir.
Eşâha kelimesinin
mânâsı hakkında bir çok sözler söylenmiştir. İmam Halil b. Ahmed ile diğer bir
takım ulemâya göre bu kelime: Uzaklaştırdı, çevirdi; mânâlarına gelir. Ekser-i
ulemâya göre: Korundu ve bir işte ciddiyet gösterdi, demektir.
Bâzıları: gelen; diğer
bâzıları: Kaçan, mânsına geldiğini; bir takımları da: Arkasındakine mâni
olarak, sana doğru gelen, demek olduğunu söylemişlerdir.
Nevevi’ye göre: Burada
bu mnâiarm hepsi kastedilmiş olabilir. Yâni Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) sanki cehennemi görüyormuş gibi korunmuş yahut cidden îzâha çalışmış
veya konuşarak muhatabına yönelmiş yahut kaçan kimse gibi çekinerek cehennemden
korunmayı tavsiyede bulunmuştur.
Güzel sözden murâd:
Nasihat ve tâlim gibi şer'an tâat sayılan sözlerdir.
Bu Hadisden Çıkarılan
Hükümler:
1- Müslüman
az da olsa sadaka vermeye gayret etmelidir. Zî-râ sadakanın azı dahî
cehennemden kurtulmaya sebep olur.
2- Güzel
söz, cehennemden kurtulma sebeplerinden biridir.
69- (1017)
Bana Muhammedü'bnü'l-Müsennâ El-Anezî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b.
Ca'fer haber verdi. (Dedi ki) -. Bize Şu'be, Avn b. Ebî Cuhayfe'den, o da
Münzİr [26] b.
Cerir'den o da babasından naklen rivayet etti. Cerîr şöyle demiş: Biz gündüzün
ortasında Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellemyin yanında bulunuyorduk.
Derken yalın ayak kaplan postu rengindeki gömleklerini veya abalarım başlarına
geçirmiş, kılıçlarını çekmiş; ekserisi hattâ hepsi Mudar kabilesine mensup
çıplak bir takım adamlar Peygamber [Sdîaîîahü Aleyhi ve SellemYe geldiler.
Onların muhtaç hâlini görünce Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin yüzü
değişti. îçeri girip çıktıktan sonra Bilâl'e emir buyurdu, Bilâl ezanı okuyarak
kaamet getirdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyde namazı kıldırdı.
Sonra hutbe okudu ve:
«Ey insanlar! Sizi bir
kişiden yaratan Rabbinizden korkun...[27]
âyet-İ kerimesini sonuna (yâni) «Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde gözcüdür»
âyetine kadar ve Haşr süresindeki «{Allah'dan korkun. Her nefis yârın (Âhİret)
için ne gönderdiğine bir baksın. A'fahtan korkun... [28]»
âyet-i kerimesini okudu.
(Sözüne devamla) «Bir
adam dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ' buğdayından, bir sâ' kuru
hurmasından sadaka vermelidir. Velev ki yarım hurma olsun» buyurdu.
Derken Ensâr'dan bir
zât hemen hemen elinin taşıyamıyacağı kadar hattâ elinin taşımaktan âciz
kaldığı bir kese getirdi. Sonra bir biri ardınca herkes bir şeyler getirdiler.
Netice'de yiyecek ve elbiseden müteşekkil iki yığın gördüm. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)" in (mübarek) yüzünde altınla yaldızlanmış
gibi parladiğını gördüm. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Her kim İslâm'da
güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile kendisinden sonra o çığırla amel
edenlerin ecirlerinden hiç bir şey noksan edilmemek şartıyla sevapları kendine
aittir. Ve her kim İslâm'da kötü bir çığır açarsa o çığırın vebalı ile
kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebalı hiç bir noksanları olmamak üzere
ona aittir.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekir b, Ebİ Şey be rivayet etti (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet etti, H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz El-Anberî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. Bu
râvîlerin ikisi birden demişler ki: Bize Şu* be rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Avn b. Ebî Cuheyfe rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Münzir b. Cerîr'İ babasından
naklen rivayet ederken dinledim; şöyle demiş: Biz, gündüzün ortasında
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin yanında idik...»
Râvî hadîsi tbni
Ca'fer hadisi gibi rivayet etti.
îbni Muâz hadîsinde:
«Sonra öğle namazını kıldırdı, sonra hutbe okudu, dedi.» ziyâdesi vardır.
70- (...)
Bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Ebû Kâmil ve Muhammed b. Abd il melik
El-Emevî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Avâne, Abdülmelik b. Umeyr'den,
o da Münzir b. Cerîr'den, o da babasından naklen rivayet etti. Cerir şöyle
demiş: «Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHemJ'in yanında oturuyordum.
Derken kaplan postu rengindeki gömleklerini başlarına geçirmiş bir takım
insanlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e geldiler...»
Râvîler bu hadîsi
kıssası İle rivayet ettiler. Bu hadîste: «Resûlüllah Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) öğle namazını kıldırdı. Sonra küçük bir minbere çıkarak Allah'a hamd-ü
senada bulundu. Ve: Bundan sonra:
«(Malûmunuz olsun ki)
Allah, kitabında (Ey insanlar! Rabbinlzden korkun!..) âyet-l kerîmesini
indirdi; buyurdular.» İbaresi de vardır.
71- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ce-rir, A'meş'den, o da Mûsâ
b. AbdîIIâh [29] b' Yezîd ile Ebû'd-Duhâ*
dan, onlar da Abdurrahmân b. Hilâl El Absi'den, o da Cerir b. Abdil-lâh'dan
naklen rivayet etti. Cerîr şöyle demiş: «Bedevilerden bir takım İnsanlar
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'* geldiler, üzerlerindeki giyimleri
yapağıdandı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) onların bu kötü hâlini gördü;
muhtaç vaziyette idiler...»
Râvî hadîsi yukarı d
akil erin hadisleri mânâsında rivayette bulundu.
Nimâr:
Nemre'nin cem'idir.
Nemre:
Yapağından dokunan çizgili kumaştır. Siyah beyaz çizgileri hâvi olduğu için
kaplan postuna benzetilerek, kumaşa bu ismin verilmiş olması muhtemeldir.
«Müstâbîn Nîmâr»
tâbiri: yapağıdan dokuma örtülerini ortadan yararak başlarına geçirmişler,
mânâsına gelir.
Kûm veya kevm: Yığın,
demektir. Esâs ittibâriyle bu kelime «Râ-biye» gibi tep eve yüksek yer,
mânâsına gelir. Sonradan mecazen her şey'in yığın hâlinde çok olan miktarına
«Kûm» denilmiştir.
«Müzhebe» kelimesi
«Müdhüne» şeklinde de rivayet olunmuşsa da Kaadı 1yâz ile diğer hadîs
imamlarının beyânına göre bu rivayet tasniftir.
«Müzhebe»'nin tefsiri
hakkında Kaadı îyâz iki vecih beyân etmiştir;
Birinci veçhe göre: Bu
kelimenin mânâsı: Altınla yaldızlanmış gümüş, demektir. Yüzün güzelliğini ve
nurunu ifâde hususunda bu mânâ daha beliğdir.
İkinci veçhe göre:
Râvî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in güzelliğini ve nurunu altın
yaldızlı derilere benzetmiştir.
Araplar deriden
yaptıkları bâzı eşyanın üzerine altın çizgiler çizerlerdi.
Fahr-i Kâinat
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin sevinmesine sebep: Müslümanların
kendi emrine imtisâlen tâatullah'a koşmalarını ve gelen muhtaç insanların
başlarını çözmelerini gözleriyle görmesidir.
Müslümanların
birbirlerine gösterdikleri şefkat ve yardım, kendilerini son derece memnun
etmiştir.
1-
Müslümanm, birini muhtaçlara yardım ve müslümanlara şefkat ederken gördüğü
zaman sevinmesi gerekir.
2- Hadîs-i
şerif, hayır hasenat hususunda ön-ayak olmaya teşvik, bâtü ve çirkin şeylerden
menetmektedir. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in-
Her kim İslâmda güzel
bir çığır açarsa... ilâh...» buyurmasına sebep: îlk olarak ashâb-ı kiramdan
birinin taşıyamıyacağı kadar ağır bir kese para getirmesidir. Onu görünce diğer
ashâb-ı kiram da elbise, yiyecek v.s. getirmişlerdir. Şu hâlde bu hususta en
büyük fazilet ve .sevap, keseyi getirmekle bu ihsan kapısını açan ilk zâta aittir.
3- Hadls-i
şerif: «Sonradan îcât edilen her şey bid'atUr; her bid'at da dalâlettir.»
hadisini tahsis etmektedir. Babımız hadîsinden anlaşılıyor ki: Bid'at
hadîsinden murâd: Alel'ıtlâk iyi veya kötü her bid'at değil, bâtü ve kötü
bid'atlardır.
Bid'atların: Vâcîp,
mendûb, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beş kısma ayrıldığını yerinde
görmüştük.
72- (1018)
Bana Yahya b. Mâîn rivayet etti. (Dedi ki): Bize Gunder rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bana bu hadîsi
Bişrü'bnü Hâlid dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Muhammed yâni
tbni Ca'fer, Şu'be'den, o da Süleyman'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Ebû
Mes'ûd'dan naklen haber verdi. Ebû Mes'ûd şöyle demiş: Sadaka vermeye me'mûr
olduk (Bu maksatla) hammallık ediyorduk. (Bir defa) Ebû Akil yarım sâ' [30] sadaka
verdi. Başka biri ondan daha çok bir şey getirdi. Derken münafıklar:
— «Şüphesiz ki Allah
bunun sadakasından müstağnidir; öteki de ancak riya için fazla verdi.» dediler.
Bunun üzerine
(mü'mînlerden nafile sadaka verenlerle güçlerinin yettiğinden başka bir şey
vermeyenleri alaya alanlar yok mu, Allah onları rezîl rusvay edecektir. [31]
âyet-i kerîmesi nazil oldu.
Bişr: «Nafile sadaka
verenler» tâbirini söylemedi.
(...) Bize
Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet etti. (Dedi kî): Bana Saîdü'bnü Ram" rivayet
etti. H.
Bana, bu hadîsi İshâk
b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvûd haber verdi. Bu râvîlerin
ikisi de Şu'be'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. Saîdü'bnü Rabî'
hadîsinde: «Biz, sırtlarımızda yük taşıyorduk, dedi.» ibaresi vardır.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu't-Tefsîr» ve «Kitâbu1z-Zekât»'da tahrîc etmiştir.
Hadis-i şerif burada
meçhul sigasıyla vârid olmuşsa da, Buhâri'nin *Kitâbu*z-Zekât»'daki rivayetinde
«Sadaka ayeti nazil olunca biz sırtımızla yük taşımaya başladık...»
buuyrularak, sadaka emrini verenin Allah Teâlâ olduğu bildirilmiştir.
Anlaşılıyor ki «Sadaka âyeti»
denilen «Onların mallarından
sadaka-ol» emr-i ilâhisi nazil olunca Ashâ-b-ı
kiram hemen sadaka vermeye şitâb etmiş, verecek sadaka bulamıyanlar
hammallık ederek kazandıkları yevmiyeden sadaka vermişlerdir.
Yarım sâ' sadaka veren
Ebû Akil (Radiyallahü anh)'in ismi Habbâb'dır
îbni Abdilberr'in beyânına göre Ebû Akü (Radiyallahü anh) sâ1 kuru hurma
getirerek odanın içine boşaltmış, bunu gören münafıklar gülüşerek: «Allah, Ebû
Akîl'in sâ' ından ganîdir.» demişler.
Îbni Çerir'in
rivayetine nazaran Hz. Ebi Akil: bir iki sâ' kuru hurma mukaabilinde çalıştım.
Birini aileme götürdüm, diğerini ibâdet olmak üzere Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem)'e getirirdim. Ona vararak sadaka getirdiğimi haber verince:
(Getirdiğin sadakayı,
sadaka matlarının yanına dök.) buyurdular. Derken münafıklar alay ettiler. Ve:
(elbette, Allah bu fakirin sadakasından müstağnidir) dediler. Bunun üzerine:
Kendi gönülleri ile
sadaka veren mü'mtnleri alaya alanlar yok mu...) âyet-i kerimesi nazil oldu.
Bu bâbda vârid olan
bir çok hadîslerden anlaşılıyor ki: Sadaka getirenlerin sayısı yalnız iki zâta
münhasır değildir.
Kirmanı buradaki
hadîste Hz. Ebû Akî1'in yarım sâ'; zekât hadisinde ise bir zâtın bir sâ';
tesadduk ettiğine bakarak bunların ayrı ayrı kimseler olmaları ihtimâli üzerinde
durmuştur.
Buhârî'de ismi
zikredilemeyen bir zât daha vardır. Onun hakkında: «Çok şey tesadduk etti.»
denilmiştir.
Ayni, bu zâtın
Abdurrahmân b. Avf Radiyallahü anh) olduğunu söylemiştir. Hz. Abdurrahmân dört
yahut sekizbin dirhem sadaka getirmiştir ki bu miktar o günkü malının yansı
olduğu söylenir.
Yine o gün Âsim b.
Adıyy (Radiyallahü anh) yüz ölçek kuru hurma tesadduk etmiştir.
îmam Ahmed b.
Hanbel'in hadîsde Hz. Abdurrahmâ; b. Avf m Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e 40 okiyye sadaka getirdiği, Ensâr'dan bir zâtın da bir sâ' yiyecekle
geldiği; bunu gören bâzı münafıkların:
— «Vallahi
Abdurrahmân bunu riya için
getirdi.» dedikleri, yiyecek getiren zât için de:
— «Allah ve Resulü bu bir sâ'dan
müstağnidirler.» diyerek alay ettikleri bildirilmektedir.
Hadîs-i şerif
Müslümanları sadakaya itinâ göstermeye, verecek bir şey bulamadıkları zaman
ücretle çalışmak gibi mubah sebeplerle sadaka vermenin yolunu aramaya teşvik
etmektedir.
73- (1019) Bize Züheyr
b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süf-yân b. Uyeyne, Ebû'z - Binâd'dan, o
da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre' den merfûan rivayet etti ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)?
«Dikkat edin!
Sabahleyin bir kap, akşamleyin bir kap süt veren bir deveyi meniha olarak bir
aileye veren bir kimse için bunun sevabı pek büyük olur.» buyurmuşlar.
74- (1020)
Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyyâ b.
Adîyy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubey-dullah b. Amr, Zeyd'den, o da Adîyy b.
Sâbit'ten, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyreden, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'den naklen haber verdi. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) nehîy buyurarak bâzı hasletler söylemiş ve:
«Her kim meniha olarak
birine sağmal bir hayvan verirse, o hayvanın sabah öğünü de, akşam Öğünü de bir
sadaka olur.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhâri «Hibe» bahsinde tahric etmiştir.
Menîha: Lügatte;
atîyye, bahşiş ma'nâsınadır. Şeriat ıstılahında ise: Bir kimseye bir müddet
sütünden istifâde ederek sonra sahibine iade şartîle verilen sağmal deve veya
koyundur. Bir müddet yününden veya yapağından istifâde için verilen hayvan )
dahî menîhadır. Kazzâz'in beyânına, göre meniha ancak koyunla deveden olur. Bu
bâbda Ebû Ubeyd
şunları söylemiştir:
«Araplarca menîha iki
surette yapılır: Birinci surete göre: meniha, bir kimsenin dostuna hediyye
vermesidir; verilen mal o şahsın olur.
İkinci surete göre:
Bir deve veya koyunu yün ve sütünden bir müddet istifâde ettikten sonra tekrar
sahibine iade şartîle emaneten vermektir. Lügat ulemâsının beyânlarına göre
«menîha» kelimesi «minha» şeklinde dahi okunabilir, ve hayvanda olduğu gibi
meyve sâirede de yapılabilir.
Filhakika sahih bir
rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in H z. Ummî Eymen'e bir
hurmalığı menîha olarak verdiği beyân olunmuştur.cümlesi «Bu deve sabahleyin
tas dolusu süt vererek gider; akşamleyin de tas dolusu süt vererek gelir.»
yâni «akşam sabah büyük tas dolusu süt verir.» mânâsına menîhayı metheden bir
sıfat cümlesidir.
Uss: Büyük
tas, demektir.
Kadeh: İki
kişiyi doyuracak kaptır.
Sabûh:
Sabahleyin sağılan süt:
Gabûk:
Akşamleyin sağılan süt, demektir.
.Kaadı Iyâz'm beyânına
göre bu iki kelime «Sadaka»1 dan bedel olmak üzere mecrûr okunurlar. Zarf olmak
üzere mansûb okunmaları da caizdir.
Hadîs-i şerif,
menihanın faziletine delildir.
75- (1021) Bize
Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z - Zinâd'dan,
o da A'rac'dan, o da Ebû Hürey-re'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyden naklen rivayet etti. Amr şöyle dedi: Bize Süfyân b. Uyeyne de
rivayet etti. (Dedi ki): İbni Cüreyc Hasan b. Müslim'den, o da Tâvûs'dan, o da
Ebû Hü-reyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se/Jem)'den naklen rivayet
ettiğini söyledi. Efendimiz şöyle buyurmuşlar:
«İnfâk edenle, sadaka
verenin misâli üzerinde memelerinden köprücük kemiklerine kadar İki cübbe yahut
İki zırh bulunan bir adamın misâli gibidir. İnfâk eden öteki râvî: Sadaka veren
istediği vakit; demiş. Sadaka vermek İstedimi cübbesi bedenini kaplar. Yahut
üzerine yayılır. Cimri olan kimse infâk etmek istedimi cübbesi büzülür ve her
halkası yerini alır. O derecede ki: parmak uçlarını kaplar ve izini örter.»
Ebû Hüreyre :*Cübbeyi
benişletmeye çalışır, ama genişletmez, de mek istiyor.» demiş.
(...) Bana,
Süleyman b. Ubeydillâh Ebû Eyyûb El - Gaylânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ebû Âmir yâni El - Akadî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim b. Nâfi', Hasen
b. Müslim'den, o da Tâvûs'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş:
«Resûlülfah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) cimri ile cömerti üzerlerinde demirden zırhlar
bulunan ve elleri memeleri ile köprücük kemiklerine doğru sıkıştırılan fki
adamla temsil buyurdu. Cömert her sadaka verdikçe zırhı genişler; o derece ki:
Parmak uçlarını bile kaplar; izini de örter. Cimri bir sadaka vermek istedimi
zırhı büzülür ve herhalkasi yerini alır.»
Ebû Hüreyre! «Ben,
Resûlüllah {Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)^ parmağını yakasına sokarak işaret
ederken gördüm. Onun zırhını genişletmeye çalışıp, zırhın genişlemediğini bir
görseydin (şaşar kalırdın.)» demiş.
77- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Demiş ki): Bize Ahmed b. İshâk el -
Hadramî, Cüheyb'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Abdullah b. Tâvûs, babasından,
o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
C:mri îte cömertin
misâli, üzerlerinde demirden zırhlar bulunan iki adamın misâli gibidir. Cömert
olan, bir sadaka vermek İstedimi cübbesi izini örtecek derecede genişler.
Bahil, bir sadaka vermek istedimi cübbesi büzülür de, elleri köprücük
kemiklerine yapışır. Ve her halka, Yanındaki halkaya sıkışır.» buyurdular.
Bunu müteakip: Ben,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"i:
«Zırhı genişletmeğe
çalışır amma genişletemez...» buyururken işittim.
Bu hadîsi Buharı
«Zekât», «Libâs» ve «Cihâd» bahislerinde; ve Nesâi dahi «Zekât» bahsinde
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Kaadı İyâz'm beyânına
göre hadîsin birinci rivayetinde râvilerin vehimlerinden neş'et eden bir çok
tashîf, tahrif, takdim ve te'hîrler vardır. Hadîsin doğru şekli, sonraki
rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Meselâ birinci rivayette «Münfık ile
mütesaddık...» denilmiştir; bu hatâdır. Doğrusu: «Mütasaddık ile
bahîl...»'dir.
Yine bu rivayette «Bir
adamın misâli gibidir.» denilmiştir. Doğrusu «iki adamın misâli»'dir.
Ayni rivayette «İki
zırh yahut iki cübbe.» denilmiştir. Doğrusu seksiz olarak «İki zırh...»dır.
Nitekim sonraki rivayetler bu şekildedir.
Cünne: Zırh
demektir. Bu rnânâ nefs-i hadîste halkalarından bahsedilmek suretiyle beyân
buyurulmuştur.
Hadîsin bütün
nüshalarında «Merrat» kelimesi zikredilmektedir. Ulemâ bunun da hatâ olduğunu
söylemişlerdir. Doğrusu «müddetedir ve «sebeğat» gibi o da kapladı mânâsına
gelir. Nitekim ikinci rivayette bunun yerine «inbisât» kelimesi
kullanılmıştır. Maamâfih «merrat» kelimesi dahi ayni mânâya kullanılabilir. Bu
kelimeyi Buhârî «Mâdet» şeklinde rivayet
etmiştir.
«Mâdet»: Meyletti,
demektir.
Mezkûr kelimenin bâzı
rivayetlerde «Mâret» yâni: «aktı», yayıldı» şeklinde zaptedildiği görülmüştür.
Yine ilk rivayetteki
«Cübbesi büzülür ve her hpJkası yerini alır. O derecede ki: Parmak uçlarını
kaplar ve izini örter.» ifâdesi hakkında Kaadı lyâz şunları söylemiştir: «Bu
sözde çok bozukluk vardır. Zira *parmak uçlarını kaplar ve izini örter.) sözü
cimri hakkında değil, cömert için vârid olmuştur. Bu söz cimrinin zıddmı tavsif
etmektedir. Cimrinin vasfı (Her halka yerine sıkışır.) ve (Zırhı genişletmeğe
çalışır ama genişlemez.) sözleri ile ifâde buyurulmuş-tur. Râvî cimriyi,
cömertin sıfatları ile vasfetmiş, bu suretle söz bozularak tenakuz
vukübulmuştur. Bâzı rivayetlerde (Tücinnu) yerine (Tahhüzzü siyâbehû)
(Elbisesini parçalıyor.) denilmiştir. Bu da bir vehimdir. Doğrusu: Cumhûr'un
rivayet ettiği şekilde (Tücinnu)'dur. Tücinnu: Örtünür demektir. (Siyâbehû)
kelimesi dahî vehimdir. Doğrusu (Benânehû)'dur. Cumhûr'un rivayeti budur.
Nitekim ikinci rivayette bunun yerine (Enâmilehû) denilmiştir. Benân ile
enâmil: Parmak uçları, demektir.»
Nevevî : «Râvi Amrfin
bu şekildeki rivayetinin sa-hîh olması ihtimâli vardır. Bu takdirde hadisde
mahzûf vardır. Ve şöyle takdir edilir: Sadaka veren cömert ile cimrinin msiâli:
Üzerlerinde cübbe veya zırh bulunan iki adamın misâli gibidir. Cümleden
cimrinin hazfedilmesi, tezat suretiyle cömertte bu mânâ anlaşıldığı içindir.
Nitekim Allah Teâlâ Hazretlerinim. Sizi sıcaktan koruyacak gömlekler
giversiniz [32] âyet-i kerimesi de bu
kabildendir. Yâni sizi sıcak ve soğuktan koruyan gömlekler manasınadır. Sıcak
kelimesinden tezat tarikiyle soğuk da anlaşılacağı için âyetten soğuk kelimesi
hazf edilmiştir. (Mütesaddık) kelimesi bâzı esâs nüshalarda (Mussaddık)
şeklinde zapt edil m iştir. Bunların ikisi de doğrudur. (Ra-cül) kelimesine
gelince; Bütün esâs nüshalarda burada olduğu gibi müfred sîgası ile rivayet
edilmişse de. bunun bâzı râvîler tarafından değiştirildiği anlaşılıyor. Doğrusu
(Racûleyin)'dir.» diyor.
Zırhın sahibinin izini
örtmesi bir temsildir. Bununla sadakanın malı arttıracağı, cimriliğin ise
azaltılacağı anlatılmak istenilmiştir.
Bâzıları bu cümlenin,
cömertlikle bahilliğin çokluğunu temsil ettiğini söylerler. Zîrâ cömert olan
bir kimse sadaka verirken eli açılır ve yayılır. O, buna alışır. Bahîl ise
elini yumar; bu da onun için bir âdet olur.
Ulemâdan bâzıları
«izini örter.» cümlesini -günahlarını yok eder.» mânâsına almışlardır.
Cimrinin giydiği
zırhın halkalarının büzülmesini ve her halkanın yerini almasını dahî kıyamet
gününde bu zırhla dağlanaoaktır şeklinde tefsir etmişlerdir.
Fakat Nevevi bu tefsiri
beğenmemiş, hadîsin bir temsilden ibaret olduğunu, kıyamette vukûbulacak
şeyleri haber vermediğini söylemiştir.
Bâzılarına göre
cömertle cimri hakkındaki bu temsilin hikmeti Teâlâ Hazretlerinin cömerti
verdiği sadaka sebebiyle hem dünyâda hem âhirette affedeceğini, verdiği
sadakaların bir zırh gibi kusurlarını örteceğini cimrinin ise dar bir cübbe
giyerek avret mahalli açıkta kalmış gibi dünyâda da âhirette de kusurlarının
açıkta kalacağını beyândır.
Bu hususta daha başka
mütâlâa yürütenler de olmuştur,
Birinci rivayette Hz.
Ebû Hüreyre1 nin : «Cübbeyi genişletmeye çalışır ama genişlemez.» sözü
yeknazârda müdrec gibi görünürse de, hakikatta müdrec değil, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seî/emJ'in hadisindendir. Nitekim ikinci rivayette:
«Onun cübbeyi
genişletmeye nasıl çalıştığını fakat cübbenin genişlemediğini bir görseydin,
şaşar kalırdın.» demesi bunu gösterir.
Şaşar kalırdın...»
cümlesi, şartın cevâbıdır. Ve anlaşılacağı için hafzedilmiştir. Bu cümleyi
temenni mânâsına anlamak da mümkündür. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «ResûlüUah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zırhı nasıl genişletmeye çalıştığını ve
zırhın genişlemediğini bir görmeliydin.»
78- (1022)
Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Hafs b. Meysera, Mûsâ b. Ukbeden, o da Ebû'z - Zinâd'dan, o da Arac'dan,
o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saallaîlahü Aleyhi ve. Sellem)'den naklen
rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Bir adam: Ben, bu
gece mutlaka bir sadaka vereceğim; dedi, ve sadakasını çıkararak bir fahişenin
eline verdi. Derken halk: bu akşam bir fahişeye sadaka verildi, diye lâf etmeye
başladılar. O adam: Yâ Rabbî bir fahişeye sadaka verdiğim için sana hamd olsun.
Ben behemahâl bir sadaka (daha) vereceğim; dedi. Ve sadakasını çıkararak bir
zenginin eline verdi. (Bu sefer) halk (yine):
— Bir zengine sadaka verildi; diye lâf etmeye
başladılar. Sadaka veren adam:
— Yâ Rabbî! Bir zengine sadaka verdiğim için
sana hamd olsun. Ben elbette bir sadaka (daha) vereceğim; dedi ve sadakasını
çıkararak onu bir hırsızın eline verdi. Halk (yine):
— Bir hırsıza sadaka verildi! diye lâf etmeye
başladılar. Bunun üzerine sadaka veren zât:
— Yâ Rabbî Bir fahişeye, bir zengine ve bir
hırsıza sadaka verdiğim için sana hamd olsun; dedi.
Sonra (rüyasında) ona
gelenler oldu ve:
— «Senin sadakan kabul olundu. Fahişeye
gelince: Umulur ki bu sadaka sebebiyle zinasından vazgeçip namuslu olur.
Umulur ki: Zengin de İbret alır da, Allah'ın kendine verdiği maldan infâk eder.
Ve yine umulur ki: Hırsız da bu sadaka sebebiyle hırsızlığından vazgeçerek
namuslu bir adam olur; dediler.»
Bu hadîsi Buhari ile
Nesâî «Zekat» bahsinde tahric etmişlerdir.
Sadaka vermeyi adayan
zâtın ismi malûm değildir. Yalnız îmam Ahmed b. Hanbe‘in, İbni Lehi'a tarikiyle
A1rac'dan naklettiği rivayette bu zâtın Benî îİsrail1 den Olduğu büdîrilmiştir.
Sadakasını evvelâ bir
fahişeye sonra bir zengine, daha sonra hırsıza vermesi kasdtt değiV onların
hâllerini bihnediğindendir.
Halkın diline düşerek
sadakasını müstahikkma vermediğini adayınca, yaptığı işten dolayı Allah'a
hamdetmiştir.
Ayni' nin beyânına
göre: Bundan maksadı ya inkâr yahut te-accübdür. Eğer inkârı kastetiaişse mânâ
şudur: Zu zât sadakasını müstahikkma vermek istemiştir. Ve yüzde yüz kabul
olunacağını ümid ettiği için sözünü yeminle te'kîd etmiştir. Sonradan sadakasının
bir fahişe ve bir hırsız eline düştüğünü anlayınca, bunlardan daha kötü hâili
olanlara tesaadüf etmediği için Allah'a hamd eylemiştir.
Teaccübe gelince:
Şaşılacak bir şey görüldüğü zaman Allah'a hamd ederek ta'zîmde bulunmak
âdettir. Nitekim bir çok defalar şaşılacak bir hâl görülünce «Sübhânallah»
denilir.
Tıybi diyor ki: «Bu
zâtın bir fahişeye sadaka verdiği halkın diline düşünce, yaptığı iş'e kendisi
de şaşmış ve Allah'a hamdetmiştir.
Hadisdeki
«Alâzâniyetin» s.özü mahfuz bir fiile mutaallıktır.»
Aynî mahfuzun fiilin
«Ben sadaka mı verdim?» mânâsına gelen «Etesaddaktu» olduğunu söylemiştir.
Yine Aynî' nin
beyânına göre bâzıları bu cümlenin mânâsını anlayamamışlardır.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: «Hamd-ü sena yalnız iyi şeyler için yapıldığı hâlde bu zât
n'için fahişe ve emsaline verdiği sadakadan dolayı Allah'a hamdetmiştir.
Bu suâlin cevâbını
Kirmânî vermiş ve: «Sana hamd ederim... demek: Fahişeye verilen sadakadan
dolayı hamd bana değil sanadır yâ Rabbî« Çünkü bu iş benim değil, senin
irâdenle olmuştur, .demektir. Allah'ın her irâdesi güzeldir hattâ kâfirlere
nzık vermeyi irâde buyurması bile güzeldir.» demiştir.
Sadaka veren zâta
kimin geldiği bildirilmemiştir. Ayni' nin beyânına göre o, bunu ya rüyasında
görmüş, yâ bir melek veya başka .biri tarafından kendisine nida edilmiş yahut
zamanın Peygamberi tarafından haber verilmiştir. Bir âlimin fetvası olmak
ihtimâli de vardır.
Ebû Nuaym'm
«Müstahrec»'inde tahric ettiği rivayette: «Söylentiler o zâtın fenasına gitti.
Derken rüyasında, kendisine gelenler oldu ve:
— Allah Azze ve
Çelişenin sadakanı kabul etti; denildi.» buyurularak hadisenin rüya hâlinde
geçtiğine işaret olunmuştur.
Taberânî' nin
rivayetinde dahî rüya hâlinde geçtiği zikredilmiştir.
1- Hadis-i
şerif, geçmiş ümmetlere sadakanın meşru olduğuna delâlet eder. Geçmiş ümmetler,
ehl-i hayırdan olmak şartıyla muhtaçlara sadaka verirlerdi. Onun için hadîste
zikri geçen üç sınıf insana neden sadaka veriliyor diye şaşmışlardı.
2- Allah
Teâlâ kulunun hayır niyeti ile yaptığı işe mükâfaat verir. Bu sebepledir ki:
niyeti hayır olduğu hâlde bilmeden ehil olmayan kimselere sadaka veren o zâtın
fi'lini tâat olarak kabul etmiştir.
Yalnız bu sadaka
nafileye mahsûstur. Farz olan zekâtı zenginlere vermek caiz değildir.
Fakir olan hırsız ile
fahişeye zekât vermek bil'ittifâk caizdir.
3- Zekât
alan kimsenin, kendi hâlini nazar-ı ittibâra alması, hırsızsa hırsızlıktan,
zâni ise zinadan vazgeçerek hâlini ıslâh etmesi, zenginse sadakayı kabul
etmemesi gerekir.
4- Hadİs-i
şerif gizli verilen sadaka ile bu hususta gösterilen samimiyet ve İhlasın
faziletine, delildir.
5- Yerine
verilmeyen sadakanın tekrarı müstehabdır.
6- Hüâfı
anlaşılıncaya kadar hüküm zahire göredir.
7- Allah'ın
kazasına razı olmak, bu bâbta hâlinden şikâyet etmemek lâzımdır.
8- İmam
A'zam'la İmam Muhammed'e göre bir kimse fakir zannı ile birine zekâtını verir
de sonradan zengin olduğu anlaşılırsa, zekât sahibinden borç sakıt olur. Tekrar
vermesi icab etmez Bu kavil Hasan Basrî ile
îbrâhîm Nehâi'den de rivayet olunmuştur. Hadîs-i şerif onlara delildir.
İmam Şafii, Hasen b.
Salih ve Hanefiî1er'den imam Ebû Yûsuf a göre zekâtı tekrar vermek icâb eder.
Sevri'nin kavli de budur. Çünkü zekât sahibi içtihadında yanılmış ve zekâtını
yerine vermemiştir. Binâenaleyh yanında su olduğunu unutarak teyemmümle namaz
kılan bir kimse suyu hatırladığı zaman nasıl namazını iade ederse, burada da
zekâtın iadesi lâzım gelir.
9- Mâsiyet
sahiplerine sadaka vermek mekruhtur. Übbî diyor ki: «Namaz kılmayan bir kimseye
sadaka vermek isteyen mutlaka onun namaz kılmasını şart koşmalıdır. Zekâtı
alan kimsenin: (Ben namaz kılarım.) demesi kâfidir.»
79- (1023)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Amir EI-Eş'arî, tbnü Nümeyr ve Ebû Küreyb
hep birden Ebû Üsâme [33]'den
rivayet ettiler, Ebû Âmir dedi ki: Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Büreyd, Dedesi Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber
(Sallallakü Aleyhi ve Se/Zemj'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar;
«Şüphesiz ki aldığı
emri infaz eden —Ebû Mûsâ: Galiba veren, buyurdu; demiş.—; gönü! hoşluğu ile
tastamam veren ve teslimine me'mûr olduğu şahsa teslim eden emniyetli müslüman
vekîl-i hare iki sadaka verenin biridir.»
Bu hadîsi Buhâri
«Zekât» bahsinin bir iki yerinde tahric etmiştir.
Hâzin: Vekîl-i hare
yâni bir kimsenin işlerine bakan, onun nâmına İcâb eden yerlere para veren
kimsedir.
Bu ve bundan sonraki
hadislerden murâd: Allah'a tâat hususunda bir kimseye ortak olan asıl sevapta
da ortak olur, demektir. Yâni birine verilen sevap, ötekine de verilir. Bundan,
verilen sevapların biribirine müsavi olması îcâb etmez. Birinin sevabı
ötekinden daha çok olabilir. Fakat verilen sevabın aslında müsavidirler. Meselâ
mal sahibi vekîl-i harcına yüz lira vererek: «Şu parayı kapıdaki fakire ver.»
dese, mal sahibinin sevabı vekil-i harcın kinden daha çok olur. Fakat bir parça
ekmeği»veyâ bir salkım üzüm gibi fazla kıymeti ol-mıyan bir şey'i uzak
mesafedeki bir fakire gönderirse, bu sefer vekîl-i harcın sevabı mal
sahibininkinden daha çok olur. Zira uzak yere gidip gelme ücreti, ekmek veya
üzümün kıymetinden fazla tutar. Bazen her ikisinin sevapları müsavi olur.
Meselâ gönderilen ekmekle gidip gelme ücreti müsavî olduklarında hâl böyledir.
Vekîl-i harcın
müslüman, emniyetli, me'mûr olduğu işi gönül hoşluğu ile tastamam İfâsı şart
kabilinden vasıflardır. Sevap kazanmak isteyne vekîl-i karcın bu şartlara
riâyet etmesi gerekir.
Görülüyor ki mezkûr
şartlara riâyet eden vekil-i hare sevap hususunda efendisi ile ortaktır.
Kaadı tyâz vekil-i
harem sevabın azlığı ve çokluğu hususunda da mal sahibine ortak olabileceğine
işaret etmiş ve: «Çünkü sevap Allah Teâlâ'nın bir fazlıdır. Allah, onu
dilediğine verir. Böyle peyler kıyâsla anlaşılamaz. Sevap amellere göre de
değildir. O, sırf, bir fazl-ı ilâhidir...» demiştir.
Nevevî birinci kavlin muhtar olduğunu söylemektedir.
80- (1024)
Bize Yahya b. Yahya ile Züheyr b. Harb re tshâk b. İbrahim toptan Cerîr'den
rivayet ettiler. Yahya (Dedi ki): Bize Cerir, Mansûr'dan, o da Şakîk'den, o da
Mesrûk'dan, o da Aişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş: Resûlüllah
(Saîldlahü Aleyhi ve Sellem)* «Kadın zarar vermeksizin evinin yiyeceğinden
ftıfak ederse, fnfâki sebebiyle kendisine; malı kazanması sebebiyle de
kocasına ecir verilir. Ve-kîl-i hare için de bunun gibi ecir vardır. Bunlar
birbirlerinin ecirlerinden hiç bir şey azaltmazlar.» buyurdu.
(...) Bize,
bu hadîsi tbni Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Fudayl b. tyâz, Mansûr'dan bu
isnâdla rivayet etti. (Yalnız
o): «Kocasının yiyeceğinden.» demiştir.
81- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti.
Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem)
«Kadın, kocasının
evinden zararsızca infâkta bulunursa, yaptığı in-fâk sebebiyle ecri kendinin;
malı kazanması sebebiyle bir misli de kocasının olur. Vekîl-i hare için de
bunun misli vardır. (Bunlar) birbirlerinin ecirlerinden hiç bir şey
azaltmazlar.» buyurdular.
(...) Bize,
bu hadîsi İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babamla Ebû Muâviye,
A'meş'den, bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet ettiler.
Bu hadisi Buhâri
«Zekât» bahsinin bir iki yerinde ve «Ki-tâbü'l-BüyûVda; Ebû Dâvûd ile Tirmizi
«Zekât» bahsinde; Nesâî «Işrâtü'n-NisâVda; îbni Mâce *Ticârât»'da muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
Tirmizî onu iki
tarîkden tahrîc etmiş. Muhamme-dü'bnü'l-Müsennâ tarikiyle Hz. Âişe' den rivayet
ettikten sonra: «Bu hadis hasendir.» demiştir. İkinci tariki Mahmûd b. Gaylân
vasıtasıyla yine Hz. Âişe' den rivayet etmiştir. Mezkûr rivayet için Tirmizî:
«Bu hadîs ha-sen sahihtir ve birinci tarikten daha sahilidir.» demektedir.
Hadîs-i şerif,
muhtelif lâfızlarla rivayet olunmuştur. Bunların bâzılarında: «Kadın infâk
ederse...» denilmiş; Tirmizi' nin bir rivayetinde: «Kadın tesadduk ederse...»,
diğer rivayetinde:
«Kadın, kocasının
evinden bir şey verirse...» buyurulmuştur.
Kadının infâk ettiği
şeyin «Evinin yiyeceğinden.» diye kayıtlanması âdeten yiyecek vermek hususunda
müsamaha gösterildiği içindir.
Altın ve gümüş gibi
şeylerin verilmesi âdet olmadığı için kadın onları kocasının izni olmaksızın
veremez.
«Bunlar birikirlerinin
ecirlerinden hiç bir şey azaltmazlar.» cümlesinden murâd: Kadın ve vekîl-i
hare amellerine göre kadının kocası ile vekil-i harem efendisi de mallarına
göre sevap kazanırlar, birbirlerinin sevaplarını paylaşmak suretiyle
azaltmazlar, demektir.
Nevevî diyor ki:
«Vekîl-i hare, çırak, köle ve kocası olan kadın tasarruf hususunda mutlaka
efendilerinden izin almak mecburiyetindedirler. Hiç bir suretle izin
almamışlarsa sevap değil, başkasının malında izni olmadan tasarrufta
bulundukları için günâha girerler. İzin iki kısımdır; biri nafaka ve sadaka
vermek için sarahaten müsâade etmekle olur. Diğeri örf-ü âdetten anlaşılan
izindir. Dilenciye bir parça ekmek vermek gibi örf ve âdet olan ve zevç ile mal
sahibinin rızâları yine Örfen bilinen şeyler bu kabildendir. Bu gibi şeyler
hususunda zevç ile mal sahibi bir şey söylemeseler bile rizâlan mevcut sayılır.
Fakat örf muhtelif olur da, rizâ hususunda şüpheye düşülür yahut zevç ile mal
sahibinin cimri oldukları hâllerinden anlaşılır veya şüphe edilirse, kadm
kocasının malından hiç bir şey veremediği gibi, köle ve emsalinin dahi
efendilerinin malmdan bir şey vermeleri caiz olamaz. Bu takdirde onların
tasarrufları efendilerinin sarahaten iznine bağlıdır...
Gerek kadının gerekse
çırak ve emsalinin âdetten fazla bir şey vermeleri caiz değildir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
(Kadın, evinin
yiyeceğinden zararsızca infâkta bulunursa...) sözü ile bu mânâya işaret
buyurmuştur.»
Nevevî bundan sonra
kadın, köle, vakil-i hare gibi kimselerin kimlere infâkta bulunabileceklerini
beyânla: «Nafakadan mu-râd: Mal sahibinin, çocuklarına, hizmetçilerine,
işlerine, misafir ve yolcu gibi ziyaretçilerine infâkta bulunmaktır.» demiştir.
Ulemâ bu hadîsin
te'vili hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: «Hadîs-i şerifin ifâde ettiği
hükümler Hicaz ve diğer bâzı memleketlerde yaşıyan insanların âdetlerine
göredir. Onların âdetlerine göre ev sahibi ailesine, çocuklarına ve
hizmetçilerine evde bulunan yiyecek ve katık gibi şeylerden infâka izin verir.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları bu âdetlerinde devama teşvik
buyurmuş; ken dilerine sevap vaad etmiştir.» demişlerdir.
Diğer bâzı ulemâya
göre hadisteki infâktan murâd: Noksanı hisse-dilmiyecek derecede az olandır.
Bir takımları: «înfâk
ancak mal sahibinin vermekten hoşlandığı bi-Jinirse caizdir.» demiş; daha
başkaları bu hususta zevce ile hizmtçi arasında fark görmüş ve zevcenin
kocasının malından israf etmemek şartıyla sadaka verebileceğine; hizmetçinin
ise efendisinin malında hiç bir gûnâ izinsiz tasarrufta bulunamıyacağma kaail
olmuşlardır.
Gerçi bu bâbda
muhtelif hükümler ifâde eden hadîsler vârid olmuştur. Meselâ Tirmizi'nin
rivayet ettiği bir hadîs, kadının izinsiz kocasının evinden hiç bir şey infâk
edemiyeceğini ifâde etmektedir.
Yine Tirmizi'nin
rivayet ettiği bir hadiste zararsız olmak ve kocasının gönül rızâsı bulunmak
şartıyla onun malından in-fâka teşvik buyurulmakta, bâzı hadîslerde yaş yemiş
kabilinden olan! şeylerin infâkına cevaz verilmektedir. Bunların arasını bulmak
içiiy Allâme Ayni: «Bu gibi şeyler, memleketlerin âdetlerine, zevcin hâllerine,
infâk edilen şey'in azlığına çokluğuna göre değişir...» demiştir.
82- (1025)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbni Nümyer ve Zü-heyr b. Harb, toptan Hafs b.
Gıyâs'dan rivayet ettiler. İbni Nümeyr (Dedi ki): Bize Hafs, Muhammed b.
Zeyd'deft, o da Âbî'l-Lahm [34]'ın
azatlısı Umeyr'den naklen rivayet etti. Umeyr şöyle demiş: Ben, köle idim;
Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-.
— «Efendilerimin mallarından
bir şey tesadduk
edebilir miyim?» diye sordum;
— «Evet, ecir de aranızda yarı olur.»
buyurdular.
83- (...)
Bize Kuteybetü'bnu Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hatim yâni tbni tsmâîl,
Yezîd yâni İbni Ebî Ubeyd'den rivayet etti. (Demiş ki): Ben, Âbi'l-Lâhm'ın
azatlısı Umeyr'den dinledim, şöyle dedi: Sahibim bana et doğramamı emretti.
Derken yanıma bir fakir geldi, ben de kendisine bu etten yedirdim. Sahibim bunu
öğrenince be- ni dövdü. Bunun üzerine ben, Resûlüllah (SaJlallahü Aleyhi ve
Sellemfe gelerek hâdiseyi kendisine anlattım. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onu çağırdı ve:
— «Bunu niçin dövdün?» diye sordu. Sahibim:
— «Emrim olmaksızın yiyeceğimi başkasına
veriyor.» dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*
— «Sevap ikinize birdendir.» buyurdular.
