DEVAM: 13- CİHADOA
NİYET BABI
حدّثنا
عِبْدِ
الْرَّحْمِنِ
بْنُ إِبْراهِيمَ.
ثنا عِبْدُ
اللهِ بْنُ
يَزِيدَ. ثنا
حَيْوَىُ.
أَخْبَرَنيْ
أَبُو
هَانِئ؛
أَنَّه سَمِعَ
أَبَا عِبْدَ
الْرَّحْمِنِ
الْحُبْلى
يَقُولُ؛
إِنَّهُ
سَمِعَ
عِبْدَ اللهِ
بْنُ عَمْرٍو
يَقُولُ.
سَمِعْتُ
الْنَّبِيِّ صلى
الله عليه
وسلم يَقُولُ: ((مَا
مِنْ
غَازِيَةٍ
تَغْزُو في
سَبِيلِ
اللهِ،
فَيُصِيبُوا
غَنِيمَةً،
إِلاَّ
تَعَجَّلوا
ثُلْثَيْ
أَجْرِهِم.
فَإِنْ لَمْ
يُصِيبُوا
غَنِيمَةً،
تَمَّ لَهُمْ
أَجرُهُمْ))
Abdullah bin Amr
(bin el-Âs) (r.a.)'den; Şöyle demiştir: Ben, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken işittim: «Allah yolunda savaşıp da ganimetle (ve
sağlıkla) dönen her gâzî grubu (âhiret) ecrinin üçte ikisini dünyada almış
olurlar. Eğer hiç ganimet elde edemezlerse (âhiret) ecirleri tam olur.»
AÇIKLAMA: Ebu Musa (r.a.)'ın hadisi Kütob-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur.
Bu hadiste geçen "Hamiyyet" kelimesinin manası: Aşireti, kabilesi ve
yakınları için gayretkeş ve mutaassıp olmaktır. Hamiyyet için savaşmaktan
maksad, aşireti ve yakınları hakkında duyduğu gayret ve taassup için bunlar
uğrunda savaşmaktır.
Bu hadiste
işaret edildiği gibi bir adam Peygamber (s.a.v.)'a bazı kimseler kahramanlıkla
övülsün diye savaşırlar. Bir kısım kimseler de yakınları uğrunda ve onlar için
savaşırlar. Diğer bir kısım adamlar da riyakarlık ve gösteriş için savaşırlar.
Bunların hangisinin savaşı Allah yolunda savaş sayılır? diye sormuştur.
Tirmizi 'nin
rivayetinde; ''Bunların hangisi Allah yolundadır?'' ilavesi vardır.
Reslll-i Ekrem
ise verdiği cevapta ancak tevhid kelimesinin yüce olması için savaşanların
cihadının Allah yolunda olduğunu bildirmiştir. Yani diğer amaçlarla yapılan
cihad Allah yolundaki savaşlardan sayılmaz.
Hamiyyet ve
gayretkeşlik bazen din için olur. Şayet din için olursa yine tevhid kelimesinin
yücelmesi için olmuş olur.
Ebu Ukbe
(r.a.)'ın hadisini Ebu Davud da rivayet etmiştir. Faris, ana dili Farsça olan
milletin ismidir. Bunlara Acem de denilir. Bu millet toplu olarak İran'da
bulunur. Ebu Ukbe aslen İran'lı olup Haşim bin Abd-i