«Evet, ecir de
aranızda yarı olur.» cümlesi hakkında Nevevî (631-676) şunları söylemiştir: «Bu
hadis yukarıda geçtiği vecîhle Hz. Umeyrin efendisinin razı olacağını bildiği
miktarda sadaka vermesi için izin aldığına hamledilmiştir.
İkinci rivayet dahî
Hz. Umeyr'in efendisinin razı olacağını zannettiği bir miktar et verdiğine
mahmuldür. Fakat efendisi razı olmamıştır. Binâenaleyh Umeyr için ecir vardır.
Çünkü tâat itikaad ettiği bir şey'i tâat niyeti ile yapmıştır. Efendisine de
ecir vardır. Zira malı onun nâmına telef edilmiştir.»
Ancak Müslim
sarihlerinden Übbi bu hususta Nevevi'ye itiraz etmiş ve: -Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu sözü ile kölenin alel-ıtlâk efendisinin malında tasarrufa
hakkı olduğunu bildirmek istememiştir. O, yalnız doğru hareket ettiği anlaşılan
bir iş için kölenin dövülmesini doğru bulmamış, bu sebeple sahibini çağırarak
kendisini sevap kazanmağa teşvik buyurmuştur.» demiştir.
«Sevap İkinize
birdendir.» yâni razı olursan bu işten sana da, kölene de sevap vardır;
demektir. Aksi takdirde köleye sevap olamaz. Meğer ki Hz. Umeyr'in yaptığı gibi
te'vîl ederek efendisinin razı olacağına kanâat getirmiş ola...
84- (1026)
Bize Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Mü-nebbih'den naklen rivayet etti. Hemmâm:
Bize Ebû Hüreyre'nin Muhammed Resûlüllah (Snllulhthü Aleyhi ve Sr//cn/)'den
rivayet ettikleri şunlardır; diyerek bir takım hadisler zikretmiş ezcümle:
Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve Selletn)t
«Kocası yanında İken
onun izni olmaksızın kadın oruç tutmasın, kocası yanında iken onun izni
olmaksızın evine girmeye kimseye Ezin vermesin, kocasının emri olmaksızın onun
kazancından kadın ne infâk ederse, sevabının yarısı kocasının olur.»
buyurdular, dedi.
Bu hadisin ilk
cümlesini Buhârî «Nikâh» bahsinde tahric etmiştir. Onun rivayetinde «Oruç
tutmasın» yerine «Oruç tutamaz.» buyurulmuştur. Tirmizî'nin rivayeti de
öyledir.
Ebû Davud'un rivayetinde:
«Sakın bir kadın
kocası yanında iken Ramazan ayından maada oruç tutmasın. Kocası izin verirse o
başka.» buyurulmuştur.
Ebû Hür yre hadisini
Tirmizî hasen bulmuş; İbni Hibbân ise sahih olduğunu sö> lemistir.
Ebû Davud'un
rivayetinden sarahaten anlaşılıyor ki mevzubahis oruç: Nafile oruç'dur.
Filhakika kocasının izni olmaksızın yanındaki zevcesi nafile oruç tutamaz.
Çünkü kocanın hakkı, nafile oruçdan evvel gelir. Ramazan orucu ise farz olduğu
için kocanın iznine muhtaç değildir. Zâten Ramazanda karı koca ikisi de oruç
tutmakla mükelleftirler. Bu husus ittifakıdır. Yalnız ramazanın kazası
hususunda ihtilâf edilmiş: bâzıları: «Kadın izinsiz ramazan orucunu kaza
edemez. Onu Şaban ayma te'hîr eder.» demiş; bir takımları da: Kaza orucu farz
olduğu için izine ihtiyâç bulunmadığını, kadının onu izinsiz de tutabileceğini
söylemişlerdir.
«Kocası yanında
iken...» ifâdesinden murâd: Onun mukim olmasıdır. Zîrâ seferde iken kadın
izinsiz oruç tutabilir.
Şâi'iiler' den
îmamNevevI: «Ulemâmızdan bâzıları kadının izinsiz nafile oruç tutmasının
mekruh olduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber izinsiz niyetlense orucu
sahilidir, tamamlaması gerekir.» demiştir.
Bu hadisin son
cümlesini Buhâri «Kitâbu'n-Nafakaat» ile «Kitâbü'lBüyûVda; Ebû Dâvûd «Zekât»
bahsinde tahric etmişlerdir.
«Kocası yanında iken
onun izni olmaksızın evine girmeye kimseye izin vermesin...» cümlesi hakkında
Nevevî: «Bu cümle kocanın rızâsı bilinmediğine hamledilmiştir. Kadın, kocasının
evine girmesine razı olduğunu bildiği kimseleri izinsiz de içeri kabul
edebilir.» demiştir.
Kadının infâk ettiği
şey'in yan ecri kocasının olması, infâk ettiği şey aralarında ortak olduğu
içindir.
Münziri'ye göre
buradaki yarım ecirden murâd: Mecazî mânâdır. Yâni karı koca sevapta
müsavidirler. Her birine tam ecir verilecektir, iki kişi oldukları için bir
bütünün iki yarımına benzediklerinden sevapları da yarım tâbiri ile ifâde
Duyurulmuştur.
Bâzıları: «İhtimâl ki
karı ile kocanın ecirleri biribirine denk olduğundan bir bütünün iki parçasına
benzetilmiştir.» demişlerdir.
85- (1027)
Bana Ebû't Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya Et-Tü-cîbî rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Tâlur'indir. Dediler ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Yûnus,
îbni Şihâb'dan, o da Numeyr b. Abdirrahmân'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi ki, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Her kim Allah yolunda
çifte infâkta bulunursa, cennette keydisine: Ey Allah'ın kulu! Şu hayırdır;
diye nîdâ olunacak. Namaz kılanlardan ise namaz kapısından, cihâd edenlerden
ise cihâd kapısından, sadaka verenlerden ise sadaka kapısından, oruç
tutanlardan ise reyyân kapısından çağırılacaktır.»
Ebû Bekr-i Sıddîk: «Yâ
Resûlallah! Bir kimsenin bu kapıların hepsinden çağınlmasında bir zarar
yoktur. Şu hâlde bir insan bu kapıların hepsinden çağırılacak mı?» diye
sormuş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Evet! Ben, senin de
onlardan olmanı ümîd ederim.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Amru'n-Nâkıd île Hasan-ı Hûlvâni ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Ya'kûb —yâni İbni îbrâhîm b. Sa'd— rivayet etti. (Dedi ki): Bize
babam, Sâlih'den rivayet etti. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrazzâk rivayet etti. CDedi ki): Bize, Ma'mer
haber verdi. Bu râvîlerin İkisi de Zührî'den, Yûnus'un isnadı ile ve onun
hadisi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
86- (...)
Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Abdillâh b.
Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şeybân rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Hatim
dahi rivayet eyledi. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Şeybân b. Abdir-rahmân, Yâhyâ b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Selemete'bni
Abdirrah-mân'dan naklen rivayet etti. O da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.
«Her kim Allah yolunda
çifte infâkta bulunursa, o kimseyi cennetin bekçileri çağırırlar. Her babın
bekçileri: Ey fülân! Buraya buyur! derler.» buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir:
— «Yâ Resûlallah! îşte helak olmayacak zât
budur.» dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Ben, senin de onlardan olmanı pek ziyâde
ümîd ederim.» buyurdular.
«Cennette nida
olunacak...» cümlesinden murâd Cennetin kapılandır.
Yine Aynî' nin
beyânına göre bu kapılar cennetin sekiz kapısından ayrıdırlar.
îbni Battal t?-444):
«Bir iriü'min ancak bir kapıdan girecektir. Ona bütün kapılardan nida edilmesi
ise ikram ve tahyîr içindir. Yâni kapıların hangisinden dilerse ondan girmesi
hususunda muhayyer bırakılacaktır.» diyor.
Hadîs-i şerîfdeki
«hayır» lâfzı ism-i tafdil değildir. Tenvini de ta'zîm ifâde etmek içindir.
Mânâsı: îşte bu, hayırlardan bir hayırdır, demektir. Bâzılarına göre bu kapı
senin için başkalarından daha ha-hırlıdır mânâsına gelir. Bu şekilde? ihbarın
faydası onun büyüklüğünü beyândır.
«Namaz kapısından
çağırılacak, cihâd kapısından çağırılacak...» gibi cümlelerden murâd: Nafile
namazları çok kılanlar ve diğer nafile ibâdetleri çok yapanlardır. Aksi
taktirde bütün mü'minler ibâdete ehildirler. Fakat burada maksat yalnız farz
ibâdetleri ifâ edenler değil, nafileleri çok yaparak imtiyaz kazananlardır.
Re'yân: suya kanan
demektir. Ulemânın beyânına göre oruç tutanların çağırılacakları cennet kapısına
bu isim verilmesi, oruç tutarken susayanların cennette kana kana içeceklerine
tembih içindir.
«Fulü» kelimesi meşhur
rivayetlerde bu şekilde zaptolunmuştur.
Kaadı tyâz'la diğer
hadis imamları başka şeklini zik-retmemişlerdir. Bâzıları onu «Fül» diye
zaptetmişlerse de, birinci rivayeti daha doğrudur.
Kaadı lyâz: «Bu
kelimenin mânâsı fülân demektir. Ter-hîm yapılmış ve kelimenin i'râbi
nakledilmiştir. Bâzıları bu kelimenin terhîmsiz olarak fülân mânâsında bir
lügat olduğunu söylerler.» diyor. .
1- Hadîs-i
şerif infâkın pek büyük bir fazilet olduğuna delildir.
2-
Resûlüllah (SaMîahü Aleyhi ve Sellem)'m Hz. Ebû Bekir'e:
«Ben, senin de
onlardan olmanı ümîd ederim.» buyurması, onun faziletine delildir. Zîrâ
Peygamber (Saîlaîîahü Aleyhi ve Sellem)'in ricası vâcib manasınadır.
Îbni Tin bu hususa nazar-ı dikkati celbetmiştir,
3- Fitne ve
fucûra sebeb olmamak şartıyla bir insanı yüzüne karşı methetmek caizdir.
4- Bir
insana hayırlı amellerinin her biri için cennet kapıları açılmaz. Birisinden
dolayı bir kapı açılırsa ekseriyetle diğer kapılar ona kapanır. Fakat
insanlardan pek azma müyesser olmak üzere cennetin bütün
kapılan da açılabilir.
Hz. Ebû Bekir (Radiyallahü anh)
bu bahtiyarlardandır.
87- (1028)
Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mer-vân yâni el - Fezârî
Yezîd'den —ki İbni Keysân'dır— o da Ebû Hâzim'i Eşcaî'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemh
«Bu gün sizden kim
oruçlu olarak sabahladı?» diye sordu Ebû
Bekir:
— «Ben» diye cevap verdi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Bu gün sizden kim bir cenaze teşyî' etti?»
buyurdu? Ebû Bekir:
— -Ben» dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemh
— «Bu gün sizden hanginiz bir fakîr doyurdu?»
diye sordu; Ebû Bekir:
— «Ben.» cevâbını verdi. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemh
— Bu gün sizden kim bir hasta dolaştı?»
dedi; (yine) Ebû Bekin
— «Ben.»
cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
— «Bu hasletler kendisinde toplanan hiç bir
kimse yoktur ki, cennete girmesin...» buyurdular.
Übbî diyor ki:
«Ulemâdan bir cemaatla tasavvuf erbabından bir kırfa, bir insanın kendisi için
(Ben) demesini kerîh görmüşlerdir. Hattâ ehl-i tasavvuftan bâzıları (Bu kelime
sahibine dâima uğursuzluk getirir.) diyerek iblisin (Ben) dediği için Allah'ın
lanetine uğradığına işaret etmişlerdir. Delilleri babımda görülecek Câbir
hadîsidir. Mezkûr hadîsde Hz. Câbir : Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeUern)** geldim, kapıyı çaldığımda:
— Kim o? dedi;
— Ben! diye cevâp verdim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'
— Ben, ben;
diye diye yanıma
çıktı. Gâlibâ bunu
kerih gördü.) demektedir.
Fakat mes'ele bu
zevatın zannettikleri gibi değildir. Onlara red cevâbı hususunda babımız hadisi
kâfidir. Zira Ebû Bekr-i Sıddîk (Radiyallahü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Selicm)in huzurunda ıBen) diyerek konuşmuş; kendisine bu bâbda bir şey
dememiştir. (Ben) kelimesi Kur'ân-ı Kerîm de ve hadislerde çok varîd
olmuştur...»»
Übbi bu hususta gerek
Kur'ânı dan gerekse hadîslerden bir çok misâller getirdikten sonra şunları
söylemiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'vn Câbir hadîsinde
(Ben) sözünü kerih görmesi beyân icâb eden yerde Câbir (Radiyallahü anh) sözünü
müphem bıraktığı içindir.
Hz. Câbir (Ben Câbir'
im) deseydi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona bir şey demezdi.
îb1îs1e gelince Ona
lanet fcuyuruîması, kendisine (Ben) dediği için değil; Rabbi Teâlâ'nın emrini
alaya alarak (Ben Âdem' den daha hayırlıyım.) dediği içindir.»
Hadîs-i şerîfde
sayılan hasletlerin bir kişide toplanmasından mu-râd: Günlerden bir gündür. O
hasletlerin konuşulduğu gün değildir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) Efendimizin bu hasletleri kendinde toplayanın cennete
gireceğini beyân buyurmaları, o kimse hakkında şehâdettir.
88- (1029)
Bize Ebû Bekir b.Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs yâni İbni Gıyâs,
Hişâm'dan, o da Fâtıme binti Münzir'den, o da Esma binti Ebî Bekir (Radiyallahü
an^/dan naklen rivayet etti. Esma' şöyle demiş: Bana, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
aİnfâk et —yahut dök,
yahut ver— cimrilik etme ki Allah da sana rızkını esirgemesin.» buyurdular.
(...) Bize
Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb ve îshâk b. tbrâ-hîm hep birden Ebû Muâviye'den
rivayet ettiler. Züheyr (Dedi ki): Bize Muhammed b. Hâzim rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Hişâm b. Urve, Abbâd [35] b.
Hamza ile Fâfıme binti Münzir'den, Fâtıme de Esma' dan naklen rivayet etti.
Esma şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i
«Ver —yahut dök, yahut
infâk et— cîmrrlik etme ki Allah da sana olan nimetlerini esirgemesin. Malının
fazlasını saklama kî Allah da fazl-u keremini senden menetmesin.» buyurdular.
(...) Bize
îbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Hişâm, Abbâd b. Hamza'dan, o da Esmâ'dan naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) kendisine yukarıdakilerin hadîsi gibi
beyânda bulunmuş.
89- (...)
Bana Muhammed b. Hatim İle Hârûn b. Abdillâh rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Haccâc b. Muhammed rivayet
etti.
(Dedi ki): tbnİ Cüreyc
şunu söyledi: Bana îbni Ebî Müleyke haber verdi, ona da Abbâd b. Abdillâh b.
Zübeyr, Esma* bin ti Ebi Bekir'den naklen haber vermiş ki, Esma', Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sel-Um)** gelerek:
— «Yâ Nebiyullah! Zübeyr'in bana getirdiği
şeylerden başka hiç bir şeyim yok. Onun bana getirdiklerinden bir parça infâk
etsem bana bir günah
var mıdır?» demiş-,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Gücünün eyttiğİ kadar infâkta bulun. Malının
fazlasını saklama ki Allah da sana fazl-u ihsanını kesmesin.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhârî
Kitâbu7-Hîbe»'de tahrîc etmiştir.
Hadis-i şerif Ebû
Dâvûd, Tirmizî Nesâî1 nin «Sahih»'lerinde ide mevcuttur.
Tirmizi onun sahih
olduğunu söylemiştir.
Hz. Esma, Resûlüllah
(Scdlalhıhü Aleyhi ve SeUem)'™ kendisine «Enfikî» mi, yoksa «indahî» veya
«infahiy» mi? buyurduğunda şekketmiştir. Bu kelimelerden birincisinin mânâsı:
Başkasına nafaka ver; ikincinin mânâsı: Atıyye ve bahşiş ver; demektir.
«Nadh»: Suyu dökmek,
mânâsına gelir. Burada ondan bu mânâ kastedilmiş olması muhtemeldir.
«Nefh» dahî: Atıyye ve
bahşiş, mânâsına geldiğinden «Nadh»'m ondan daha beliğ olmak üzere su döker
gibi harcamak mânâsına kullanılmış olması ibareye daha münâsibdir.
«îhsâ'»: Bir şey'i
hatalı şekilde sayıp dökmektir. Burada ondan murad: Geriye bırakmak ve
biriktirmek için saymak, Allah yolunda sarfetmemektir. cümlesinin asıl mânâsı:
«Fazla malını biriktirme ki Allah da sana fazlını biriktirmesin.» demekse de,
biriktirmenin ve sayıp tutmanın hakikati Allah Teâlâ'ya nisbetle muhal olduğundan
-Allah da sana olan nimetlerini esirgemesin.» şeklinde te'vil edilmiştir.
Gerek bu cümle gerekse
müteakip rivayetteki cümlesi mukaabele ve teçhiz kabilinden mecazdırlar.
«Bir şey'r kap içinde
saklama.» demektir. Burada ondan murâd: Fazla malını muhtaçlara vermeyi
esirgeme demektir.
«Radh»; Az bir şey
vermek, demektir.
İmam Nevevî: *Bu
hadisin mânâsı: Tâat hususunda mal sarfına teşvik, malı elinde tutarak cimrilik
göstermekten ve malı kapta biriktirmekten nehiydir.» diyor.
Hz, Esma «Zübeyr'in
bana getirdiği şeylerden başka hiç bir şeyim yok.» demekle kocasının kendisine
mülk olarak verdiği şeyleri anlatmak istemiştir. Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi
ve Sellem) ise sadaka vermesini emir buyurmuş, kocasından izin istemesine
lüzum görmemiştir.
Nevevi diyor ki:
«Resûlüllah
(Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem)"m, Hz. Esmâ'ya (Gücünün yettiği kadar infâkta
bulun.) buyurması Zübeyr’in razı olacağı miktarda infâk et manasınadır. Bu
cümlenin takdiri şudur: Şenin için azar azar infâk hususunda birbirinden farklı
mubah olan dereceler vardır. Zübeyr bunların hepsine razı olur. Binâenaleyh
sen bu derecelerin en yükseğini yap yahut kendi mülkünden infâkta bulun.
90- (1030) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd haber verdi. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Saîd b. Ebî Said'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki Resûlüllah (Saîlaîlahü
Aleyhi ve Sellem):
«Ey Müslüman
kadınları! Sakın bir komşu kadın bir koyun parçasıyla da olsa komşu kadına
(hediye ve) sadaka vermeyi hakir görmesin.» buyururlarmış.
Bu hadisi Buhftrl
«Hibe» bahsinin başında tahric etmiştir. Onu Tirmizî dahi rivayet etmiş ve
garib olduğunu söylemiştir.
Kaadı îyâz ibaresini
üç vecihle okunduğunu söylemiştir.
Birinci veçhe göre:
«Nisa*» kelimesi mansûb; -Müslimât* da izafetle mecrûrdur. Meşhur olan da bu
vecîhdir.
Bâcîi «Şarkta bütün
üstatlarımızdan bize bu vecîhle rivayet olundu.» demiştir. Bu veçhe göre
terkib, bir şey'i kendi nefsine ve mev-sûfu sıfatına izafet kabîlindendir.
Nitekim «Mescidü'l - Camiî» ve «Canibü'l - Garbîyyi» terkipleri de böyledir. Bu
izafet Küfe' lilere göre caizdir. Basra ulemâsı ise böyle yerlerde bir mahfuz
takdir ederler. Meselâ «Mescidü'l- Camiî» terkibi onlarca «Mescidü'l -
Mekâni'l -Camiî» takdiz indedir. Onlara göre bu hadîsteki terkip dahî «Yâ
Ni-sâe'l - Enfüsi'l - Müslimâti» takdirindedir.
Bâzıları bu terkibin
«Yâ FâdılâÜ'l -Müslimâti» takdirinde olduğunu söylemişlerdir.
İkinci veçhe göre:
«Nisa1» ve «Müslimât»'ın ikisi birden meifû okunur. Bu veçhe göre münâdâ mevsûf
demektir.
Bâcî:
«Memleketimiz ulemâsı onu böyle rivayet ederler.» demiştir.
Üçüncü veçhe göre:
«Nisa1» kelimesi merfû', >Müslimât»'ın sonu meksûr okunur. Bu taktirde
«Müslimât» kelimesi mahallin sıfatı olmak üzere mansûb demektir.
Cara: Komşu
kadın, demektir.
Kocasının yanında
bulunmasına bakarak zevcehe de «Cara» denilir.
Bâzıları arapların
kadının ortağına da kinaye yoluyla «Cara» dediklerini söylerler.
Hadisdeki «Cara»
kelimelerinden murâd: Komşu kadınlardır.
Hadisdeki nehiy, veren
komşuya aittir. Yâni bir kadın vereceği sadaka veya hediyeyi az görerek
komşusuna vermekten çekinmesin. Az da olsa, o hiç olmamaktan evlâdır; demektir.
Kirmâni «Licâratihâ»
câr ve mecrûrunun bir mahzûfa mütaallik olduğunu söylemiştir. Ona göre mânâ:
«Hiç bir komşu kadın, komşusuna hedive olarak verilen bir şey'i hakir
görmesin.» demektir.
ResûlüIIah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'in: «Bir koyun paçasıyla da olsa...» sözü hediye edilen şeyin
azlığını mübalağa suretiyle ifâde etmektedir. Yoksa koyun paçasının hakikati,
murâd değildir. Çünkü hediye olarak koyun paçası vermek âdet değildir. Maksat
elde olan bir şey'i hediye etmek, onun azlığına çokluğuna bakmamaktır. Zira
cömertlik eldeki mevcuda göre olur.
Hadisdeki nehyin,
hediye edilen komşuya râci' olması da ihtimâl dahilindedir. Bu taktirde mânâ
«Hiç bir komşu kadın az da olsa kendisine hediye edilen şey'i hakir görmesin.»
demek olur.
91- (1031)
Bana Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü'l - Mü -sennâ hep birden Yahye'l - Kattan
d an rivayet ettiler. Züheyr (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan
rivayet etti. (Demiş ki): Bana Hubeyd b. Abdirrahmân, Hafs b. Asımdan, o da Ebû
Hüreyre* den, o da Peygamber (Şdlallahü Aleyhi ve Sel/emj'den naklen haber
verdi; şöyle buyurmuşları
Yedi sınıf İnsan
vardır ki Allah onları kendi (arş'ımn) gölgesinden başka hiç bir gölge
bulunmayan (kıyamet) gün(ün)de (arş'ımn) gölgesinde gölgelendirecektir.
(Bunlar): Âdil hükümdar, Allah'a ibâdet ede ede yetişen genç, kalbi mescidlere
bağlı olan kimse, Allah için sevişen, onun için bir yere gelen; onun için
biribirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevkii sahibi, güzel bir kadın
(fenâtiğa) davet ettiği hâlde:
— Ben Allah'dan
korkarım; diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli
sadaka veren kimse ve tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşanan
kimselerdir.»
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e Hubeyd b. Abdirrahmân'dan
dinlediğim, onun da Hafs b. Asım'dan, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den yahut Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet ettiği su hadîsi okudum: Ebû Saîd yahut Ebû Hüreyre
şunları söylemiş: «Re-sûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)— buyurdu.»
Hâvi, Ubeydullah'ın
hadisi gibi rivayette bulunmuş ve «Mescid' den çıktığı vakit tekrar ona
dönünceye kadar (kalbi) mescide bağlı olan adam...» demiştir.
Bu hadisi Buhâri
«Ezan?» ve «ZekAt» bahislerinde, Tirmizi «Zühd»'de, Nesâi «Kaza» ve «Rukaak»
bahislerinde muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir.
Hadisteki (Yedi)
tâbirine «Yedi sınıf insan...» diye mânâ verilmesi, kadınlara da şâmil olsun
diyedir. Zîrâ usûl-ü fıkıh ulemâsı şeriatın ahkamının bütün mükelleflere şâmil
olduğunu söylemişlerdir. Tahsise delil olmadıkça bir kişiye verilen hüküm bütün
mükelleflere verilmiş sayılır.
Bu hadîste betahsîs
yedi sınıf insan zikredümişse de usûl-ü fıkıh ilmine göre bir şey'i adetle
bildirmek, hükmün o adetten mâadasına şâmil olmadığına delâlet etmez, Nitekim
Müs1im'in rivayet ettiği bir hadiste:
«Her kira borçlu bir
fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa Allah o kimseyi arş'ının
gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde arş'ınnı gölgesinde
gölgelendirir.» buyurulmuştur.
Mezkûr hadiste beyân
buyurulan iki haslet babımız hadîslerin-deki hasletlerden başkadır. Bu da
gösterir ki bir şey'i adetle bildirmek hükmün o adetten başkasına şumûlü yok
mânâsına gelmez.
Kaadı îyâz'ın beyânına
göre zillin Allah'a izafesi, mil-kin izafesi kabilindendir. Her zül, Allah'ın
milkidir. Fakat Ayni' ye göre buradaki izafet teşrif kabilindendir. Zîrâ
başkalarından te-mayyûz ancak bu suretle hâsıl olur. Nitekim yeryüzündeki bütün
mescidler Allah'ın nülki olduğu hâlde, teşrif için Kabe' ye : «Beytullah» yâni
Allah'ın evi, denilmiştir. Bundan maksat: Onun şerefini beyândır.
Allah Teâlâ hakkında
gölgenin hakikatim murâd etmek muhaldir. Çünkü gölge cisimlerin
hâssalarmdandır. Teâlâ Hazretleri ise bu gibi şeylerden münezzehtir. Allah'ın
zillinden murâd: Arş'ın gölge-sidir. Nitekim bir rivayette:
Allah, onları arş'ının
gölgesinde gölgelendirecektir.» buyurularak bu cihet tasrih olunmuştur.
Bâzıları: «Allah'ın
gölgelendirmesinden murâd: «Onları rahmeti ile örtmesidir.» demişlerdir. Ki,
arş'ın gölgesinde gölgelendirmek te bunu istilzam eder.
Bir takımları:
«Buradaki gölgeden murâd: Tûbâ ağacının yahut cennet'in gölgesidir.» demişlerse
de, hadîsimizdeki «Allah'ın arş'ı gölgesinden başka gölge bulunmayan...»
ifâdesi bu kavli reddetmektedir. Zira gölge bulunmayan günden murâd: Kıyamet
günüdür.
Tûbâ ağacı ile
cennetin gölgeleri ise cennetlikler cennete girip yerlerini aldıktan sonra
görülecektir. Sonra cennetteki gölgeler oraya giren bütün insanlara âmm ve
şâmildir. Hâlbuki babımız hadîsi zikri geçen yedi sınıf insanın sair
insanlardan ayrı muamele göreceklerine delâlet etmektedir ki, bu ancak
kıyamette insanlar Rabbü'l-Âlemîn Hazretlerinin huzûr-u mânevisine durdukları,
güneşin tepelerine inerek kendilerini kasıp kavurduğu o müthiş günde
vukûbula-caktır.'
Adil hükümdar hakkında
ulemâ birkaç vecıhie beyanâtta bulunmuşlardır. Şöyle ki:
1- Âdili
Adaletle hükmeden, mânâsına gelen ism-i fail bir kelimedir. Ebû Ömer îbni
Abdilberr'in beyânına göre «El - Muvatta'» râvîlerinin ekserisi bu kelimeyi
«Âdil» şeklinde ism-i fail olarak rivayet etmişlerdir.
«Adi» şeklinde rivayet
edenler de vardır.
Lügat ulemâsı bu şekli
ihtiyar etmişlerdir. «Adi» kelimesi mastardır. Onunla erkek, kadın, müfred ve
cemi' sıfatlanabilir.
İbni Esîr bu bâbda
şunlan söylemiştir: «Adi» aslında mastardır. Sonradan (Adil) mânâsına
kullanılmıştır ve âdilden daha beliğdir. Çünkü âdil bir kimseye (adi) demek o
kimseyi adaletin kendisi yapmaktır.
2- Âdil'in
asıl mânâsı: Her şey'i yerli yerince koyan, demektir. Bâzıları: «Akaaid'de olsun, amel veya ahlâkta olsun
ifrâdla tehrîd arasında bulanandır.* demişlerdir.
Bir takımları: «Âdil.
İnsan kemâlâtmın üç esâsını yâni hikmet, şecaat ve iffeti kendinde toplayan kimsedir.» derler.
Hikmet: Akıl
kuvvetinin, şecaat yâni cesurluk: gadab kuvvetinin, iffet de şehvet kuvvetinin
orta dereceleridir.
Adili:
«Allah'ın hükümlerine itaat eden kimsedir.» diye tarif edenler bulunduğu gibi,
«Teb'anın haklarına riâyet gösterendir.» şeklinde tarif edenler de vardır.
Hâsılı âdil:
Müslümanları" umurundan birine nezâret eden vali ve hâkim gibi kimselerin
umûmuna şâmil bir kelimedir.
3- İmam:
Hükümdar, vali gibi Müslümanların başında bulunup, onları idare eden kimsedir.
Hadîs-i şerîfde âdil imamın yedi sınıfın başında zikredilmesi, gördüğü işler
pek çok ve faydası umûmi olduğu içindir. Adil imam vasıtasıyla Teâlâ Hazretleri
pek büyük işleri yoluna koyar. Onun içindir ki: «Peygamberlerden sonra derece
itibarı ile Allah'a adil imamdan daha yakın kimse yoktur.» derler.
İbni Abbâs
(Radiyalîahü atik) «Bir kavim haksız yere hükmetmeye başlarsa Allah onların
üzerine zâlim bir imam musallat kılar.» demiştir.
Hadîs-i şerîfde beyân
buyurulan yedi sınıftan ikincisi Allah'a ibâdet ederek yetişen gençlerdir.
Burada Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve SeJ/emJ'in «adam» demiyerek: genci
zikretmesi, gençlikte ibâdet insana daha zor geldiği içindir. Çünkü gençlikte
insana şehvetler galebe çalar, hevâ ve hevese tabî kılacak sebepler çoktur.
Yedi sınıftan
üçüncüsü: kalbleri mescidlere bağlı, namaz hiç bir zaman akıllarından çıkmayan
kimselerdir. Kalbin mescide bağlanması, namaz vakitlerini beklemekten
kinayedir. Namaza müdavim olan kimseler camiden çıkar çıkmaz ondan sonraki
namazın vaktini beklerler. Bu da onların namazı cemaatla kılmalarını istilzam
eder.
Dördüncü sınıf:
Birbirlerini Allah için sevenlerdir.
Hadis-i şerîfde
«birbirlerini seven iki adam» denildiğine göre bahsedilen sınıfların yedi
değil, sekiz olduğu hatıra belebilirse de, ha-kîkatta sınıflar yine yedidir.
Çünkü bu cümlenin mânâsı: «Başkasını Allah için seven adam» demektir. Sevgi
nisbî bir şey olduğundan onu nisbet etmek için en az iki kişi lâzımdır. «îki
adam» denilmesi bundandır.
«Onun için bir yere
gelen ve onuniçin ayrılan iki kimse...» ifâdesinden murâd: Allah aşkı ile
buluşan ve bu sebeple beraberce oturup konuşan ve nihayet o meclisden ayrılıp
giden kimselerdir. Fakat bu cümleyi «O meclisten dağıldıktan sonra birbirlerini
sevmeleri sona erer.» mânasına almamalıdır. Maksad şudur: Bu gibi kimseler dîni
husûsâtta birbirlerini sevmekte devam ederler. Bir yere toplansınlar
toplanmasınlar bu sevgiye dünyevî.bir arıza sebebiyle nihayet vermezler.
Muhabbetleri ölünceye kadar devam eder.
Beşinci sınıf: Mevkii
sahibi güzel kadınların zina taleplerine mâruz kalan erkeklerdir. Hadisin
zahirinden anlaşılan mânâ budur.
Bâzı rivâvetler de bu
mânâyı te'yid ettiği için Kurtubİ kat'iyyetle buna kaail olmuştur. Maamâfih
kadınların tekliflerini evlenmek için yapmış olmaları ihtimâlinden bahsedenler
de vardır. Bu taktirde kadının teklifim reddeden erkek, onunla meşgul olurken
ibâdet yapamayacağından yahut ibâdetle meşgul olurken kadının hakkını ifâ
edemeyeceğinden korkmuş olur.
Kadının güzelliği ile
beraber mevkii sahibi oluşunun da zikredilmesi: BÖylelerine rağbet daha çok,
vuslat daha güç olduğu içindir.
Hâl böyle olduğu hâlde
kadının buna talib olması zikre şayandır.
Erkeğin böyle bir
teklife «Ben Allah'tan korkarım!» bir rivayette «Ben, Âlemlerin Rabbi olan
Allah'tan korkarım.» cevâbını vermesi tâatların en büyüklerinden biridir.
Kaadı İyâz: «İhtimâl
erkek bunu, o kadını fuhuştan men etmek için dili ile söyler; ihtimâl kendi
nefsini menetmek için kalbi ile söyler.» diyor.
Kurtubi: «Böyle bir
cevap ancak Allah'dan pek ziyâde korkmaktan neş'et eder. Allah korkusundan
dolayı güzel bir kadına yaklaşmaktan sabretmek mertebelerin en yükseklerinden
ve ibâdetlerin en büyüklerinden mâdûttur.»
demiştir.
Altıncı sınıf:
Sadakalarını son derece gizli veren kimselerdir. Bu cihet «sol elin verdiğini
sağ el bilmeyecek kadar gizli tutan» cümlesi ile mübalâalandırılmıştır.
Hadîsin Buhâri ve
diğer sahîh kitaplardaki rivayeti: «Sağ elinin infâk ettiğini sol eli bilmez.»
şeklindedir.
Kitabımızın
rivayetinde ise hadîs maklûb olarak: «Sol elinin infâk ettiğini sağ eli
bilmez.» şeklinde zaptedilmiştir.
Kaadı İyâz: «Elimize
geçen Sahih-i Müslim nüshalarının hepsinde hadis böyle maklûb olarak rivayet
edilmşitir, doğrusu birinci şekildir.»
demiştir.
Buhâri: «Buradaki
vehim Müslim' den başkasına ait olacağa benziyor.» demiş: bâzıları vehmin
Müslim' den veya onun dûnunda bulunan başka bir râvîden değil, Müslim' in
şeyhinden yahut şeyhinin şeyhi Yahye'l-Kattân' dan geldiğine kaail olmuşlardır.
Kalbin râvîler tarafından değil, hadîsi istinsah eden kâtip tarafından yapılmış
olması da mümkündür.
Yedinci sınıf:
Kimsenin bulunmadığı tenhâ bir yerde Allah'ı zikredip ağlayan kimselerdir.
Çünkü tenhâda ibâdet riyadan uzaktır. Bâzıları bu cümleyi: «Halk arasında da
olsa Allah'dan başka kimseye iltifat etmeyen» mânâsına almışlardır.
Hadîsin bu cümlesinde
boşanmanın gözlere isnâd edilmesi: Mübalağa içindir. Hakikatte boşanan gözler
değil, göz yaşlarıdır.
Kurtubi diyor ki:
«Gözün boşanması zikrin hâline ve o hâlde zikreden kimseye münkeşif olan olan
şeylere göredir. Meselâ celâl vasıfları hâlinde ağlamak Allah korkusundan,
cemâl vasıfları hâlinde ise Allah'a iştiyaktan ileri gelir,»
1- Hadîs-i
şerif âdil imamın faziletine delildir. Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste:
«Adaletle hükmedenler Allah'ın indinde nurdan minderler üzerine
oturtulacaklardır...» Duyurulmuştur.
2- Allah'a
ibâdet ede ede yetişen gencin fazileti büyüktür.
3- Bütün
ömründe günahlardan kaçınıp Allah'a tâatla meşgul olan kimsenin fazileti pek
büyüktür. «Melekler insanlardan efdâldır; çünkü gece gündüz Allah'a tesbîhde
bulunurlar. Bu hususta kendilerinden bir gevşeme veya bıkkınlık da sâdır
olmaz.» diyenler bu hadîsle ihticâc etmişlerdir.
4- Cemaatla
namaz kılmak için câmi'e devam edenlerin fazileti büyüktür. Çünkü câmi'ler Allah'ın
evleridir. Ehl-i takva olan her zâtın evini ziyaret, ziyaret edilen zâtın
misafirine ikramı âdettendir. Şu hâlde kerimler kerîmi olan Allah Teâlâ'nın
evleri demek olan câmi'ler günde beş defa ziyaret edilirse, onun misafirlerine
ne gibi ikramda bulunacağını bir düşünmelidir.
5-
Müslümanların Allah için birbirlerini sevmeleri büyük bir fazilettir. Zîrâ bir
kimseyi Allah için sevmek ve bir kimseye Allah için buğz etmek îmândan
ma'dûttur.
İmam Mâlik' e
göre Müslümanların Allah için birbirlerini sevmeleri ve Allah için
birbirlerine buğz etmeleri farzdır. Bu bâbda hadîsler vârid olmuştur,
6- Allah'tan
korkmanın fazîleti pek büyüktür. Teâlâ Hazretleri: makaamından
korkan kimseye İki
cennet pırdır.[36]» buyurmuştur.
7- Gizli
sadaka vermenin fazîleti büyüktür. Ulemâ bunun nafile sadakaya mahsûs olduğunu
söylemişlerdir. Nafile sadakayı gizli vermek efdâldır. Çünkü gizli vermek
samimiyet ve ihlâsa delâlet eder; riyadan hâlidir. Farz olan zekâtı ise aşikâre
vermek efdâldır. Zîrâ bu suretle zekât veren kimse başkalarına örnek ve
İslâm'ın esâ-sâtanı meydana çıkarmış olur. Oruç mes'elesi de böyledir. Farz
olan orucu başkalarına bildirmek daha faziletlidir.
Vitr gibi vâciblerle
sabah namazının sünneti gibi sünnet-i müek-kedeler hakkında ihtilâf vardır.
8-
Tenhalarda Allah'ı zikrederek gözyaşı dökmek pek faziletli bir tâattır.
92- (1032)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umaratü'bnü
Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemje bir adam
gelereki
— «Yâ Resûlaliah! (Sevap ittibârı ile) sadakanın hangisi daha
büyüktür?» diye sorduj Resûlüllah {Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Sağlam, cimri olduğun, fakirlikten korktuğun
ve zenginliğe tama' ettiğin hâlde verdiğin sadakadır. (Bu işi), can gırtlağa
gelip de filâna şu Kadar, filâna da şu kadar {verilsin) deyinceye kadar geri
bırakma. Dikkat et ki (O mal) zâten filânın olmuştur.» buyurdular.
93-(...)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile İbnİ Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
İbni Fudayl, Umâra'dan, o da Ebû Zür'a'dan, Bir adam Peygamber {Saîlallahü
Aleyhi ve Sellemfe gelerek: o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demişi
— «Yâ Resûlaliah! Sevap ittibârı ile sadakanın
hangisi daha büyüktür?- diye sordu. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Dikkat et! Babana yemin olsun ki bu suâlin
cevâbını alacaksın Sağlam, cimri, fakirlikten korktuğun ve çok yaşamayı umduğun
hâlde sadaka vermendir. (Bu işi) can gırtlağa gelip de, filâna (malımdan) şu
kadar; filâna da şu kadar ;/asiyet ediyorum.) deyinceye kadar geciktirme. O
(zaman mal zâten) filânın olmuştur.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Kâmil El-Cahderi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvâhid rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Umâratü'bnü Ka'kaab' bu is-nâdla Cerir'in hadisi gibi rivayette
bulundu. Yalnız O: «Sadakanın hangisi efdaldır?» dedi.
Bu hadisi Buhâri
«Kitabü'z - Zekât» ve ÎKitâbü'I - Vasâ-yâ»'da
Nesâi «Kitâbü'z- Zekât» 'da tahrîc etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Selîem)'e gelen zâtın kim olduğu malûm değildir. Bâzıları Hz. Ebû
Zerr olmasını muhtemel görmüşlerdir. Çünkü İmam Ahmed b. Hanbel'in
«Müsned»'inde Hz. Ebû Zerr' in «Sadakanın hangisi ef-daldır?» diye sorduğu
tasrih edilmiştir.
Taberânî dahî Ebû
Ümâme' den hadîsi rivayet etmiştir. Ancak Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Se/Ierw)'in ona verdiği cevap buradaki gibi değil, «Malı az olanın cehd ederek
verdiği sadakadır.» şeklindedir.
SadaKayı sağlam ve
mala tama' ettiği hâlde vermesinin efdal oluşu bu hâllerde sadaka vermek nefse
güç geldiği içindir.
Canın gırtlağa
gelmesi'nden murâd: O ânın yaklaşmasıdır. Zîrâ hakikaten can gırtlağa geldiği
zaman vasiyet ve şâir tasarruflar sahih değildir.
Hadîsin mânâsı şudur:
«Sadakanın efdalı hâl-i hayâtında vücûdun sağlam ve mala ihtiyâcm varken
verdiğin sadakadır. Çünkü ölüm döşeğinde verdiğin sadaka senin olmaktan çıkmış,
malına mirasçılarının hakkı taalluk etmiştir.
Hz. Ebû Sad' in
rivayet ettiği bir hadîs de bu te'vîli te' yid etmektedir. Mezkûr hadîste:
«Bir kimsenin hâl-i
hayâtında bir dirhem tasadduk etmesi, ölürken yüz dirhem tasadduk etmesinden
daha hayırlıdır.» Duyurulmuştur.
Hadîs-i şerif de
zikredilen «filân» 'larm ikisi kendisine mal vasiyet olunan kimseden üçüncüsü
de mirasçıdan kinayedir. Yâni: «Iş'i ölürken filân ve filâna şu kadar mal
vasiyet ediyorum ,demeye bırakma. Çünkü o mal o anda filân mirasçının
olmuştur.» demektir. Mirasçı isterse o vasiyeti iptal eder.
Hz. Ebû'd -Derda1 dan
rivayet olunan bir hadîste: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
tölürken köle azâd
eden bir kimsenin hâil, doyduktan sonra hediye verene benzer;» buyurdu,
denilmektedir.
Meymûn b. Mihrân, Hişâm'ın
zevcesi Rukiyye'nin vefat ettiğini ve ölürken bütün kölelerini azâd ettiğini
duyunca: «Bunlar mallan hususunda Allah'a iki defa isyan ediyorlar. Bir kere
cimrilik edip, mallarının sadakasını vermiyorlar, sonra malları başkasının
oldumu, o malları israf ediyorlar.* demiş.
Hattâbi diyor ki: -Bu
hadîs, hastalığın insanın malından bir kısmını elinden aldığına ve hastalık
anında yapılan sehâvetin cimrilik lekesini gidermediğine delildir. Onun içindir
ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka veren kimsenin bedeni
sağlam, mala düşkün olmasını şart kılmıştır. Zîrâ böylesi çok yaşacağım ümidiyle
sadaka verirken, malım gidiyor diye kalbinde bir te'sîr ve elem duyar; fakir
kalıyorum diye korkar.»
Mirasçının dilediği
takdirde vasiyeti bozmsaı mutlak değildir, yapılan vasiyet malın üçte birinden
fazla olduğu taktirdedir. Çünkü ölüm döşeğinde yapılan vasiyet malın üçte
birinden tenzif edilir. «O mal vasiyet olunan kimsenin üzerine mahkeme
karâriyle tescil edil-^ meden önce bozabilir.» diyenler de olmuştur.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah'tan
başkasma yemin etmeyi nehî buyurduğu hâlde acep neden burada muhatabının
babasına yemin etmiştir?»
Bu suâli îmam Nevevî
şöyle cevaplandırmıştır: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kasten
Allah'dan başkasına yemîn etmeyi nehip buyurmuştur-. Bu hadîsteki lâfız ise
kasıtsız olarak ağzından çıkıvermiştir. Binâenaleyh yemin değildir. Bu gibi
sözler memnu değildirler.»
94- (1033)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, ona okunanlar meyâmnda Nâfi'den, o
da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayette bulundu ki, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde sadakayı ve dilenmekten nezîh kalmayı
anlatırken:
«Yüksek el, alçak
elden daha hayırlıdır. Yüksek elden murâd: Veren; alçak'tan murâd da: Dilenen
eldir.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharı
«Zekât» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerif Ebû
Dâvûd ile Nesâi' nin «Sahih»' lerinde dahî mevcuttur.
Hadisin iki tarîki
vardır. Birinci tarîkinde Ebû Nu'mân'dan, ikinci tarikinde Abdullah b. Mesleme'
den rivayet olunmuştur.
Bâzı tariklerde
«Münfika» yerine «Müteaffife» denilmiştir.
İbnü'l-Arabi: «Ebû
Dâvûd onu bu şekilde rivayet etmiştir.» demişse de, Aynî bu bu sözü hatalı
bulmaktadır. Çünkü Ebû Dâvûd, hadîsi îmam Mâlik' den, o da Nâfi'den, o da îbni
Ömer' den naklen «Münfika» lâfzı ile tahric ettikten sonra: Eyyûb'un, Nâfi'den rivayeti ihtilaflıdır.
Abdül vâris demişse de, ekseri râviler Hammâd b. Zeyd' den, o da Eyyûb1'dan
naklen şeklinde rivayet etmişlerdir. Bir tanesi «Müteaffiye» tâbirini
kullanmıştır.» demiştir.
Haattâbi «El-Maâlim»
nâm eserinde «Müteaffife» rivayetini tercih etmiş ve: «Bu rivayet daha
muvafık; mânâ.ittibârı ile daha sahihtir. Çünkü îbni Ömer bu hadîste sadakayı
anlatırken teaffüf kelimesini kullanmıştır...» demiştir.
İbni Abdilberr ise
«Et-Temhîd» adlı eserinde «Münfika» rivayetini tercih etmiş, onun evlâ ve
sevaba daha yakın olduğunu bildirmiştir. Buh ri Müslim' deki rivayeti dahi «Münfika»
şeklindedir. Nevevî bu rivayetin sahih olduğunu söyledikten sonra: «Her iki
rivayetin sahih olması da muhtemeldir. Zîrâ «Münfika» kelimesi mâ'nâ i'tibârı
ile «Sâile»'den: A'lâ olduğu için «Müteaffife» dahî «Sâile»'den â'lâdır.»
demiştir. Cumhûr'a göre yüksek elden murâd: Sadaka veren eldir. Bâzıları yüksek
el sadaka alan, alçak el sadaka vermeyendir, demişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu hadîsleri ile zengini sadaka vermeye, fakiri de
dilenmekten nezih davranmaya teşvik buyurmakta ve dilenmeyi zemmetmektedir.
1- Ölüm
tehlikesi gibi bir zaruret olmadıkça dilenmek çirkin bir şeydir. Hanefiîyye
ulemâsından bâzıları: *Bir gün yiyeceği olan kimsenin dilenmesi haramdır.» demişlerdir.
2- Şükrünü
ifâ eden zengin, fakirden efdaldır. Maamâfih mes' ele ihtilaflıdır.
3- Hatibin
vaaz, talîm ve ibâdet gibi maslahata muvafık hu-sûsâtta konuşması mubahtır.
4- Hadîs-i
şerif tâat hususuna infâkta bulunmaya ve sadaka vermeye teşvik etmektedir.
95- (1034) Bize
Muhammed b. Beşşâr ile Muhammed b. Hatim ve Ahmed b. Abde toptan Yahya El -
Kattan dan rivayet ettiler. îbni Beşşâr (Dedi ki): Bize Yahya rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Amr b. Osman rivayet etti (Dedi ki): Ben, Mûsâ b. Talhâ'yı rivayet
ederken dinledim, ona da Hakim b. Hizam rivayet etmiş ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
Sadakanın efdalı
—yahut sadakanın en hayırlısı—, geriye artan maldan verilendir. Yüksek el,
alçak etden daha hayırlıdır. Sen (sadakaya) nafakasını vermekte olduğun
kimselerden başla.»
Bu hadisi Buhâri
-Zekât- bahsinde bir iki yerde muhtelif râvîlerden tahrîc ettiği gibi;; ; Nesâi
dahi ayni bahiste rivayet etmiştir.
Buhâri1 nin Hakim b.
Hizam rivayetinde hadîsin sonunda:
«Her kim afif olmak
İsterse, Allah onu afif kılar; ganî olmak İsterse Allah ganî kılar.» cümlesi de
vardır.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi cumhur- ulemâya göre yüksek elden murâd: Sadaka veren; alçak
elden murâd da: Dilenen el'dir.
Bu bâbda Îbnü'l-Arabi'
den muhtelif kaviller rivayet olunur.
Birinci kavle göre:
Yüksek elden murâd: sadaka veren el'dir.
İkinci kavle göre:
Yüksel el: alanın elidir.
Üçüncü kavle göre:
Yüksek el- iffetli el, demektir.
Dördüncü kavle göre:
Yüksek el'den murâd: Allah'ın yed-i kudret-i dir. Ondan sonra sadaka verenin
eli gelir. Alçak el ise dilencinin elidir.
Kaadı îyâz, ulemâdan
bâzılarının: «Yüksek el, alanın eli; alçak el de: Sadaka vermeyen eldir.»
dediklerini rivayet etmiştir.
Bâzıları «Buradaki
elden murâd: nimettir.» demişlerdir. Bu taktirde hadisin mânâsı: «Çok sadaka
vermek, az vermekten daha hayırlıdır.» demek olur ki, en kısa sözlerle iyi
ahlâka teşvik ifâde eder.
Hadis-i şerif muhtelif
lâfızlarla rivayet olunmuştur. Taberâni'nin rivayetinde:
«Ey cemâat! bilmiş
olun ki üç kısım el vardır. Bunların en yükseği Allah'ın yed-i kudreti, ortası:
sadaka verenin eli; en aşağısı da: Sadaka alanın elidir. Binânaleyh siz arka
ile odun satmak suretiyle olsun iffet ve nezâhet gösterin. Dikkat edin tebliğ
ettim mi?» buyurulmuştur.
Aynî diyor ki:
«Şeyhimiz Zeynüddîn (Rahimehullah): Doğrusu yüksek elden murâd: Veren eldir.
Nitekim sahih hadisler de buna şahittir; demiştir.»
«Nafakasını vermekte
olduğun kimselerden başta...» cümlesinden murâd: Aile efradı ile köle, hizmetçi
v.s. gibi nafakası bir kimseye farz olan kimselerdir. Nafakadan murâd da:
yiyecek, giyecek ve meskendir.
Bu cihet: Nesâi'nin
Târık-ı Muharibi tarikiyle rivayet ettiği şu hadîs pek güzel îzah etmektedir.
Hz. Târik demiş ki: « Medîne'ye geldik: bir de baktık Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Selîem) minber üzerinde cemaata hutbe okuyor. (Hutbesinde):
— «Verenin eli: yüksek eldir. Sen infâka
geçindirdiklerinden yâni annenden, babandan, kız kardeşinden ve kardeşinden
başla. Sonra daha aşağı doğru in; buyurdular.»
Yine Nesâi’nin İbni
Aclân tarikiyle Hz. Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadîste Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem): «Sadaka verin.» buyurdu.
Bir adam:
— «Yâ
Resûlâllah! Bende bir
altın var.» dedi.
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
— aSen onu kendine tesadduk et!» buyurdu. O
zâtı
— Bende bir altın daha var.» dedi Efendimiz:
— «Onu zevcene tesadduk eyle!» buyurdu. O zât:
— -Bende bir altın daha var.» dedi. Peygamber
(Sallallakü Aleyhi ve Sellem)
— «Onu çocuklarına tesadduk et!» buyurdu. O
zât:
— «Bende bir altın daha var.» dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü ve Sellem)
— «Onu da hizmetçine tesadduk et!» buyurdu. O
zât (tekrar):
— «Ben de bir altın
daha var.» dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Ssllem)-
— «Onu da artık sen bilirsin! buyurdular.»
denilmektedir.
Mezkûr hadisi îbni
Hibbân «Sahih»'inde aynen rivayet etmiş; Hâkim ise çocukları zevceden evvel
zikrey lemistir.
Hattâbî (319 - 388)
diyor ki: «Hadîsteki bu tertibi düşünürsen Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in evlâ ve daha yakın olanı ilk plâna aldığım görürsün. Karşısındaki
zâta nafaka hususunda kendinden başlamasını, sonra çocuklarına geçmesini
emrediyor. Çünkü evlâdı kendi cüz'ü mesabesindedir. Ona bakmazsa helak olur. Ve
infâk hususunda onun yerini tutacak kimse bulamaz. Zevceyi üçüncü dereceye
bırakmışdır. Zira zevcesine verecek nafaka bulamazsa araları ayrılır. Ve
kocası yahut yakın akrabağsı tarafından nafakası verilir. Daha sonra hizmetçiyi
zikretmiştir. Çünkü nafakasını veremezse köle satılır.»
Nevevî'nin «Er-Ravda»
nâm eserinde beyân ettiği ve-cihle ashâb-ı kiram zevcenin çocuklar üzerine
takdimine ittiiâk etmişlerdir. Zevcenin nafakası çocukların nafakasından daha
müekked olarak farzdır. Çünkü zamanla veya fakirlik sebebiyle sakıt"
olmaz. Bir de zevcenin nafakası ivez olarak farzdır. Çocukların nafakası ise
büyüdükleri ve nafakalarım kendileri te'mîn etmeğe başladıkları zaman
babalarından sakıt olur.
Hâsılı rivayetlerin
bâzılarında çocuklar zevceden evvel, bâzılarında zevce çocuklardan evvel
zikredilmiştir.
Bu hâl karşısında
ulemâ tercih cihetine gitmiş, hadisleri tetkikten geçirdikten sonra çocukların
evvel zikredildiği rivayeti tercih etmişlerdir.
Ayni, Nevevi' nin
sözüne itirazla: «Nasıl oluyor da Nevevi zevceyi çocukların üzerine takdim
edebiliyor! Hâlbuki babanın bir cüz'ü mesabesindedir. Zevce ise ecnebidir.
Sonra sözünü ta'lîl ederek (Zevcenin nafakası çocuklarınkinden daha müekketdir.
Çünkü zamanla veya fakirlik sebebiyle sakıt olmaz!) diyor. Bu da şaşılacak bir
şeydir. Zîrâ zevcenin nafakası hadd-i zâtında bir sile yâni teberrüdur. Sile
kabilinden olan şeyler sükûtu kabul eder. Evlâdın nafakası ise kat'î bir
farzdır. Hiç bir şeyle sakıt olmaz.» diyor.
Hz. Hakim b. Hizam,
Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Sadakanın eidalı» mı yoksa «sadakanın
en hayırlısı» mı buyurduğunda şekketmiştir,
«Zahr-i gmâ»
tâbirinden murâd: İhtiyâçtan artan fazlalıktır. Cümlenin takdiri şöyledir:
Sadakanın en hayırlısı ihtiyâçtan artan maldan verilenidir.
Nevevî diyor ki: «Bu
suretle verilen sadakanın bütün malını vermekten daha faziletli olması bütün
malını tesadduk edenler ekseriya sonradan pişman oldukları içindir. Yahut
muhtaç kaldıkları zaman pişman olur; (keski hepsini vermeseydim) derler.
Malının fazlasından sadaka veren ise hiç bir zaman pişman olmaz. Bil'akis verdiğine
sevinir. Ulemâ bir kimsenin bütün malım tesadduk etmesi hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Bizim (yâni Şâfiîlerin) mezhebimize göre borcu ve çoluğu çocuğu
olmayan bir kimsenin fakirliğe ve sabır ve tahammül göstermesi şartıyla bütün
malını tesadduk etmesi müstehab-dır. Bu şartlar kendisinde bulunmayanın
tesadduku mekruh olur.»
Kaadı ty âz, cumhûr-u
ulemâ' ya göre bir kimsenin bütün malını tesadduk edebileceğini söylemiştir.
Bâzılarına göre: Malın
hepsi sahibine iade edilir. Bu kavil Hz. Ömer (Raâiyaîîahü anh) 'dan rivayet
olunmuştur.
Şam ulemâsına göre:
Malın üçte biri sadaka olarak tenfiz edilir. Bakîsi sahibine iade olunur.
«Sadaka olarak verilen
miktar, bütün malın yarısından ziyâde ise yarısı kabul edilir; ziyâdesi
sahibine iade olunur.» diyenler de vardır.
Bu kavil Mekhûl'den
rivayet olunur. Ebû Ca'fe-ri Tahâvi ile Taberî: «Bütün malın tesadduku caiz olmakla
beraber, hepsim değil; üçte birini tesadduk etmek müstehab-dır.» demişlerdir.
96- (1035)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkîd rivayet ettiler. (Dediler ki):
Bize Süfyân, Zührî'den, o da Urvetü'bnü Zübeyr ile Saîd'den, onlar da Hakîm b.
Hizâm'dan naklen rivayet etti. Hakim şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve SeHemYden istedim, (istediğimi) verdi. Sonra (tekrar) istedim yine verdi.
Sonra (tekrar) istedim yine verdi. Sonra şöyle buyurdu:
«Hakikaten şu mal
yeşil ve tatlıdır. Binâenaleyh onu her kim gönül hoşluğu ile alırsa o malda
kendisine bereket verilir. Her kim de ona göz dikerek alırsa o malda kendisine
bereket verilmez ve yiyip de doymayan kimse gibi olur. Yüksek el, alçak elden
daha hayırlıdır.»
Bu hadîsi Buhâri
«Zekât», «Vasâyâ», «Hums» ve «Rukaak» bahislerinde Tirmizi «Zühd» bahsinde;
Nesaî «Zekât» ve «ftukaak» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Buhâri'nin rivayetinde
şu ziyâde vardır-. «Dedim ki: Yâ Resûlallah! Seni hak dînle gönderen Allah'a
yemin ederim ki senden sonra dünyâdan gidinceye kadar hiç bir kimseden bir şey
isteyerek malını azaltmam.
Bil'âhara Ebû Bekir (Radiyallahil
anh) Hakîm'i kendisine ganimet malından bir şey vermek için çağırır fakat Hakîm
bunu kabulden imtina ederdi. Sonra Ömer (Radiyalhhü anlı) dahî bir şey vermek
üzere kendisini çağırdı fakat Hakîm yine hiç bir şey kabul etmedi. Bunun
üzerine Ömer:
— Ey Müslümanlar cemâati!
Sizi, Hakîm'e şâhid olmaya dârvet ediyorum. Çünkü ben kendisine şu ganimetten
hakkını vermek istiyorum, o almaktan çekiniyor; dedi.
Hâsılı Resülüllah
(SaUallahü Aleyhi ve Se/Zem)'in vefatından sonra Hakîm ölünceye kadar hiç bir şey kabul etmedi.»
«Ha'dıra»: Yeşillik,
demektir. Kelimenin müennes olarak kullanılması ya yeşillik nevileri itibârı
ile yahut yeşil fâkihe yâni yemiş takdirinde olduğu içindir. Mala çok rağbet
gösterilmesi yeşil ve tatlı yemişe benzetilmiştir. Çünkü manzara itibârı ile yeşil
renk hoşa gider. Tatlı olan bir şey de makbuldür. Ayrı ayrı hoş ve makbul olan
bu iki şey beraberce bulununca elbette rağbet o nisbette artar.
Bu cümlede malın bakî
olmadığına işaret vardır. Çünkü insanların mala meyil ve hırsı, yeşil ve tatlı
yemişlere benzetilmiştir. Bunlar ise baki değildirler.
Bu hadiste zikri geçen
«Tryb-i nefis» hakkında Kaadıtyâz iki vecih ihtimâlinden bahsetmiştir. Birinci ihtimâle göre. «gönül hoşluğu» mânâsına gelen bu terkîb
alana aittir. Yâni musallat olur-casına istemeden verilen şey'i alırsa
bereketini görür, demektir.
İkinci ihtimâle göre:
Bu tâbir verene aittir. Mânâsı: Sahibi tarafından gönül hoşluğu ile gözü
kalmadan ve istemeden verilen bir şey'i alırsa onun bereketini görür, demektir.
Ulemânın beyânına göre
«îşrâf-ı nefis»'den murâd: Birinin malına göz dikmek, ona musallat olmak ve
tama' etmektir.
«Yiyip de
doymayan»'dan murâd: Bâzılarına göre oburluk hastalığıdır.
Bir takımları*
Buradaki teşbihden murâd: İhtimâl ki aç gözlünün otlayan hayvana
benzetilmesidir.» demişlerdir.
Aynî diyor ki: *Bence
bundan anlaşılan mide usaresinin şiddeti ve galebesidir. Yemke mideye iner
inmez hemen hazmolunur. Aksi taktirde bir mideye istiâb edeceği miktardan
fazla yiyeceğin doldurulması tasavvur olunamaz. Hikâye müelliflerinin
anlattıklarına göre Bedeviler' den bir adam bütün bir deveyi, karısı da bütün
bir deve yavrusunu yemişler...»
Hz. Hakim'in
Resûlüllah (Sdlalfohü Aleyhi ve Sellem) dünyâdan gittikten sonra evvelâ Ebû
Bekir sonra Ömer (Radiyallahü anhümâ)'n\n vermek istedikleri ganimet hissesini
hakkı olduğu hâlde kabul etmemesi, âdet olacağından korktuğu içindir. Zira
nefis almağa alışırsa bu hâl bir âdet olur. Hakkı olmayan şeyleri kabul etmeye
başlayabilir. Bu düşünce ile nefsin tamâ'mı kırmış ve şüpheli şeylere yanaşmaktan
çekinmiştir. Bir de Hz. Hakim Resûlüllah (Sallaîlahü 'Aleyhi ve Sellem)'e ondap
sonra kimseden bir şey almayacağına hattâ bir rivayette o günden sonra
Resûlüllah {Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den bile bir şey istemeyeceğine söz
vermişti.
Hz. Ömer'in, Hakîm
(Rdiyallahü anh)'m ganimet hissesini almadığına şahit çağırması, Hakîm'in kötü
te'vîlin-den korktuğu içindir. Ömer (Radiyallahü anh) bununla Beytü'1-Mâ1'den
verildiği hâlde hakkını almayan kimsenin bir daha o malda hakkı kalmadığını da
göstermiştir.
1- Hadİs-i
şerif nezâhet ve kanâata teşvik etmektedir, insan az da olsa kazancına razı
olmalı, başkasının malına göz dikmek suretiyle malını çoğaltmak sevdasına
düşmemelidir.
2- Gönül
hoşluğu ile verilip yine gönül hoşluğu ile alınan sadaka ve attıyyede bereket
vardır.
3-
Dilencinin üç defa istemesi, dördüncüde
menedilmesi caizdir.
97- (1036)
Bize Nasr b. Aliyy El - Cehdamî ile Züheyr b. Harb ve Abd b. Humeyd rivayet
ettiler. (Dediler ki): Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize
İkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şeddât rivayet etti. (Dedi
ki): Ebû Ümâme'yi şöyle derken işittim: Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellevı)--
«Ey Âdem oğfu! Senin
fazla malım sadaka olarak vermen kendin için hayır; vermemen ise şerrdir.
(Ama) kenefine yelecek kadar elinde ma! bulundurduğundan dolayı muaheze
olunmasın. Hem (sadakaya) nafakasını verdiğinden başla. Yüksek el alçak elden
hayırlititr.» buyurdular.
Bu hadîsden murâd:
İnsanın zaruri ihtiyâçlarından fazla olan malını hayır yollarına sarfetmesi,
sevap yönünden daha hayırlı olduğunu vermeyip, biriktirmenin kendisine hiç bir
hayır ve sevap te' min etmediğini beyândır. Zira üzerine farz olan nafaka gibi
şeyleri vermezse azaba müstahak olur. Mendûb olan sadakayı vermezse sevabı
noksanîaşır. Bunlarsa manen kendisi için şerrdir. İhtiyâç miktarını vermediği
için muhaze olunmaması, o miktara şer'an bir hak teveccüh etmemek şartıyla
mukayyeddir.
Hadis-i şerif
yukarıdaki emsali gibi nafaka hususunda evvelâ aile efradından ve yakınlarından
başlanacağına delildir.
98- (1037)
Bize Ebû Bekir b. Ebİ Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zeydü'bnü Hubâb
rivayet etti. (Dedi ki): Bana Muâviyetü'bnü Salih haber verdi. (Dedi ki): Bana
Rabiatü'bnü Yezîd Ed - Dimaşki, Abdullahb. Amir-i Yahsubî'den naklen rivayet
etti. (Demiş ki): Muâ-viye'yi şöyle derken işittim: Çok hadîs rivayet etmekten
sakının! Yalnız Ömer zamanında rivayet edilen hadîs müstesna. Çünkü Ömer,
halkı Allah Azze ve Celle'den korkutuyordu. Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve SellemYi:
«Allah her kime büyük
bir hayır vermek dilerse onu dînde fakîh kılar.» buyururken işittim.
Yine ben, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfi şöyle buyururken işittim:
«Ben, ancak
hazinedarım. Her kime gönül hoşluğu ile bir şey verirsem, verdiğimin
bereketini görür. Her kime de dilendiği ve aç gözlülük ettiği için verirsem, o
kimse yiyip de doymadan gibi ofur.»
99- (1038)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân,
Amr'dan, o da Vehb b. Münebbih'den, o da kardeşi Hemmâm'dan, o da Muâviye'den
naklen rivayet etti. Muâviye şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
«İstemekte ısrar
etmeyin! Vallahi sizden biriniz benden bir şey ister de razı olmadığım hâlde
benden bir şey kopartırsa, verdiğim malın asla bereketini görmez.» buyurdular.
(...) Bize
tbnl Ebl Ömer El-Mekki rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Arar b. Dinar'dan
rivayet etti. (Demiş ki): Bana Vehb b. Mü-nebbih, kardeşinden naklen rivayet
etti. —Onun yanına San'â'dakİ evinde iken vardım da* bana evinde ceviz ikram
etti.— Kardeşi şöyle demiş: Ben, Muâviyetü'bnü Ebİ Süfyân'ı şunları söylerken
dinledi mı «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken işittim-
..»
Hâvi müteakiben
yukarki hadîsin mislini rivayet etmiştir.
100- (1037)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan naklen haber verdi; (Demiş ki): Bana
Humeyd b. Abdirrahmân b. Avf rivayet etti. (Dedi ki): Muâviyetü'bnü Ebî
Süfyân*ı hutbe okurken dinledim; şöyle diyordu: Ben, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve
«Her kim Allah çok
hayır vermek murâd ederse onu dînde fakîh kılar. Ben, ancak taksimciyim, veren
ise Allandır.» buyururken işittim.
Fıkıh hadîsini Buhâri
«İlim» bahsinde tahric -etmiştir. Onu Nesâî dahî rivayet eder.
Buhârî'nin rivayetinde
şu cümle de vardır: «Bu ümmet Allah'ın emri gelinceye kadar muhalifleri
tarafından bir zarar görmeden Allah'ın emri üzere tâata devam edecektir.»
Birinci ve üçüncü
hadîslerdeki «hayır»'dan murâd: Ya bütün hayırlar yahut çok hayırdır. Bu
kelimenin nekîre olarak zikredilmesi, umûm ifâde etsin diyedir. Çünkü şart
siyakında vârid olan nekîreler, siyâk-ı nefîde vârid olanlar gibi umûm ifâde
ederler. Kelimenin ne-kire olarak zikrinden ta'zîm kastedilmiş de olabilir.
Fıkıh: Bir
şey'i bilmek veya hakkıyla bilmek, demektir. Şeriat İstılahında ise şeriatın
fer'î hükümlerini tafsili delillerden istidlal yoluyla çıkararak bilmektir.
Burada münâsıb olan birinsi mânâdır. Zîrâ dîn ilimlerinin hepsine şâmildir.
Fıkıh ilmi ile meşgul
olan âlime «Fakîh» derler.
Hasan-ı Basrî: «Fakîh:
dünyâdan el çeken ve âhi-rete rağbet gösteren, dîn işlerinde basiretle hareket
eden Allah'ına ibâdet eden kimsedir.» demiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir rivayette: «Ben, ancak hazinedarım...»; diğer rivayette:
«Ben, ancak taksimciyim; veren İse Allah'dır.» buyurmakla kendisinin getirdiği
vahyi hiç bir kimseye hassaten tebliğ etmediğini bil'akis umûmi olarak herkese
tebliğde bulunduğunu, hakikatte her şey'i veren de alan da Allah Teâlâ olduğunu,
irâdesine göre akıl ve idrâki insanlara o bahşettiğini anlatmak istemiştir.
Ashâb-ı kira m* m hadîs ve âyetlerden mânâ anlayışları bir seviyede değildi.
Bâzıları bir hadis veya âyetin yalnızca açık olan zahirî mânâsını anlar; diğer
bâzıları ise onların inceliklerine nüfuz ederlerdi.
Ashâb- kiram' m
hâlleri böyle olunca, ümmetin diğer efradının da anlayış dereceleri bir
olmayacağı evleviyetle sabit olur. Çünkü ashâb nûr-u nübüvvetten kana kana içen
bahtiyarlardır. Sair ümmet efradı bu şerefe nail olamamışlardır. Ancak onların
arasında da şer'i mes'eleleri delillerinden çıkaracak kudreti hâiz
müc-tehidler yetişmiş şer'i mes'eîerleri hallederek bütün ümmetin enzâr-ı
itlaına arzetmişlerdir. Şüphesiz ki bu, Allah'ın büyük bir fadl-u ihsanıdır.
Teâlâ Hazretleri onu dilediği kullarına verir.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Resul, mübeşşir
ve nezir gibi nice sıfatları varken burada neden kendisine (Ben ancak bir hazinedarım!)
yahut (Ben, ancak bir taksimciyim.) buyurarak hasr yapmıştır?»
Cevap: Buradaki hasr,
muhatabın itîkaadına göredir. Muhâtab onun hem taksimci hem de verici olduğuna
îtîkaad ediyordu. İşte kendisinin verici değil yalnız bir taksimciden ibaret olduğunu
anlatmak için (Ben, ancak bir taksimciyim.) diyerek kasr-ı ifrat yapmıştır. Bu
sözün mânâsı: «Benim vazifem yalnız sizin aranızda taksim yapmaktan ibarettir,
dilediği miktarda akıl, fikir ve anlayış ihsan eden ise Allah Teâlâ'dır.»
demektir.
Bu cümleyi şeyh
Kutbuddin şöyle izah etmiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*
Allah'ın ihsan ettiği maldan kendine hiç bir şey ayırmamıştır. O, ganimetler
hakkında:
(Allah'ın sizden fazla
olarak verdiği ganimetlerden benrm malın yalnız beşte birdir; o da sîzin
olsun.) buyurmuştur. Burada (Ben ancak taksimciyim.) demesi, ashâb-ı kirâmmın
gönüllerini almak içindir. Çünkü kendisine ashabından fazla ganimet tahsis
edilmiştir. Mânâ şudur: Mal da Allah'ın, kullar da Allah'ındır. Ben, Allah'ın
izniyle sâdece bir taksimciyim...»
Ancak Ayni
bu İzahatla hadîsin zahiri arasında büyük fark olduğunu söylemekte
ve şöyle demektedir:
«Çünkü Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'in birinci hadisi vahyin tebliği ve şeriatın beyânı
hususundaki taksimi bildirmektedir. Şeyh Kutbuddîn' in rivayet ettiği hadis ise
mal taksimi hakkında sarahat arzetmekte-dir. Her iki hadîsin ayrı ayrı
tevcihleri vardır. Birinci hadîs İslâm dîninde fakih olmakdan bahseder...
îkinci hadîsin zahiri
ise mal taksimini göstermektedir. Lâkin burada şöyle bir suâl vârid olur:
«Burada bu sözün münâsebeti nedir?» Suâle şöyle cevap verilir. Mal, hadîsi
ganimetler taksim edilirken vârid olmuştur. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) hikmet icâbı ashâbdan bâzılarına fazla verince ashâb bunun hikmetini
anlayamamış hattâ içlerinden bu hususta ileri geri lâf edenler olmuş, bunun
tizerme Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'-
(Her kime Allah büyük
hayır vermek dilerse onu dînde fakîh kılar.) buyurarak bu işin hikmetini ancak
Allah'ın fazla akıl, fikir ve şiriat umurunda anlayış ihsan ettiği kimselerin
anlayabileceğini, anlamı-yanların işe karışmamaları gerektiğini zîrâ hakîkatta
bütün umur Allah'ın yed-i kudretinde olduğunu, almak, vermek, arttırmak, eksiltmek
hep ona âit şeyler olduğunu, kendisinin yalnız taksim vazifesi gördüğünü
binâenaleyh fazla veya noksan vermenin kendisine değil Allah'a nisbet
edileceğini beyân ederek bu hususta lâf edenlere red cevâbı vermiştir.
Davûdî diyor ki:
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve SellemYin: (Ben, ancak taksimciyim; veren
Allah'dır.) sözü, verdiklerini vahye Hz. Muâviye' nin çok hadis rivayet
etmekten menede-rek bundan yalnız H z. Ömer devrinde rivayet olunan hadisleri
müstesna tutması, onun zamanında gayr-i müslimlerden ve onların kitaplarından
rivayette bulunanlar çoğaldığı içindir. Bu sebeple hadîs râvilerinin nazar-ı
dikkatlerini H z. Ömer zamanına celbetmiştir. Çünkü Ömer (Radiyallahü anh)
hadis hususunda pek ziyâde dikkat ve şiddet gösterir, gelişigüzel, hadîs diye
rivayet edilen her sözü kabul etmez, söylenen sözün hadîs olduğunu isbât için
iki şahit isterdi. Hadis ilmi bu suretle istikrar kespetmiş ve rivayet olunan
hadisler şöhret bulmuştur.
1- Bâzıları
bu hadîslerde icmâ'ın hüccet olduğuna delîl görmüşlerdir. Bu delil, hadîslerin
mefhûm-u muhalifinden alınmıştır ki ûmmet-i muhammediyye hiç bir zaman hak ve
hakikatten ayrılmaz, demektir. Bunların bir delili de: «Ümmetim dalâlet üzerine
içtimâ etmez.» hadîsidir. Fakat bu hadîs zayıftır.
2- Yine bu
hadîslerle bâzıları her asırda müctehid yetişeceğine istidlal etmişlerdir.
3- Dilenmek
memnudur. Bu hususta ulemâ müttefiktir. Yalnız zaruret hâlinde dilenmek
mubahtır. Bu hususta vârid olan hadîsler, dilenmenin bâzı kimselere haram,
bâzılarına mekruh, bâzılarına da mubah olduğunu gösterirler.
Zenginin zekât alması
veya dilenmesi haramdır.
Elinde dilenmeye mâni
olacak yiyeceği olup da, ne derece fakir olduğunu beyân etmeden dilenmek
mekruhtur.
Bir dostundan veya
akrabasından mâruf vecihle bir şey istemek mubahtır. Zaruret hâlinde dilenmek
ise vâcibdir. Çünkü bunda nefsi ölüm tehlikesinden kurtarmak vardır.
Dâvûdi bu kısmı da
mubah saymıştır. İstemeden verilen bir şeyi almak, dilenmekten mâdût değildir;
ve caizdir.
Şâfiîler' den Nevevî
diyor ki: «Kazanmaya kudreti olan bir kimsenin dilenmesi mes'elesi hakkında
ulemâmız ihtilâf etmişlerdir. Bu hususta iki kavil vardır. Bunların esah
olanına göre.-Böyle bir kimsenin dilenmesi haramdır. Zîrâ hadîslerin zahirleri
haram olduğunu göstermektedir.
İkinci kavle göre: Helâl
fakat mekruhtur. Ancak helâl olması için dilbnen kimsenin kendini zelil ve
hakir göstermemesi bir şey'i İsrarla istememesi ve istediği kimseye eziyet
vermemesi şarttır. Bu şartlardan biri bulunmazsa dilenmesi bil'ittifâk
haramdır.
4- Fıkıh
hadisleri din ilimlerinin ve dîn ulemâsının faziletlerine delildirler.
101- (1039)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mugîre yâ'ni El - Hizâmî,
Ebu'z - Zinâd'dan, o da El - A'rec'den, o da Ebû H ürey re'den naklen rivayet
etti ki, Resûlüllah (Saîlallakü Aleyhi ve Sellem)''
— «Miskin: Şu, âlemin âlemin kapılarında
dolaşan ve bir İki lokma (ekmek) bir iki kuru hurma ile baştan savulan
(dilenci) değildir.» buyurmuşlar. Ashâb:
— «O hâlde miskin kimdir, Yâ Resûlallah?- diye
sormuşlar. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Miskin, kendini geçindirecek bir şey
bulamıyan, hâlini anlayıp ta kendisine sadaka veren bulunmayan ve âlemden bir
şey istemiyen kimsedir.» buyurmuşlar.
102- (...)
Bize Yahya b .Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Saîd rivayet ettiler, tbni Eyyûb (Dedi
ki): Bize îsmâil yâni İbni Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bana Şerîk,
Meymûne'nin azatlısı Atâ1 b. Yesâr'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi
ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-
«Miskin; bir veya iki
hurma, bir veya iki lokma ile baştan savılan (dilenci) değildir. Miskin ancak
iffet ve nezâheti (fakîr)'dir. İsterseniz: (Âlemden ısrarla istemezler [37].)
âyetini okuyun.» buyurmuşlar.
(...) Bana,
bu hadîsi Ebû Bekir b. İshâk da rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Ebi Meryem
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca' fer haber verdi. (Dedi ki): Bana
Şerîk haber verdi. (Dedi ki): Bana Ata' b. Yesâr ile Abdurrahmân [38] b.
Ebi Amra haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken İşitmişler:
-Resûlüllah (Saîlaîîahü Aleyhi ve Selîem) buyurdular ki...»
Râvî, İsmail'in hadîsi
gibi rivayette bulunmuştur.
Bu hadîsi BuhAri
«Zekât» bahsinde tahric etmiştir.
Miskin:
Fakir, demektir.
Hadis-i şeriften murâd
şudur: Sadakaya muhtaç olan hakiki fakir kapı kapı dolaşıp dilenen kimse değil,
yiyecek bulamayan, hâlini kimseye arzetmediği için kimseden en ufak bir yardım
görmeyen afif ve nezih fakirdir. Yâni Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
bu hadîsi ile kapılarda dolaşan dilencilerin fakir sayılmayacağını değil,
onların tam manâsıyla fakir sayıl madıklarını beyân buyurmuştur.
Ulemâ miskinle fakirin
tarifinde ihtilâf etmişlerdir. Yûnus'a göre fakir: Yiyeceği bulunan yoksuldur.
Miskin ise: hiç bir şey'i olmayan, demektir.
îbni Arafe fakiri
«muhtaç* diye tarif etmiş, miskin için ise: «Fakirlik kendisini perişan etmiş
olan kimsedir.» demiştir.
îmam Şafiî
(Rahimehullah): «Fakir: Geçinecek san'atı olmayan yahut ihtiyâcını giderecek
san'atı bulunmayan kimsedir. Miskin ise: İhtiyâcına yarayan bir san'atı olupta
onunla geçinemeyen ve çoluk çocuğu bulunmayandır.» demiştir.
Ebû Ömer îbni
Abdilber, Mâlikiyye ulemâsından naklen bu iki kelimenin müteradif olduğunu
söylemiş ve: «Maamâfih bunların ayrı ayrı mânâlara geldiği de rivayet olunmuştur.»
demiştir.
îbni Vehb'in
rivayetine göre fakir: Nezâhet gösterip dilenmeyen; miskin ise: Dilenen
yoksuldur. Bunun aksini söyliyenîer de vardır. Hattâ fakirin kötürüm, miskinin
sağlam mânâsına geldiğini ve bunun aksini iddia edenler bile olmuştur.
1- Sadaka
vermek için ehlini araştırmak ve onu dilenmeyen nezih fakirlere vermek gerekir.
2- Utanarak
âleme el açmayan yoksullar takdire şayandırlar ,
3- Her hâlu-
kârda utanmak müstehab olan bir haslettir.
103- (1040)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdül'a'lâ b.
Abdü'a'lâ, Ma'mer'den, o da Zührî'nin kardeşi Abdullah b. Müslim'den, o da
Hamzatü'bnu Abdillâh'dan, o da babasından nak len rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)--
«Dilencilik bâzınızın
başı ile beraber gidecek hattâ huzûr-u ilâhiye üzünde bir parça et kalmaksızın
çıkacaktır.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bana İsmail b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'nin kardeşlerinden bu isnâdla bu hadîsin mislini
haber verdi. Yalnız «parça»'yı zikretmedi.
104- (...)
Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Leys, Ubeydullar [39] b.
Ebî Ca'fer'den, o da Hamzatü'bnü Abdillâh b. Ömer'den naklen haber verdi.
Hamza, babasını şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Bâzı kimseler taa
kıyamet günü yüzünde bir parça et kalmaksızın (huzûr-u İlâhîye) gelinceye kadar
âlemden dilenmeye devam edeceklerdir.
Bu hadîsi Buhar! ile
Nesâî «Zekât» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Müz'a: Parça,
demektir. Bu kelimeyi bâzıları «Mez'a», bâzıları da «Miz'a» şeklinde rivayet etmişlerdir.
Görülüyor ki: Ömrünü
dilenmekle geçiren kimseleri Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz
yermiş, kıyamet gününde böy-leîerin yüzünde et kalmıyacağım beyân buyurmuştur.
Hattâbi diyor ki:
«îhtimâl bu hadîsten murâd: Dilencinin mevki ve itibaren sakıt olarak
gelmesidir. Yahut yüzü âzab görecek de etleri dökülecektir. Bu şekilde azâb ona
verilecek cezanın âmeli cinsinden olması içindir. Çünkü dilenci âleme el
açmakla dünyâda yüzünü zelil ve rezil etmişti. Yahut kıyamette dilencinin yüzü
kamilen kemikten ibaret olacak, bu hâl onu başkalarından ayıracak, dilenci
olduğu onunla bilinecektir.
İbni Ebi Cemre: -Bu
hadîsin mânâsı: Kıyamet gününde dilencinin yüzünde güzellikten eser
bulunmıyacaktır, demektir. Çünkü yüzün güzelliği, üzerindeki etle kaaimdir.»
demiştir.
Ancak Nevevî'nin
beyânına göre bu çirkin hâl zaruret olmaksızın dilenenlere mahsûstur. Nitekim
hadîsin bir rivayetinde; *Bir kimse malını çoğaltmak için dilenirse...» kaydı
vardır.
105- (1041)
Bize Ebû Küreyb ile Vâsıl b. AbdilVlâ rivayet ettiler. (Dediler ki):: Bize
fbni Fudayl, Umâratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve
Sellem):
«Her kim malını
çoğaltmak için, nisanlardan mallarını isterse; o ancak ve ancak ateş parçası
ister. Artık bunun İster azını ister çoğunu dilesin.» buyurdular.
Kaadı İyâz'a göre bu
hadîsin mânâsı: Dilencinin ateşle azâb oîunmasıdır. Maamâfih zahiri mânâsı
kastedilmiş de olabilir. Bu takdirde dilecinin topladığı mallar ateş parçası
olarak vücûdu onlarla dağlanacaktır. Nitekim zekât vermeyenlerin de ayni
âkibete dûçâr olacakları âyet-i kerime ile beyân buyurulmuştur.
106- (1042)
Bana Hdnnâd b. Seriyy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l - Ahvas, Ebû Bişr
Beyân'dan, o da Kays b. Ebî Hâzîm'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Ebû Hüreyre şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Selltm)"i
şöyle buyururken işittim:
«Sizden birinizin
sabahleyin (ormana) giderek sırtı ite odun getirmesi onu(n parasını) tasadduk
ederek âleme el açmaktan müstağni kalması, versin vermesin birinden
dilenmesinden kendisi için daha hayırlıdır. Çünkü yüksek el alçak eiden
efdaldır. Sen (sadakaya) nafakasını verdiğin kimselerden başta.»
(...) Bana
Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd İsmail'den
rivayet etti. (Demiş ki): Bana Kays b. Ebî Hâ-zim rivayet etti; (Dedi ki): Ebû
Hüreyre'ye geldik de şunları söyledi:
Peygamber (Sallallâhü
Aleyhi ve Sellem)-.
«Vallahi birinizin
sabahleyin (ormana) giderek sırtı ile odun getirmesi; sonra onu satması...
Birine el açmaktan kendisi için daha hayırlıdır...» buyurdular.
Râvî hadîsi beyân
hadisi gibi rivayette bulunmuştur.
107- (...)
Bana Ebû't-Tâhir ile Yûnus b. Abdil'a'lâ rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) -. Bana Amr b. Haris, îbni Şihâb'dan, o da
Abdurrahmân b. Avf'ın azatlısı Ebû Ubeyd'den naklen haber verdi. Ebû Ubeyd, Ebû
Hüreyre'yi şunları söylerken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sizden birinizin bir
srrt odun toplaması ve onu sırtına yüklenerek sat-mast, kendisi için versin
vermesin, bir adama el açmaktan daha hayırlıdır.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Zekât» bahsinin bir iki yerinde ve «Kitâbü'l-Büyû»'da, Nesâî «Zekât»'da tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif: Çalışıp
kazanmaya iktidarı olan bir kimsenin mutlaka helâlından kazanarak yemesi
gerektiğini bildiriyor. Görülüvor ki, sırtla odun taşıyarak yahut hammalhk
ederek geçim te'mîn etmek ne ayıptır, ne günah!.. Ayıp hattâ haram olan meslek,
el ayak tutarken dilencilik etmektir. Dilencilik bir kazanç te'mîn etse de
etmese de çirkin bir iştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «verse de
vermese de...» buyurmakla buna işaret etmiştir. Zira dilecinin istediği
verilirse kendisi minnet ve dilenme zilleti altında kaldığı gibi, verilmediği
takdirde dahî haybet ve husrân zilletine ma'rûz kalır. Bundan dolayıdır ki,
Ashâb-ı kiram' dan birinin yere kamçısı düşse onu kimseden istemezlermiş.
Nitekim bundan sonraki ha-disde görülecektir.
Dilenciliğin kötülüğü
hakkında Ashâb-ı Kiram' dan : Atıyyetü's-Sa'dî, îbni Mes'ûd, Abdullah b. Amr,
Hubeyş b. Cünâde, Ebû Hüreyre, Kabîsatü'bnü Muhârik, Enes b. Mâlik, Abdurrahmân
b. Ebî Bekr-, I m -rân b. Husayn, Sevbân, Mes'ûd b. Imrân, Câbir, isimleri
verilmeyen iki zât, Ebû Saîd-i Hud-r i, Sehl b. Hanzele, Beni Ese d' den bir
zât, Müzeyne'den bir zât, Ali b. Ebi Tâlib, îbni Abbâs, Muâviye, Semûratü Benû
Cün-deb, Ebû Ümame, Ebû Zerr, Adiyy-i Cü-zâmî, Firâsî ve Aziz b. Amr
(Radiyallahü o.nhüm) hazerâtmdan hadîsler rivayet olunmuştur. Bu hadîsleri
Aynî, Buhârî şerhinde şöyle sıralamıştır:
1- Atıyye
hadîsini îbni Abdilberr rivayet etmiştir. Mezkûr hadîste Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
«Allah sen! muhtaç
etmedikçe âlemden bir şey isteme! Zîrâ yüksek el veren, alçak el da atan
eldir.» buyurmuşlardır.
2- îbni
Mes'ûd (Radiyallahü anh) hadîsini Tirmi-z î ve diğer «sahih» sahipleri, Hâkim
velbni Ebi'd-Dünyâ rivayet etmişlerdir. Tirmizi onun hakkında: «Bu hadis
hasendir» demiştir. Hadîsin meali şudur: «Resûlüllah (Saîîallahü
Aleyhi ve Sellem)*
«Geçinecek kadar malı
varken dilenen brr kimse kıyamet günü yüzünde tırnak izleri ve bereler olduğu
halde gelecektir. Buyurdu.
Ashâb: Yâ Resûlallâh!
onu geçindirecek miktar nedir? diye sordular: «elli dirhem gümüş yahut o
miktar altındır. Buyurdular.»
3- Hubeyş
bin Cunâde hadîsini yalnız Tirmizî ile Ebû Dâvûd rivayet etmişlerdir. Tirmizi
bu hadîs için dahî «Hasen bir hadîstir» demiştir. Mezkûr hadîste:
«Zenginin sadaka
alması helâl değildir.» Duyurulmuştur.
4- Hubeye
bin Cunâde hadîsini Tirmizî rivayet etmiştir. Hazreti Hubeyş: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellenıfi Haccetû'l - Vedâ'da Arafat'ta ayağa kalkmış hutbe okurken
dinledim...» demiştir. Bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şunu
da söylemiştir:
«Bir kimse malını
çoğaltmak için âleme el açarsa kıyamet günü yüzünde tırnak izleri ve
cehennemde kızdırılmış taşlar olacak; Bu taşlar onun yüzünü yiyeceklerdir.
Artık (buna göre) dileyen az, dileyen çok istesin.»
5- Ebû
Hüreyre hadîsini Nesâî ile İbni Mâce,
Abullah b. Âmir hadîsi tarzında rivayet etmişlerdir.
6-
Kabisatü'bnü Muhârik hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve
Nesâî rivayet etmişlerdir. Kitabımızda
bir hadis sonra görülecektir.
7- Enes
hadîsi Ebû Dâvûd
ile îbni Mâce rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde:
«Dilenmek yalnız üç
sınıf insana yaraşır: Son derece fakire, ödeyecek bir şeyi bulunmayan borçluya
ve pek ziyâde elemi olan hastaya.» Buyrulmuştur.
8-
Abdurrahmân b. Ebi Bekir hadîsini Bezzâr ile Taberâni, Abdullah b. Âmir hadisi gibi rivayet etmişlerdir.
9- îmrân b. Husayn hadîsini îmam Ahmed b. Hanbel ile Bezzâr rivayet etmişlerdir. Bu hariîsde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Zenginin dilenmesi
kıyamet günü yüzünde
bir leke olacaktır.»
buyurmuştur.
10- Sevbân hadîsini
îmam Ahmed ile Bezzar ve Taberâni rivayet etmişlerdir.
İsnadı sahihtir. Mezkûr hadîsde:
Bir kimse ihtiyâcı
yokken dilenirse, dilenerek aldığı şey kıyamet günü yüzünde bir leke
olacaktır.» buyrulmuştur.
11- Mes'ûd
b. Amir hadîsini Bezzâr ile Taberânî rivayet etmişlerdir. Hadis şudur-.
«Bir kul ihtiyâcı
yokken dilenir durursa nihayet yüzü dümdüz olur da Allah İndînde hiç yüzü
kalmaz.»
12- Câbir
hadîsini Taberâni «El - Evsât» adlı
eserinde îbni Mes'ûd hadisi gibi rivayet etmiştir.
13- İsimleri
verilmeyen iki zât hadîsini Sahiheyn râvîleri nak-letmişlerdir. Mezkûr hadîsde
iki zâtın Haccatü'1-Vedâ' da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka taksîm ederken onun yanma gelerek sadaka
istedikleri, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları tepeden tırnağa süzdükten
sonra kendilerini güçlü kuvvetli bulduğu ve:
«İsterseniz size
sadaka veririm ama bu sadaka zenginin ve kazanmaya kudreti olanın nasibi
yoktur.» Buyurduğu bildirilmektedir.
14- Ebû
Said-i Hudrî hadisini Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Hibbân tahric etmişlerdir. Bu
hadîsde Ebû Said şöyle demiştir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Bir kimse bir okiyye
kıymetinde mala sahip olur da yine dilenirse dilencilikte ısrar etmiş olur.
Buyurdular. Bunun üzerine ben: Benim Yakute ismindeki devem bir okiyyeden
fazla eder. —Bir rivayette kırk dirhemden fazla eder— diyerek döndüm ve ondan
bir şey istemedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bir
okiyye kırk dirhem ederdi.»
15- Sehl bin
Hanzaliye hadîsini Ebû Davûd ile îbni Hibban
rivayet etmişlerdir. Sehl (Raâiyallahü
cmh) şöyle demiş: «Uyeynetü'bnü Huşayn
ile Akra' b. Habis Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*Q gelerek bir şey
istediler. O da istediklerini verdi... Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Her kim geçineceği
kadar malı varken dilencilik ederse ancak ve ancak ateşini çoğaltmış olur.
buyurdu. Ashâb: Yâ Resûlüllah geçineceği şeyden murâd nedir? diye sordular.
Resulü Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve sabah ve akşam yiyeceği kadar malı olmaktır.
Buyurdular.»
16- Benî
Esed kabilesinden ismi verilmeyen zât'ın hadisini Ebû
Dâvûd rivayet etmiştir. Bu
hadis biraz lafız farkı ile Ebû Said hadisi gibidir.
17- Müzeyne
kabilesinden olup ismi verilmeyen zât'ın hadisini îmam Ahmed b. Hanbel rivayet
etmiştir. Hadisin râvîleri mutemed zevatıdır. Hadisi şerîfde şöyle denilmektedir:
«Müzeyne'li zât'a annesi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gitsende
âlemin istediği gibi sende birşeyler istesen olmaz mı? demiş. O zât bundan
sonrasını şöyle anlatmış. Ben de birşeyler istemek maksadıyla gittim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeV lemj'i ayakta hudbe okurken buldum.
Şunları söylüyordu: Bir kimse iffetli olmak isterse Allah onu iffetli kılar;
zengin olmak isterse, zengin eder. Beş okiyye değerinde malı olan bir kimse
âleme el açarsa İsrarla dilenmiş olur... Bunun üzerine kendi kendime: Bizim bir
devemiz beş okiyyeden fazla eder... Diyerek geri döndüm. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den birşey istemedim.»
b. Ahmed,
bir kısmını da Ebû Dâvûd rivayet etti
18- Hz. Ali
Hadîsini Taberâni, Abdullah mistir. Bu
hadîs takriben Hubeyş b. Cunâde hadîsi gibidir.
19- îbni
Abbâs hadisini Taberâni, Kaabüs'tan naklen rivayet etmiştir. Ancak Ebû Hatim:
«Ben Kaabüs'la ihticac etmem.» demiş.
îbni Hibbân dahi: «Onun belleyişi sağlam değildir.» mütaalâsında bulunmuştur,
îbni Abbâs şöyle demiştir: «Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemh
«Dilenen kimse
dilencilikten ne kazandığını bilse, dilenmezdi. Buyurdular.»
Yine îbni Abbâs
(Radiyallahü anh)'da,n Taberâni il Bezzâr şu hadîsi rivayet etmişlerdir:
«Misvakın dişlerden
çıkardığı ekmek kırıntısı kadar olsun mâle sahip bulunursanız âleme el açmaktan
müstağni kalın.» Bu hadîsin râvîleri mutemetdirler.
20- Muâviye
hadisini Müslim rivayet etmiştir. Hadîsi Şerif «Dilenmekten
nehi bâbı»nda geçmiştir.
21-
SemûratÜ'bnü Cündeb hadîsini Tirmizi rivayet etmiş ve: «Bu hadîs Hasen
sahihtir» demiştir. Mezkûr hadisde Resûlluah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz ki dilenmek
bir meşakkattir. Onunla sahibinin yüzü azap olunur. Meğer kî bir kimse
sultandan yahut zarurî bir hâl karşısında birinden bir şey İstememiş olsun.»
buyurmuşlardır.
22- Ebû Zerr
(Raâiyallahü anh) hadisim İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. Hazreti Ebû
Zerr şöyle demiştir:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana hiç bir kimseye el açmamamı şart koştu. Ben:
Evet kimseye el açmam dedim: Elinden kır-baan düşse onu bile istemeyecek,
hayvanından İnip kendin alacaksın.» buyurdular. Bu hadîsin râvîleri mutemet
zevâtdır.
23- Ebû
Ümame hadîsini Taberânî rivayet etmiştir. Hz. Ebû Ümame şöyle demiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bana kim bey'at edecek diye
sordu. Sevbân : Hepimiz bey'ad
ettik ya Resûlüllah dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ama
başkalarına el açıp hiç bir şey istemeyeceğinize bey'ad edeceksiniz. Buyurdu.
Sevbân :
— Böyle bir kimseye verilecek olan nedir Yâ
Resûlallâh? diye sordu. Peygamber Efendimiz:
— (Cennettir.) buyurdular. Bunun üzerine ona
Sevbân da bey'ad etti.»
24- Adiyy-i
Cüzâmi hadîsini Taberânî rivayet etmiştir. Bu hadîste Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem}:
«Odun demeti satmak
suretiyle oslun iffetinizi muhafaza edin tebliğ ettim mi?» buyurmuşlardır.
25- Firasi
hadisini Ebû Dâvûd ile Nesâî rivayet etmişlerdir. Firasi (Raâiyallahü anh)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
«Başkalarından birşey
isteyeyim mi? diye sormuş Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— Hayır, mutlaka istemen lazımsa sâlih
kimselerden iste. buyurmuşlardır.
26- Aynî,
Aiz b. Amir hadisini kimin rivayet ettiğini bildirmemiştir. Hz. Aiz'in beyânına
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' bir adam gelmiş Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona birşeyler vermiş. Tam dönüp gitmek üzere ayağını
kapının eşiğine bastığı zaman Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''
«Şu dilenmekte neler
olduğunu bilseniz hiç bir kimse başkasından birşey istemeye gitmezdi.»
buyurmuşlar.
1- Hadisi
şerif sadakaya teşvik etmekte herkesin odun, ot gibi mübâh olan şeyleri toplayarak
satması ve bu suretle elinin emeği ile geçinmeye çalışması lüzumuna tembih
buyurmaktadır. Müslüm Sârini Ubbî diyor ki: «Bu, san'atı olmayanlar
hakkındadır. San'atı olanların kazançları kendilerini geçindirebilirse onunla
meşkûl olmaları müreccahtır. Sahih hadiste vârid olduğuna göre Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)'
«Elinin emeği ile
geçinenden daha faziletli bir kimse olamaz. Nebiyullah, Dâvûd (Aleyhisselâm)
dahî elinin emeği ile geçinirdi.» buyurmuşlardır.
2- Çeçim
sıkıntısına katlanmak, başkalarına el açmaktan daha hayırlıdır.
108- (1043)
Bana Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî ile Se-lemetü'bnü Şebîb rivayet ettiler.
Seleme (haddesenâ) ta'birini kullandı. Dârimî ise (Ahberanâ) sîygasıyla
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân yâni îbni Muhammed Ed-Dimeşkî haber verdi.
(Dedi ki): Bize Said yâni tbnü Abdilaziz, Rabiatü'bnü Yezîd'den o da Ebû
İdrîs-i Havlânî'den o da Ebû Müslim-i Havlâni [40]'den
naklen rivayet etti.
Ebû Müslim şöyle demiş
bana Emin dostum Avf. Mâlik-i Eşcaî ri-vâyet etti. Avf benim dostumdur. Benim
indimde kendini emîn bir zâttır. (Dedi ki): Dokuz veya sekiz veya yedi arkadaş
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yİTi yanında idik. (Bize):
— «Allah'ın Resulüne bey'at etmez misiniz?»
buyurdular. Biz:
— «Sana bizler (çoktan) bey'at ettik Yâ
Resûlallah!» dedik. Sonra (yine):
— «Allah'ın Resulüne bey'at etmez misiniz?»
dedi. Bunun üzerine biz ellerimizi açarak:
— «Biz sana bey'at ettik Yâ Resûlüllah! (daha)
neye bey'at edeceğiz» diye sorduk.
— «Allah'a ibâdet edeceğinize, ona hiç bir şeyi
şerik koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza, itaat edeceğinize —ve
işitmediğimiz bir kelime söyledikten sonra —başkalarından bir şey
istemeyeceğinize bey'at edeceksiniz.» buyurdular.
Vallahi sonraları bu
arkadaşlardan bâzılarını gördüm. Birinin kamçısı yere düşse hiç bir kimseden
şunu bana veriver diye istemezdi.
Bey'at: Müslümanların
her işini tedvir için hükümdara selâhiyet vererek niza götürmez bir şekilde ona
teslim olmaktır. Bu kelime alış veriş mânâsına gelen «Bey'»'dan alınmıştır.
Ashâb-ı kiram alış verişde olduğu gibi halifeye tabi olduklarına dair söz
verirken alış verişe benzeterek onun elinden tutarlardı. Ancak kadınlar
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe bey'at ederken onun elinden
tutmamışlardır. Kadınların müteaddid defalar bey'at ettikleri sabit olmuş
fakat hiç birinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin elini tuttukları
rivayet edilmemiştir. Ulemâ kadınların tekrar tekrar bey'atlarınm zaman ve
hâle göre olduğunu beyân ederler.
Übbî diyor ki:
«Rfesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin gizli söylediği kelime, teklife
âit olacaktır. Yâni, gizlice söylediği o kelime mgşakkatli ve ifâSı
Müslümanlara güç gelecek bir şey hakkındadır. Onun için de açık söylemekten
çekinmiştir. Onu beyân için memur da değildir. Zîr|ı;Vinemûr olsa tebliği icâp
ederdi.
Hadls-i şerif umûmatin
delil olduğuna işaret etmektedir. Çünkü: Ashab-ı kiram'a dilenmek umûmî şekilde
emir buyu-rulmuş, onlar da hadîsi bu mânâya alarak başkalarından hiç bir şey
hattâ yere düşen kamçılarını bile istemez olmuşlardır.
Yine bu hadîs az bile
olsa dilenme sayılabilecek her şeyden nezih davranmaya teşvik etmektedir.
109- (1044)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnu Saîd ikisi birden Hammâd b. Zeyd'den
rivayet ettiler. Yahya (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, Hârûn b. Riyâb [41] 'dan
naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Kinânetü'bnu Nuaym [42] El -
Adevî'den, o da Kabîsa-tü'bnu Muhârık-ı Hilâlî'den naklen rivayet etti. Kabîsa
şöyle demiş: Birine kefil oldum da bu husûsda bir şeyler istemek üzere
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)** geldim. Bana:
«Biraz bekle bize
sadaka gelsin de sana ondan verelim.» dedi. Sonra şunu söyledi:
«Yâ Kabisa! Şüphesiz
ki üç sınıf insandan her biri müstesna olmak üzere bilenmek hiç bir kimseye
helâl değildir. (Şöyle ki);
1- Kefalet
altına giren kimseye o malı elde edinceye kadar dilenmek helâldir. Sonra
bundan vazgeçer.
2- Bütün
malını helak eden, bir felâkete maruz kalan kimsenin geçim ihtiyacını temin
edinceye kadar —yahut hacetini giderinceye kadar— dilenmesi helâldir.
3- Fakr-u
zarurete düçâr olan, o derece ki Kavmü kabilesinden aklı başında üç kişinin:
Gerçekten filân fakir düştü diye şahadette bulunacakları kimsenin geçim
ihtiyâcını temin edinceye kadar —yahut hacetini giderinceye kadar— dilenmesi
helâldir.
Dilenmenin bundan
ötesi Yâ Kabise haramdır. Dilenen onu haram olarak yer.»
Hamâle: Kefalet
demektir. Burada ondan murâd iki kişinin veya iki kabilenin arasını bulmak,
onları barıştırmak için mal vermeyi üzerine almasıdır. Böylesi üzerine aldığı
malı bulamazsa dilenmesi mubah olur. Kendisine zekât da verilebilir. Yalnız
aracılık ettiği hususun şer'ân masiyet olmaması şarttır. Râvi Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve SeMem)'in:
«Geçim ihtiyâcını
temin edinceye kadar» mı yoksa: «Yahut hacetini giderinceye kadar» mı
buyurduğunda şek etmiştir.
Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem)- «Kavmü kabilesinden aklı başında üç kişinin gerçekten filân
fakır düştü diye şahadette bulunacakları...» ifâdesi ile o kimsenin
fakirliğine ehlî hıbre(44) şahadet edeceğine işaret buyurmuştur. «Kavmü
kabilesinden- ve «aklı başında» tâbirleri de bunu göstermektedir. Çünkü; Malını
gizli tutmak insanın âdetidir. Onu ancak yakınlarına bildirir. «Aklı başında»
kaydı şahidin akıllı olmasını şart koşmaktadır.
«Sühten» kelimesi
muzmer bir fiilin mefûlü olmak üzere nas-bedilmiştir. Bu fiil «itikat ederim»
yahut «yenir» diye takdir olunur. «haram olduğunu îtîkât ederim.» yâyut «Haram
olarak yenir.» demektir.
Müslim'den başkaları
bu kelimeyi «Suhtün» şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu rivayete göre fiil
takdirine hacet yoktur. Cümlenin mâ-nâsi: «O haramdır» demek olur.
Şâfiîler'den bâzıları
bu hadîsin zahiri ile istidlal ederek fakirliği ispad için üç kişinin şahadette
bulunmasını şart koşmuşlardır. Cumhûr-u ulemâ' ya göre ise zinadan gayrı
şahadetlerde olduğu gibi burada da âdil iki erkeğin yahut bir erkekle iki
kadının şahadeti kabul edileceğine kaail olmuşlardır. Onlara göre bu hadîste
beyân edilen âded vücûb değil istihâb içindir. Yâni bir kimsenin fakîr olduğunu
isbâd için iki kişinin şahadette bulunması şart; üç kişinin şahadeti ise
müstehâbdır.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadis fakirlik iddiasında bulunan kimsenin malı olduğu bilindiğine hami
edilmiştir. Böyle bir kimsenin sıf( benim malım telef oldu, fakir düştüm) şeklindeki
iddiası mahkemece kabul edilemez. Kendisinden şâhid ve isbâd istenir. Fakat
malı olduğu bilinmeyen kimseden şâhid istenmez. Bu hususta yemîn verdirmek
sureti ile iddia edenin sözü kabul olunur.»
110- (1045)
Bize Hârûn b. Ma'arûf rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb rivayet
etti. H.
Bana Harmeletü'bnu
Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana
Yûnus, İbni Şihâd'dan, o da Salim b. Abdillâh b. Ömer'den, o da babasından
naklen haber verdi. Abdullah b. Ömer şöyle demiş: Ben Ömerü'bnu'l - Hattâb
(Raâiyallahü awîı)*ı şöyle derken işittim, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellcm) bâzan bana (Beytül mâlden) bir şeyler verin, ben de: Bunu benden daha
fakirine ver, derdim. Hattâ bir defa bana bir mal verdi de: Onu benden fakir
birine ver dedim. Bunun üzerine Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Sen bunu al! bu
kabilden göz dikmediğin ve İstemediğin halde sana gelen malı da al. Böyle
olmayan bir malı ise canın çekmesin.» buyurdular.
111- (...)
Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki); Bana Amrû'bnu Haris, İbni Şihâb'dan, o da Salim b. Abdillâh'dan, o da
babasından naklen haber verdi. Ki, Resûlüllah [SalhtUaiıü Aleyhi ve SV//rıı/;
Ömerü'bnii'l Hattâb i Punliyal lahit anlı} (Beytülmalden) birşeyler" verin
fakat Ömer ona: Yâ Re-sûlâllah bunu benden daha fkir birine yer dermiş. Bunun
üzerine Resûlüllah (SalhUnhii Aleyhi ıc Selleıu) kendisine:
«Sen bunu al ister
kendine mal et, istersen sadaka olarak ver. (Bir daha) göz dikmediğin ve
istemediğin hâlde bu kabil maldan sana bir şey gelirse onu al. Böyle olmayan
bir malı ise canın çekmesin» buyurmuşlar.
Salim: «Bundan
dolayıdır ki İbni Ömer kimseden bir şey istemez; verilen bir şeyi de geri
çevirmezdi.» demiş.
(...) Bana
Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki):
Âmir şunları söyledi: Bana da İbni Şihâb bu hadîsin mislini de Sâib b.
Yezîd'den, o da Abdullah b. Sadi'den, o da Ömerû'bnu'l - Hattâb [HuıiiraUüiui
aııh]'dan, oda Resûlüllah {StithiUahü Aleyhi ve Se//ciH.)'den naklen rivayet
etti.
İmam Müslim' in hatâ
ettiğini söyleyenler olmuştur. Ez cümle Ebû Aîiy Îbni's-Seken (294 - 353) Sâib
b. Yezid ile Abdullah b. Sa'dî arasında Huveytib b. Abdiluzzâ adında bir râvi
daha bulunduğunu bildirmiş; Nesâi : «Bu hadîsi Sâ'ib, İbni Sa'di'den işitmemiş,
oun İbni Sa1di'den Huveytib vasıtası ile rivayet etmiştir...» Daha başka hadis
imamları da buna benzer sözler söylemişlerdir.
Nevevi (631 - 676)
bunu te'yîd eden bâzı rivayetlerin sened-lerini naklettikten sonra şunları
söylüyor: «Abdülkaadir demiş ki: bu hadisi Nu'mân b. Râşid, Zühri' den rivayet
etmiş; Huveytib'ı senedden ıskaat etmiştir. Ma'mer de Zühri' den rivayet
etmiştir. Ma'mer'den rivayet edenler ise Huveytib hakkında ihtilâfa düşmüş;
Süfyân b. Uyeyne, Zühri' den rivayet eden cemâat gibi nakleylemiş; İbni
Mübarek, Huveytib'ı senedden düşürmüştür. Ma'mer'den Abdürrezzâk dahî rivayette
bulunmuş fakat Huveytib ile İbni Sa'di'yi
senedden ıskaat etmiştir.
Hafız Abdülkaadir
bütün rivayetlerin tarîklerini böylece anlattıktan sonra: bu hadîsin tarikleri
böylece sona ermektedir. Sahîh olan tarik cemâatin ittifak ettiği yâni Zühri'
nin, Sâib’den, onun da Huveytib (den, onun da İbni Sa'di'den, onun da Hz. Ömer'
den naklettiği rivayettir.»
$u hâlde bu hadisi
dört şahabı bir birinden rivayet etmiş demektir. Bunlar: Sâib b. Yezid ,
Huveytib b. Abdiluzzâ, Abdullah b. Sa'di ve Ömer [HluIimıiIh-hii anhiivı
)hazerâtıdır.
Dördüncü rivayetin
senedindeki «Saldı» hakkında İmam Nevevî : «Ulemâ bunu kabul etmemişlerdir;
doğrusu (Sa'dî)' dir; nitekim Cumhur da onu böyle rivayet etmişlerdir.» demiştir.
1- Taberi
diyor ki: «Ulemâ bu hadisteki (al) emrinin nedb ve irşâd için geldiğine ittifak
ettikten sonra ihtilâfa düşmüş; bâzıları: hediyyeyi veren sultan olsun sûlih
veya fâsik olsun verilen şeyi kabul etmek mendübtur; elverir ki hediyye vermesi
caiz. olan bir kimseden gelsin, demişlerdir. Hz. Ebû Hüreyre' nin
112- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Sâîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Bükeyr'den, o da
Büsr b. Saîd'den, o da İbni Sâidî [43]
el-Mâlikî' den naklen rivayet etti ki, İbni Sâid'i şöyle demiş.
Ömerü'bnu'I-Hattâb (Racliyalîahü anlı) beni zekât toplamaya memur etti. Bu işi
bitirip zekâtları kendisine teslim edince bana ücret verilmesini şmretti.
(Kendisine) : Ben ancak Allah için vazife gördüm. Ecrim de Allah'a aittir; dedim.
Bunun üzerine Ömer (]]ıuliyulh:hii aııhh Sana verileni al çünkü ben de
Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellcıu) devrinde bu vazifeyi gördüm; Bana ücret
verdi. Ben de senin dediğin gibi söyledim, fakat Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi
ve Sellcm) bana:
«İstemediğin halde
sana bir şey verilirse onu ye ve tasaddûk et buyurdular.» dedi.
(...) Bana
Hârûn b. Saîd El - Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Amru'bnü Haris, Bükeyr b. El -Eşecc'den, o da Büsr b. Saîd'den,
o da İbni Sa'di'den naklen habeı< verdi. Ki İbni Sa'dî şöyle demiş:
«Ömeru'bnü'l - Hattâb
(Rtuliyullahü mıh) beni zekât toplamaya memur etti...» râvi hadisi Leys hadîsi
gibi rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Zekât» ve «Ahkâm» bahislerinde, Nesâî «Zekât»'da muhtelif râvîlerden tahric
etmişlerdir.
Hadîsin üçüncü
rivayetinden İbni Vehb ile Amr arasında (dedi ky ta'bîri kısaltma maksadı ile
hazf edilmiştir. İmam Nevevî senedi okurken bunun mutlaka okunmasına yâ'ni
oraya geldikde iki dei'û «kaale» denilmesine tenbîh etmiş; Amr'in «bana İbni
Şihâb bu hadisin mislini de rivayet etti...» sözünü ise doğru ve yerinde
bulmuştur. Zîrû Amr, İbni Şihâb' dan bir biri üzerine matuf olarak bir çok
hadisler rivayet etmiş; İbni Vehb onları böylece dinlemiştir. Rivayet sırası
ikinci veya üçüncü hadise gelince onu (atıf vâvı) ile naklederek: «Bana İbni
Şihâb bu hadisin mislini de rivayet etti...» demiştir. Çünkü kendisi öyle
işitmiştir.
Kaadı İyâz'ı
beyânına göre bu
hadisin senedinde (bana biri
hediyye verirse ben onu kabul ederim. Sormaya gelince: bunu yapmam) dediği rivayet
olunur. Böyle bir rivayet Hz. Ebu'd-Derdâ' dan nakledilmiştir. Âişe (RadiyaUahü
anhâ) Muâviye'nin hediyyesini kabul
etmiştir...»
Taberi bundan sonra
İbni Ömer, İbni Ab-bâs, Aliyü'bnü Ebî Tâlib (RudiyaHahü anlı) hazerâtının da
hediyye kabul ettiklerine dâir nakiller yapmış; Resû-lüllah (Saîlaîîahü Aleyhi
ve Selkm)'in:
«O bizim için hediyyedir»
buyurduğunu söyleyerek Hz. Berîre'ye verilen bir sadakadan yediğine işaret
etmiş; Tabiînden: Alkâme, Esved, İbrahim Nehaî, Hasan-ı Basrî ve Şa'bî' nin
dahîhediyye kabul ettiklerini söylemiştir.
Bu zevatın kavilleri
üç kısma ayrılır. Şöyle ki:
a- Helâldan
kazanıldığı bilinen hediyyenin reddi doğru değildir.
b- Haramdan
kazanıldığı ma'lûm olan hediyyenin kabulü haramdır.
c- Nereden
kazanıldığı bilinmeyen hediyye hakkında araştırma yapılmaz. Zahire göre o
hediyyeye sâhib çıkan biri bulunmadıkça onu kabul etmek evlâdır.
Bir takım ulemâya göre
bu hadîsi ile Resûlüllah (Sullallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetini sultandan maada
her kesin hediyyesini kabule da'vet etmektedir. Sultan hediyyesini ise bâzıları
haram, bâzıları mekruh saymışlardır. Rivayete nazaran Hâlid b. Üseyd Mesrûk'a
otuz bin dirhem hediyye vermiş; fakat Hz. Mesrûk kabul etmemiştir. Kendisine:
«Sen bunu alsan da akrabana yardım etseydin ya!» diyenlere Mesrûk
(Rulıhnchttllolı) «Ben bunu almakla bir hırsızın çaldığı malı almam arasında
hiç bir fark görmüyorum; ne buyurursun?» cevâbını vermiştir. İbni Şirin ve îbni
Muhayriz , sultandan hediyye kabul etmemişlerdir. Hişâm b. Urve
[Puih'nııehullııh) : «Abdu1lah b. Zübeyr bana ve kardeşime beş yüz altın
gönderdi. Fakat kardeşim: bu paralan geri çevir! dedi ve o paralardan ihtiyacı
olmadığı halde kim yedi ise Allah onu bu paralara muhtâc etti.» demiş.
İbnu 1-Münzir sultanın
hediyyesini: Muhanined b. Vâsi', Sufân-ı Sevrî, Abdullah İbni Mübarek ve İmam
Ahmed b. Hanbel1 in kerih gördüklerini söylemiştir.
Bu kavlin vechi şudur:
Ümerâ ve sultanların ekseriyyetle kazandıkları malı meşru yollardan elde
etmediklerini görmüş; dînlerinin selâmeti ve ırzu namuslarının berâeti nâmına
böyle haram karışan mala yanaşmaktan sakınmışlardır.
Bâzılarına göre bu
hadis bilâkis yalnız sultanın hediyyesini kabule teşviktir. İkrime'nin; «Biz
hediyyeyi yalnız ümerâdan kabul ederiz.» dediği rivayet olunmuştur.
Taberî ; «Bence
doğrusu, Peygamber {SullidhiJlii Aleyhi ve Sellem) herkesin hediyyesini kabule
teşvik buyurmuştur. Hediyye sultandan olsun, başkalarından gelsin mutlak
surette kabul edilir. Zira Hz. Ömer hadîsinde tahsis olunmaksızın her nev'i
malı kabul etmesi emir buyurulmuş; yalnız bâzı hâller istisna edilmiştir...»
demektedir.
2- Malına
haram karışan bir kimsenin alış veriş yapmaya ve hediyyesini kabule gelince:
Bunu bâzıları kerih görmüş; bir takımları tecviz etmişlerdir. Abdullah b.
Yezîd, Ebü Vâil, Kaasim, Süfyân-ı Sevri ve Salim kerih görenlerdendirler. Hattâ
Sâ1im'in Mısır'da şarap sattığı söylenen âzadlı bir câriye ölmüş de mirası Sâ1im'e
kaldığı halde almamış. İmam Mâ1ik'in beyânına göre Abdullah b. Yezîd: «Ben
helâl rızkla geçinip dururken, içinde az bir şey haram bulunan kazanca tama'
ederek bütün malını ifsâd edenlere çok şaşarım!» demiş.
Sahâbe-i Kiram' dan
İbni Mes'ûd (Uadiyal-lahü anlı) ile tabiinden İbrahim Nehai, Said b. Cübeyr,
Mekhûl ve Zührî caiz görmüşlerdir. Ri-vâyene nazaran Hz. İbni Mes'û d'a bir
adam gelerek ribâ yemekten çekinmeyen, helâle harama dikkat etmeyen bir komşusu
olduğunu söylemiş ve: «Bu adam bizi yemeğe davet ediyor, ihtiyâcımız olduğunda
kendisinden ödünç para alıyoruz.» demiş İbni Mes'ûd (RadiyaUaJıii anlı)- «Sen,
onun dâvetine icabet et, ödünç para da al, bu caizdir. Günâhı onundur.»
cevâbını vermiş. İbni Ömer Hazretlerine dahi ribâ yiyen bir adamın yemeği
yenilip yenilemeyeceği sorulmuş o da buna cevaz vermiş. İbrahim Nehaî malına
helâlle haram karışan kimsenin yemeği hakkında: -Ancak haram olduğu bilinen
yemeği yenmez.» cevâbını vermiştir.
Mekhûl ile Zühri'den dahi haramla helâl karışan maldan yemekte
beis görmedikleri, yalnız haram olduğu ayni ile bilinen yemeği mekruh
gördükleri rivayet olunur.
İbni Ebi
Zi'b bunu tecviz etmiştir.
İbni Münzir diyor ki:
«Bu bâbda ruhsat verenler Teâlâ Hazretlerinin Yahudiler hakkında
«Onlar yalanı çok
dinler, haramı çok yerler. [44] »
âyeti kerîmesi ile istidlal etmişlerdir. Filhakika Peygamber (Sullallahü Aleyhi
ve ScHcm) zırhını bir Yahudiye rehnetmişti.»
Taberî «Allah Teâlâ
Hazretlerinin ehl~i kitaptan cizye alınmasını mubah kılmasında Müslümanın
eline geçen haramdan mı, helâlden mi kazanıldığını bilmediği malın haram
olmadığına en arık delildir. Zira Teâlâ Hazretleri ehl-i kitabın eskeri
mallarının şarap ve domuzdan kazanıldığını, ribâ muamelesi yaptıklarını bildiği
hâlde onlardan alınan cizyeyi mubah kılmıştır. Binâenaleyh harama helâle
dikkat etmeyen bir kimsenin verdiği bir mal aynen haram olduğu bilinmedikçe
kabul edilir.» diyor.
Sahabe ve Tabiîn' in
bâzı imamları da buna kaail-dirler. Malına haram karışan kimseden bir şey
almayı mekruh görenler bu hususta takva yolunu tutarak şüpheli şeylerden
sakınmayı ihtiyata daha muvafık görmüşlerdir.
3-
Müslümanların hükümdarı kendince maslahata daha muvafık gördüğü zaman iki
fakirden ihtiyâcı az olanına Beytü'1
-Mâl'den nafaka verebilir.
4- İstemeden
verilen helâl malı almak, almamaktan daha hayırlıdır. İslâm hükümdarının
verdiği ihsanı geri çevirmek edep ve terbiyeye aykırıdır.
Verilen bir ihsanı
kabul hususunda Nevevî şunları söylemiştir: «Kendisine mal verilen bir
kimsenin, o malı kabul etmesi vâ-cib midir, değil midir mes'elesinde ulemâ
ihtilâf etmişlerdir. Sahih ve meşhur olan kavle göre sultandan başkasının
ihsanını kabul etmek müstehâbdir. Sultânın ihsanı ise sahih kavle göre malının
ekserisi haram ise haram, aksi takdirde mubahtır. Ulemâdan bir taife Sultânın
ihsanını kabul etmek vâcibdir. Zira Teâlâ Hazretleri (Resulün size getirdiği
şey'i alın [45].) buyurmuştur. Sultânın
ihsanını kabul etmeyen bu emre uymamış gibi olur; demişlerdir.»
Tahâvî :
«Bu hadîsin mânâsı sadakalara değil, hükümdârın zengin, fakir herkese
taksim ettiği mallara aittir. Böyle mallar haika fakir oldukları için değil, o
mallarda haklan bulunduğu için verilir. Bundan dolayıdır ki Resülüllah (SallaUuhü
Aleyhi ve Sellenı), Hz: Ömer'in verilen malı kabul etmemesini hoş
karşılamamış-tır. Çünkü ona verdiği mal, fakirliğinden dolayı değildir. Ömer
(Raıhyallalıü anlı), verileni kabul etmeyince Resülüllah \Sal\a\hhü Aleyhi ve
Selîem) kendisine: (Bunu al da kendine mâl et.) buyurdular, hadisi Şuayb, Zührf
den böyle rivayet etmiştir. Bu gösteriyor ki Ömer'e verilen mal sadaka
mallarından değilmiş.»
5- Hadis-i
şerif Hz. Ömer'in menkâbesine, fazilet
ve takvasının büyüklüğüne delildir.
6-
Müslümanlar nâmına dini ve dünyevi vazife gören bir kimsenin gördüğü vazife
mukabilinde ücret alması caizdir.
113- (1046)
Bize Zühoyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebü'z -
Zinâddan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hürey-re'den o da Peygamber [SaUallıhü
Aleyhi ve Seüemyden naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«İhtiyarın kalbi iki
şey'i sevme hususunda gençtir; Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde.»
114- (...)
Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize İbni Vehb,
Yûnus'dan, o da Saîd b. El - Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi ki Resülüllah (SallaUahü Aleyhi ve SeUevıh
«İhtiyarın kalbi iki
şeyi sevme hususunda gençtir: Çok yaşama ve mal sevgisi hususunda.»
buyurmuşlar.
Ba hadîsi Buhâri ile
Nesâİ «Kitâbu'r-Rukaak»'da tahrîc etmişlerdir.
İki şeyden murâd: İki
haslettir.
«İhtiyarın kalbi...
gençtir...» ifâdesi mecaz ve istiaredir. Mânâsı: İhtiyarın kalbi, hayât ile
malı kemâli ile sever. Tıpkı bir gencin kanının kaynadığı anlardaki kuvveti
gibi. Bu hususta sevgisi kâmildir, demektir. Yâni «Genç» kelimesi: Hırsın
kemâli mânâsına istiare edilmiştir. Çünkü genç bir kimsenin ömrü uzun ve
kuvveti yerinde olduğu için ihtiyarın özentisi de ona benzetilmiştir.
Nevevî bu hadisin tefsirinde
bâzılarının kabule şâyân olmayan sözler söylediklerini kaydetmiştir.
Yaşamayı sevmekle uzun
hayatı sevmek mâ'nâ i'tibârîle birdir.
115- (1047)
Bana Yahya b. Yahya ile Saîd b. Mansûr ve Ku-teybetü'bnu Saîd hep birden Ebû
Avâne'den rivayet ettiler. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Enes'den
naklen haber verdi. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellemh
«Âdem oğlu ihtiyarlar
fakat onun iki şeyi genç kalır, (Bunlardan biri) mat'â tama' (diğeri) yaşama
hırsıdır.» buyurdular.
(...) Bana
Ebû Gassân El - Mismai ile Muhammedü'bnu'l - Mü-sennâ rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki): Bana, babam, Katâde'den, o da
Enes'den naklen rivayet etti ki, Nebiyullah (SuUtiUtthii Aleyhi ve Sellent)
yukarki hadisin mislini söylemiş.
(...) Bize Muhammedü'bnu'! - Müsennâ ile İbni
Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki):Bize Muhammet!ü'bnıı Catfer rivayet
etti. (Dedi ki): Bize ŞıTbe rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Katâde'yi* Enes b.
Mâlik'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Se/ZemJ'den naklen bu hadisin
mislini rivayet ederken dinledim.
Bu hadisi Buharı
«Kitâbu'r-Rukaak»'da Hz. Enes' den şu lâfızlarla tahrîc etmiştir: «Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
— Âdem oğlu büyür,
onunla beraber de iki şey büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi; buyurdular.»
Bu iki hadisde
hassaten yaşama sevgisi ile mal sevgisinin zikre-rilmesi, insanın en ziyâde
nefsini sevdiği içindir. Bundan dolayıdır ki uzun ömür ister. Yaşamak da mal
sayesinde olur. İnsan ecelinin yaklaştığını hissedince bu iki sevgi daha
ziyâdeleşir. Uyku bile sabaha karşı yâni gecenin sonunda daha tatlı olur. Bu da
gösterir ki bir şey'in sonu yaklaştıkça kıymet ve lezzeti artar.
116- (1048)
Bize Yahya b. Yahya ile Saîd b. Mansûr ve Kutey-betü'bnü Saîd rivayet ettiler.
Yahya (Ahberanâ) dedi, ötekiler: (Had-desanâ) tâbirini kullandılar. (Dediler
ki): Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Enes'den naklen tahdîs eyledi. Enes şöyle
demiş: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)-
«Âdem oğlunun iki vadi
dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi daha isterdi. Âdem oğlunun karnını topraktan
başka bir şey dolduramaz. Amma Allah, tevbe eden kimsenin tevbesini kabul
eder.» buyurdular.
(...) Bize
İbnü'l -Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennft (Dedi ki):
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be haber verdi; (Dedi
ki): Katâde'yi, Enes b. Mâlik'den hadis rivayet ederken dinledim; Enes ^öyle
demiş: «Ben Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seİîem)yi Ebû Avâne hadîsi gibi
hadîs söylerken işittim. Bu söylediklerini (semâdan) indirilen bir şey miydi,
yoksa kendinden mi söylüyordu bilmiyorum.»
117- (...)
Bana Harmeletü'bnu Yahya rivayet etti. (Dedi ki: Bize îbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) :Bana Yûnus, İbni Şihâbdan, o da Enes b. Mâlik'den, o da Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemyden naklen haber verdi; şöyle buyurmuşlar:
«Âdem oğlunun bir vâdî
dolusu altını olsa, bir vadisi daha olmasını ister. Onun ağzını ancak toprak
doldurur. Ama Allah tevbe edenin tev-besini kabul eder.»
118- (1049)
Bana Züheyr b. Harb ile Hârûn b. Abdillâh rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Haccâc b. Muhammed, İbni Cüreyc'den rivayet etti; demiş ki: Atâ'yi şöyle
derken işittim: Ben, İbni Abbâs'ı şunları söylerken dinledim: Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«Adem oğlunun bir vâdî
dolusu malı olsa, bir misli daha olmasını İsterdi. Adem oğlunun nefsin» ancak
toprak doldurur. Ama Allah, tevbe edenin tevbesini kabÛI eder.» buyururken
işittim.
İbni Abbâs: «Bunun
Kur'ari'dan olup olmadığım bilmiyorum.» demiş.
Züheyr'in rivayetinde
râvî: «Bu Kur'ân'dan mıdır, değil midir, bilmiyorum...» şeklinde rivayet
etmiş; îbni Abbâs'ı zikretmemiştir.
Enes ve îbni Abbâs
hadislerini Buhâri «Kitâbu'r-Rukaak»'da tahrîc etmiştir.
Hadîs-i şerif muhtelif
lâfızlarla rivayet olunmuştur. Bâzı rivayetlerde: «Âdem oğlunun iki vadi
dolusu matı,» diğerlerinde «Bir vadi dolusu» denildiği gibi bir rivayette
«Mal», diğer rivayette onun yerine «Altın», başka bir rivayette «Altın ve
gümüş...» tâbirleri kullanılmıştır. Keza rivayetlerin birinde «Âdem oğlunun
karnını...», diğer rivayette «Adem oğlunun gölünü...», başka bir rivayette
«Âdem oğlunun ağzını...», daha başka bir rivayette de: «Âdem oğlunun nefsini
ancak toprak doldurur.» buyurulmuştur.
«Doldurur* yerine «Doyurur»
denilmiştir.
Rivayetlerin birinde
Karnını», ikincisinde «gözünü», üçüncüsünde «ağzını doldurur.» buyurulmasmdan
murâd: Hakikaten toprak doldurmak değil, kinaye suretiyle ölümdür. Çünkü
insanın karnına veya ağzına toprak dolmasını istilzam eden şey: ölümdür.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) bu sözü ile: «İnsan ölünceye kadar
dünyâya doymaz.» demek istemiştir. Binâenaleyh rivayetlerin arasında lâfız
farkları bulunmakla beraber hepsi ayni mânâyı ifâde ederler.
Bâzıları: «Bütün
rivayetleri ayni mânaya almak hadisin râvîleri muhtelif olduğuna göre güzel bir
şeydir. Fakat râvileri ayni zevat olduğuna göre ibarelerin muhtelif sekililerde
nakledilmesi râvüerin tasarrufundan ileri gelir.» demişlerdir.
Aynî, ibare
değişikliğini râvîlere nisbet etmektense Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e havale eyleminin evlâ olduğunu söylüyor. Zira râvîlere nisbet
edilirse onlar, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Selle-mYin ifâdesini
değiştirmekle itham edilmiş olurlar.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir:
«Âdem oğlunun içini
yahut karnını ancak toprak doldurur» ifâdesinin mânâsı açıktır. Fakat hadisin
bâzı rivayetlerinde bunların yerine Nefsini», bâzılarında «ağzını»,
diğerlerinde «Gözünü doldurur.» denilmiştir. Bunun vechi nedir?
Cevâp: Neıis kelimesi
ile insanın bedeni ifâde edilmiş" ve küllü zikir cüz'ü irâde kabilinden
karnı kastedilmiştir. Ağzın zikredilmesi; karın boşluğuna yol olması
hasebiyledir. Göze gelince: Göz matlûb olan şeyler hususunda asıldır. Çünkü
insanın beğenip isteyeceği şeyleri o görür. Ekseri rivayetlerde bunların yerine
karın zikredilmiştir. Çünkü insanın mal istemesi: ekseriyetle yiyip içmek ve
lezzetyâp olmak içindir. Bittabiî yenilen içilen şeyler karındaki mideye
giderler.
Tıybî diyor ki: «Bu
hadîsin sonunda (Âdem oğlunun karnını ancak toprak doldurur.) buyurulmasi:
Ondan önceki beyanâtın tezyil ve takriri mesabesindedir. Sanki şöyle
denilmiştir: Topraktan yaratılan insanı ancak toprak doyurur.»
Hadis-i şerif,
ekseriyetle insanların dünyâya tamahkâr olduklarını bildirmektedir. Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellevı)'in:
«Allah, tevbe
edenlerin tevbesini kabul eder.» buyurması da bu mânâyı te'yid etmektedir.
Çünkü son cümlenin mânâsı: «Allah hırs, tama' ve şâir kötü hasletlerden tevbe
edenin tevbesini kabul eder.» demektir.
119- (1050)
Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alîyyu'bnu Müshir, Dâvûd'dan,
o da Ebû Harb b. Ebî'l - Esved'den, o da babasından naklen rivayet etti. Ebû'I
- Esved şöyle demiş: Ebû Mûsâ El - Eş'arî Basra'hların hafızlarına haber
gönderdi. Bunun üzerine Kur'ân - ı Kerim'i iyi okuyan üçyüz hafız (gelerek)
onun yanına girdiler. Ebû Mûsâ (onlara): Sizler Basralıların en iyileri ve hafızlarısınız.
Kur'ân'ı tilâvet edin. Sakın (Kuran okumadan) üzerinizden uzun zaman geçmesin.
Sonra sizden öncekilerin kalpleri gibi sizin de kalpleriniz katılaşır. Biz
(vaktiyle) bir sûre okurduk. Onu gerek uzunluk; gerekse şiddet hususunda Berâe
sûresine benzetirdik. Sonra o sûre bana unutturuldu. Yalnız ben, ondan şunları
ezberimde tutabildim: »
(Âdem oğlunun iki vadi
dolu malı olsa, mutlaka bir üçüncüsünü daha isterdi. Âdem oğlunun karnını ancak
toprak doldurur.)
Bir sûre daha okurduk,
onu müsebbihât [46] denilen sûrelerden birine
benzetirdik. Bana o da unutturuldu. Ancak o sûreden şu âyet ez-berimdedir:
(Ey îmân edenler!
Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Sonra bunlar boyunlarınıza bir
şahadet olarak yazılır da, kıyamet gününde onlardan mes'ül olursunuz.)
Bu hadiste Hz. Ebû
Mûsâ, Berâe sûresine benzettiklerini sonradan neshedildiğini yalnız hatırında
bir âyet kaldığını, o da:
«Âdem oğlunun iki vâdî
dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü isterdi., ilâh..» âyeti olduğunu bildirmiştir
ki bundan evvelki hadîste İbni Abbas (Radiyaîlahü anhj'ın «Bu Kur'ân'dan mıdır,
değil midir, bilmiyorum.» sözü ile işaret ettiği söz budur. Daha evvelki
hadîste Hz. Enes'in : «Semâdan indirilen bir şey miydi, yoksa kendinden mi
söylüyordu...» diyerek şekkettiğini bildiren sözü buraya ait değildir.
Hz. Ebû Mûsâ' nın
unuttuğunu bildirdiği ikinci süre hakkında Müslim sârini Übbi şunları
söylemiştir: «İhtimâl ki Ebû Mûsâ' nın unuttuğu sûre hâlen okunmakta olan iki
sûreden biridir. Kendisi sûreyi unutmuş, ezberinde yalnız mensûh olan âyet
kalmıştır.»
Hadîs-i şerif,
Kur'ân-ı Kerîm'de nesih vâki olduğuna delildir. Neshin lügat ve ıstılah
mânâlarını evvelce görmüştük.
Kaadı İyâz'm beyânına
göre Kur'ân-ı Kerim' de nesh üç şekilde
vâkî olmuştur:
1- Hükmü
neshedilip, lâfzı neshedilmeyen âyetler. Neshedilen âyetlerin ekserisi bu
kabildendir.
2- Hem lâfzı
hem hükmü neshedilenler. «Süt çocuğunu üç defa emzirmek, hürmet isbât eder.»
âyeti gibi
3- Lâfzı
neshedilip, hükmü baki olan âyetler. Usûl-i fıkıhda misâl gösterilen ihtiyar
erkekle ihtiyar kadının zinadan dolayı recm edilmeleri âyeti bu kabildendir.
Allah Teâlâ hikmeti
iktizâsı bâzı âyetleri unutturmuştur. Fakat nesih mes'elesi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fin. dünyâdan gitmesi ile sona ermiştir.
120- (1051)
Bize Züheyr b. Harb ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Süfyân
b. Uyeyne, Ebû'z - Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellevı):
«Zenginlik mal
çokluğundan ibaret değildir. (Hakîkî) zenginlik, gönül zenginliğidir.»
buyurdular.
Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'r-Rukaak»'da,
Tirmizi «Kitâbu'z-Zühd»'de tahric etmişlerdir.
Araz: Dünyâ
malı, demektir. Bunda altın ve gümüş dâhil değildir. Bu kelime «arz» şeklinde
okunursa İbni Fâris'e göre altınla gümüşten maada bütün dünyâ malları,
mânâsına gelir. «Araz» ise: Ona göre insanın dünyâdan aldığı nabîbdir. Hadisin
mânâsı şudur: Hakiki zenginlik mal çokluğundan ibaret değildir. Hakîki zenginlik
gönül zenginliği yâni dünyâya tama' etmemektir. Bir çok mal sahipleri vardır ki
gönülleri fakirdir. Çünkü ellerindeki malı ziyâde-leştirmek için geceyi gündüze
katarlar. Böyleleri bir türlü mala doymadıkları için manen fakirdirler. Gönlü
gani olan kimse ise Allah Teâlâ'nın takdirine razıdır. Allah'ın ihsan
hazineleri sarfetmekle tükenmeyeceğini bildiği için fazla kazanmaya hırs ve
tama' göstermez. Dâima gözü toktur. İşte hakîki zenginlik de budur.
121- (1052)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd haber verdi. H.
Bize Kuteybetü'bnu
Saîd de rivayet etti. —îki râvinin lâfızları birbirine yakındır.— (Dedi ki):
Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd-i Makburfden, o da İyâz b. Abdillâh b. Sa'd'dan
naklen rivayet etti. lyâz, Ebû Saîd-i Hudrî'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak cemaata hutbe okudu. Ve şunları söyledi:
«Hayır Vallahi! Ey
cemâat! Ben, sizin için ancak Allah'ın size vereceği dünyâ zînetlerinden
korkuyorum.» buyurdu. Bunun üzerine bir adam:
— «Yâ Resûlallahl Hiç hayır şerri getirir mi?»
dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir müddet sükût etti, sonra:
— «Nasıl dedin?» diye sordu. O zât:
— «Yâ Resûlallahl Hiç hayır şerri getirir mi?
dedim.» cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ona şunları söyledi:
— «Şüphesiz ki hayır ancak hayır getirir. (Ama)
mal hayır demek midir? Şu muhakkak ki derenin yetiştirdiği her nebat
şişkinlikten ya öldürür yahut öfmeye yaklaştırır. Yalnız yeşillik yiyen
hayvanlar müstesna. (Bunlar karın dolusu) yerler, böğürleri doldu mu güneşe
karşı durur, rahatça def-i hacet yahut bevleder sonra geviş getirirler. Ve yine
(dönerek) ot yerler. Şimdi her khn hakkıyla bir mal alırsa, o malda kendisine
bereket verilir. Her kim de hakkı olmadığı hâlde bir mal alırsa, onun misâli
yiyip yiyip doymayan obur gibidir.»
122- (...)
Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Mâlik b. Enes, Zeyd b. Es-lem'den, o da Ataâ' b. Yesâr'dan, o
da Ebû Said-i Hudri'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
— «Sizin için en ziyâde korktuğum şey. Allah'ın
size verdiği dünyâ zînetleridir.» buyurmuş. Ashâb:
— «Dünyâ zînetleri nedir yâ Resûlallah?» diye
sormuşlar. Resûlül-lal (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Yerin bereketleridir.» cevâbını vermiş.
Ashâb:
— «Yâ Resûlallah! Hiç hayır, şerr getirir mi?»
demişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
— «(Evet) hayır ancak hayrı getirir; hayır
ancak hayrı getirir; hayır ancak hayrı getirir. (Ama) derenin yetiştirdiği her
nebat yâ öldürür yahut ölüme yaklaştırır. Yalnız yeşillik yiyen hayvanlar
müstesna. Çünkü onlar yerler, böğürleri şistimi güneşe karşı dururlar, sonra
geviş getirirler, rahatça def-i hacet ve bevlederler, sonra tekrar dönerek ot
yerler.
Şüphesiz ki bu mal
yeşil tatlı bir şeydir. Onu her kim hakkı İle alır da, yerli yerince sarfederse,
o ne âlâ nafakadır. Her kim de haksız yere alırsa, yiyip yiyip doymayan (obur)
gibi olurlar.» buyurmuşlar.
123- (...)
Bana Alîyyu'bnu Hucr rivayet etti. (Dedi Ki): Bize îsmâîl b. İbrahim, Destevâî
sahibi Hişâm'dan, o da Yahya b. Ebî Ke-sîr'den, o da Hilâl [47] b.
Ebî Meymûne'den, o da Atâ' b. Yesâr'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen haber
verdi. Ebû Saîd şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberin
üzerine oturdu, biz de etrafına oturduk. Şöyle buyurdular:
— «Ben den sonra sizin için korktuğum şeylerden
biri, size dünyâ ni'-metleri fle zînetierinin müyesser olmasıdır.»
Bunun üzerine bir
adam:
— «Hiç hayır, şerr getirir mi Yâ Resûlallah?»
dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona cevap vermeyerek sükût
buyurdu. O adama:
— «Aceb sana ne oluyor ki sen Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfe söz söylüyorsun, hâlbuki o, seninle konuşmuyor?»
diyenler oldu. Bir de baktık ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ vahy
indiriliyor. Az sonra boşanan terini silerek açıldı ve:
— «Şu suâli soran yok mu?» buyurarak, adetâ
soran zâtı över gibi davrandı. Müteakiben:
— «Hakîkaten hayır, şerri getirmez. (Ama) derenin yetiştirdiği nebatlardan
bâzısı yâ öldürür yahut ölüme yaklaştırır. Yalnız yeşillik yiyen hayvanlar
müstesna. Çünkü onlar yerler yerler de, böğürleri doldu mu gün-şe karşı
dururlar, rahatça def-i hacet ve bevlederler. Sonra yine otlarlar.
Bu mal yeşil, tatlı
bir şeydir. Ondan yoksula, yetime ve yolcuya veren kimse ne iyi Mûslümandır.
—Burada râvî: Yâhutta hadîs Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se//ew)'in
buyurduğu gibidir, demiştir.—
«Onu haksız olarak
alan kimse yiyip yiyip doymayan obur gibidir mal kıyamet gününde onun aleyhine
şahit olacaktır.» buyurdular.
Bu hadisi Buhârî
«Zekât» ve «Rukaak» bahislerinde, Nesâi
«Zekât» bahsinde tacric etmişlerdir.
«Zehratü'd-Dünyâ»:
Dünyânın güzelliği, demektir. 8u tâbir -Zehratü'l - Eşcâr- yâni ağaçların
çiçeği terkibinden alınmıştır.
îbnü'1- A'râbî'ye göre
«Zehra»: Beyaz çiçek demektir.
îmam A'zam Zehr» ile
«Nevr»'in ayni mânâya geldiklerini söylemiştir.
«Mecmaû'l - Garâyib»
nâm eserde: «bu terkipten murâd: Muhtelif eşya, mal, elbise, mezruât v.s. gibi
güzelliği ile insanları aldatan şeylerdir. Hâlbuki bunlar pek az devam
ederler.» denilmiştir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
minberde ümmetinin dünyâ zinetleri ile nimetlerine aldanarak ibâdetlerden geri
kalacaklarından korktuğunu anlatmış, bunun üzerine ismi bilinmeyen bir zât:
«Hiç hayır şerr getirir mi?» diyerek, biz ganimet v.s. gibi mubah olan
mallardan yi-yiyoruz; bu ise hayırdan başka bir şey değildir. Hayır nasıl şerr
getirebilir? şeklinde inkârda bulunmuş, hayırın şerr getirmesini ihtimâlden
uzak görmüştür. Ashâb-ı kiram bu zâtın suâlini yersiz bularak, kendisini
muâhaze etmişler çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona cevap
vermiyerek bir müddet sükût etmiş. Onlar, bu sükûtu canının sıkıldığına
hamletmişler, sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahy indiğini
görmüşler. Vahy nazil olduktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
suâl soran zâta iltifat etmiş. Buhârî'nin rivayetine göre ashâb-ı kiram da
bunu görünce o zâtı övmüşler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e o zâta
şu cevâbı vermiş:
«Sizin elde ettiğiniz
dünyâ metâı hayır değil, bir fitnedir. Evet, hayır ancak hayır getirir. Lâkin
bu dünyâ zinetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz
âh ire t hususuna yönelmekten meşgul olursunuz.»
Bundan sonra mes'eleyi
misâlle anlatmış ve:
«Baharın yetiştirdiği
nebatların bâzısı çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür yahut ölüme
yaklaştırır. Ancak ihtiyâcına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünyâ malı da
öyledir, insanlar onu hoş görerek meylederler. Bâzısı, (mola gark oldu),
denilecek şekilde çok mal edinir, bâzısı fazlasına tama' etmiyerek, azı ile
iktifa eder. Mala gark olanlar ekseriyetle onun sebebiyle ya helak olur yahut
helâka yaklaşırlar...» buyurmuşlardır.
Ezherî diyor ki: «Bu
hadîste iki tane misâl vardır. Bunların biri hakka manî olacak derecede çok mal
toplayanlara aittir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'.
(Baharın yetiştirdiği nebâtlann bâzısı
öldürür.) cümlesiyle buna işaret buyurmuştur.
İkinci mesel:
Mukteside aittir. Buna da: (Yalnız yeşil bakla yiyenler müstesna.) cümlesiyle
işarette bulunmuştur. Zira yeşil bakla sebzelerin en iyilerinden değildir.»
Kaadı îyâz dahi
şunları söylemiştir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına muktasıd
ile çok mal toplayanın hâllerine misâl göstermiş ve:
(Sîz, bahar
nebatlarının sırf hayır olduğunu, hayvanların onlarla beslendiğini
söylüyorsunuz oma mes'ele sizin dediğiniz gibi mutlak surette hayır değildir.
Bahar nebatlarının hayvanı öldürenleri yahut ölüme yaklaştıranları vardır.
İşte çok yiyerek patlayan hayvanın hâli çok mal toplayıp onu yerli yerince
sarfetmeyen insana benzer.) buyurarak, mal toplama hususunda i'tidâli aşmamaya
işaret etmiş, sonra topladığı mal kendisine fayda veren kimseye geçerek, onu
yeşil bakla yiyen hayvanın hâline benzetmiştir.
Benzerlik şu yöndedir:
Hayvan yeşil baklayı yiyerek nasıl karnını doyurur, sonra hacetini defederse,
mal toplayıp onu yerli yerince sarfeden de öyledir.»
«Yahut ta hadîs
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buyurduğu gibidir.» diye şekkeden
râvî Yahya b. Ebi Kesir'dir.
Malı haksız yere
almaktan murâd: Yâ haramdan kazanmak yahut ihtiyâcı yokken çok mal toplayarak
zekâtmı vermemektir. Böyle bir malın kıyamet gününde sahibi aleyhine şahadette
bulunması dahî ya dile gelip söylemesi yahut amelleri yazan meleklerin şahadeti
ile olacaktır.
Hadis-i şerifte
zikredilen *Rabî'»'den murâd: Bâzılarına göre: Küçük dere'dir. Maamafih Bahar
mevsimi kastedilmiş olmasına da bir mâni yoktur.
1- Bevl v.s.
gibi düşük sözlerle misâl vermek caizdir.
2- Talebe
mücmel gördüğü husûsâtı hocasına arzedebilir. Hocası dahî cevâba hazırlanmak
için bir müddet onu geciktirebilir.
3- Yerinde
olmayan suâl için sorana itiraz edilebilir.
4- Haramdan
kazanılan malda bereket olmaz.
5- Âlim olan
bir zâtın yanında bulunanları mal fitnesine düşmekten sakındırması ve hatâya
düşeceklerinden korktuğu yerleri kendilerine izah ederek tembîhâtta bulunması
gerekir.
6- Hadls-i
şerîfde iktisâda ve sadaka vermeye teşvik vardır. Bâzıları bu hadîste
zenginliği fakirlik üzerine tercih edenlere, bir takımları da bil'akis
fakirliği zenginlik üzerine tercih edenlere delîl olduğunu söylemişlerdir.
Aynî diyor ki: «Mal
toplamak haram değildir. Yalnız çok mal yığıp iktisât haddini aşmak zararlıdır.
Nitekim yemek haram değildir. Fakat çok yemek hastalığa sebep olup, Matlûb olan
iktisâttır.»
7- îmamın
minber üzerine, cemâatin da onun etrafına oturmaları caizdir.
124- (1053)
Bize Kuteybetü'bnu Said, Mâlik b. Enes'den kendisine îbni Şihâb'dan, ona da
Ataâ' b. Yezîd El - Leysî'den, o da Ebû Saİd-i Hudri'den naklen okunan hadîsler
meyânında rivayet etti ki, Ensâr'dan bâzı kimseler Resûlüllah (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem)* den bir şeyler istemişler, o da istediklerini vermiş. Sonra
tekrar istemişler, yine vermiş. Elinde olan tükenince:
«Elimde bir mal
bulunursa elbette onu sizden saklamam. Her kim afîf olmak isterse Allah onu
afif kılar. Ganî olmak isteyeni Allah ganî eder. .Her kim sabrederse, Allah ona
sabır İhsan eder. Hiç bir kimseye sabırdan daha geniş ve daha hayırlı bir ihsan
verilmemiştir.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürraz-zâk haber verdi. (Dedi
ki): Bize Ma'mer, Zühri'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî, Ebû
Dâvûd ve Nesâî «Zekât» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîfde
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den ihsan isteyen Ensârin isimleri
bildirilmemiştir. Ancak ulemâdan bâzılarına göre Nesâî' nin rivayetinde Hz. Ebû
Saîd'in de isteyenlerden biri olduğuna delil vardır. Zîrâ Ebû Said (Radiyallahü
anh)ı «Annem beni şiddetli bir ihtiyâç dolayısıyla atıyye istemek üzere Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gönderdi, ben de gittim ve oturarak bekledim.
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni karşılayarak:
— Her kim ganî olmak
isterse Allah onu ganî kılar... buyurdular.» demiştir.
Lâkin Aynî bu
istidlale haklı olarak itiraz etmiştir. Çünkü Ebû Saîd hadisinde onun Ensâr'la
birlikte ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'den bir şey istediğine
delâlet eden cihet yoktur.
Hadisin bâzı
rivayetlerinde Ensâr'm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellevz)'den üç defa
atıyye istedikleri bildirilmiştir.
«Her kim afif olmak
isterse, Allah onu afîf kılar...» cümlesinden mu-râd: Her kim dilenmekten afîf
olmak isterse, Allah kendisine iffet yâni haramdan sakınmayı ihsan eder;
demektir.
«Ganî ofmak isteyeni
Allah ganî eder...» cümlesi: Her kim kendini gani gösterirse Allah da onu
başkalarına muhtaç bırakmaz; rızkını verir, demektir.
«Sabreden»'den murâd:
Sabretmeye çalışandır. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böylesine Allah
Teâlâ'nın hakikaten sabır ihsan edeceğini, bundan daha büyük bir ihsan
bulunmadığını beyân etmiştir.
1- Dilenciye
elindeki maldan bir-iki veya müteaddit defalar nafaka vermek, verecek bir şey
bulunmadığı zaman ondan özür dilemek ve kendisini sabıra teşvik etmek
meşrudur.
2- Hadîs-i
şerif, geçim sıkıntısı gibi hâllerde sabırlı olmaya teşvik etmektedir.
3- Muhtâc
olan kimsenin iffetli davranması, âleme el açmıya-rak kendisini müstağni
göstermesi ve Allah'ın takdirine sabretmesi gerekir.
4- Hâline
sabrederek, kimseden bir şey istememek evlâ olmakla beraber ihtiyâçtan dolayı
istemek de caizdir.
5- Hadis-i
şerif, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahavet ve semahatına,
başkalarını kendi nefsine tercih ettiğine delildir.
125- (1054)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Ebû Abdirrahmân
El-Mukrî [48] Saîd b. Ebî Eyyûb'dan
rivayet etti. (Demiş ki): Bana Surahbîl [49] yâni
İbni Şerik, Ebû Abdirrahnân [50] El -
Hubulî'den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen ri-
/âyet etti ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem).
«Müslüman olup da,
kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah'ın kendisine verdiği He
kanaat getirdiği kimse muhakkak felah bulmuştur.» buyurmuşlar.
Kefâf: Artık
eksik olmamak şartıyla yetecek miktar rızık, denekti.
Hadis-i şerîf
kendisinde zikredilen evsâf bulunan bir Müslüma-ıın faziletine delildir.
Nevevi bu hadisle
kefâf derecesinin, fakirlikle zenginlikten efdal olduğunu söyliyenlerin
istidlal edebileceklerini bildirmiştir.
126- (1055)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd ve ve Ebü Said-İ Eşecc rivayet ettiler.
(Dediler ki): Bize Ve rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muham-med b. Fudayl, babasından rivayet
etti.
Bu râvîlerin İkisi de
Umaratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû ZürV dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etmişlerdir. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Yâ Rabb!
Âl-i Muhammed'in rızkını
ölmeyecek kadarcık ver!» buyurdular.
Bu hadisi Buhâri ile
Nesâî Kitâbu'r-Bukaak»'da, Tirmizî «Kitâbu'z-Zühd»'de muhtelif râvîlerden
tahrîc etmişlerdir.
Lügat âlimlerinin
beyânına göre «kûd»: Ancak ölümü karşılayabilecek kadar az yiyecektir.
Âli- Muhammed' den
muradın ne olduğu evvel görülmüştü. Burada ondan murâd: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sel-Jetnj'in zevceleri ile kızları olsa gerektir. Resülüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün hayâtında rızık nâmına dâima kefâf derecesi
ile iktifa etmiş, fazlasına asla iltifat buyurmamıştır.
Bir gece elinde iki
altın bulunduğu için uyuyamaması ve Hz. Bi1âlı uyandırarak altınları onun
vasıtasıyla fukaraya göndermesi bunun en bariz delillerindendir. Filhakika
Al-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' yaşayış tarzları dahi öyle
olmuştur.
Hadîs-i şerif, dünyâ
malının azı ile idare olunmanın faziletine delildir.
127- (1056)
Bize Osman b. Ebî Şeybe İle Züheyr b. Harb ve İshâk b. îbrâhîm El - Hanzalî
rivayet ettiler, tshâk (Ahberanâ) dedi, ötekiler: (Haddesenâ) tâbirini
kullandılar. (Dediler ki): Bize Cerîr A'meş' den, o da Ebû Vâid'den, o da
Selmân [51] b.
Rabî'a'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ömerü'bnu'l - Hattâb (Radiyallahü
anh) şunları söyledi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bir malı taksim
etti. Ben:
— «Vallahi Yâ Resûlallah! Bunlardan başkaları
bu mala daha lâyıktır.» dedim. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— «Bunlar ya çirkin sözlerle benden mal istemek
yâhutda cimriliğe nisbet etmek
arasında beni muhayyer bıraktılar.
Ben, cimri değilim.» buyurdular.
Bu hadîsten murâd:
şudur: «Kendilerine mal verdiğim bu adamlar îmânlarının zaafiyeti sebebiyle
beni iki şıkdan birini ihtiyara mecbur ettiler. Ya benden çirkin ve kaba
sözlerle isteyecekler de, kendilerine mal vereceğim yahut kendilerine hiç bir
şey vermeyip bana cimri diyecekler. Bu, onların hâlleri muktazâsıdır. Ben ise
cimri değilim. Binâenaleyh iki ihtimâlden birine meydan bırakmadan kendilerine
mal verdim.»
Yâni Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerek mal verdiği adamların kaba-saba sözler söyleyerek
mal istemelerine, gerekse kendisini cimriliğe nisbet etmelerine meydan
vermemiş, ne tıynette adamlar olduklarını hâllerinden anlayarak, istemeden
onlara mal vermiştir.
Hadîs-i şerif,
icâbında kaba-saba ve câhil kimseleri idare cihetine gitmenin ve bu maksatla
kendilerine mal vermenin caiz olduğuna delildir.
128- (1057)
Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki): Bize tshâk b. Süleyman Er-Râzî [52]
rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Mâlik* den dinledim. H.
Bana Yûnus b. AbdilVlâ
dahî rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Abdullah b, Vehb haber
verdi. (Dedi ki): Bana Mâlik b. Enes, tshâk b. Abdiliâh b. Ebî Tâlha'dan, o da
Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürüyordum, üzerinde Necrân
kumaşından mâ-mûl kalın kenarlı bir cübbe vardı. Derken kendisine bir Bedevi
yetişerek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}"^ cübbesinden şiddetle
çekti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in boynunun yanıbaşına baktım,
Bedevinin şiddetle çekmesinden cübbenin kenarı iz bırakmıştı. Sonra Bedevi
— «Yâ Muhammed!
Allah'ın sende bulunan malından bana bir şeyler verilmesini emret.» dedi. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona bakarak güldü, sonra
kendisine ihsan verilmesini emir buyurdu.
(...) Bize
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdü's - Sa-med b. Abd il vâris
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm rivayet elti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ömer b. Yû nus rivayet etti. (Dedi ki): Bize
İkrimetü'bnu Ammâr rivayet etti. H.
Bana Selemetü'bnü
Şebİb dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l -Mugîre rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Evzâî rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi İshâk b. AbdiIIâh b. Ebî Tâlha'dan,
o da Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den naklen
bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
İkrimetü'bnü Ammâr
hadîsinde şu ziyâde vardın * (Dedi ki).- Sonra bedevi cübbeyi kendine doğru
öyle bir çekti ki, Nebiyullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bedevinin göğsüne
doğru döndü.»
Hemmâm hadisinde de şu
ziyade vardır: «Onu öyle çekti ki, cübbe yırtıldı da, kenarı Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin boynunda kaldı.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbû'1-Hums», «Kitâbü'l - Libâs» ve «Kitâbü'l-Edep»'de; îbni Mâce «Kitâbü'l-
Libâs- 'da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Kaadı îyâz'a göre
cübbenin yırtılması hakikat olabileceği gibi, eserinin kalması mânâsına da
alınabilir. Çünkü birinci rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in
boynunda cübbenin eseri kaldığı bildirilmiştir.
Görülüyor ki Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bedevinin şiddetle cübbesini çekmesine danlmamış,
onun nezaketsizliğinden müteessir olmamıştır.
1-
Câhillerin kabalığına tahammül göstermek, bu yaptıklarından dolayı onlara
mukaabelede bulunmamak gerekir. Zâten kötülüğü iyilikle karşılamak Allah'ın
emridir.
2- Bir
kimsenin kalbini yatıştırmak için ona bir şeyler vermek ve bilmeyerek hadd-i
şer'î îcâb etmeyen büyük bir günâh işleyeni affetmek caizdir.
3- Âdeten
şaşılacak bir şey görünce gülmek mubahtır. Hadis-i şerif, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in nefis ve mal hususunda son derece sabr-u tahammül
göstererek, eziyetlere katlandığına ve Müslümanlığa yatıştırmak için kendisine
gösterilen nezaketsizliği affettiğine delildir.
129- (1058)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, tbni Ebî
Müleyke'den, o da Misver b. Mahreme'den naklen rivayet etti ki Misver şöyle
demiş: Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Seîlem) (ashabına) bir takım kaftanlar
taksim etti de Mahreme'ye bir şey vermedi. Bunun üzerine Mahreme (bana):
— Yavrucuğum! Haydi
seninle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/e gidelim.» dedi. Ben de onunla
beraber gittim. (Babam):
— «Gir de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellernfi bana çağır.» dedi. Ben de çağırdım. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem), üzerinde dağıttığı kaftanlardan biri olduğu hâlde babamın yanına
çıktı ve:
— «Bunu senin için sakladım.» buyurdu. Babam,
kaftana baktı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
— «Mahreme razı oldu.» buyurdular.
130- (...)
Bize Ebû'l-Hattâb Ziyâd b. Yahya El-Hassan! [53]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Salih [54]
Hatim b. Verdân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Eyyûb-ı Sahtiyanı, Abdullah b.
Ebi Müleyke' den, o da Misver b. Mahreme'den naklen rivayet etti. Misver şöyle
demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em)'e bir takım kaftanlar geldi.
Bunun Üzerine babam Mahreme bana:
— «Haydi seninle Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)^ gidelim. Belki bize onlardan bir şey verir.» dedi. (Gittik.) Babam
kapıda durarak konuştu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun sesini
tanıyarak beraberinde bir kaftan olduğu hâlde (yanımıza) çıktı. Babama hem
kaftanın güzelliklerini gösteriyor, hem de:
— «Bunu senin İçin sakladım; bunu senin İçin
sakladım.» buyurdu. Bu hadisi
Buh&rl «Kitâbû'1-Hibe»,
«KitâbûV Libâs-, «Kitabû'l-HuHis» ve «Kitâbû'1-Edeb-de; Ebû Dâvûd «Kitftbû'l-Libâs»'da;
Tirmizî «Kitâbû'I-îsti'zân-'da; Nesâî de «Kitâbu'z-Zînâ»'da muhtelif râvîlerden
tahric etmişlerdir.
Kaba1:
Kaftan, cübbe v.s. gibi gömlek üzerine giyilen şeylerdir.
Bâzılarına göre: Arap
elbisesi olduğunu gösteren alâmetleri vardır. Cem'i: «Akbiye» gelir. Nitekim
hadisin ikinci rivayetinde cemi' sîgası ile vârid olmuştur.
Gerçi «Kaba1» ipekten
dokunursa da, ulemâ bu vak'anın ipekli elbise haram kılınmazdan önce geçmiş
olması ihtimâli üzerinde durmuşlardır.
Bâzıları: «Bu hadisden
murâd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin o kaftanı omuzlarına yayarak
Mahreme'ye göstermesidir. İpek haram kılındıktan sonra bile olsa bu harekete
kaftanı giyme, hükmü verilemez.» demişlerdir.
Resûlüllah (SalJaUahii
Aleyhi ve Sellern) Efendimizin: «Bunu senin için sakladım.» buyurması, Hz.
Mahreme'ye mücâmele içindir. Çünkü Mahreme (Eadiyallahü anh)'m ahlâkında biraz
sertlik varmış.
Dâvûdi'nin beyânına
göre «Mahreme razı oldu...» diyen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeI/ewJ'dir.
Bu sözün mânâsı: «Razı oldun mu?» demektir.
İbni Tin: «Bu sözün
Mahremeye âit olması da muhtemeldir.» demiştir.
Hadîs-i şerif, gönül
almaya ve hediyenin mücerred verilene nakil ile tamam olacağına delildir.
131- (150)
Bize Hasen b. Alîyy El-Hûlvânî ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler ki):
Bize Ya'kûb yâni İbni îbrâhîm b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam,
Sâlih'den, o da tbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana Amir b.
Sa'd babası Sa'd'dan naklen haber verdi ki, şöyle demiş: «Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem): Ben de aralarında oturduğum hâlde (müellefe-i
kulûb'dan) birkaç kişiye atıyye verdi. Yalnız onlardan bir adama hiç bir şey
vermedi. Hâlbuki içlerinde, benim en beğendiğim o idi. Bunun üzerine ben
kalkarak Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemyin yanma gittim ve kendisiyle
gizlice konuştum; dedim ki:
— Yâ Resûlallaht Filâna n'için vermedin?
Vallahi ben, onu sağlam bir mü'min görüyorum. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem)'.
— Yahut Müslim; dedi. Ben biraz sustum. Sonra
yine o adamın bildiğim hâli yine bana galebe çalarak:
— Yâ Resûlallah filâna n'için bir şey vermedin?
Vallahi ben onu sağlam bir mü'min görüyorum; dedim. Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) (tekrar):
— Yahut Müslim; buyurdu. Ben, yine biraz
sustum. Sonra o adamın bildiğim hâli bana (tekrar) galebe çalarak:
— Yâ Resûlallah! Filâna n'için bir şey
vermedin? Vallahi ben, onu sağlam mü'min görüyorum; dedim. Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) (yine):
— Yahut Müslim; dedi ve şunu ilâve ettiı
— Ben yüzü üstü cehenneme atılır korkusuyla
başkası bence daha makbul olduğu hâlde bazen bir kimseye dünyalık veririm.»
Hûlvânî'nin hadisinde
bu söz iki defa tekrarlanmıştır.
(...) Bize
tbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. H.
Bana, bu hadisi Züheyr
b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkûb b. İbrahim b. Sa1d rivayet etti.
(Dedi ki): Bize tbni Şihftb'ın kardeşi oğlu rivayet etti. H.
Bize, bu hadîsi tshâk
b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Abdurrazzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. Bu râvîlerin hepsi
Zührî'den bu İsnâdla, Salih'in, Zühri'den rivayet ettiği hadîs mânâsında
rivayette bulunmuşlardır.
(...) Bize
Hasen b. Alîyy El-kûlynî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkûb b. İbrahim b. Sa'd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize, babam, Salih' den, o da İsmail b. Muhammed b.
Sa'd'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ben, Muhammed [55] b.
Sa'd'ı bu hadîsi —Yâni Zührî'nin yukarıda zikrettiğimiz hadîsini— rivayet
ederken dinledim; o şunu da söyledi: «Bunun üzerine Resülüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (mübarek) eli ile benim ensemle omu zum arasına vurdu. Sonra:
— Dövüşmek mi
İstiyorsun, Ey Sa'd? Ben, adama veriyorum işte! buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«îmân» ve «Zekât» bahislerinde; Ebû Dâvûd
«Zekât» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.
Hadîs-i şerif
kitabımızda dahi îmân bahsinde geçmişdir. Şerhi oradan mütâlâa olunabilir.
Ancak kolaylık olmak üzere bâzı yerlerini biz yine izaha çalışalım:
Rahti Sayılan 10'dan
aşağı olan erkekler cemâati, demektir. Üçten on'a kadar, yedi'den on'a kadar ve
yedi ile üç arası erkekler cemâati olduğunu söyleyenler de vardır.
Bir kimsenin kavm-u
kabilesine dahî «rant» derler.
Hadîs-i şerifin mânâsı
şudur: Hz. Sa'd, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in müellefe-i kulûb'dan
bâzı kimselere dünyalık verdiğini, dîn hususunda onlardan daha faziletli bâzı
kimselere ise bir şey vermediğini görünce, bu işin fazilete göre yapıldığını
zannederek, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e «Filâna niçin
vermiyorsun?» diye sormuş, onun hâlini bilmiyor zannıyla tam bir yeminle
şahadette bulunmuştur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ise «Yahut
Müslim.» buyurarak, ona şefâatta bulunmamasına işaret etmişse de, Sa'd
(Radiyallahü anh) bunu anlamayarak, o zât hakkındaki şefaatini birkaç defa
tekrarlamıştır. İhtimâl ki, Hz. Sa'd, ResûH Ekrem .(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'m bu zâtı unuttuğuna kaail olarak hatırlatmak istemiştir. Nihayet
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakikati anlatmış, bir kimseye dünyalık
vermenin dîn hususundaki faziletine istinâd etmediğini, müeîlefe-i kulûb'den
olan bâzı kimselere İslâm'a yatıştırmak ve kendilerini ebedî cehennemden
kurtarmak maksadıyla mal verdiğini beyân buyurmuştur.
Din hususunda
bunlardan daha faziletli bir çok zevata bir şey1 vermemesi, onları hakir
gördüğü veya dînlerini noksan bulduğu yahut kendilerini ihmâl ettiği için
değil, bil'akis îmânlarına îtimâdın-dandır.
«Müellefe-i kulüb»'dan
murâd: îmânları zayıf olan kimselerdir.
Hadîs-i şerîf diğer
bir çok ahkâmla birlikte sahâbe-i kiramın terbiye ve nezâketlerine delildir.
Zira Hz. Sa'd bir hatırlatma kabilinden olan sözünü Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e gizlice arzetmiştir. Çünkü böyle şeyleri aşikâr söylemek
bir mefsedete yol açabilir.
132- (1059)
Bana Harmeletü'bnü Yahya Et - Tücîbî rivayet etti, (Dedi ki): Bize Abdullah b.
Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi.
(Demiş ki): Bana, Enes b. Mâlik haber verdi ki, Huneyn günü Allah Teâlâ,
Resulüne Hevâzin kabilesinin mallarından bol bol ganimet verdiği ve Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kureyş'ten bâzı kimselere 100'er deve ihsan
etmeye başladığı vakit Ensâr'dan bâzı kimseler:
«Allah, Resûlüllah'ı
af buyursun, Kureyş'e veriyor da, bizi bırakıyor. Hâlbuki bizim
kılınçlarımızdan onların kanları damlıyor!» demişler.
Enes b. Mâlik demiş
ki: Ensârın bu sözleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYe anlatıldı, o
da kendilerine haber göndererek onian deriden yapma bir çadır altına topladı.
Ensâr toplanınca Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Selîem)"de yanlarına
geldi ve:
— «Sizden kulağıma gelen bu sözler nedir?»
Dedi. Ensârin anlayışlıları:
— «Yâ Resûlallah! Bizim rey sahibi olanlarımız
için bir şey söylemediler ama aramızdan yaşça genç olan bâzı kimseler: Allah,
Resulünü mağfiret buyursun, Kureyş'e veriyor da, bizi bırakıyor. Hâlbuki bizim
kılınçlarımızdan onların kanları damlıyor; dediler.» cevâbım verdiler. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Gerçekten ben küfürden yeni kurtulmuş bâzı
kimselere dünyalık vererek, kalplerini yatıştırıyorum. Sizler bunların mallarla
gitmelerine, sizin de evlerinize Resûlüllah ite dönmenize razı değil misiniz?
Vallahi sizin beraberinde döndüğünüz zât, onların beraberlerinde götürdükleri
mallardan daha hayırlıdır.» buyurdular. Ensâr:
— «Evet, Öyledir yâ Hesûlallah! Biz razıyız.»
dediler. Resûlüllah (Saîlallakü Aleyhi ve Sellem):
— «Sizler yakında şiddeti Ibir adam kayırma
hâdisesine şahit olacaksınız, (o zaman da) Allah ve Resulüne kavuşuncaya kadar
sabredin. Ben, havuzun başındayım.» buyurdular. En sân
— «Sabredeceğiz.» de (yip söz ver) diler.
(...) Bize
Hasen-i Hûlvânî ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Yakûb yâni
tbni İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize, babam, Sâlih'den, o da İbni
Şihâb'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana, Enes b. Mâlik rivayet etti.
(Dedi ki): «Allah, Resulüne Hevâzin kabilesinin mallarından bol bol ganimet
verdiği vakit...» Râvî hadîsi yukarki hadis gibi anlatmış yalnız burada şöyle
demiş: «Enes; Biz sabretmedik, dedi...»
Bir de: «Amma yaşları
genç bir takım insanlar...» dedi.
(...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkûb b. îbrâhim rivayet etti.
(Dedi ki): Bize İbni Şihâb'm kardeşi oğlu, Amı-casından naklen rivayet etti;
«Bana Enes b. Mâlik haber verdi» diyerek hadîsi yukarki gibi rivayet etmiş.
Ancak o da; «Enes (Dedi ki): Ensâr: sabrederiz, dediler.» cümlesini Yûnus'un
Zührî'den rivayet ettiği gibi nakleylemiş
133- (...)
Bize Muhammedü'bnü'l - Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler, tbnu'l -
Müsennâ (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be
haber verdi. (Dedi ki). Ben, Katâde'yi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken
dinledim Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ensâr'ı
toplayarak:
— «İçinizde, sizden başka kimse var mı?» diye
sordu, Ensâr:
— «Hayır, yalnız bir kız kardeşimizin oğlu
var.» cevâbını verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— «Şüphesiz ki
bir kavmin kız
kardeşi oğlu, kendüerindendir.» buyurdu ve sözüne şöyle
devam etti:
— «Hakîkaten Kureyş câhiliyet ve musibetten
yeni kurtulmuştur. Onun tein ben, onların gönüllerini almak ve kendilerini
İslâm'a ısındırmak istedim. Siz başkalarının dünyalıkla, kendinizin de
Resûlüflah ile evlerinize dönmenize razı olmaz mısınız? Bütün insanlar bir
vadiyi, Ensâr da bir dağ yolunu tutsalar, ben Ensârın yolundan giderdim.»
buyurdular.
134- (...)
Bize Muhammedü'bnu Velîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû't -Teyyâh'dan rivayet etti. (Demiş
ki): Enes b. Mâlik'den dinledim. (Dedi ki): Mekke fethedildiği zaman Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ganimetleri Kureyş'in arasında taksim etti. Bunun
üzerine Ensâr:
— «Bu, hakîkaten
şaşacak şey! Bizim kılınçlarımızdan Kureyş'in kanları damlıyor, ganimetlerimiz
ise onlara iade olunuyor!» dediler.
Bu söz Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfln kulağına varınca hemen onları topladı ve:
— «Sizden kulağıma gelen bu söz nedir?» diye
sordu. Ens&n
— «Ne duydunsa o'dur.» dediler. Yalan
söylehıezlerdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ı
— «Siz, başkalarının evlerine dünyalıkla
dönmelerine, kendinizin de evlerinize Resûlüllah ile dönmenize razı değil
misiniz? Bütün insanlar bir vadiyi veya dağ yolunu tutsalar Ensâr da bir vadiyi
veya dağ yolunu tutsa, ben, mutlaka Ensâr'ın vadisini yahut Ensârın yolunu
tutardım.» buyurdular.
135- (...)
Bize Muhammedü'bnüV Müsennâ ile îbrâhîm b. Mu-hammed b. Ar'ara birbirlerinden
baza cümleler ziyadesiyle rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Muâz b. Muâz
rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Avn, Hişâm b. Zeyd b. Enes'den, o da Enes b.
Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Huneyn harbi kopunca Hevâzin
ve Ga-tafân kabileleri bütün çoluk çocukları ve hayvanları ile (karşımıza) çıktılar.
O gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfın yanında On-bin kişi ile serbest
bırakılan Mekke'liler vardı. (Harb başlayınca) Bunların hepsi geri döndüler.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yalnız başına kaldı. Ve o gün aralarına
başka bir şey karıştırmamak şartı ile iki defa nidada bulundu. Sağına bakarak:
— Ey Ensâr cemâati!» diye nida etti. Ensâr:
— «Lebbeyk Yâ Resul ali ah! Müsterih ol biz seninle
beraberiz.» dediler. Sonra sol tarafına bakarak (Yine):
— «Ey Ensâr cemâati!» dedi. Ensâr:
— «Lebbeyk Yâ Resülallah! Müsterih ol biz
seninle beraberiz.» cevâbım verdiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcnı)
beyaz bir katırın üzerinde idi. (Ondan) indi ve:
— «Ben, Allah'ın kulu ve Resulüyüm.»
buyurdular. Derken müşrikler bozuldu, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bir çok ganimetler elde etti. (Onları) muhacirlerle serbest bırakılan esirler
arasında taksim etti. Ensâr'a bir şey vermedi. Bunun üzerine Ensâr:
— «Harp olursa biz çağırıhyoruz fakat
ganimetler bizden başkalarına veriliyor.» dediler.
Bu söz Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SellefiiYm kulağına ulaştı. Hemen Ensâr'ı bir çadıra
toplayarak-
— «Ey Ensâr cemâati! Sizden, kulağıma gelen (bu
söz nedir?)» dedi. Ensâr sustular. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (tekrar):
— «Ey Ensâr cemâatı« Başkalarının dünyalıkla
gitmesine kendiniz de Muhammed'le, onu aranıza alarak evlerinize gitmenize razı
değil misiniz?» diye sordu: Ensâr:
— «Evet, razıyız yâ Resülallah!» cevâbını
verdiler. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu söyledi.
— «(Bütün) insanlar bir vadiyi, Ensâr da bir
dağ yolunu tutsaiar: ben, mutlaka Ensâr'ın yolundan giderdim.»
Hişâm (Demişki): «Ben:
Yâ Ebâ Hamza! Sen, bu vak'aya şahit oldun mu? dedim; (Ondan nereye
kaçabilirdim ki?) cevâbını verdi.»
136- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz ile Hâmid b. Ömer ve Muhammet! b. Abdil'a'lâ rivayet
ettiler. İbni Muâz (Dedi ki): Bize Mu'te-mir. b. Süleyman, babasından rivayet
etti. (Demiş ki): Bana, Sümeyt [56],
Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
Mekke'yi fethettik,
sonra Huneyn harbine gittik. Müşrikler (o zamana kadar) gördüğüm en güzel
safflar hâlinde geldiler. (Evvelâ) süvariler saff olmuş, sonra piyadeler, sonra
onların arkasına kadınlar, sonra koyunlar, daha sonra da develer saff olmuştu.
Biz ise kalabalık insanlar halindeydik. Adedimiz 6.000'e baliğ oluyordu. Sağ
cenahtaki süvarilerimizin başında Hâlidü'bnü VeÜd bulunuyordu. Derken süvarilerimiz
arkamıza doğru sarkmaya başladılar. Çok geçmeden süvarilerimiz dağıldılar.
Bedevilerle, tanıdığımız bir takım insanlar kaçtılar. Bunun üzerine Resûlüilah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemjı
— «Yetişin, Ey Muhacirler! Yetişin Ey
Muhacirler.» diye nida etti. Sonra:
— «Yetişin Ey Ensâr! Yetişin Ey Ensâr!» dedi.
Enes demiş ki: Bizimkilerin hikâyesi budur. Biz:
— -Lebbeyk Yâ Resûlallah!» dedik. Resûlüilah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'-
— «Allah'a yemin ederim ki, müşriklerin yanına
gelir gelmez, Allah onları bozguna uğrattı.» Dedi.
Bu suretle
(müşriklerin bıraktığı) bu malları ele geçirdik, sonra Taife giderek onları 40
gün muhasara ettir. Bili âhara Mekke'ye dönerek, orada konakladık. Derken
Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bâzı kimselere yüzer deve ganimet
vermeye başladı.
Râvi hadîsin geri
kalan kısmım Katâde, Ebû't - Teyyâh ve Hişâm b. Zeyd hadîsleri gibi rivayet
etti.
Hz. Enes'in buradaki
rivayetlerini Buhâri «Kitâbu Fardı'l - Hums», «Kitâbü'l - Menâkib»,
«KitâbuMenâkıbn - Ensâr» ve «KitâbüVMegazî»'de ve daha başka yerlerde tahrîc
etmiştir.
«Üsra» yahut «Esera»:
Müştereki tercih etmek, mânâsına gelir. Kelimenin meşhur olan kıraati
«Esera»'dır.
Hadîs-i şerîfde bu
kelimeden murâd «Yakında haksız yere başkalarını size tercih edecek hükümdarlar
gelecek.» demektir.
Kubbe»: «Küçük ve
yuvarlak çadır.» demektir. Araplar ekseriyetle böyle deriden yapma çadırlarda
yaşarlardı.
«Rihâl»: Rahl'in
cem'idir. Bahl: Ev yahut yük mânâsına gelir.
Şib: İki dağ
arasındaki geçit yahut sarp dağ yolu, demektir.
Neam: «Ev hayvanları»
mânâsına gelirse de, ekseriyetle deveye ıtlak olunur. Cem'i: En'âm gelir.
Kastalânî' nin
beyânına göre Araplar narpte düşmanın önünde sebat edebilmek için kadınlarını
çocuklarını ve bütün hayvanlarım cenk meydanına götürürleriniş.
Tulekaa:
Talîk'in cem'idir. Talik: Serbest bırakılan, salmıveren; demektir.
Hadis-i şerif de bu
kelimeden murâd: Mekke' nin fethinde Müslüman olanlardır. Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bunlara minnet ve ihsan buyurduğu için
kendilerine bu isim verilmiştir.
Rivayetin birinde
Huneyn gazasında Müslümanların 10.000 kişi, diğerinde 6.000 kişi oldukları
bildiriliyor.
Kaadı îyâz, 6.000
rivayetini doğru bulmamış: «Bu rak-kamr Enes'den nakleden râvinin vehmidir.
Doğrusu: îlk rivayette vârid olduğu gibi 10.000 kişidir. Bunlarla beraber
Mekke, Müslümanları da vardır. «Megazî* kitaplarında meşhur olan rivayete göre:
O gün Müslümanların adedi 12.000 idi. Bunîarın 10.000'i Mekke'nin fethinde
hazır bulunmuş; 2.000'i Mekke' lileıle. onlara katılanlardan müteşekkildi.»
demiştir.
Mücennebe: Yolun sağ
tarafını tutan süvari bölüğü, demektir. Süvârî bölükleri sağ ve sol cenah
nâmları ile iki kısım olur.
-İmmiyye» kelimesi
Müs1im'in «Sahîh*'inde «Uhmiye», «Ammiye» şekillerinde rivayet olunmuştur.
Kaadı îyaz'ın beyânına
göre «îmmiyye» şiddet, diye tefsir olunmuştur. «Ummiye» de ayni mânâya gelir.
-Ammiye»: Amıcam,
demektir.
Kaadı lyaz diyor ki:
«Bu taktirde benae bu kelimenin mânâsı: Cemâatini; Yâni: Benim cemâatimin rivayet
ettikleri hadîs budur, demektir.
Hadîse yakışan mânâ da budur.»
Humeydî mezkûr
kelimenin «ammiyye» şeklinde okunduğunu da söylemiş ve onu amıcalarım,
mânâsına almıştır. Bu taktirde cümlenin mânâsı: «İşte benim amıcaîanmın
faziletini bildiren hadis budur» yahut «amıcaîanmın bana rivayet ettikleri hadîs
budur.» demek olur. Her hâlde Hz. Enes hadîsin ilk kısmını müşâha-desine
istinaden rivayet etmiş; Ordu dağıldığı için burasını zaptede-memiş, onu da
gören amıcalarından yahut cemâatdan dinlemiştir. Önün için de bu cümleden sonra
yine müşâhedâtına dönerek: «Biz: Lebbyk yâ Resûlallah! dedik.» şeklinde sözüne
devam etmiştir.
Aynî' nin beyânına
göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seh lem)'in. kendilerine yüz'er deve ganimet
verdiği kimseler Müe1lefe-i kulûb' dan Ebû Süfyân Sahr b. Harb, oğlu Muâviye,
Hâkîm Hizam, Haris b. Haris, Haris b. Hişâm, Sehlb. Amr, Huveytıb b.
Abdil'uzzâ, Ala' b. Harise, Uyeynetü'bnü Hisn, Safvân b. Ümeyye, Akra' b. Hâbis
ve Mâlik b. Avf (Radiyallahü anhüm) hazerâtıdır.
Bâzı kimselere yüz
deveden daha az ihsânde bulunmuştur ki, Kureyş'den Mahrametü'bnü Nevfel,Umeyr b. Vehb ve Hişâm b. Amr hazerâtı bunlar meyânındadır.
îbni îshâk:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bunlara kaç'ar deve verdiği
hatırımda değildir.» demiştir.
Kendilerine
«Müellefe~i kulûb» ünvânı verilen bu zevat arapların eşrafından idiler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların bâzılarına ezasından korunmak
için, bâzılarına Müslümanlığı kabul eder de, onun vasıtasıyla tabileri de
Müslüman olur ümidiyle, bir takımlarına da kalbleri İslâm'a yatışsın, diye
fazla ganimet vermiştir.
«Bir kavmin kız
kardeşi oğlu, o kavmindendir.» rivayetini Tirmizi «Menâklb», Nesâî «Zekât»
bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Bu rivayette zikri
geçen kız kardeş oğlundan murâd: Nu'man b. Mu'karrin' dir. Nitekim İmam Ahmed
b. Hanbe1'in, Şu'be tarikiyle tahrîc ettiği Enes hadisinde sarahaten
zikredilmiştir.
Hanefiîler dayı ile
Zevu'l - Erham'ın mirasçı olacağına bu rivayetle istidlal etmişlerdir. Bittabi
bunların mirasçı olabilmeleri için mirasçılar arasında «asabe» denilen sınıf
ile ne miktar miras alacakları muayyen olan kimseler bulunmaması şarttır.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in mezhebi de budur. Bu rivayeti dayı ile Zevu'l-Erhâm'a miras yoktur
diyen İmam Mâlik ile Şafiî1 nin
aleyhine delildir.
Hanefiiler bu bâbda
daha başka hadîslerle de istidlal etmişlerdir.
Fâide: Mekke-i
Mükerreme hicretin 8. yılı Ramazan' ında fethedilmiştir. Ayni yılın Şevval'
inde de Huneyn gazası vukûbulmuştur. Babımız rivayetleri her iki gazaya da
temas etmekte ve daha ziyâde bu gazalarda elde edilen ganimetlerin taksimini
bildirmektedir. Ancak Mekke' nin fethi tam bir muvaffakiyetle sona erdiği
hâlde Huneyn gazasında Müslümanların ilk hamlede müthiş bir bozguna
uğradıkları göze çarpmaktadır. Bunun sebebi elbette merakı muciptir.
Siyer ulemâsı bu hususta
bir çok sebepler ileri sürmüşlerdir. Ezcümle:
1-
Müslümanların ileri hatları yeni Müslüman olmuş gençlerden müteşekkildi.
Bunlar gençlik sâikasıyla zırh giymeğe bile lüzum görmemişlerdi.
2- îslâm
ordusunda 2.000 gayr-ı müsîim vardı.
3-
Müslümanlarla harb eden Hevâzin kabilesi arap-lar arasında okçulukla meşhur
idi.
4- Bu kabile
ile müttefikleri Müslümanlardan evvel davranarak stratejik noktalan işgal
etmişlerdi.
5-
Müslümanlar ortalık aydınlanmadan hareket etmişlerdi.
6-
Müslümanların işgal ettikleri yerler alçak, müşriklerin yerleri ise yüksekti.
Binâenaleyh Müslümanların sebat etmesi pek müşkildi.» demişlerdir.
Fakat mühim olan bu
sebeplerin başında gelen en mühim hezimet sebebi Müslümanların adetçe
fazlalıklarına güvenerek gurura kapılmalarıdır. Bu hakikati Kur'ân-ı Kerîm şu
âyet-i kerime ile beyân eden:
«Huneyn gününü de
hatırla. Hani çokluğunuza mağrur olmuşdunuz. Fakat bu, size hiç bir fayda
te'mîn etmemiş, dünyâ bunca genişliği İle size dar gelmiş, sonra harpten
dönerek geri çekilmiştiniz. Bu mağlûbiyetten sonra Allah, Peygamberi ile
Mü'minlere sükûnet ve huzur İndirmiş, sizin görmediğiniz birtakım askerler
göndermişti. Bu suretle kâfirleri azâb etmişti. İşte kâfirlerin cezası budur. [57]»
Müslümanların
görmedikleri askerlerden murâd: Meleklerdir. Âyeti kerimeyi babımız rivayetleri
ile birlikte mütâlâa edersek şu netice hâsıl olur: Müslümanlar Allah'dan nusret
beklemeyi unutarak, varlıklarına güvenirlerse, Allah'ın yardımına nail
olamazlar. Bil' akis kendilerine gelerek Allah'a iltica ederlerse, Allah'ın
nusreti her zaman onlarla beraberdir. İslâm târihi bu hususa gösterilecek misâllerle
doludur. Kelimetullah'ı i'lâ için yapılan harplerde Müslümanların azlığı,
çokluğu yahut kuvvet ve zaafı mevzubahis değildir. Allah Teâlâ kaadir-i
mutlaktır. Dilediği anda gökten melek orduları indirerek Müslümanları muzaffer
kılar.
1-
Ganimetlerin beşte birini gazilere taksim etmek İslâm kumandanına aittir.
Maslahat iktizâsı bu bâbda müsavata riâyet de etmeye bilir.
2- Hadîs-i
Şerif bütün rivâyetleriyle Ensâr-ı kirâm'ın fazilet ve büyüklüklerine delildir.
137- (1060)
Bize Muhammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Ömer
b. Saîd b. Mesrûk'dan, o da babasından, o da Abâyetü'bnu [58]
Rifâa'dan, o da Râff b. Hadîc'den naklen rivayet etti. Râfi1 şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Süfyân b. Harb, Safvân b. Ümeyye,
Uyeynetü'bnu Hısm ve Akra* b. Hâbis'den her birine yüz'er deve ganimet verdi.
Abbâs b. Mirdâs'a bunlardan daha az ihsanda bulundu. Bunun üzerine Abbâs b.
Mir-dâs şu mealde beyitler okudu:
«Benimle atım Ubeyd'in
payını Uyeyne ile Akra' arasında mı taksim ediyorsun? Bedir ve Habis cem'iyeti
içinde Mirdâs'tan üstün değillerdir. Ben, onların hiç birinden aşağı değilim.
(Fakat) bu gün senin alçalttığm bir daha yükselmez.»
Râvî demiş ki: Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona da yüz deveyi tamamladı.
138- (...)
Bize Ahmed b. Abdete'd - Dabbîrivayet etti (Dedi ki): Bize İbni Uyeyne, Ömer b.
Saîd b. Mesrûk'dan bu isnâdla haber verdi ki «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Huneyn ganimetlerini taksim etmiş de, Ebû Süfyân b. Harb'e yüz deve
vermiş...»
Râvi bu hadîsi yukarki
gibi rivayet etmiş (yalnız): -Âlkametü'b-nü Ulâse'ye de yüz deve verdi.»
cümlesini ziyâde etmiştir.
(...) Bize
Mahled b. Hâlid Eş-Şairi [59]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ömer b. Saîd
bu isnâdla rivayet etti. Ama bu hadîsde Âlkametü'bnü Ulâse ile Safvân b.
Ümey-ye'yi zikretmedi. Hadîsinde şiirden de bahsetmedi.
Mirdâs: Gayr-ı
munsarif bir kelimedir. Ancak zarûret-i şi'rîye dolayısıyla munsarif olmuştur.
Kaadı lyâz, bu hadîsin
râvilerinden Mah1ed b. Hâ1id hakkında söz ederek: «Mahled b. Hâlid Eş- Şaîrî'yi
gerek (sahih) ravileri gerekse başkaları arasında zikreden görmedim. Onu:
Hâkim, Bâcî ve Ceyyânî zikretmedikleri gibi, ne (sahîh) râvilerinden ne de
başkalarından hiç bir kimse böyle bir isimden bahsetmemiştir...» demişse de
Nevevi bu sözü ac,âip bulmuş ve Mahled b. Hâli d' in meşhur bir râvi olduğunu
söylemiştir.
Filhakika Mahled
meşhurdur. Kendisi Abdürraz-zak b. Hemmâm, İbrahim b. Hâlid ve Süfyân-ı Sevrî'
den hadîsler rivayet etmiş, ondan da Müslim, Ebû Dâvûd, İbni Avf, Ahmed b. Ebî
Avf ve Münzir b. Şâzân
hadisnakletmişlerdir.
Ebû Dâvûd onun mevsuk
bir râvî olduğunu söyler."
Hafız Ebû Fadl
Muhammed b. Tâhir dahî «Ricâlü's - Sahîhayn» adlı eserinde onun Süfyân b.
Uyeyne'den zekât hakkında hadîs rivayet
ettiğini söylemiştir.
Ubbî' nin beyânına
göre Abbâs b. Mirdâs, Re-sûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in eşrafa
yüz'er deve, rütbe itibarıyla onlardan aşağı olanlara ellişer deve verince
Abbâs buna gücenmiş ve hadisde işaret edilen kasidesini söylemiştir. Kaside
bitince Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'.
— Şunu götürün, benden dilini kesin! buyurarak,
kendisine yeter deninceye kadar ganimet vermiş. Bu suretle Abbâs'ın dili
kesilmiş yâni ileri geri söz etmesinin önü alınmıştır.
Rivayete nazaran
Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) dilinin kesilmesini emredince, Abbâs
bundan korkmuş, hakikati bilmeyenler dahî: lAbbâs'ın dili kesilmesi emir
buyuruldu.» diye söz etmişler. Abbâs İse ganimetlerin başına götürülmüş,
kendisine:
— «Bunlardan dilediğin kadar al.» denilmiş. O
zaman Abbâs'ın aklı başına gelerek:
— «Meğer Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) benim dilimin kesilmesi ile, bana ganimet vermeyi İrâde buyurmuş imiş.»
demiş ve ganimetten hiç bir şey almamış.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) ona bîr hülle göndermiş. Abbâs bu
hülleyi kabul ederek sırtına giymiş.
Abbâs, kasidesinde:
«Ben, onların birinden aşağı değilim...» diyerek, kendisinin gerek soy-sop,
gerekse şan-şeref cihetinden Uyeyne İle Akra'dan aşağı olmadığını anlatmak
İstemiştir. Zîrâ Abbâs da ötekiler de Mudar kabilesine mensupturlar.
Şan-şeref mes'elesine
gelince üçü de aşiret reisi oldukları için bu hususta da müsavidirler.
139- (1061)
Bize Süreye b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsmâil b. Ca'fer, Amr b.
Yahya b. Umâra'dan, o da Abbâd b. Temîm' den, o da Abdullah b. Zeyd'den naklen
rivayet etti ki, Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) Huneyn'i fethedince
ganimetleri taksim ederek müellefe-i kulûb'a dünyalıklar vermiş. Sonra Ensâr'ın
dahî başkalarının ellerine geçen mallardan almak istediklerini duymuş. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak onlara hutbe
okumuş: Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra:
— «Ey Ensör cemâati! Ben, sizi dalâlette
bulmadım mı Allah size benim vâsıtamla hidâyet vermedi mi? Fakır bularak Allah
benim vâsıtam ile sizi zengin etmedi mi? Dağınık bularak Allah, sizi benim
vâsıtam ile bir yere toplamadı mı?» buyurdu. Ensâr (bu suâllere hep):
— «Allah ve Resulünün ihsanı pek büyüktür.»
cevâbım veriyorlardı. Resûlüllah (Salhlîahü Aleyhi ve Sellem):
— «Bana cevap verseniz ya!» buyurdu. Ensâr (yine):
— «Allah ve Resulünün nimetleri pek büyüktür.»
dediler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— «Siz İsteseydiniz: şöyle şöyle söyler; filân
İş şöyle şöyle oldu, derdiniz.»
— Burada Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) bir çok şeylere işaret buyurmuş yalnız râvî Amr onları bekleyemediğini
söylemiştir. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) sözüne devamla:
— «Başkalarının koyunlarla develerle gitmesine,
sizin de evlerinize Resûlüllah İle dönmenize razı olmaz mısınız? Ensâr İç
çamaşırı, başkaları ise dış çamaşırdırlar. Eğer hicret olmasaydı ben mutlaka
Ensâr'dan biri olurdum. Bütün insanlar bir vâdîyi ve dağ yolunu tutsa, ben
mutlaka Ensâr' in vadisi ve yolunu tutardım. Şu muhakkak ki: sizler benden
sonra başkalarının kendinize tercih edildiğini göreceksiniz. (Ama) havuzun başında bana kavuşuncaya kadar
sabredin.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«KitâbüVMegazî»'de; bir kısmını da «Temenni» bahsinde tahrîc etmiştir.
Hunenyn: Mekke ile
Tâif arasında bir vadinin adıdır. Arapların meşhur panayırlarından biri olan
«Zülmecâz», Huneyn' in eteğindedir. Buraya «Evtâs» dahi denir.
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem); «Siz, isteseniz şöyle şöyle der...» sözü ile «seni kavmin
tekzîb etti de, bize sığındın. Seni, evlerimizde misafir ettik, getirdiklerine
inandık, sana yardım ettik...» gibi Ensâr'ın hatırlarına gelebilecek söz ve
işlere işaret buyurmuştur. Bundan muradı: Tevazu', ve insafını ))ir daha
göstermektir. Aksi taktirde bütün bu husûşâtta minnet Ensâr'a değil, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Seîletn)'e aittir. Çünkü kendileri Ensâr diyarına hicret
edip, aralarında oturmasa Ensâr'la başkaları arasında hiç bir fark kalmazdı.
Onların başkalarından temayüz ettikleri fazilet ve üstünlük ancak ona yâr
oîmalarındadır. Fahr-i Kâinat (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Sizler de Resûlüllah
ile beraber evlerinize dönmeye razı değil misiniz?» sözleri ile bu inceliğe
tembih buyurmuştur.
Yine ayni cümle
Ensâr-ı kiram' in o anda düşünemedikleri büyük bir hakikata işarettir. Bu
hakikat başkaları, fâni olan dünyâ mallan ile dönerken Ensâr'ın baki olan
âhiret hayatını kazanmış olarak evlerine dönmelidir.
Hattâbİ diyor ki: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)-
«Eğer hicret olmasaydı
ben mutlaka Ensâr'dan bir nefer olurdum.» sözü ile Ensâr'in gönüllerini almak,
dinleri hususunda kendilerini medh-u sena etmek istemiş hattâ hicret olmasa
Ensâr'dan sayılmasını temenni eylemiştir.
Yine Hattabi'nin
beyânına göre insanın âdedi, yolda olsun mola verilen yerlerde olsun kavminden
ayrılmamaktır. Hicaz arazisinin vadileri ve sarp dağ yolları çoktur. Yollar
ayrıldığı zaman her kavm-ü kabîle onlardan birini tutar. İşte bu ciheti göz
önüne alarak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ensâr ile beraber olmak
istemiştir. Maamâfih vadiden mezhep mânası kastedilmiş de olabilir. Nitekim
araplar: «Filân bir vadide, ben bir vadideydim.» derler.
İç ve dış çamaşırı
tâbirleri Ensâr-ı kirâm'm Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
yakınlığından kinayedir. Bu sözler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
Ensâr'm kendisine en yakın insanlar olduklarını anlatmak istemiştir.
Hadis-i şerifte
zikredilen havuzdan murâd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'irı mahşer
yerindeki havz-u kevseridir.
Hadisin son cümlesi
ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
«Ölünceye kadar
sabredin, öldükten sonra beni havuzumun başında bulacaksınız. Bu suretle
sabrınızın mükâfaatını görecek, hem size zulmedenlerden hakkınız alınacak hem
de havz-ı kevserden içmek bahtiyarlığına nail olacaksınız. Size orada daha nice
i'zâz-u ikramlar yapılcak, sevaplar verilecektir.» demek İstemiştir.
140- (1062)
Bize Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şey be ve tshâk b, İbrahim rivayet
ettiler. İshâk: (Ahbarane), Ötekiler (Hadde-senâî tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki): Bize Cerir, Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Huneyn harbi koptuğu gün Resûlüllah
(Sallaîlakü Aleyhi ve Selîem) ganimet taksimi hususunda bâzı insanları tercih
etti. Bu sebeple Akra' b. Hâbis'e yüz deve, Uyeyne'ye de bir o kadar ganimet
verdi. Arapların eşrafından bâzı kimselere atıyyeler verdi. (Hâsılı) o gün
taksim hususunda onları tercih etti. Bunun üzerine bir adam:
— «Vallahi bu taksimde adalet gözetilmedi.
Bununla Allah'ın rızâsı istenmedi!* dedi. Ben:
— Vallahi (bunu) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve SellemYe haber vereceğim.» dedim. Ve gelerek kendisine onun söylediklerini
haber verdim. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se/iemj'in (mübarek)
yüzü değişti ve kan gibi kırmızı oldu. Sonra şöyle buyurdular:
— «Eğer Allah ve Resulü adalet göstermezlerse
kim adalet gösterir?» Sonra sözlerine şöyle devam etti:
— «Allah, Musa'ya rahmet eylesin. O, bundan da
çok eziyet görmüş fakat sabret misti.»
Abdullah demiş ki:
«Ben, yemin olsun bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hiç
bir söz götürmem, dedim.»
141- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyâs,
A'meş'den, o da Şakîk'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti; demiş ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bir taksim yaptı, bunun üzerine bir
adam:
— «Bu taksimden asla Allah'ın rızâsı
kasdedilmemiştir.» dedi. Ben, hemen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
gelerek bunu gizlice kendisine söyledim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna şiddetle gadaplandı,
yüzü kıpkırmızı oldu. Hattâ (keski bunu
ona söylemeseydim) temennisinde bulundum. Sonra şöyle buyurdular:
— «Musa bundan da çok eziyet görmüş fakat
sabretmişti.»
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbû'l - Hums» ve «Kitâbû'l-Megazî»' de tahrîc etmiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e adaletsizlik isnâd eden şahsın Beni Amr b. Avf kabilesine
mensûb Muattib b. Kuşeyr olduğu rivayet ediliyor. Bu adam münâfıklardanmış.
Buharıi’nin bir
rivayetinde Ensâr'dan olduğu kaydediliyorsada «Telvih» sahibi: «Bu adamın
Ensâr'dan olduğunu söyleyen görmedim.» demiş; «Ensâr» kaydının yalnız Buhâri'nin
bir rivayetine münhasır kaldığını söylemiştir.
Akra' b. Habis :
«Müellefe - kulûb'dandır. Hadis-de ismi geçen Uyeyne ile birlikte Mekke' nin
fethi, Huneyn ve Tâif gazalarına iştirak etmiştir. Eşraftan idi.
Uyeynetü'bnü Hıns dahî
müellefe-i kulûb'dandır. Zehebi (673-748), onun ahmak bir adam olduğunu,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin huzuruna izinsiz girerek nezaketsizlikte
bulunduğunu fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in onun kabalığına
sabrettiğini söylüyor. Bir zamanlar irtidât etmiş, sonra esir alınarak Hz. Ebû
Bekir kendisini affetmiştir. Ondan sonra vefatına kadar Müslüman görünmüştür.
Sırf: Kırmızı boya,
demektir. îbni Düreyd'in beyânına göre kan'a da «sırf» denilir.
Kaadı İyâz diyor ki:
«Şeriata göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e söven bir kimsenin
hükmü küfürdür. Böylesi kat-lolunur.»
Hadis-i şerîfde Muattib'in
öldürüldüğüne dâir söz yoktur.
Mâziri (453-536):
«İhtimâl ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun sözünden nübüvvete
sitem mânâsı çıkarmamış; sâdece taksim hususunda kendisini adaletsizliğe
nisbet ettiğini anlamıştır. Bir de caiz ki bu adamı cezalandırmaması,
söyledikleri sabit olmadığı içindir. Çünkü onun sözlerini Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn)'Q yalnız bir kişi nakletmiştir. Bir kişinin şahadeti ile ise
kan dökülemez.» demiştir.
Fakat Kaadı îyâz bu
te'vili bâtıl görmüş -o adamın kalabalık huzurunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'e:
— (Adil o! Yâ
Muhammedi) ve (Allah'tan kork, Yâ Muhammedi) gibi nezaketsiz hitaplarda
bulunması bu te'vîli reddeder.» demiştir.
Bundan dolayıdır ki
Hz. Ömer ile Hâ1id (Radiyallahü anh) onu öldürmek için Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'den izin istemişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) katline müsâade etmemiş;
t Halkın: Muhammed,
ashabını öldürüyor! diye konuşmalarından Allah'a sığınırım.» buyurmuştur.
Demek oluyor ki
Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun münafık olduğunu fakat kendisine
eziyet eden diğer münafıklar gibi onun ezasına da sabretmiştir.
142- (1063) Bize
Muhammed b. Ruh m b. Muhacir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Yahya b.
Şaîd'den, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber
verdi. Câbir şöyle demiş: Resûlül-lah (Salhllakü Aleyhi ve Seîlemje Huneyn'den
dönerken Ci'râne'de bir adam geldi. (O anda) Bilâl'ın elbisesi içinde gümüş
vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o gümüşten alıp kalka veriyordu.
Gelen zât:
— «Yâ Muhammed! Adalet göster!» dedi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
— «Vay canına! Ben, adalet göstermezsem kim
gösterir? Adalet gös-termemişsem o hâlde ben
haybet ve hüsrana
uğramışım demektir.» buyurdular.
Bunun üzerine Ömerü'bnu'l - Hattâb (Radiyallahü anh)->
— «Bana müsâade buyur da şu münâfıkı
tepeleyivereyim, yâ Re-sûlallah!- dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
— «Halkın benim ashabımı öldürdüğümü
söylemelerinden Allah'a sığınırım. Şüphesiz ki bu zât ile arkadaşları Kur'ân'ı
okurlar (amma .okudukları Kur'ân) gırtlaklarından aşağı geçmez. Onlar ok'un,
avı delip geçtiği gibi Kur'ân'dan fırlayıp çıkarlar.» buyurdular.
(...) Bize
Muhammedü'bnu'l Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): 6ize Abdülvahhâb Es - Sekafi
rivayet etti. (Dedi ki): Yahya b. Said'i şunu söylerken işittim: Bana, Ebû'z -
Zübeyr haber verdi, o da Câbir b. Abdillâh'dan dinlemiş. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. CDedi ki) -. Bize Zey-dü'bnü Hubâb rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Kurratü'bnu Hâlid rivayet etti (Dedi ki): Bana Ebû'z' Zübeyr, Câbir
b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ganimetleri taksim edermiş...
Râvî hadîsi (yukarki
minval üzere) rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu
Fardi'l-Hums»'da muhtasaran tahrîc etmiştir.
Ci'râne'de taksim
edilen ganimet mallan Hevâzin kabilesinden alınmıştı. Bunlar 6.000 kadın ve
çocuk, sayısız hayvan, 4.000 okiy-ye gümüşten ibaretti. Alman develerin 24.000,
koyunların 40.000'den fazla olduğu söylenir.
Vâkıdi (130 - 207), o gün her
gaziye dört deve ile kırk koyun verildiğini söyler.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selleın)'e «Adalet göster» diyen zât: Zülhuveysıra' dır. Nitekim
rivayetlerin birinde ismi tasrîh olunmuştur.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ona:
«Adalet göstermem
işsem, o halde ben haybet ve hüsrana uğramışım demektir.» cümlesi ile mukaabele
etmiştir. Hadisin ekseri rivayetleri bu şekildedir. Mezkûr cevapta bir mahzur
yoktur. Zira şart vuku icâb etmez. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle-m)
adalet göstermeyen insanlardan değildir. Binâenaleyh haybet ve hüsrana
uğramaz.
Kaadı îyâz bu cümleyi
muhatap sîgasıyla dahi rivayet etmiştir. Bu taktirde mânâ: «Adalet göstermemiş
sen o hâlde sen âdil olmayan bir imama tâbi olmakla haybet ve hüsrandasın.»
demek olur.
Nevevi bu mânâyı tercih etmiştir.
Zeheb! (673-748), Zülhuveysıra'
nm Hâriçi1er'in reisi olduğunu
söyler.
Bu hadiste Hz. Ömer'in
: «Yâ Resûlallah bana müsâade buyur da şu münafığı tepeleyivereyim!» dediği,
başka rivayette ise bu sözü Hâlid ü'bnü Velîd'in söylediği bildiriliyorsa da,
iki rivayetin arasında münâfaat yoktur. Çünkü o adamı her ikisinin de öldürmek
istemiş olması mümkündür.
«Kur'ân-ı okurlar amma
gırtlaklarından aşağı geçmez...» cümlesi hakkında Kaadı
îyâz iki te'vil rivayet eder:
1. Te'vîle
göre: Bu cümlenin mânâsı: «Kalpleri Kur’ân-ı Kerîm'i anlamaz; okuduklarından
istifâdeleri olmaz. Kur'ân-ı sırf
okuduklarıyla kalırlar.» demektir.
2. Te'vtle göre: Bu cümle: «Onların hiç bir
ibâdeti ve tilâveti kabul olunmaz.» mânâsına gelir.
«Onlar, ok'un avı
delip geçtiği gibi Kur'ân'dan fırlayıp çıkarlar.» cümlesi bir rivayette
«İslâm'dan», başka bir rivayette «Dinden çıkarlar.» şeklindedir.
Kaadı îyâz1 m beyânına
göre bundan murâd: «îslâmi-yetten, ok'un avı delip geçtiği gibi çıkarlar.»
demektir.
Avı delip geçen ok'ta
avdan hiç bir şey kalmadığı gibi bunlarda da İslâmiyet nâmına bir şey kalmaz.
Hattâbî : «Burada
murâd: Tâattır. Yâni onlar Müslümanların imamına itaatten çıkarlar.» diyor.
Bu ve emsali hadîsler
dalâlet fırkalarından Hâriciler1 i tekfir edenlerin delilidir.
Mâzirî (453-536) diyor
ki: Ulemâ Hâricî1er'i tekfir hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu mes'ele hemen
hemen sairlerine nisbetle en müşkil bir mes'eledir. Ebû'l- Meali' nin
hâricileri tekfire meyleden Abdülhakk'ı bu mes'ele hakkında söz söylemekten
menettiğini gördüm. Buradaki hatânın mevkii itibârı ile pek müşkil olduğundan
bahisle onları mâzûr sayıyor; bir kâfiri dîne kabul etmenin ve bir Müslümanı
dinden çıkarmanın dînen pek büyük bir mes'ele olduğunu söylüyordu. Bu bâbda
Kaadı Ebû Bekir Bâkıllânî' nin sözü de muztaribdir. Usûl-i fıkıh ilminde:
(Bâkıllânî bu mes'elenin müşkilât-tan sayıldığına işaret etmiştir. Çünkü bu
adamlar sarahaten küfret-memiş ancak küfüre müeddi sözler söylemişlerdir.)
denilmesi Bakı11âni1nin bu hususta tereddüdünü gösterir.
Mâziri' sözüne devamla
şunları söylüyor: «Ben, sana bu hilafın sırrım ve işkâlin sebebini izah edeyim.
Meselâ bir mu'tezilî: (Allah Teâlâ âlimdir. Lâkin ilmi yoktur; diridir ama
hayâtı yoktur.) der. Bu söz onu tekfir hususunda insanı iltibasa düşürür. Zîrâ
biz dînimizden aldığımız malûmata göre biliyoruz ki (Allah Teâlâ diri ve âlim
değildir.) diyen bir kimse bizzârûre kâfir olur. Âlim olan bir kimsenin ilmi
olmaması ise imkânsızdır. Bu husus delille sabittir. Şimdi mu'tezilî Allah'ın
ilmi yoktur deyince (bu adam Allah'ın âlim olduğunu inkâr etti) diye bilicma'
kâfir oldu; ilmin aslını inkâr ettiği için Allah'ın âlim oluşunu itiraf
etmesinin bir faydası yoktur mu diyelim; ;yoksa Allah'ın âlim olduğunu İtiraf
etti diye ilmini inkârda bulunması küfrüne sebep olmaz hükmünü mü verelim. İşte
müşkül olan burasıdır.)
Şâfiîler'le Cumhür-u
Ulemâ'ya göre haricîler tekfir edilmezler. Kaderiyye, Mu'tezile v.s. dalâlet
fırkalarının hükmü de budur. îmam Şafiî (Rahimehuîlah), «Hattâbîye* den mâada
dalâlet fırkalarının şehâdetlerini kabul ederim.» demiştir.
Hattâbiye,
Râfızller'in bir koludur. Bunlar kendi mezheplerinden olan bir kimsenin
mücerred iddiası ile şahadette bulunurlar. Şehâdetlerinin kabul edilmemesi
bid'atlarmdan değil, bu mes'eleden dolayıdır.
143- (1064)
Bize Hemmâd b. Seriyy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l - Ahvas, Saîd b.
Mesrûk'dan, o da Abdurrahmân b. Ebî Nu'm" [60] dan,
o da Ebû Said-î Hudriden naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş: Alî
(Radiyallahü ank) Yemen'de İken Reslüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) toprağı
üzerinde bir altın külçesi gönderdi. Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem)
bunu dört kişi (yâni): Akra1 b. Habis El - Fanzalî, Uyeynetü'bnü Bedr El -
Fezâri, Âlkametü'bnu Ulâsete'l -Âmiri —ki sonradan Benî Kilâb'dan olmuştur.— ve
sonra Benî Neb-hândan olan Zeydü'l - Hayr Et - Tâî arasında taksim etti. Bunun
üzerine Kureyşliler kızdılar ve:
— Resûlüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) bizi
bırakıp.da Necid'in büyüklerine mi veriyor? dediler. Bunun üzerine Resûlüllah
(Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):
— «Ben, bunu
ancak onların kalplerini
yatıştırmak için yaptım.» buyurdu. Derken gür sakallı,
elmacıkları çıkık gözleri çukur, alnı yüksek ve başı tıraşlı bir adam gelerek:
— «Allah'dan kork, yâ Muhammedi» dedi.
Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)--
— «Ben, isyan edersem, Allah'a kim itaat eder?
Bana siz emniyet etmezseniz hiç o bana yer yüzünde yaşayan insanlar için
emniyet eder mi?» buyurdu.
Sonra o adam dönüp gitti.
Cemaattan biri —ki Hâlidü'bnu Velîd olduğu
zannedilir.— onu öldürmek
için izin istedi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-
— «Bu adamın
sülâlesinden öyle birtakım insanlar gelecek ki, Kur'ön-ı okuyacaklar fakat
gırtlaklarını geçmiyecek, Müslümanları öldürecekler ve putlara tapanları
bırakacaklar, İslâm'dan ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. Ben, bunlara
yetişmiş olsam kendilerini mutlaka Âd kavminin tepelendiği gibi' tepelerdim.»
buyurdular.
144- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvâhid, Umâratü'bnü
Ka'kaa'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bize Abdurrahmân b. Ebİ Nu'm rivayet etti.
(Dedi ki): Ebû Saîdi Hudri'yi şunu söylerken dinledim: Alîyyü'bnü Ebî Tâlib,
Yemen'den Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'* tabaklanmış bir meşin torba
içinde henüz toprağından tasfiye edilmemiş altın külçesi gönderdi. O da, bunu
dört kişi (yâni) Uyeynetü'bnu Hısns Akra' b. Habis, Zeydü'l - Hayl —dördüncüsü
de ya Âlkametü'bnu Ulâse yahut Âmiru'bnü Tufeyl olacak— arasında taksim etti.
Bunun üzerine Ashabından biri:
— «Biz, bu altına bunlardan daha lâyık idik.»
dedi.
Bu söz Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'üı kulağına vardı da:
— «Ben, semâdakller nezdinde emîn olduğum akşam
sabah bana semâdan haber geldiği hâlde sîz bana emniyet etmiyor musunuz?»
buyurdu. Derken çukur gözlü, çıkık şakaklı, geniş alınlı, gür sakallı, başı tıraşlı
ve gömleği yukarıya çekik bir adam kalkarak:
— «Yâ Resûlallah! Allah'tan kork.» dedi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'
«Yazık sana. Ben
yeryüzündeki insanların Allah'tan korkmaya en lâyık olan değil iniyim?»
buyurdu. Sonra adam dönüp gitti. Arkasından Ha-Udü'bnu Velîd:
«Yâ Resûlallah! Şunun
boynunu vuruvereyim mi?- dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
— «Hayır, belki ileride namaz kılan bir kimse
olur. buyurdu. Hâlid:
— «Nice namaz kılan var ki: Kalbinde olmayanı
dili ile söylüyor.» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
— «Ben, ne İnsanların kalplerini açmaya
me'mûrum ne de karınlarını yarmaya!» buyurdu. Sonra gitmekte olan o adama
bakarak:
— «Muhakkak bu adamın sülâlesinden öyle bir
kavim zuhur edecek ki, Allah'ın kitabını kolaycacık okuyacaklar, (fakat)
okudukları gırtlaklarını gecmiyecek; dinden ok'un avı delip geçtiği gibi
çıkacaklar.» buyurdular.
Râvî:
«Zannederim: Ben, onlara yetişsem kendilerini mutlaka Semûd kavminin
tepelendiği gibi tepelerdim; buyurdu.» demiş.
145- (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umaratü'bnü
Ka'kaa'dan bu isnâdi rivayette bulundu.
(Yalnız o): «Alkametü'bnü Ulâse de...> dedi, Amini'bnü Tufeyl'i zikretmedi.
Bir de: «Alnı çıkık.» dedi «Nâsiz» kelimesini söylemedi.
-Şunu da ziyâde etti:
«Bunun üzerine Ömeru'bnü'l - Hattâb (Radiyallahü anh), o adama kalkarak:
— «Yâ Resûlallah Şunun
boynunu vuruvereyim mi?» dedi. Re-sûlüllah (Saîhllahü Aleyhi ve Sellem)'.
— «Hayır!» cevâbını verdi.
Sonra Ömer gitti,
adamı vurmak üzere Allah'ın kılıcı Hâlid ayağa kalktı ve:
— «Yâ Resûlallah şunun boynunu vuruvereyim mi?»
dedi. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ona da):
— «Hayır cevâbını verdi.» Ve sözlerine şunu
ilâve etti:
— «Bu odamın sülâlesinden öyle bir kavim
çıkacak ki, o kavim Allah'ın kitabını kolaycacık okuyacakları
Râvî demiş ki: Umara:
— «Zannederim Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
—Ben, onlara yetişmiş
olsam, kendilerini mutlaka Semud'un tepelendikleri gibi tepelerdim; buyurdu.»
dedi.
146- (...)
Bize îbni Ntimeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni Fudayl, Umâratü'bnü
Ka'kaa'dan bu isnâdla rivayet etti ve:
«Dört kişi (yâni)
Zeydü'l - Hayr, Akra b. Habis, Uyeynetü'bnu Hısn ve Âlkametü'bnü Ulâse yahut
Amiru'bnü Tufeyl arasında taksim etti.» dedi, o da Abdülvâhid'in rivayeti gibi
«yüksek alınlı.» dedi. Birde: «Bu adamın sülâlesinden bir kavim çıkacak.» dedi;
«Ben, onlara yetişsem kendilerini mutlaka Semûd kavminin tepelendiği gibi tepelerdim.»
cümlesini zikretmedi.
147- (...)
Bize, Muhammedü'bnü'I - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvahhâb
rivayet etti. (Dedi ki): Yahya b. Said'i şöyle dreken dinledim: Bana, Muhammed
b. İbrahim, Ebû Seleme ile Ata* b. Yesâr'dan naklen haber verdi ki, bu iki zât
Ebû Saıd-i Hudrî'ye gelerek Harüriler hakkında suâl sormuşlar:
— «Sen, Resûlüllah (Sdlallahü Aleyhi ve Sellem)
bunların lâfını ederken işittin mi?» demişler. Ebû Saîd:
— «Ben, Harûrilerin kim olduklarını bilmiyorum.
Lâkin Resûlüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve SeHetnj'iî
— Bu ümmetin İçinde —btı ümmetten dememiş— öyle
bir kavim tü-reyecek ki, onların namazlarına bakarak siz kendi namazınızı
küçümseye-ceksiniz. Kur'ân'ı okuyacaklar fakat boğazlarını —yahut
gırtlaklarını— geç-miyecek. Dinden ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacaklar.
(Hani) avcı, ok'una ok'un demirine, giriş yerine bakar da acaba ok'a kandan bir
şey yapıştı mı? diye nasıl şüphe eder, buyururken işittim.» demiş.
Bu hadisi Buhârİ
«Kitâbü'l-Enbiyâ», «Kitâbu't-Tefsir», «Kitâbu't - Tevhîd» ve «Kitâbü'l -
Megazî»'de; Ebû Dâvûd «Ki-tâbü's-Sü«ıne»'de: Nesâi «Kitâbu'z-Zekât-tle
«KitâbuVTefsîr» de muhtelif râvHerden tahric etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem! 'in kendilerine Yemen' den gelen altını taksim ettiği dört
zâttan «Zeydü'l - Hayr» bâzı rivayetlerde «Zeydü'l - Hay!» şeklinde
zaptedilmiştir. Bunların ikisi de doğrudur. Câhiliyet devrinde Hz. Zeyd'e
-Zeydü'l-Hayl» denirmiş, Müslüman olunca Resûlüllah (Salhhhii Aleyhi ve Sellem)
kendisine -Zeydü'l - Hayr* unvanını vermiş. Çünkü araplar içersinde ondan çok
at'ı olan yokmuş. Hz. Zeyd şâir, hatîb ve cesur bir zât olup. cömertliği ile de
meşhûrmuş.
Âlkametü'bnü Uîâse
dahi kavminin eşrafından halim selim ve akıllı bir zât imiş. Ancak cömertlikle
meşhur değilmiş.
Müs1im'in
rivayetlerinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye SellemYin bu taksimine Kureyş'in
canı sıkıldığı bildirilmişse de» Buhâri'nin rivayetinde Kureyş1i1er'le birlikte Ensâr"in da
gücer-dikleri kaydolunmaktadır.
Peygamber [SaUnllahü
Aleyhi ve Sellcıu1'*- gelen şahsın Zül-huveysira, olduğunu bundan evvelki
rivayetlerde görmüştük. İsminin Nafis yahut Harkûs b. Züheyr- olduğu
söylenir.
Bundan sonraki
rivayette Resûlüllah(SaUahhii Aleyhi ve Sellemhn «Karo bir adam...» diye
bahsettiği şahıs budur. Kendisi Habeş1iyimiş.
Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem)'e nezaketsizlik gösteren bu adamı öldürmek isleyen zâtın
Hâlidü'bnu Velid olduğu Müslim ile Buhâri'de şekk ile ifâde edilmişse de diğer
sahih rivayetlerde kafi olarak Hz. Ha1id olduğu bildirilmiştir. Hattâ bir
rivayette Hz. Ömer'in, diğer rivayette Ömer (Radiyalhhü anh) ile Hz. Hâ1id'in
onu vurmak istedikleri bildirilmiştir.
Bu hususta az yukarıda
söz geçmişti.
Bu rivayetlerde
dinden, ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacakları bildirilen kavimden murâd:
Hârici1er'in İslâm hükümdarına itaat etmemeleridir. Filhakika Hâricî1er Hz.
Ali' ye karşı çıkmışlar, Hz. Ali' nin gönderdiği elçiyi öldürmüşlerdi. Ali
(RatHiyallahü anh) öldürdükleri zâtın diyetini istemek üzere kendilerine adam
göndermiş fakat Hâriciler:
— «Diyetini nasıl
verebiliriz? Onu, biz hep birden öldürdük.» diyerek, diyet vermekten imtina
etmişler. Bunun üzerine Hz. Ali onlarla mukaatele ederek ekserisini imha
etmiştir. Hâriciler'in 5.000 kişi
olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi 10.000 kişi olduklarını ileri sürenler de
vardır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve SeKemj'in müellefe-i kulüb'a tak-sim ettiği malın nereden geldiği
ihtilaflıdır. Bâzıları ganimetin beşte birinin beşte biri olduğunu iddia etmiş
fakat bu kavil kabul edilmemiştir.
Bir takımları doğrudan
doğruya ganimetten verildiğini çünkü ganimetin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e mahsûs olduğunu söylemiş ancak bu kavil de reddedilmiştir. Çünkü
ganimetin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûs olduğunu bildiren
âyet neshedilmiştir.
Ebû Ubeyde'ye göre
gazilere dağıtılan mallar: Ganimetin beşte birinden idi. Müslümanların
hükümdarı ganimetin beşte birini icâbında Müslümanların yararına olmak şartıyla
dilediği kimselere verebilir. Yalnız bu hükme varabilmek için Yemen1 den
gönderilen altının Huneyn ve Hayber ganimetlerinden , olmadığım hatırlamak
gerekir. Çünkü oralardan alman ganimetlerin hepsi daha o zaman taksim edilmiş
bitmişti.
Harûriler' den murâd: Hâriciler' dir.
Harûrâ denilen mevkîye
yerleştikleri için kendilerine bu isim verilmiştir.
Harûrâ: Irâk'da Kûfe'ye
yakın bir köydür. Hâriciler Ehl-i adalet Müslümanlarla harbetmeye bu köyde
karar vermişlerdir.
Hadisin bir
rivayetinde Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hâriciler için:
«Ben, onlara yetişmiş
olsam, kendilerini Âd kavminin tepelendiği gibi..» Diğer rivayette: Semûd
kavminin tepelendiği gibi tepelerdim.» buyurmuştur. Bundan murâd: Onlardan hiç
bir kimse bırakmamak şartıyla cinslerini söndürmektir. Çünkü Ad ve Semûd
kavimlerinin tepelenmesi böyle olmuştur.
Hadis-i şerif,
Haricîler' le muharebeye teşviki ve onlarla cenk eden Hz. Alî' nin faziletini
tezammün etmektedir.
Babımız hadîsinin
Kuteybe rivayetinde «Dördüncüsü yâ Alkametü'bnü Ulâse yahut Âmiru'bnü Tufeyi »
denilmişse de ulemâ burada zikredilen Âmir lâfzının açık bir hatâ olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü Âmir bu hadiseden senelerce evvel vefat etmiştir.
Doğrusu şüphe ile değil, cezm sîgasıyla «Dördüncüsü Alkametü'bnü Ulâse» dir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
«Ben, ne İnsanların
kalplerini açmaya me'mûrum ne de karınlarını yarmaya!» cümlesiyle «Biz, zahire
göre hükmederiz, bâtını ancak Allah bilir.» kaaidesine işaret etmiştir.
148- (...) Bana
Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi (Dedi
ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Ebû
Selemete'bnu Abdirrahmân, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen haber verdi. H.
Bana Harmeletü'bnü
Yahya ile Ahmed b. Abdirrahmân El - Fihrî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber
verdi. (Demiş ki): Bana Ebû Selemete'bnu Abdirrahmân ile Dahhâki Hemdâni haber
verdiler ki, Ebû Saîd-İ Hudri şunları söylemiş:
— «Bir defa biz Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi
ve SellcmYin yanında bulunuyorduk. Kendisi bir mal taksim ediyordu. (Derken)
Beni Temîm'den biri olan Zülhuveysıra geldi ve:
— -Yâ Resûİallah! Adalet göster; dedi.
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemh
— Yazık sana! Ben, adalet göstermezse m kim
gösterir? Adalet gös-termezsem ben haybet ve hüsrana uğramışım demektir;
buyurdular.
Bunun üzerine
Ömeru'bnü'l-Hattata (Radiyallahii anh)
— Yâ Resûİallah! Bunun için bana müsâade buyur
da boynunu vurayım! dedi. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
— Bırak Sen onu. Çünkü onun öyle birtakım
arkadaşları var kî, kıldıkları namazın yanında sizden biriniz kendi namazını
küçümser, oruçlarının yanında kendi orucunu küçümser. Bu adamlar Kur'an-t
okurlar fakat (okudukları Kur'ân} köprücük kemiklerini geçmez. İslâm'dan, ok'un
avı delip geçtiği gibi çıkarlar. (Hani) böyle bir ok'un demirinde nasıl (kan
nâmına) bir şey bulunmaz, sonra giriş yerme bakılır yine bir şey bulunmaz,
sonra ağaç kısmına bakılır, orada da bir şey bulunmaz: tüy kısmına bakılır,
orada da bir şey bulunmaz. (Hâlbuki) ok avın işkembesini ve koni deüp
geçmiştir.
Onların alâmeti kara
bir adamdır. Bu atfamtn pazılarından biri kadtn memesi yahut sallanan et
parçası gibidir. Bunlar insanların tefrikaya düştükleri zaman çıkar;
buyurdular.
Ebû SaId demiş ki:
«Ben, bunu Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi veSeUemYden işittiğime şahadet ederim.
Ve yine şahadet ederim ki Alîyyu'bnu Ebi Talih CRadiyallahü anh'u ben de
beraberinde olduğum hâlde (Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve SeUemYin haber
verdiği) bu adamlarla harbetti. Bu kara adamın aranmasını emretti. Adam aranıp
bulundu ve getirildi. Ona baktım tıpkı Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
'"SetlemyiTi tavsîf buyurduğu sıfatta idi.»
Bu rivayeti Buhâri
-Kitâbu'I -Menâkib» 'de tahric etmiştir. Sa'1ebi'nin (?-427) «tefsir»'inde bu rivayet hakkında şu malûmat
verilmektedir:
«Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve SelJem), Hevâzih kabilesinden alman ganimetleri taksim
ederken yanına Hâriciler' in. reisi Zü1ıuveysıra geldi. Ve ona:
(Adâlet göster.) dedi.
Ama bu Zülhuveysıra mescide bevleden Züjhuveysıra seğijdir. Mescide bevteden
Zülhuveysırati'l - Yemânî'dir. Gelen Zülhuveysıra ise Temim kabilesine
mensûbdur.»
İbni Esîr dahî Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)e-.
— «Adalet göster.»
diyen ZüI huvey sıra'nın fienî Temim' den
Sah âbi bir zât olduğunu
söyler.
Vâkıdi, onun bir çok
meşhur harplere- iştirak ederek yararlıklar gösterdiğini, sonradan HâriciIer'e
katıldığını, H z Alî'nin öldürdüğü Zülhuveysıra bu olmadı-ğım kaydetmiştir.
«Bunlar, insanların
tefrikaya düştükleri zaman çıkarlar.» cümlesinden murâd; Hz. Ali ile Muâviye
İ-RaaiycJhhii mıh) arasındaki tefrikadır.
Bu rivayetlerde
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve'Şellenı}'in mucizeleri dikkati çekmektedir.
Zira istikbâle ait bir takım haberler vermiş, bunların hepsi gün gibi meydana
çıkmıştır. Mezkûr haberler ümmetinin kendinden sonra payidar olacağını, kuvvet
ve şevket kazanacağını; iki fırkaya ayrılacaklarını, bir taifenin' haksız
"yere dinde şiddet göstereceklerini, namaz kılmakda, Kür'ân okümaftda
mübalâğa yapsalar da İslâmın hukukunu'ifâ etrriiyeCekîerih'i ehl-i" hak
Müslümanlarla harbedeceklerini, Müslümanların kendilerini öldüreceklerini,
içlerinde siyah renkli bir adam bulunacağın! tezam-mun etmektedir.
149- (1065)
Bana Muhammedü'bnü'l - Müsennâ rivayet etti (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiyy.
Sülej-man'dan, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet etti ki.
Peygamber {SaîhlUahu Aleyhi vc'Scllem) ümmeti içinden zuhur edip, insanların
tefrikaya düştükleri zamanda çıkacak Ve alâmetleri başlarını traş etmek olacak
bir kavim zikretmiş; (onlar hakkında) şöyle, buyurmuştur:
«Bunicr holkın en
kötüleridir. —Yahut en kötü
mahfüknattöndsr..—-Ontcn iki taifenin hakka en yakın olanı öldürecektir.»
Ebû Saîd (Demiş ki:)
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Selîem) onlar için misâl getirdi: —Yahut şu
sözü söyledi:—
«Bir adam nasıl avı
vurur, —yahut hedefe atar— da ok'un demirine bakar, kan Izf göremez, ağaç
kısmına bakar kan izi göremez, yay'a giriş yerine bakar yine bir kan İzi
göremezse (bunlar da öyledir.)»
Ebû Saîd: «Onları
sizler öldürmüşsün üzdür ey Iraklılar!» demiş.
150- (...)
Bize Şeybân b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kaasim yâni tbnü'1-Fadl
El-Huddânî [61] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Ebû Nadra, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)-
«Müslümanların arasına
tefrika girdiği vakit dînden çıkan bir taife zuhur edecek. Onları iki taifeden
hakka en yakın olanı öldürecektir.» buyurdular.
151- (...)
Bize Ebû'r - Rabî' Ez - Zehrânî İle Kuteybetü'bnu Saîd rivayet ettiler; Kuteybe
(Dedi ki:) Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd-İ
Hudrî'den naklen rivayet etti. Şöyle demişi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'.
«Ümmetim İçinde iki
fırka meydana gelecek, bunların arasından biri dinden çıkacak. Bunların katlini
hakka en yakın olan fırka üzerine alacaktın buyurdular.
152- (...)
Bize, Muhammedü'bnu'l - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdüVala rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd, Ebû Nadra1’dan, o da Ebû Saîd-i Hudri'den naklen
rivayet etti ki, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve
Seîlem)t
İnsanlar tefrikaya
düştüğü zaman dinden çıkan bir tâlf türeye-cek, bunların katlini iki taifeden
hakka en yakın olanı üzerine alacaktır.» buyurmuşlar.
153- (...)
Bana Ubeydullah El - Kavârîri rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu ha mm e d b.
Abdillâh b. Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Habîb b. Ebî Sâbit'den,
o da Dahhâki Mişrakî [62]'den,
o da Peygamber (Saüaîlahü Aleyhi ve SellemTden naklen rivayet ettiği bir
hadîsde Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Seller}*):
«Ümmetin muhtelif
fırkalara ayrıldığı bir zamanda bir kavim ortaya çıkacağını, bunların iki
taifeden hakka en yakın olanı öldüreceğini beyân etmiştir.»
Nevevi diyor ki: «Bu
rivayetler, Hz. Ali' nin haklı, Hz. Muaviye taraftarlarının haksız ve müteevvil
olduklarını sarahaten göstermektedir. Yine bu rivayetlerden her iki taifenin de
mü'min olduklarına, birbirleriyle harp etmekle dinden çıkmadıklarına, fâsik
dahî olmadıklarına sarahaten delil vardır. Bizim mezhebimizle bu bâbda bize
muvafakat eden ulemânın mezhepleri budur.»
Kelâm ilminde beyân
olunduğu vecîhle Alî Muâviye (Radiyallahü anh) hazerâtınm muharebeleri hakkında
ileri geri söz söylememek, kendini hakem mevkiine çıkararak birini haklı diğerini
haksız görmemek, her iki sahâbî müctehid oldukları için bu bâbdaki hatâyı
ictihâdda hatâ sayarak, her ikisi hakkında da (Radiyallahü anh) demek ehl-i
sünnetin şiarıdır.
İmam Gazâlî (450 -
505)'nin rivayetine göre büyüklerden bir zât rüyasında kıyametin koptuğunu
görmüş, Alî ile Muâviye hazerâtını getirmişler, dâvaları görüldükten sonra Hz.
Alî: «Kabe'nin Rabbine yemin ederim *ki dâva lehime hük-molundu.» diyerek
gitmiş; ondan sonra Hz. Muâviye görünmüş, o da: «Kabe' nin Rabbine yemin
ederim ki Rabbim beni affetti.- diyormuş.
154- (1066)
Bize Muhammed b. Abdiîlâh b. Nümeyr ile Abdullah b. Said El - Eşecc hep birden
Vekî'den rivayet ettiler. Eşecc (De di ki): Bize Veki' rivayet etti. (Dedi kil:
Bize A'meş. Hayseme'den. o da Süveyd b. Gafeie'den naklen rivayet etti. Süveyd
şunları söylemiş:
— AH (Dedi ki): Size
Resû\ixl\a.h(SallatUhiİ Aleyhi ve Selle.m'fâen bir hadis naklettiğim vakit,
yemin, ederim kî semâdan düşscm, benim için onun söylemediği bir şey'i söylemekden
daha makbul olur. S?-zinle aramızda cereyan eden bir şey hakkında konuştuğumuz
zaman ise (böyle değildir.) Çünkü harp, bir hileden ibarettir. Ben, ResüiüUah
{SaUallcıhii Aleyhi ve Sellemı'i şöyle buyururken işittim:
<i Âh ir zamanda
yaştan genç, akıllan ermez bir kavim meydana çıkacak. Bunlar mahlûkaatm en
hayırlı sözlerini söyüyerek, Kur'ön okuyacaklar (fakat okudukları Kur'ânJ
gırtlaaklorından aşağı geçmiyecek. Dînden, ok'un avı delip geçtiği gibi
çıkacaklar. Böylelerine rastladınız mı hemen tepeleyin. Çünkü onları
öldürenlere kıyamet gününde Allah indinde büyük ecir vardır.»
(...) Bize
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi
ki): Bize İsa b. Yûnus haber verdi. H.
Bize Muhattfcped b.
Ebî Bekir El - Mukaddemi ile Ebû Bekir fa. Nâfi' de rivayet ettiler. (Dediler
ki): Bize Abdurrahmân b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki). Bize Süfyân rivayet
etti.
Bu râvilerin ikisi de
A'meş'den bu isnâdla bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir.
(...) Bize
Osman b. Eb. Şeybe rivayet etti. '.Dedi ki): Biî:e Cerir rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b.' Ebi
Şeybe ile Ebû Küreyb ve Züheyr b. Karb dahî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Ebû Muâviye rivayet etti. Cerir ile Ebû Muâviye ikisi birden A'meş'den bu
isnâdia rivayette bulunmuşlardır. Yalnız onların hadîsinde: «Dinaen, ok'un avı
deîip geçtiği gibi çıkarlar.» cümlesi yoktur.
155- (...)
Bize Muhammed b. Ebî Bekir El - Mukaddemi rivayet etti. (Dedi ki); Bize İbni
Uleyye ile Hammâd b. Zeyd rivayet ettiler. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Said de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe ile Züheyr b. Harb dahi rivayet ettiler; Lâfız onlarındır. (Dediler ki':
Bize İsmail b. Uleyye, Eyyub'dan, o da Muhammed'den, o da Abîde'den, o da
Alî'den naklen rivayet etti. Hz. Ali Haricîlerden bahsederek şöyle demiş:
«Onların içinde eli
kısa —veya eli küçük— bir adam vardır., Şı-marmıyacağmı bilsem size onları
öldürenlere Allah'ın. Muhammed (Sallallakü Aleyhi ve Sellem)'ln dilinden neler
vaad ettiğini söylerdim.» Abide (Demiş ki): Ben:
— «Bunları Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
SeJIetn)'den sen mi işittin?» dedim; Alî:
— «Kabe'nin Babbine yemin ederim ki ben
işittim! Kabe'nin Rab-bine yemin ederim ki ben işittim! Kabe'nin Rabbine yemîn
ederim ki ben işittim!» cevâbını verdi.
(...) Bize
Muhammedü'bnu'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnü Ebî Adiyy, tbni
Avn'dan, o da Muhammed'den, o da Abide* den naklen rivayet etti. Abide: «Ben,
size ancak ondan işittiklerimi söylüyorum.» diyerek Alî'den naklen Eyyûb'un
hadîsi gibi merfû olarak rivâyetde bulundu.
156- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-durrazzâk b. Hemmâm rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik b. Ebî Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Selemetü'bnü Küheyl rivayet etti. (Dedi ki): Bana Zeydü'bnu Vehb El - Cüheni
rivayet etti ki, kendisi Alî (Radiyallahü anh) ile beraber olup Haricîlere
karşı çıkan orduda İmiş. Ali (Radiyallahii anh) şunları söylemiş:
«Ey cemâat! Ben,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfi şöyle buyururken işittim:
— «Ümmetimden öyle bir kavim çıkacak ki Kur'ân
okuyacaklar sizin okuyuşunu? onlannkinin yanında hiç bir şey değildir.
Namazınız da onların namazının yanında bir şey değildir. Orucunuz dahî onların
orucuna nis-betle hiç bir şey değildir. Kur'ân'ı okuyacaklar, onu kendi
lehlerinde zannedecekler. Hâlbuki aleyhlerine olacak. Namazları köprücük
kemiklerinden öteye geçmiyecek, İslâm'dan, ok'un avı delip geçtiği gibi
çıkacaklar.»
Onlarla harbeden ordu,
Peygamberleri (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyia dilinden kendilerine neler takdir
buyurulduğunu bilseler mutlaka çalışmaktan vazgeçerlerdi. Bu kötü kavmin
alâmeti şudur: İçlerinde öyle bir adam bulunacak ki, o adamın pazısı olup kolu
bulunmayacak. Pazısının ucunda meme ucu gibi bir çıkıntı bulunacak. Onun
Üzerinde de beyaz kıllar olacak. Sizler Muâviye ile Şamlılara gidecek
buradakileri terkedeceksiniz. Bunlar sizin çoluk çocuğunuza ve mallarınıza
sizin nâmınıza halef olacaklar. Vallahi ben onların bu kavim olacaklarını
kuvvetle ümid ediyorum. Çünkü onlar dökülmesi haram olan kanı döktüler; halkın
mer'adaki hayvanlarını gaspettiler. Binâenaleyh siz besmele ile (onların
üzerine) yürüyün.»
Selemetü'bnü Küheyl
demiş ki: «Bana Zeydü'bnu Vehb ordunun konakladığı yerleri birer birer anlattı.
Nihayet şöyle dedit
— Bir köprüye vardık. O gün Haricîlerin başında
Abdullah b. Vehb Er-Râsibî vardı. Kendileri ile karşılaşınca Alî (Radiyallahü
anh) ordusuna:
— Mızraklarınızı bırakın, kılınçlarınızı da
kınlarından çıkarın. Çünkü ben bunların Harûrâ günü yaptıkları gibi size Allah
aşkına sulh teklif edeceklerinden korkarım; dedi.
Bunun üzerine ordu
dönüp mızraklarını bertaraf ettiler. Ve ki-hnçlarını çektiler. Askerlerimiz
onları, kendi mızrakları ile delik deşik ettiler. Ölüleri birbiri üzerine
yığıldı, bizimkilerden o gün yalnız iki kişi vuruldu. Alî (Radiyallahü ayılı):
— Onların içinde o sakat adamı arayın! dedi.
Onu aradılar fakat bulamadılar. Bunun üzerine
Alî [Radiyallahü anh'i bizzat kalkarak üstüste öldürülen insanların
yanına geldi:
— Bunları geri çekin! dedi. Müteakiben yere
gelen cesetler arasında onu buldular. Alî tekbîr getirdi, sonra.-
— Allah doğru söyler,
Resulü de doğruyu tebHğ buyurur,- dedi. O sırada Abîdetü's - Selmâni, Alî'nin
yanma gelerek:
— Yâ Emîre'l-Mü'mnin! Kendisinden başka ilâh
olmayan Allah aşkına (söyle) bu hadîsi Resûlüllah iSallallahü Aleyhi ve Seli
cmY den hakîkaten sen mi işittin? diye sordu. Alî:
— Kendinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin
ederim ki: evet ben İşittim; cevâbını verdi. Abîde, Alî'den üç defa yemin
istedi, Alî de ona yemin verdi.»
157- (...) Bana EmYt-Tâhir ile Yûnus b. AbdilVlâ rivayet
ettiler. (Dediler ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi, (Dedi ki); Bana
Amru'bnu Haris. Bükeyr b. Eşecc'den, o da Büsr b. Saîd'den, o da Resûlüllah
(SaUaîlahü Aleyhi ye Scİlcıv.ı'in azatlısı Ubeydullah b. Ebî Râfi'den naklen haber
verdi ki, kendisi Alîyyu'bnu Ebî Tâlib (Radiyal-îahii avh) ile beraber olduğu
hâlde Harûriler karşılarına çıkınca:
— «Hüküm ancak Allah'a aittir.* demişler. (Bu söze) Hz. Alî:
— -Kendisi ile bâtıl kastedilen hak bîr söz)
Şüphesiz ki Resûlüllah (Sallallaîiü Aleyhi ve ScUnv.1 bâzı insanlar tavsif
buyurmuştur. Ben, onların sıfatlarını bu adamlarda görmekteyim. Dilleri ile
hakkı söylüyorlar amma bu sözleri şuralarını
geçmiyor, —diyerek boğazına
işaret etmiş— İçlerinden Allah'ın en menfur mahlûku kara bir adamdır.
Ellerinden biri koyun memesi yahut meme başı gibidir.» cevâbını vermiş.
Alîyyu'bnu Ebî Tâîib
[HadhnllrJıii avh'' Hâricileri öldürünce:
— -Bu adamı arayın.» demiş. Aramışlar fakat hiç
bir şey bulamamışlar. Bunun üzerine AH iRadirnUahu aııh
— «Tekrar dönün! Vallahi ne ben yalan söyledim ne de biina yalan söylendi.» demiş, bunu iki
veya üç defa tekrarlamış. Sonra o adamı
bir harabelikte bulmuşlar ve
cesedini getirerek Hz. Ali'nin önüne
koymuşlar.
Ubeydullah: *Ben,
onların bu işlerinde ve Ali'nin onlar haVkın-daki konuşmasında hazır
bulunuyordum.» demiş.
Yûnus kendi
rivayetinde şu ziyâdeyi nakletmiştik «Bükeyr (Dedi ki): Bana îbni Huneyn'den
naklen bir zât rivayet etti ki, İbni Huneyn: Ben, o kara adamı gördüm, demiş.»
Bu hadisi Buhâri «Kitâbû'I
- Menâkib» ile«Kitâbû Fe-dâili'l-Kur'ân»'da; Ebû Davud «Kitâbu's - Sünne»'de
Nesâi Kitâbu'l - Muharebemde tahrîc
etmişlerdir.
Hz. Ali: «Harb hileden
ibarettir.» sözü ile; Ben kendi re'yim-le ictihâd ederim. Yâni hadîsi te'vil
ederim.» demek istemiştir.
Hud'a kelimesi
«Had'a», «Hudea»; «Hadea», «Hîd'a» şekillerinde de okunabilir. Hud'a:
Konuşurken tevriye yapmak ve vaadinden dönmek suretiyle olur.
Muhdec ve mûden: Eli
kısa mânâsına gelirler. Mesdûn: Eli küçük ve- toplu, demektir.
«Bunlar, mahlûkaatm en
hayırlı sözlerini söyliyecek...» cümlesinden murâd: Zahiren «Hüküm ancak Allah'a
mahsûstur.* gibi Allah'm kitabına davet eden sözler söyiiyecekler. Hâlbuki
içlerinden bâtılı kastedecekler, demektir. Bu cümle Buhâri' nin rivayetinde
«HayrıTI - Beriyye» terkibiyle ifâde olunmuştur. Buna göre mânâ:
«Mahlûkaatın en
hayırlısı olan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUetn)* in hadîslerini
söyliyecekler» demek olur.
Hadisin bir
rivâyetindeki «Sizin namazınız da, onların namazının yanında bir şey değildir...»
cümlesinde namaz zikredilmiş fakat Kur'ân-ı Kerîm kastolun muştur. Kelime küllü
zikir cüz'ü murâd kabilinden mecâz-ı mürseldir. Zîrâ kıraat namazın bir
cüz'üdür.
Müs1im'in bir çok
nüshalarında -Bana Zeydü'bnu Vehb ordunun konakladığı yerleri birer birer
anlattı...» cümlesinde «konak» mânâsına gelen «Menzil» kelimesi bir defa
zikredilmiştir. Nâdir nüshalarda bu kelime tekrarlanmıştır ki, doğrusu da
budur. Yâni Zeyd, ordunun konakladığı yerleri bana birer birer gösterdi.
Böylece taa harbin vukûbulduğu köprüye kadar vardık, demektir.
Hz. Alî: «Kendisiyle
bâtıl murâd edilen hakk söz.» ifadesiyle: *Bu kelimenin aslı doğrudur. Allah
Teâlâ: hüküm ancak Allah'a mahsûstur, buyurmuştur. Lâkin bunlar onunla bâtılı
kastetmiş.» demek istemiştir.
Gerçekten Hâriciler bu
sözle Hz. A1i'ye karşı gelmek istemişlerdi.
Nevevi'nin beyânına
göre Ubeydetü's-Selmâni (Radiyallahü anfej'ın, Hz. A1i'den üç defa yemin istemesi:
Orada bulunanlara işittirmek ve bu sözün sahîh bir hadîs olduğunu te'kid
etmek, bu suretle ResûlÛUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem')* in mucizesini
kendilerine göstermektir.
1-Kaadı îyâz
: «Bu hadîste harplerde tevriye ve tarizin caiz olduğuna delil vardır.»
demiştir.
Aynî' nin beyânına
göre hadîsin zahiri harplerde yalan söylemenin mubah olduğunu gösteriyorsa da
açık açık yalan söylemeyip ta'rizle iktifa etmek evlâdır.
2- Hadis-i şerif
Haricîler ve Bağiler'le harb etmenin vücûbuna delildir. Bu hususta ulemâ
müttefiktirler.
Kaadı îyâz diyor ki:
«Hâriciler ve şâir bid'at fırkaları Müslümanların imanına karşı çıkarlar,
cumhurun re'yine muhalefette bulunurlarsa evvelâ kendilerini tehdit ettikten
sonra söz dinlemedikleri taktirde kendileriyle harbetmenin vâcib olduğunda
bütün ulemâ müttefiktir... Lâkin yaralılarına dokunulmaz, bozulan ordulan tâkib
olunmaz, esirleri öldürülmez, mallan da yağma edilmez. Böyleleri tâatdan
çıkmadıkça ve fiilen harbe girmedikçe kendilerine harb açılmaz. Va'z-u
nâsîhatta bulunulur, bid'at ve bâtıl hareketlerinden vazgeçerek tevbe etmeleri
tavsiye olunur. Fakat bütün bu izahat Bağîler'in bid'at sebebiyle dinden
çıkmamış olmalarına göredir. Bid'atları sebebiyle dinden çıkarlarsa kendilerine
mürted hükmü icra olunur.»
3-
Hâriciler'i öldürenler sevap kazanırlar. Çünkü Hâriciler Müslümanları farz olan
cihâddan alıkoyar, İslâm birliğini yıkmak için fitne ve fesâd peşinde koşarlar.
158- (1067)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğira rivayet
etti (Dedi ki):,Bize Humeyd b. Hilâl, Abdullah b. Sâmit'den, o da Ebû Zerr'den
naklen rivayet etti. Ebü Zerr şöyle demiş: Resülüllah (Sallallakü Aleyhi ve
Sellemh
«Şüphesizkİ benden
sonra ümmetimden bir kavim —yahut benden sonra ümmetimden bir kavim gelecek—
Kur'ân'ı okuyacaklar fakat Kur'ân onların boğazlarından aşağı geçmiyecek.
Dînden, ok'un avı delip keçtiğî gibi çıkacaklar, bir daha da ona
dönmiyeceklerdir. İşte bütün insanlarla hayvanların en kötüsü bunlardır.»
buyurdular.
îbni S amit demiş ki:
«Müteakiben Hakem-i Gıfârfnin kardeşi Bâfi' b. Amr El - Gıfâri'ye tesaadüf
ettim, kendisine: Ebû Zerr'den şöyle şöyle dinlediğim hadîs nedir? diyerek, bu
hadîsi ona naklettim:
— Onu Resülüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den ben de işittim: dedi.»
159- (1068)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Aliyyu'bnü Müshir.
Şeymâni'den, o da Yüseyr [63] b.
Amr'dan naklen şöyle demiş: Sehl b. Huneyy'e sordum;
— «Peygamber SalîaHahii Alc\}ıi re ScUcm'i
Hâricileri anarken hiç işittin mi?» dedim. Sehl şunları söyledi:
— «Evet işittim, eliyle şark tarafına doğru
işaret ederek:
— Bir kavim dillen İle Kur'ân'ı okuyacaklar,
amma {okudukları Kur'ân) köprücük
kemiklerini geçmiyecak. Dînden, ok'un
cm delip geçtiği
gibi çıkacaklar; buyurdu.»
(...) Bize
bu hadisi Ebû Kâmil de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab~ dülvâhid rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Süleymân-ı Şeybânî bu is-nâdla rivayette bulundu ve:
— «Ondan bir takım
kavimler çıkacak.» Dedi.
160- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İshâk hep birden Ye-zid'den rivayet ettiler.
Ebû Bekir (Dedi ki):Bize Yezid b. Hârûn, Av-vâm b. Havşeb [64]'den
rivayet etti. (Demiş ki): Bize Ebû İshâk Eş-Şeybânî, Useyr b. Amr [65]'dan,
o da Sehl b. Huneyf'den, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve SellemYden
naklen rivayet .etti;
— «Şark tarafından
başları traşlr bir kavim hak yoldan sapacaklardır.» buyurmuşlar.
Sehl b. Huneyf
hadisini Buhâri «İstitâbetü'l -Mürteddin» bahsinde; Nesâi «FedâiIü'l-Kur'ân-'da
tahric etmişlerdir.
Bu iki hadîs de yukarkiler
gibi Hârici1er'in mahlûkaat içinde en kötü varlıklar olduğuna, bunların şarktan
yâni Irak' dan zuhur edeceklerine, Kur'ân okuyup; onun ahkâmı ile amel
etmiyeceklerine delildirler.
Müslim şârihi Übbi bu
bahiste uzun uzadıya malûmat vermiş, Hz. Alî ile Muâviye (Radiyallahü cmh)
arasında cereyan eden harpleri, bu harplerde iki tarafın verdiği zayiatı ve
Hârici1er'le vukûbulan çarpışmaları, neticede Hâriciler' in nahv-u münhezim
edildiklerini anlatmıştır. Bundan bizim de bir parça bahsetmemiş yerinde olur:
Muaviye (Radiyallahi'ı
anh) uzun bir müddetten beri Sûriye'de vali bulunuyordu, Hz. Osman [Rarfi-ıallahii
anh) Emevi1er'dendi; Muâviye de Emevİ olduğu için Hz. Osmân’in kaatillerini
bulup teslim etmesini Hz. Ali'den ısrarla istiyor ve ancak o zaman kendisine bey'at
edeceğini söylüyordu. Hz. Alî'nin bizzat bu işte methâldâr olduğunu zannediyordu.
Hâlbuki Alî (Radıyallahü avh)'m hu işte zerre kadar müdâhalesi yoktu. Muâviye
(Radıyallahü mıh)-. Hz. Osman1 in kanlı gömleğini teşhir ediyor, hazinesi de
parayla dolu oiduğu için muhtelif vâsıtalarla Hz. Ali aleyhine kendisine
taraftar topluyordu. Hattâ Amru'bnü As {RadiyaUahü anh) gibi bir dâhiyi bile
kendine celbetmişti. Hz. Ali dâvayı banş suretiyle halletmek için gayretler
sarfetti. Muâviye' ye Cerîr b. Abdi1lâh vasıtasıyla mektup gönderdi, fakat
Muâviye sul-he yanaşmadı. Günden güne bir çok kabilelerle Hz. Alî'nin azlettiği
me'mûrlar Muâviye tarafına iltihâk ediyorlardı. Muâviye bunlara türlü türlü
hediyeler vererek kendilerini taltif ediyordu. Bu suretle Amru1bnü Âs'dan
mâada, , arap-ların dâhilerinden sayılan Muğira ile Ziyâd da onun tarafına
geçtiler. Sulh teklifi netice vermeyince iki taraf harbe hazırlandılar.
Nihayet meşhur Sıffin harbi vukûbuldu. Bu muharebe Hicretin 36. yılı
Cemâie'1-Ahîr ayma tesaadüf eder. Harbin 110 gün devam ettiği söylenir. Her iki
taraf pek çok zayiat vermiştir.
Dâvanın halli için
Sefer ayında iki tarafın hakemleri bir muâha-de imzâlamışlarsa da, bu da bir
netice vermemiştir. Hattâ muâhadeyi Hz. Ali taraftarlarının bir çoğu tasvîb
etmemişlerdir. Muâhade Hz. Alî ile Hz. Muâviye' nin ikisini birden
makaam-larından hal'i ve Müslümanlara yeni bir imam seçilmesini tezammun
ediyordu. Nihayet A1i (Radiyallahü anh) ricâata mecbur oldu.
Sıffîn'den Kûfe'ye
dönerken ordusundan 12.000 kişi ayrılarak Harûrâ denilen yerde ikaamet ettiler.
Hz. Alî bunlara îbni Abbâs (Radiyallahü anh)'ı göndermişse de, söz dinletememişti.
Bunun üzerine Hz. Alî bizzat yanlarına giderek onlarla münâkaşa etmiş,
neticede onlar da Kûfe'ye gelmişlerdi. İşte Haricîler bunlardır. Bu adamlar
Kûfe'de dedikoduya başladılar. Hakem'i kabul etmenin - küfür sayılacağını, Hz.
Alî'nin de bunu kabul ettiğini söylüyorlardı. A1i (Radiyallahü anh) bunu
tekzîb ederek harpten vazgeçmek isteyenlerin sonra hakem tâyinini
beğenmiyenlerin kendileri oldukları hâlde şimdi tekrar harp için çalıştıklarım
söyledi. Hâriciler' den biri:
— «Hüküm, ancak
Allah'a mahsûstur.» diye bağırdı, başka biri bu bâbda bir âyet-i kerime
okuyarak Hz. A1î'ye tarizde bulundu.
Demek ki Hâriciler Hz.
Alî' nin hakemi kabul etmesini şirk sayıyorlardı. Sayıları da gittikçe
artıyordu.
Kendi fasit
inançlarını kabul etmiyenleri fecî işkencelerle öldürüyorlardı. Hz. Ali
kendilerine nasihat için adamlar gönderdiyse de bir netice elde edilemedi.
Yalnız 1.000 kişi tevbe ederek Hz. A1î'ye iltihâk ettiler. Nihayet Hz. Alî taraftarlarıyla
Hârici1er arasmda bu hadislerde beyân edildiği vecihle şiddetli bir harp
vukûbuldu. Neticede Hâriciler mağlûb ve münhezim oldular. Tafsilât târih ve
siyer kitaplarındadır.
161- (1069)
Bİze Ubeydullah b. Muâz El-Anberi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Muhammed
yâni tbni Zi yâd'dan naklen rivayet ettî. îbni Ziyâd, Ebû Hüreyre'yi şöyle
derken işitmiş: Hasanü'bnü Aliy sadaka hurmalarından bir hurma tanesi alarak
ağzına attı. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Kaka kaka! At onu!
Bizim sadakadan bir şey yemezdiğimizi bilmiyor musun?» buyurdular.
(...) Bize,
Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Züheyr b. Harb toptan Veki'den, o
da Şu'be'den naklen bu isnâdla rivayet ettiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) (bu rivayette):
— «Bize Sadaka helâl
olmadığını (bilmiyormusun?)» buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet
etti. H.
Bize îbnü'l-Müsennâ da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Îbni Ebî Adiyy rivayet etti. Bu râvilerin ikisi
birden Şu'be*den bu isnâdla îbni Muâz'ın dediği gibi: «Bizim sadaka
yemezdiğimizi bilmiyor musun?» şeklinde rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhârî biraz
lâfız farkıyla «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde ve «Kitâbu'l-Cihâd»'da Nesâi
«Siyer» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Bu bâbda Ebû Râfi\ Ebû
Hüreyre, Hasan b. Aliy, Îbni Abbfts, Abdullah b. Amr, Abdurrahmân b. Âlkâme,
Muâvi-ye b. Hayyide, Abdülmuttalib b. Habia, Ebû Leylâ, Büreydetü'bnü Husayb,
Selmân-ı Fârisi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in azatlısı Hürmüz
veya Keysân, Ruşeyd b. Mâlik, Meymûn veya Mihrân ve Hüseyin b. Alî (Radiyallahü anhüm) hazerâtından da
rivayetler vardır.
Ayni, bu rivayetleri
şöyle sırlamıştır:
1- Ebû Râfi'
hadisini Ebû Dâvûd ile Nesai tahric
etmişlerdir. Bu hadiste şöyle denilmektedir:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Benî Mahzûm'dan bir zâtı zekât toplamaya me'mûr etti, o zât
da Ebû Râfi'e:
— Bana arkadaş ol! Çünkü sen zekât toplamanın
usûlünü bilir-sin; dedi. Ebû Râfi'i
— Dur! Peygamber (Sallallahü Aleyhi re SellemTe
gidip sorayım; dedi. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek
sordu. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine:
— Bir kavmin azatlısı, kendilerinden sayılır.
Bize sadaka helâl değildir; buyurmuşlar.
Ebû Râfi'in ismi
ihtilaflıdır. «İbrahim» diyenler olduğu gibi, «Eşlem» yahut «Sabit- ve «Hürmüz»
olduğunu söyleyenler de vardır. Oğlu Ubeydullah, Hz. Ali1 nin kâtibi idi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m sadaka me'mûru tâyin ettiği zâtın ismi:
Erkanı b. Ebî'l-Erkam'dır.
2- Enes
hadisini Buhârî ile Müslim
tahric etmişlerdir. Babımız hadisleri meyânında az sonra görülecektir.
3- Ebû
Hüreyre hadisi sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerif ile ondan sonraki
rivayetlerdir.
4- Hasan
ü'bnü Ali (Radiyallahü anh) hadisini İmam Ahmed b. Hanbel, Ebû Ya'lâ ve
Taberâni tahric etmişlerdir. Mezkûr hadîste râvî Ebû'1 - Havrâ' şöyle demiştir:
«Hasan ü'bnu Ali'nin yanındaydık, kendisine:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
—yahut Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se//etn)'den— neler belledin? diye
sordular. Ha-sen şu cevâbı verdi:
— Onunla birlikte yürüyordum, sadakaya âit bir
hurma harmanının yanından geçiyorduk. Ben, bir hurma alarak ağzıma attım,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hurmayı tükürüğü ile birlikte ağzımdan
aldı. Bunu gören bir zât:
(Onu bıraksan ne
olur?) dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-
(Biz Âl-i Muhammed'e
sadaka he!cl ceğildir.) buyurdular.
Hadisin isnadı
sahihtir.
5- îbni
Abbâs (Radiyallahü anh) hadisini Ebû Ya11â ile Taber&nl rivayet
etmişlerdir. Hadîsin ravîsi tkrime şöyle
demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seîîem) Erkam b. Ebİ'l-Erkam'ı zekât me'mûru tâyin etmişti. O da Ebû
Rafi'i yanına almak istedi. Ebû Râfi', Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem)'e gelerek sordu; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Yâ Ebâ Râfi'! Şüphesiz ki sadaka bana ve
Âl-i Muhammed'e haramdır. Bir kavmin azatlısı da kendilerinden sayılır.»
buyurdular.
6- Abdullah
b. Amr hadîsini İmam Ah-med b. Hanbel rivayet etmiştir. Bu hadîste şöyle denilmektedir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) geceleyin yatağının altında bir hurma bularak yedi, fakat o
gece uyuyamadı. (Ertesi gün) zevcelerinden biri:
— «Yâ Resûlallah! Sen, bu gece neden
uyuyamadın?» diye sordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Bir hurma buldum da yedim. (Sonro hatırladım
ki) bizde sadaka hurması vardı. Yediğim hurma bundan olmasın diye korktum!»
buyurdular.
7-
Abdurrahmân b, Âlkame hadisini Nesâi tahric etmiştir. Hz. Abdurrahmân şöyle
demiştir: Sakif hey'eti beraberlerinde hediye olduğu halde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)t
— «Bu getirdiğiniz hediye mi, sadaka mı?..»
diye sordu. Mezkûr hadîste şu cümle de vardın
-Hey'et getirdikleri
develerin hediye olduğunu söylediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onları kabul buyurdu. Hey'et ona, o hey'ete suâller sorarak
onlarla bir hayli oturdu. Hattâ öğleyi bile ikindi ile birlikte kıldı.»
8- Muâviye
hadîsini Tirmizî ile Nesâî tahric
etmişlerdir. Hadîsin râvisi şunlan söylemiştir:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemfe bir şey getirilirse:
— Bu sadaka mı, yoksa hediye mi? dîye sorardı.
Sadaka derlerse yemez, hediye derlerse yerdi.»
9-
Abdülmuttalib hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâİ tahrîc etmişlerdir. Hadis
uzundur, bundan sonraki bâbda görülecektir.
10- Ebû
Leylâ hadisini Taberânî rivayet etmiştir. Ebû
Leylâ (Radiyallahü anh) şöyle
demektedir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Beytü'1-Mâ girdi,
yanında Hasen (Raâiyallahü ânh) da
vardı. Ha bir hurma alarak ağzına attı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) hemen parmağını ağzına sokarak hurmayı çıkardı. Sonra:
— Biz ehl-i beytiz. Bize sadaka helâl
değildir.» buyurdular.
11- Büreyde
hadisini İmam Ahmed b. Hanbel ile Tirmizi rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadis-de
şöyle buyurulmaktadır:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiği vakit Selmân-ı Fârisî ona,
üzerinde yaş hurma bulunan bir sofra getirdi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeHemJ'in önüne koydu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)*
— Bu ne yâ Selmân? diye sordu. Selmân
(Raâiyallahü anh)--
— Sana ve
ashabına sadaka yâ Resûlallah;
dedi. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)ı
— Öyle ise onu kaldır. Çünkü biz sadaka
yemeyiz; buyurdular.
12- Selmân (Radiyallahü anh) hadisini îmam Ahmed
ile Hâkim «El - Müstedrek» nâm eserinde Ebû Zerr-i Kindi'den rivayet etmişlerdir. Bu hadiste
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in:
«Getirdiğin sadaka mı
yoksa hediye mi?» diye sorduğu; Selmân (Raâiyallahü anh)''
«Hediyedir.» cevâbını
verince ondan yediği bildirilmektedir.
îmam Ahmed'in rivayetinde hadîsin lâfzı:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve -.Sellem) hediyeyi kabul eden sadakayı kabul etmezdi.» şeklindedir.
13- Hürmüz
yahut Keysân hadisini Tahâvî rivayet etmiştir. Hadisin râvîsi Atâl b. Sâib (Raâiyallahü anh) şunları
söylemiştir:
Yanıma Alî
(Radiyallahü ankj'm kızı Ümmü Gülsüm girdi de dedi ki:
— Hürmüz yahut Keysân nâmmdaki bir azatlı
kölemiz bana haber verdi. (Dedi ki): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in
yanından geçiyordum, beni çağırdı. Yanına geldiğimde:
«Yâ Fülân! Biz ehl-i
beyt sadaka yemekten nehiy olunduk. Bir kavmin azatlısı da kendilerinden
sayılır. Binâenaleyh sadaka yeme.» buyurdular.
Ayni hadîsi îmam Ahmed
*Müsned»'inde tahrîc etmiş, kölenin isminin Mihrân olduğunu söylemiş; Beğavi aynî
hadisde Hürmüz, îbni Ebi
Şeybe, Keysân, Abdurrazzâk ise Meymûn veya Mihrân şeklinde
zaptetmişlerdir.
14- Ruşeyd
b. Mâlik hadîsini yine Tahâvl tahric
etmiştir. Bu hadiste Hz. Ruşeyd şöyle
demektedir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında idik, kendisine
bir tabak üzerinde hurma getirdiler. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bunun sadaka mı yoksa hediye mi olduğunu sordu. Getiren zât sadakadır deyince
hurmayı cemâatin önüne koydu. Torunu
Hasan da önünde yuvarlanıyordu. Çocuk bir hurma alarak ağzına attı ise
de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) derhâl parmağını onun ağzına soktu
ve çocuğa zahmet vermeden yavaşçacık hurmayı çıkararak attı. Sonra:
— Biz Âl-i Muhammed sadaka Yemeyiz.»
buyurdular.
15- Meymûn yahut
Mihrân hadîsini Abdurrazzâk rivayet etmiştir. Az yukarıda buna işaret
etmiştik.
16- Hüseyin
b. Ali (Radiyallahü anh) hadisini îmam Ahmed b. Hanbel
«Müsned»'inde rivayet etmiştir. Mezkûr hadîsin râvisi Rabia
şunları söylemiştir:
Hüseyin b. A1îye :
— «Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve SeJİemj'den
neler hatırlıyorsun?» diye sordum; şunları söyledi:
— Rafa çıkarak bir hurma aldım ve ağzıma attım.
(Bunu gören) Peygamber (Sallalhhü Aleyhi ve Seîlemh
— At onu! Çünkü bize sadaka yemek helâl
değildir; buyurdular.»
Aynî diyor ki:
«Üstadımız Zeynüddîn şunu söyledi: Zahire bakılırsa hurma hikâyesi Hz. Hasan1la
Hüseyin1 in ayrı ayrı şâhid oldukları iki vak'adır. Hasen hurma serilen bir
yerden geçerken; Hüseyin ise bir rafta bulunan hurmadan birer tane alarak yemek
istemişlerdir.»
«Kâh kâh» yahut «kın
kıh» kelimeleri çocukları pis şeyleri yemekten menetmek için söylenirler.
«Bırak» yahut «at» mânâsına gelirler.
Dâvûd! aslen bu sözün
fârisi olduğunu, sonradan arapça-laştınldığmı söylemiştir.
«Bizim sadakadan bir
şey yemediğimizi bilmiyor musun?» cümlesi: muhâtab bilmese bile haram olduğu
herkezçe malûm olan şeyleri ifâde için kullanılır. Bu söz: «Acâip, bunun haram
olduğu ap açık meydanda iken sen nasıl bilmiyorsun?» takdirindedir.
Al-i Muhammed
(Sallalhhü Aleyhi ve Sellem)'den murâd: İmam A'zam ile îmam Mâlik'e göre yalnız
Beni Haşim dir.
îmam Şafiîye göre Beni
Hâşim ile Benî Mutta1ib’dir'
Mâlîkîler'den bâzılarının mezhebi de budur.
Kaadıîyâz'ın beyânına
göre ulemâdan bâzıları: «Al-i Muhammed'den murâd: Bütün Kureyş kabilesidir.»
demişlerdir.
MâiikI1er'den Esbağ :
«Bunlar Beni Kusayy'dır.» diyor.
Benî Haşim : A1-i Alî,
A1-i Abbâs, Âl-i Ca'fer, Al-i Akîl, Âl-i Haris b. Abdil-muttalib kollarına
ayrılu*lar. Hâşim : Abd-i Menâf b. Kusayy' dır.
Bu hususta bir çok
sözler söylenmiştir.
1- Al-i
Muhammed (Salîallahü Aleyhi ve ScHcw)'e sadaka almak helâl değildir. «El -
Muğnî» nâm eserde bu bâbda farz ve nafile sadakanın müsavi olduğu
kaydedilmiştir. Hattâ bâzıları Âl-i Resûİüllnh'a, sadaka almanın haram olduğuna
icmâ' bulunduğunu söylemişlerdir. Maamâfih Resulü İlah (Saîhîlahü Aleyhi ve
Sellem)'e, sadaka almanın haram kılınp kılınmadığmda ulemânın ihtilaflı
bulunduğunu ileri sürenler de vardır. Bu hususta îmam Şafii1 den iki kavil nakledilmiştir.
Hz. Şafiî: «Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) o hurmayı tenezzühen
terketmiştir.» demektedir.
îmam Ahmed b. Hanbel'
den bir rivayete göre nafile sadaka Peygamber {Salîallahü Aleyhi ve $ellem)'s
helâldir.
Bâzıları farz, nafile
bütün sadakaların Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'e haram olduğunu
söylerler.
Büyük imamlar,
sadakanın bizzat Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve SeHemj'e değil, akrabasına
haram olduğunu; bir takımları da akrabana, farz ve nafile bütün sadakaların
helâl olduğunu söylemişlerdir. £j son kavil
îmam A'zam'dan dahi rivayet olunmuştur.
îstahrî'ye göre ÂH
Resûlüllah'a ganimetin beşte biri ve-rilmenuşse zekât almaları caizdir.
Hânefiiler' den İmam
Ebû Yûsuf dan rivayet olunan kavle göre Benî Hftşim'in birbirlerine zekât
vermeleri helâl, başkalarından zekât almaları haramdır.
«Yen&bf» nâm
eserde: «îmam A'zam'a göre Haşimi’nin Haşimî1 ye zekât vermesi caizdir. İmam
Ebû Yûsuf bunu tecviz etmemiştir.» denilmektedir.
«Cevâmiu1!- Fıkıh- 'da
ise: «îmam Ebû Yûsuf a göre Hâşimi'ye zekât vermek mekruh; İmam Muhammed'e göre
mekruh değildir.» deniliyor.
Ebû îsme'nin
rivayetine göre îmam A'zam kendi zamanında Hâşimi'ye sadaka vermeyi tecviz
etmiştir. Ancak Tahâvî : -Bu rivayet îmam A'zam'dan meşhur değildir.»
demiştir.
«Kudûri» şerhinde:
«Zekât, öşür, nezir ve keffâret gibi yâcib olan sadakalar Hâşimi'lere
verilemez. Ama nafile kabilinden olan sadakaları vermekte bir beis yoktur.»
denilmiştir.
Mâ1iki1er'den bâzıları
Hâşimiler'e nafile sadaka verilmesini caiz görmüşlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel'
den bu oâbda iki rivayet vardır. Şâfii1er’den dahî iki vecih rivayet olunur.
Nezir hususunda Şâfiiye
ulemâsının ihtilâf ettiklerini Îmâmü'l-Haremeyn -En-Nihâye» adlı eserinde beyân
etmiştir.
Et-Tevdıh» nâm eserde:
-«Sadakanın Al-i Resûlüllah {Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e haram kılındığına
bu hadisde açık delâlet vardu.
İmam A1 zam ile İmam
Şafii' nin kavilleri de budur.» deniliyor.
Bu bâbda Mâlikîler' den dört kavil rivayet olunur:
Birinci kavle
göre: Hâşimi'lere sadaka vermek caiz:
İkinci kavle göre:
Caiz değildir.
Üçüncü kavle göre:
Onlara nafile sadaka verilebilir; farz olan zekât verilemez.
Dördüncü Kavle göre:
Bil'akis zekât verilebilir, fakat nafile sadaka alamazlar. Evlâ olan kavil: Onlara
sadaka vermemektir.
Taberî, İmam Ebû Yûsuf
un kavline şöyle mukaabele etmiştir: «îmam Ebû Yûsuf bu bâbda, ne kıyâsa isabet
etmiş ne de hadise tâbi olmuştur. Çünkü her nev'i sadaka ve zekât insanların
kiri ve günah suyu mesabesindedir. Alanın Haşimi veya Mutta1ibi olmasına
bakılmaz. Kim olursa olsun hüküm budur. Allah ve Resulü bu hususta bir fark
beyân etmemişlerdir. Arkadaşının kavli ondan da şiddetlidir. Çünkü o zâhir-i
Kur1ân'a göre hüküm vermiş, sadakayı Beni Hâşim'e haram kılan haberleri inkâr
etmiştir. Binâenaleyh bunlar ne Kut'an'la
hükmetmiş ne de hadîse kaail olmuşlardır.»
Taberi'nin bu sözüne
Ayni haklı olarak îtirâz etmiş ve şunları söylemiştir: «Bu söz hiç düşünmeden
teassup neticesi söylenmiş bâtıl bir sözdür. îmam Ebû Yûsuf nüzul sebeplerini,
hadîslerin te'vil yerlerini en iyi bilen bir zâttır. İşte Tahâvi ... Bu zât
hadîs imamlarının en büyüklerinden ve Ebû Hanîfe ile arkadaşlarının
mezheplerini en iyi bilenlerden biri olduğu hâlde İmam Ebû Yûsuf 'un (Nafile
sadaka Beni Hâşim'e haramdır.) sözünü rivayet etmiştir. Nafile sadaka haram
olunca bittabiî farz sadaka daha şiddetle haramdır. Sonra Taberi'nin İmam Ebû
Yûsuf un arkadaşına —ki maksat İmam Ebû Hanîfe' dir— hücumda bulunması en
şiddetli bir şenaat ve en çirkin bir sözdür. Onun sadakayı haram kılan
hadîsleri inkâr ettiğini söylüyor acaba Ebû Hanîfe bu sözleri nerede
söylemiştir? Ondan nakledilen söz sâdece şudur: (Kıyâsa ancak Sâri' Hazretleri
tarafından vârid olmuş bir nass bulunmadığı zaman gidilir.)
Bu gibi mutaasıplann
âdeti sakîm veya şâz bir rivayeti üç imamdan birine nisbet etmek, sonra hiç
birine nisbeti yakışmayan sözlerle ona hücumda bulunmaktır.»
2- Sadakalar
Müslümanların hükümdarına teslim edilir.
3- Mescidler
Müslüman cemâatin namazdan mâada bir maslahatı için kullanılabilirler. Çünkü
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem)
sadakaları mescidde toplamış, orada taksim etmişti Uzaklardan gelen hey'etleri
orada kabul eder, ashabı arasında orada hüküm verirdi. Ancak dik>ş dikmek
v.s. gibi husûsi işleri mescidde yapmak mekruhtur.
4-
Büyüklerin kaçınması lâzım gelen haram şeylerden, küçükleri de sakındırmak
gerekir.
5- Çocukları
bir şeyden menettikten sonra sebebini de onlara anlatmak gerekir. Taa ki âkil
baliğ olmazdan önce o mes'eleyi öğrenmiş olsunlar.
6- Küçüklerin
velîleri İcâbında onları muâhaze eder ve şer'an haram olan bir fiili
işlemelerine mâni olurlar.
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve SellemYin sadaka malından alınan bir hurma tanesini Hz. Hasan'm
ağzından çıkarması bunun en açık delilidir. Binâenaleyh küçük çocuğunun veya
velîsi Dulunduğu matuhun içki içtiğini, domuz eti yediğini yahut başkasının
malını aldı£**M gören bir babanın derhâl müdâhale ederek onların bu işine
olması vâcibdir.
162- (1070)
Bana Hârûn b. Saîd ElEylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Amr haber verdi; Ona da Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus, Ebû
Hüreyre'den o da Re-sûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve ScHcm/den naklen rivayet
etmşi ki: şöyle buyurmuşlar:
— «Bazen ben ailem
nezdine döner de döşeğimin üzerine düşmüş bir hurma bulurum, sonra onu yemek
için yerden alırım, arkasından da sadaka olduğundan korkarak onu elimden
atarım.»
163- (...)
Bize Muhammed b. Raff rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk b. Hemmâm
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hem-mâm b. Münebbih'den naklen rivayet
etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah Muhammed (Salhllahü Aleyhi ve
SeZîemJ'den rivayet ettikleri şunlardır... diyerek bir takım hadîsler
zikretmiş ezcümle: Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellemh
«Vallahi ben bazen
ailem nezdine döner de döşeğimin üzerine —yahut evimin İçine— düşmüş bir hurma
bulur, yemek için onu yerden alırım. (Amma) sonradan onun sadaka —yahut
sadakadan— olmasından korkarak elimden atarım.» buyurdular; demiştir.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü'l - Lukata» ve «Kitâbü'l-Büyü»' da; Nesâi «Kitâbü'l - Lükata-'da
muhtelif râvîlerden iahrlc etmişlerdir.
El-Muhelleb diyor ki:
«Peygamber (Salhlhhü Aleyhi ve buldufeu hurmayı yemekten çekinmesi tenezzüh
içindir. Çünkü, olabilir o hurma sadaka malından düşmüştür.
Caiz olan şeyler
hakkında başkasının ona uyması vâcib değildir. Memnûiyetine delil bulunmadıkça
eşyada asıl olan ibâhadır. Binâenaleyh şüphelerden sakınmak ancak haram mı,
helâl mi olduğu bilinmesi müşkil olan ve iki mânâya da ihtimâlli bulunan yerlerdedir.
Böyle bir şey'i alan kimseye haram yedi diye hüküm vermek caiz değildir zira
helâl olması ihtimâli vardır. Şu kadar var ki biz verâ' ve takva kabilinden
hurma mes'elesinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize uymayı
müstehab addederiz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Vâbisa'ya :
(Hahirlı iş nefsinin
yatıştığı; günah ise kalbi gıcıklayan şeydir.) buyurmuştur.»
Ebû Ömer İbni
Abdilberr'e göre bir insan kalben şüphe ettiği bir şey'i terketmedikçe
takvanın hakikatine vâsıl olamaz.
1- Ulemâdan
bâzılarına göre hadis-i şerif sadakanın —az olsun çok olsun— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize haram kılındığına delildir.
2-
Müslümanların ancak kıymeti hâiz olan malları haramdır. Bir hurma tanesi yahut
bir yudum ekmek veya bir üzüm tanesi gibi âdeten verilmesinde cimrilik
gösterilmeyen şeyleri yerden alarak yemek ve kimin olduğunu soruşturup ilân
etmeden başkasına yedirmek bütün ulemânın ittifakı ile caizdir. Zira Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hurma tanesi için:
«Sadakadan olduğundan
korkmasam onu yertiim.» buyurmuştur. Bu gibi şeylerin hükmü lokata yâni bulunan
malların hükmüne girmez.
3- Hattabi
diyor ki: «Hadis-i şerif böyle kıymetsiz şeylerin tesadduku vâcib olmadığına
delildir. Çünkü bulanın mutlaka tesadduku gerekseydi Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: (Onu yerdim.) buyurmazdı.»
164- (1071)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi
ki): Bize VekT Süfyân'dan, o da Mansûr'dan, o da Talhatü'bnü Musarrif'den o da
Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki, Peygamber (SallaJlahü Aleyhi ve
Sellem) bir hurma tanesi bulmuş da:
«Bu hurma sadakadan
olmasa onu yerdim.» buyurmuşlar.
165- (...) Bize Ebû
Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâ-me, Zâide'den, o da Mansûr'dan, o
da Tâlhatü'bnü Musarrif'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Bize Enes b.
Mâlik rivayet etti ki Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) yolda bir hurma
tanesine rastlamış da:
«Bu hurma sadakadan
olmasaydı onu yerdrm.» buyurmuşlar.
166- (...)
Bize Muhammedü'bnu'l-Müsennâ ile İbnî Beşşâr rivayet ettiler. (Dediler ki):
Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, Katâde'den, o da
Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem} bir
hurma tanesi bulmuş da:
«Bu hurma sadakadan
olmasaydı onu yerdim.» buyurmuşlar.
Bu rivayetler dahi
aynen yukarkilerinin ifâde ettikleri mânâ ve hükmü ifâde etmektedirler.
167- (1072)
Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma' Ed - Dubai rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Cüveyriye, Mâlik'den, o da Zühri'den naklen rivayet etti; Zührî'ye de Abdullah
b. Abdullah b. Nevfel b. Haris b. Abdilmuttalib rivayet etmiş, ona da
Abdülmuttalib b. Rabîate'bni Haris rivayet eylemiş; demiş ki: Rabîatü'bnu Haris
ile Abbâs b. Abdilmuttalib bir yere gelerek:
— «Vallahi şu iki oğlanı —bunu ben ile Fadl b.
Abbâs için söylediler.— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se/lem)'e göndersek
de, onunla konuşsalar. Kendilerini bu sadakalar üzerine me'mûr tâyin etse
onlar da başka me'mûrların gördükleri vazifeyi eda etse ve onların aldığı
maaştan bunlar da alsa (çok iyi olur.)» dediler.
Onlar, bu sözleri
konuşurken Alîyyu'bnü Ebî Tâlib geldi ve yanlarında durdu. Mes'eleyi ona da
söylediler, Alîyyu'bnü Ebî Tâlib:
— -Vazgeçin! Vallahi Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bunu yapmaz.» dedi. Rabîatü'bnü Haris hemen itiraz ederek:
— -Vallahi sen, bunu ancak bize hasedinden
dolayı yapıyorsun.
Vallahi Resûiüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in dâmâdhğına nail oldun da biz yine sana hased
etmedik.» dedi. Alî:
— «(Pek Ala) onlan gönderin!» dedi.
Gönderilen gençler
gittiler, Alî de biraz uzandı. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) öğleyi
kılınca ondan önce odasına giderek orada bekledik; Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) geldi ve bizim kulaklarımızı çektikten sonra:
— «Gönlünüzde olanları çıkarın bakalım;»
buyurdu. Sonra içeri girdi, biz de yanma girdik. O gün kendisi Zeyneb binti
Cahş'ın yanında bulunuyordu. Biz sözü birbirimize havale ettik sonra birimiz
konuştu; dedi ki:
— «Ya Resûlallah! Sen insanların en iyisi ve en
yardım severisin. Biz artık buluğ çağına ermiş bulunuyoruz. Şu sadaka
işlerinin, bâzısına bizi me'mûr tâyin etmen için geldik. (Edersen) biz de sair
me'm urlar gibi vazifemizi ifâ eder, onlar gibi maaş alırız.»
Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) uzun bir sükûta daldı hattâ kendisiyle konuşmak istedik.
Zeyneb bize perdenin arkasından:
— «Ona söz etmeyin.» diye işaret etmeye başladı.
Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
— «Şüphesiz ki sadaka Âl-i Muhammed'e lâyık
değildir. O, ancak insanların kirleridir. Siz, bana Mahmîye ile Nevfel b.
Haris b. Abdilmuttalib'i çağırın!»
Mahmîye ganimetlerin
beşte biri üzerine me'mûrdu. Bunlar (çağrılıp) geldiler. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Mahmî-ye'ye:
— «Bu gence kızını ver!» diyerek Fadl b.
Abbâs'ı gösterdi. Mahmîye de kızını ona nikahladı. Nevfel b, Hâris'e dahî:
— «Şu gence kızını ver.» buyurarak bana işaret
etti; o da kızını bana nikahladı. Mahmîye'ye:
— «Her iki kıza ganimetlerin beşte birinden şu
kadar ve şu kadar meri ir ver.» buyurdular.
Zührî: «Abdullah, bana
mehîrin miktarını söylemedi.» demiştir.
168- (...)
Bize Hârün b. Ma'rûf rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Yûnus b. Yezîd, tbni Şihâb'dan, o da Abdullah b. Haris b.
NevfeM Hâşimi'den naklen haber verdi, ona da Abdülmuttalib b. Rabîate'bni Haris
b. Abdilmuttalib haber vermiş ki, babası RabîatübnuHaris b. Abdilmuttalib ile
Abbâs b. Abdilmuttalib, Abdülmuttalib b. Rabîa ile Fadl b. Abbâs'a-
— «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ gidin...» demişler. Râvî hadîsi Mâlik'in
hadisi gibi rivayet etmiş, (yalnız) bu hadîsde: -Alî cübbesini yaydı, sonra
üzerine yaslandı da şunu söyledi:
— Ben
Arslan Ebü Hasen'im!
Vallahi oğullarınız Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve SellemYe gönderdiğiniz mes'elenin cevâbını getirmedikçe
yerimden ayrılmam, dedi.» ifâdesini söyledi.
Yine bu hadîste
şunları söyledi:
-Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— Şüphesiz kî bu sadakalar ancak insanların
kirleridir. Bunlar ne Muhammed'e helâl olur, ne de Âl-i Muhammed'e;
buyurdular.»
Şunu da söyledi:
— -Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
— Bana Mahmîyetü'bnü Cez't çağırın!»
buyurdular. Mahmîye, Beni Esed kabilesinden bir zât idi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu ganimetlerin beşte biri üzerine me'mûr tâyin
etmişti.» cümlesi bir çok esâs nüshalarda bu şekilde rivayet olunmuştur.
Heravİ, Mâzirî ve
diğer bir çok hadîs imamları da onu bu şekilde zaptetmişlerdir. Mânâsı:
»Kalplerinizde topladığınızı meydana çıkarın.» demektir.
Bâzı nüshalarda bu
cümle şeklinde zaptolunmuştur. Buna göre mânâ: «İçinizde gizlediğiniz sırları
meydana çıkarın» demek olur.
Kaadi İyâz mezkûr
cümlenin iki rivayeti daha bulunduğunu söylemiştir. Bunlardan biri diğeri
rivayetine göre mânâ:
«Bana arzetmek istediğiniz şey'i meydana çıkarın.»;
rivayetine göre «Bana ifâde etmek istediğiniz sözü meydana
çıkarın.» demek olur.
Kaadı İyâz, bu
rivayetlerin içinde ekseri üstatlarından ikincisi tercih edildiğini, ilk
rivayetin ihtimâlden uzak görüldüğünü söylemişse de, Nevevî (631 -676) bu söze
karşı: «Memleketimizdeki nüshaların ekserisinde rivayet böyledir, sahih olan
da budur. (El-Metali') sahibi dahi bu
rivayeti tercih etmiş ve: (En doğrusu rivayetidir»
demiştir, şeklînde mütâlâa beyân etmiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve ScllcvıYin: «ÂH Muhammed'e lâyık değildir.» ifâdesi üzerine Nevevi
şunları söylemiştir: «Bu cümle gerek çalışmak gerekse fakr-u zaruret vs. gibi
sebeplerden biriyle olsun Al-i Resûlüllah(Sallallahii Aleyhi ve Sellemfe
sadaka almanın haram olduğuna delildir. Ulemâmızca sahih olan vecih budur.
Ulemâmızdan bâzıları Benî Hâşim iîe Beni Mutta1ib'in sadaka me'mûrluğu yaparak
ücret almasını tecviz etmiş ve bunun bir icâre olduğunu söylemişse de, bu söz
zayıf yahut bâtıldır. Hadis-i şerif onu sarahaten reddetmektedir.»
Bu bâbdaki,tafsilâtı
az yukarıda görmüştük.
«Sadaka ancak
insanların kirleridir.* cümlesi Benî Hâşim ile Benî Muttalib'e sadaka almanın
niçin haram kılındığının illetini beyân etmektedir. Yânı sadaka almak kendilerini
kirlerden tenzih ve ikram için haram kılınmıştır. Sadakanın «kir» diye tavsif
buyurulması Müslümanların mallarını ve nefislerini temizlediği içindir.
Nitekim Teâlâ Hazretleri dahî:
«Onların mallarından
kendilerini temiz pâk etmek için sadaka al.» buyurmuştur. Binâenaleyh sadaka
kir ve paslan yıkayıp gideren çamaşır suyu gibidir.
«Her iki kıza
ganimetlerin beşte birinden şu kadar ve şu kadar mehır var.» cümlesi ile
ganimetlerin beşte birinden akrabaya ayrılan pay kastedilmiş olabilir. Çünkü
Mahmîye ile Ne v fer (Raâiyallahü anh) akrabadan idiler. Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve SellcmYin payı murâd edilmiş olması da muhtemeldir.
Karm : Ulu
ve efendi; mânâsına gelir. Esâs itibariyle
-devenin aygırı» demektir. Lisânımızda bu mânâ «arslan» kelimesiyle
ifâde olunduğu için biz de tercümede bu kelimeyi kullandık. Kelimenin en doğru
şekli bu olmakla beraber bâzı rivayetlerde «kavm» şeklinde zaptolunmuştur.
Havr: Cevap,
demektir. Nitekim Herevi (355-434) de «Tefsir»'inde onun bu mânâya geldiğini
söylemiş, maamâfih haybet mânâsına gelebileceğine de işaret etmiştir. Zira
«havr»'in aslı :Noksanla dönmekdir.
Kaadı îyâz bu mânânın
hadîse daha muvafık olduğunu söylemiştir.
169- (1073)
Bize Kuteybetü'bnu Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, îbni Şihâb'dan naklen haber verdi ki,
Ubeyd b. Sebbâk [66] şöyle de-mış: Bana
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se/Zetw)'in zevcesi Güveyri-ye haber verdi ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yanına girerek:
— «Yiyecek bir şey var mı?» diye sormuş;
Cüveyriye:
— «Hayır vallahi yâ ResûlaÜah! Yanımızda azatlı
cariyemin sadakadan verdiği bir koyun kemiğinden başka hiç bir yiyecek yok.» demiş.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)-— «Getir! O, yerini
buldu.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n - Nâkıd ve tshâk b. îbrâhîm toptan ibni
Uyeyne'den, o da Zührî'den naklen bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet
ettiler.
Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Sellemh «O, yerini buldu.» buyurmakla «Ondan sadaka hükmü gitti ve
bizel helâl oldu.» demek istemiştir. Hadis-i şerîf:
«Kurban etini veya
sair sadakalardan birini kabul eden fakır, onu satabilir, hattâ sadakayı veren
kimsenin bile alması cârzdir.» diyenlerin delilidir.
Mâ1iki1er'den
bâzıları: «Kurban etini alan kimsenin, onu satması caiz değildir.» demişlerdir.
Hadîs-i şerif, bir
illetten dolayı haram kılman bir şey'in, o illet ortadan kalkınca tekrar helâl
olacağına delildir. Bu kaaide mecellede: «Mâni zail oldukta, memnu avdet eder.»
şeklinde hulâsa edilmiştir.
Buna usûl-i fıkıh
ilminde «in'ikas-i İllet» denilir. Yâni illetin şartı, aksine dönmektir. İllet
kalkınca hüküm de kalkar. Zîrâ böyle olmasa illet illet olamaz.
İn'ikâs: Nefî ve illet
taraflarında telâzüm hâsıl olmaktır. Delil böyle değildir. Onda, inikas şart
kılınmaz. Çünkü delilin bulunmaması medlulün de bulunmamasını istilzam etmez.
Yine bu hadis âzath
köle ve cariyelere sadakanın helâl olduğuna delildir. Çünkü Hz. Cüveyriye,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve $ellem)'in âzath cariyelerinden idi.
170- (1074)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize
Veki' rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnu'l -
Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. Vekî' ile Mu-hammed ikisi birden Şu'be'den, o da
Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişlerdir. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Şu'be, Katâde'den rivayet etti; o da Enes b. Mâlik'i şöyle
derken işitmiş: Berîre kendisine sadaka olarak verilen bir eti Peygamber
(SaUalhhü Aleyhi ve ScUcm)'* hediye etti. Resûlüllah (Sallallnhii Aleyhi ve
Scllenı)-.
— «Bu et Berîre'ye
sadaka, bize de hediyedir.» buyurdular.
171- (1075)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki)-Bize babanı rivayet etti. (Dedi
kil. Bize Şu"be rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnu'I -
Müsennâ ile İbnî Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbnü'l-Müsennâ'nındır. (Dediler
ki): Bibe Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki i. Bize Şu'be, Hakem'den,
o da İbrahim'den, o da Esved'den. o da Aişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş); Peygamber SitllıiLhu .\;c,hi u- SıUem'e sığır eti getirdiler ve: Bu et
Berire'ye tesadduk olundu; dediler; Resûlüllah StrfLılhıiui Aleyhi ve baleni
— «O, Berire'ye
sadaka, bize de hediyedir,» buyurdular.
172- (...)
Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dedık:-r kı): Bize Ebû
Muâviye rivayet etti. (Dedi kıl Bize Hişâm b. Urve. Abdurrahmûn b Kaasim den. o
da babasından, o da Âişe i}',Li.hui!Lıhu []ii';,i"dan naklen rivâ\e* etti.
Âişe şöyle demiş: Berire hakkında üç hüküm sâhit olmuşu. Halk ona sadaka veriyor, o da (bunu) bize
hediye ediyordu. Ben, bunu Peygamber (Sdlalakü Aleyhi ve Se//ew)'e andım da:
— «O, Berire'ye
sadaka; sizin için de hediyedir. Binâenaleyh siz onu yiyîn.» buyurdular.
173- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Aliy,
Zâide'den, o da Simâk'den, o da Abdurrahmân b. Kaasim'den, o da babasından, o
da Âişe'den naklen rivayet etti. H.
Bize Muhammedü'bnü'l -
Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti.
(Dedi ki); Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Abdurrahmân b. Kaasim'den
dinledim; (Dedi ki): Kaa-sim'i, Âişe'den, o da Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve
SeHemYden naklen bu hadisin mislini rivayet ederken işittim.
(...) Bana
Ebû't-Tâhir rivâye etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Mâlik b. Enes, Babia'dan, o da Kaasim'den, o da Âişe'den, o da Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve SellemYden naklen bu hadisin mislim haber verdi. Bu kadar
var ki o: «Bu et bize Beri re' den hediyedir.»
(buyurduğunu) söyledi.
174- (1076)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. îbrâhîm, Hâlid'den,
o da Hafsa'dan, o da Ümmi Atıyye'den naklen rivayet eyledi. (Şöyle demiş):
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana sadaka malından bir koyun gönderdi.
Ben de onun parçasını Âişe'ye yolladım. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sehjm) Âişe'nin yanma
gelince:
«Yanınızda (yiyecek)
bir şey var mı?» diye sormuş, o da:
— Hayır, yalnız
Nüseybe, kendisine gönderdiğiniz koyundan bize bir parça göndermiş; demiş.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«O, yerini buldu.»
buyurmuşlar.
Enes hadisini Buhâri
«Zekât» ve «Zühd» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Zekât» bahsinde; Nesâi «Umrâ»
bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.
Ümmü Atıyye hadisini
Buhâri «Zekât» bahsinin bir-iki yerinde ve «Kitâbü'l-Hibe»'de rivayet etmiştir.
-O, Berîre'ye sadaka,
bize de hediyedir...» cümlesinde cârüe mecrûrun müptedâ üzerine geçirilmesi,
ihtisas ifâde etmek içindir. Cümle: «Bu et ancak ona sadakadır; bize değil.»
kuvvetin dedir. Zîrâ sadaka olarak verilen et, H z. Berire'nin milki olunca
ondan sadaka vasfı zail olmuştur. Berire , onu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)e hediye olarak vermiştir. Tahrîm mes'elesi etin aynına taallûk etmez.
«O' yerini buldu.»
cümlesinden murâd: Helâl olan yere ulaştı.» demektir/
Hadîsin bir
rivayetinde Hz. Âişe (Radiyallahü avhâh «Berîre hakkında üç hüküm sabit
olmuştu...» demiş, bunlardan yalnız verilen etin ona sadaka olduğunu
söylemiştir.
ikinci hüküm «velâ» [67]'nm
âzad eden kimseye âit olması, üçüncüsü de kendisi bir köle ile evliyken âzad
edildiği için nikâhın feshi muhayyer bırakılmasıdır.
Rivayetlerin umûmundan
anlaşılıyor ki fakir, sadakayı almakla o maldan sadaka vasfı ve hükmü kalkar.
Artık onu satm almak caiz olduğu gibi
Hâşimi1er'in yemesi de mubahtır.
1- Tahâvi'ye
göre Hâşimi'nin zekât me'mûru olması ve maaş alması bu rivayetlere istinaden
caizdir.
Tahâvî diyor ki: «İmam
Ebû Yûsuf, Hâşimi1erin zekât
me'mûriyetinden maaş almalarını mekruh görüyor; (çünkü sadaka Allah Teâlâ'mn
beyân ettiği sınıflardan başkasına verilmiş oluyor,. hattâ sadakayı veren
me'mûriyeti vasıtasıyla onun bir kısmını almış olnuyor. Bu, ona helâl
değildir.) diyordu. Ebû Yûsuf un delili Ebû Râfi' hadîsidir. Diğerleri ona muhalefet
etmiş: (Sadakadan Hâşimiye maaş vermekte beis yoktur. Çünkü bu, onun ameli
karşılığıdır. Ameline mukaabil maaş almak zenginlere de helâldir. Onlara helâl
olunca Hâşimi1er'e de haram olmaması îcâb eder.
Berîre'ye sadaka
olarak verilen eti yemek Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Hazretlerine
caiz olunca Hâşimî-1er'in de sadaka malından maaş almaları caizdir. Bizce kıyâs
budur. Ve bu kıyâs Ebû Yûsuf un
kavlinden daha sahihtir.»
Tahâv nin «diğerleri» tâbirinden muradı: İmam Mâ1ik bir
kavline göre İmam Şafiî, bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel ve Hânefiiler' den
"îmam Muhammed' dir. Onlar « HâşimiIer'in zekât me' muru olarak zekât
malından maaş almalarında beis yoktur. Çünkü aldıkları maaş vazifeleri
mukaabilidir.» demişlerdir.
Fakat bu kavil şâyân-ı
itiraz görülmüştür. Çünkü Hâşimî-ler'e sadaka almak ancak neseplerinin şerefine
halel gelmemek için haram kılınmıştır. Sadaka insanların kiri mesabesindedir.
Sadakayı ne suretle alırsa alsınlar bu mânâ dâima mecvûttur.
2- Sadaka
hediyeye tahvil edilebilir.
3- Malûm
illetlerden dolayı haram kılınan şeyler, o illetler ortadan kalkınca helâl
olurlar. Eşyanın haram kılınması zâtlarına nis-betle değildir.
175- (1077) Bize
Abdurrahmân b. Sellam El-Cumahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Rabi' yâni îbni
Müslim, Muhammed yâni İbni Zi-yâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'*
bir yiyecek getirildiği vakit onu sorar; (hediye'dir) denilirse ondan yer,
(sadakadır) denilirse yemezmiş.
Bu hadîsi Buharı
«Hibe» bahsinde biraz lâfız farkıyla tah-ric etmiştir.
İbni Battal diyor ki:
«Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellemyin sadakadan yememesi, sadaka
insanların kirleri mesabesinde olduğu içindir.
Bir de sadaka almak
alçak bir mertebedir. Bundan dolayıdır ki, Resûlüllah (SaUaîİahii Aleyhi re
Sellem)
(Yüksek el, alçak
elden hayırlıdır) buyurmuşlar.
Zâten sadaka
zenginlere de helâl değildir...»
Hadis'in ahkâmı
yukarki rivayetlerde görülmüştür.
176- (1078)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebü Bekir b. Ebi Şeybe, Amru'n - Nâkıd ve îshâk b.
İbrahim rivayet ettiler. Yahya (Dedi ki): Bize Veki\ Şû'be'den, o da Amr b.
Mürra'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Ben, Abdullah b. Ebi Evfâ'dan
dinledim. H.
Bize Ubcydullah b.
Muâz da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize, babam Şû'be'den, o da Amr
yâni İbni Mürra'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bize Abdullah b. Ebi Evfâ
rivayet etti; (Dedi ki): Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve SellemYe bir kavim
zekâtlarını getirdikleri vakit:
— «Yö Rabbî! Bunlara salât eyle.» diye dua
ederdi. (Bir defa) ona babam Ebû Evfâ da zekâtım getirdi, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Yâ Rabbî! Âl-i Ebî Evfâ'ya salât eyle.» diye
duâ buyurdular.
(...) Bize,
bu hadîsi îbni Nümeyr dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdris,
Şu'be'den bu isnâdla rivayette bulundu. Şu kadar var ki o (yalnız):
«Onlara salât eyle.»
Dedi.
Bu hadisi Buhârî Zekât», «Megazî» ve «Deavâd» bahisle
rinde; Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbni Mâce «Zekât» bahsinde muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Hadisteki salâtdan
murâd: A11ah'm rahmet ve mağfiretidir.
«Âl'» kelimesinden
maksad: Zekât veren kimsenin zürriyeti değil, bizzat kendisidir. Zîrâ bu
kelimenin zât mânâsına kullanıldığını evvelce görmüştür. Nitekim Resülüllah
(Saüalîahü Aleyhi ve Sellent) Hz. Ebû Mûsâ
El-Eş'arî hakkında:
«Gerçekten buna Âl-i
Davud'un borazanlarından bir borazan verilmiştir.» buyurmuş, buradaki Âl-i
Dâvûd' dan bizzat Hz. Dâvûd (Aleyhisselâmyı kastetmiştir. Bu kelime ekseriyetle
şeref ve itibâr sahibi kimselere izafe edilir. Mes'elâ Âl-i Ebi Bekir ve Âl-i
Ömer (Radiyallahü anhümâ) denilir.
Gerçi Kur'ân-ı Kerîm'de
Fir'avun hakkında da kullanılmışsa da bu mecazdır.
Peygamberlerden
başkasına, salât okumak Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellcvı) Efendimizin
hasâisindandır, o dilediğine salât okuyabilir. Başkaları ona kıyâs edilemez.
Onun için mânâ sahih olmakla beraber bizim Hz. Ebü Bekir hakkında (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) dememiz doğru değildir.
Onun hakkında Ebû
Bekir (Radiyallahü anh) demek îcâb eder. Nitekim Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) Efendimiz hakîkatta aziz ve celîl olduğu hâlde, biz ona «Muhammed
Azze ve Celi e- diyemeyiz. Çünkü bu tâbir yalnız Allah Teâlâ'ya mahsûstur.
Kaadı îyâz diyor ki:
«Peygamberlerden başkasına salât eylemeyi caiz görenler bu hadîsle ihticâc
ederler. Fakat bunu caiz görmeyen îmam Mâlik, Süfyân b. Uyey.ne, Esferâîni ve
Selef den bri cemâat hadîsin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında
vârid olduğunu, başkalarına şu-mûlü bulunmadığını söylemişler: (Bizim sözümüz
ise bizim salatanız hakkındadır.) demişlerdir.»
İmam Nevevî (631 -
676) bu bâbda şunları söylemiştir: «Bu duada Allah Teâlâ'mn (Onlara salât eyle)
emrine imtisal vardır. Mezhebimizin meşhur olan kavli ile bütün ulemânın
mezheplerine göre zekât veren kimseye dua etmek vâcib değil, sünnet ve
müstehab-dır. Zahirîler vâcib olduğuna kaaildirler. Mezhebimizin bâzı ulemâsı dahî
onlarla beraberdir. Bunların delili: Âyetdeki (salât eyle) emridir. Cumhûr-u
ulemâ : Bu emir bizim hakkımızda nedip ifâde eder. Çünkü Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), Hz. Muâz'la başkalarını zekât toplamak için Yemen’e
göndermiş fakat zekât verenlere dua etmelerini kendilerine emir buyurmamıştır;
derler.
Gerçi Zahirîler buna
itirazla: Muâz ve arkadaşları duanın vâcib olduöunu âyet-i kerîmeden
bilirlerdi; demişlerse de cumhûr-u ulemâ buna da cevap vermiş ve: Peygamber
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i duası sekînet ifâde eder, başkalarının duası
böyle değildir; demişlerdir.
îmam Şafiî zekât veren
kimseye: (Verdiğin zekât hakkında Allah sana ecir ihsan eylesin; onu senin
hakkında temiz pak eden su yapsın. Kalan malına da bereket versin.) diye duâ
etmenin müstehab olduğunu söylemiştir. Zekât me'mûrunun: (Yâ Rabbî filâna salât
eyle.) şeklinde duâ etmesini ulemâmızın ekserisi kerih görmüşlerdir.
îbni Abbâs
(Radiyallahii anh) ile İmam Mâlik, Süfyân b. Uyeyne ve Selef ten bir cemâatin
mezhepleri de budur. Ulemâdan bir cemâat bu hadisle istidlal ederek zekât
me'mûrunun (Yâ Rabbî filâna salât eyle.) diye duâ etmesini ke-râhetsiz olarak
caiz görmüşlerdir.
Ulemâmız
Peygamberlerden başkasına müstakillen salât edile-miyeceğini söylemişlerdir.
Çünkü Selef-i Sâlihin'in lisânında (salât) kelimesi yalnız Peygamberlere
mahsûstur...»
Nevevî, Hanefiîler'in
kavlini sarahaten zikretmemişse de, Hanefii1er'le İmam Mâ1ik'e göre dahî
Peygamberlerden başkasına müstakillen Salât okunamaz. Ancak Peygamberlere
salât okunurken onlar da tebean zikredilriler.
Peygamberlerden
başkasına müstakillen salât getirmenin mekruh mu, haram mı yahut mücerred edebe
riâyet mi olduğu hususunda Şafiller' den üç kavil rivayet edilmiştir. Meşhur
kavle göre kerâhet-i tenzihiye ile mekruhtur. Çünkü Peygamber olmıyan bir zâta
salât-u selâmda bulunmak bid'atçıların şiarıdır. Ehl-i sünnete onların şiarını
benimsemek yasak edilmiştir.
Peygamberlere salât-u
selâm getirirken onlara tebean zevcelerine, zürriyetlerine ve kendilerine tâbi
olan ümmetlerine de salât-u selâmda bulunmak ulemânın ittifakı ile caizdir.
Çünkü Se1efin ulemâsı bundan men olunmamışlardır. Bil'akis teşehhüd vesâir yerlerde
ümmet bununla me'mûrdur. Şâfii1er'den İmâ-mü'1-Haremeyn (419-478) salâvât
hakkında şunları söylemiştir: «Peygamberlerden başkasına münferiden salâvât
getirilemez. Gâib de ayni hükümdedir. Onun hakkında da (filân Aleyhisse-lâtn)
denilemez. Fakat ölü olsun diri olsun muhataba selâm vermek sünnettir. Ona
(Esselâmünaleyküm) veya (Esselâmü alcyke) yahut (Selâmünaleyküm) demek
sünnettir.»
177- (989)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-şeym haber verdi. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyâs ile Ebû Hâlid-i Ahmar
rivayet ettiler. H.
Bize Muhammedü'bnü'l -
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdül-vahhâb ile îbni Ebi Adiyy ve AbdülVlâ
hep birden Dâvûd'dan rivayet ettiler. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Dâvûd, Şa'bî'den, o da Cerir b. Abdillâh'dan naklen haber
verdi. Cerîr (Şöyle demiş): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemh
— «Sadaka me'mûru size
geldiği vakit sizden razı olarak ayrılmalıdır.» buyurdular .
Bu hadisden murâd:
Me'mûrlara nezâket, ülül'emir'e itaat Müs-lümanlann birliğini te'mîne gayret ve
ara bulmak gibi şeyleri tavsiyedir. Fakat bütün bunlar me'mûrlarm cebren ve
zûlmen bir şey'i almaya kalkışmaması şartıyla mukayyeddir. Zulmederlerse
kendilerine muvafakat ve tâat icâb etmez. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem), Buharı' nin rivayet ettiği Enes hadîsinde:
«Sadaka kimden usûlü
vecîhle istenirse, onu hemen versin, fazla istenirse vermesin.» buyurmuştur.
Nevevi’nin beyânına
göre istenilen fazlanın verilip verilemeyeceği hususunda Şâfiîyye ulemâsı
ihtilâf etmişlerdir. Ekserisi ziyâdenin verilmiyeceğini; yalnız farz olan
miktarla iktifa olunacağını söylemiş; bâzıları ziyâde isteyen me'mûra farz olan
miktarın bile verilemiyeceğine kaail olmuşlardır. Çünkü fazla isteyen me'mûr
fâsiklık etmiş olacağından vazifesinden azledilmiş sayılır. Onun kendisine hiç
bir şey verilmez.
[1] Sûre-i Meâric âyet 25
[2] Medînelidir. Sahîheyn râvîlerindendir
[3] Müd: Örfî Ölçüye göre sekizyüzotuziki gramlık bir
ölçektir. Sa'ın Örfî tutan da 3.333 kg.dır.
[4] Mükâteb: Bedel-İ kitabete kesilmiş, yâni kendisine
sahibi tarafından: «Şu kadar para getirirsen hürsün.» denilmiş köledir. Bu gibi
köleler hürriyete yaklaşmış demektirler.
[5] Medînelidir; müslimin râvîlerindendir
[6] Sûre-i Zelzele âyet 7 - 8
[7] SÛre-i Tevbe âyet 34-35
[8] Muhammed b. Ebî Ismâîl (? _ 142) Müslimin
râvîlerindendir
[9] Hadîs îtibânyla Kûfelilerden sayılır. Müslimin
râvîlerindendir.
[10] Amr b. Mersed.
[11] Müzâhim b. Züfer b. Haris El-Amirî: Kûfelidir;
Müslim'in râvîl erin dendir.
[12] Haysemetü'bnu Abdirrahmân El-cu'fi: (-83) Müslim'in
rfivtlerindendir. Babasının İsmi Uzeyr olup, Peygamber (S.A.V.) tarafından
kendisine Abdurrahmân ismi verilmiştir.
[13] Satın almaktır. Burada ondan murâd: Kölelerle
cariyelerdir
[14] Sûre-i AU îmran, âyet 92.
[15] Müslim'in râvîlerindendir. Hz. Aişe ile Ebû
Hüreyre (R-A.)'dan hadîs nakletmiştir
[16] Benî Hâşim'in ftatlısıdır. Medîneli sayılır. Sahîheyn
râvîlerindendir.
[17] Sure-i Sebe' âyet 39.
[18] Mftbed b. Hâlid El-Cedelî El-Kaysl: (?-HS) Kûfelİdir. Sâhİheyn rlvî-lerdendir.
[19] Ebû Hâşira Muhammed b. Yezld Er-Rifâr <?-248)
Kûfe'lidir. B&gdat'da kadılık etmiştir. Müslim'in râvllerindendir.
[20] Ebû Abdülih Ahmed b. O»mmn b. Haktin El Erdi: (7-260)
Kûfeüdir. Sa-hlheyn râvîlerdendir. 382
[21] Süre-i Bakara .âyet 276
[22] Sûre-i müminin Ayet 51
[23] Sûre-i Bakara ayet 172
[24] Ebû Hayseme Zûheyr b. Mu&vİyetel-Cu'f!: (? -134)
Kûfcli olup Ceztre'dc yalamıştır. Metin bir hafızdır. Sahîheyn râvîlerindendir
[25] Ebu'l-Velld Abdullah b. Mâkîl: Kûfeü'dİr, sahîbeyn
rftvllerindendir.
[26] Kûfelidir
[27] Sûre-i Nîsft âyet
[28] Sûre-i Haşr âyet 18
[29] Müslim'in râvîlerindendir
[30] 520 Dirhem
[31] Sûre-i Tevbe: âyet 79
[32] Sûre
[33] Hammâd b. Üsâmete'I Zeydî: (?-201) azatlı
kölelerdendir. Sahîheyn râ-vîlerindendir.
[34] Yalnız Müslim'in râvîlerindendir
[35] Abbâd b. Hamza b. AbdİHah b. Zübeyr EI-Kuraşi:
Müslimin râvîlerin-dendir.
[36] Sûre-i Rahman
[37] Sûre-i Bakara âyet 273
[38] Abdurrahman b. Amr El-Ensârî: Medîne kadısdır. Hz.
Osman ile Ebû Hüreyre (RA.)'dan
hadis rivayet etmiştir.
[39] Ubeydullah b. Ebî CâferEl-Emevî El-Kuraşî: (?-135)
Basrah azatlılardan, dır. Sahîbeyn râvîlerindendir
[40] Abdullah b. Scvb yahud îbni Avf veya Ya'Joıb b. Avf:
Zühdü takvası ve kerametleri ile meşhur bir zâttır. Şam'lıdir. Peygamber
(S.A.V.) zamanında Müslüman olmuştur. Esved-i Ansı kendisini ateşe atmış;
yanmadığım görünce serbest bırakmıştır. Bunun üzerine Medîneye hicret etmişse
de o yolda iken Resûlüllah (S.A.V.) vefat etmiştir. Bu hadîsin senedini okurken
yapılan duânm müstecâb olduğu söylenir.
[41] Ebû Bekir Hârun Riyâb: Basralıdır; Müslüman
râvîlerindendir.
[42] Ebû Bekir Kinânetü'bnu Nuaym El Adevî: Basralıdır: Müslim'in râvîle-rİndendir.
[43] Ulemâ bu İsmin yanlış olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu yukarıda olduğu gibi İbni Sadî'dir.
[44] Ayed kerime
[45] Sûre
[46] Sübhâne, Sebbih gibi kelimelerle başlayan sûreler.
[47] Yâhud Hilâl b. Ebî Hilâl: Hilâl b. Alî'dir. Kendisine
İbni Üsâme dahî denilir; Sahîheyn râvîlerindendir. Hişam b. Abdilmelik
zamanında vefat etmiştir
[48] Abdullah b. Yezîd: (? - 213) Hz. Ömer'in oğullarına
âit azatlılardandır. Aslen Basra tarafından olup Mekke'de yaşamıştır
[49] Mısırlıdır. Müslim'in ravîlerindendir.
[50] Hadîs İtibariyle Mısırlı sayılır.
[51] Hz. Ömer (R.A.) tarafından Kûfe'ye ilk defa kadı tâyin
edilen zâttır. Kendisine Selman-ı Hayl da denir. Sülehâ'dan bir zât olup her
sene haccedermiş. Hz. Osman zamanında (25) tarihinde vefat etmiştir.
[52] Ebû Yahya tshâk b. Süleyman Er-Râzî El-Anberî: (?-200)
Aslen Kûfe'li-dir; sahîheyn râvîlerindendir.
[53] Basralı'dır; Sahîheyn râvîlerindendir.
[54] Basrah'dır. (184) tarihinde vefat etmiştir, Sahîheyn
ravîlerindendir.
[55] Ebû'l-Kaasim Muhammed b. Sa'd b. Ebî Vakkaâs
El-Kuraşî: Medîne'Hdir. Sahîheyn râvîlerindendir. Haccâc tarafından
katledilmiştir.
[56] Ebû Abdülâh Sümeyt b. Umeyr yahut Sümeyt b. Sümery:
.Mısırlıdır; Müslim'in râvîlerindendir
[57] Sûre-i Tevbe, âyet 25-26
[58] Ebû Rifa'a Abâyetü'bnü Rifft'ate'bni Râfi'b. Hadic
El-Ensârî: Sahiheyn râ-vîlerindendir.
[59] Müslim'in râvîlerindendir.
[60] Kûfeli'dir. Hz. Ebû Said ile Ebû Hüreyre (RA)'dan
hadis rivayet etmiştir
[61] Ebû'l Mugîra Kasım b. Fadl El-Huddânl (? -167)
Basralı'dır
[62] Dahhak b. Şur&hîl El-Misrakî El-Hemdânî; Sahiheyn
ravilerradendir
[63] Yüseyr Amr yahut üseyr b. Câbir E!-Muhâribî. Sahiheyn
râvîlerindendir
[64] Ebû İsa Avvâm b. Havşeb b. Yezîd Eş-Şeybâriî. Vâsıtlıdır, sahiheyn râvîlerindendir
[65] Bâzılan bunun Useyr b. Câbir olduğunu söylerler.
Künyesi; Ebû Kays'dır.
[66] Hicâzlı'dir. Sahîheyn râvîlerindendir
[67] Velâ: Köle azadı
sebebiyle sabit olan miras hakkıdır.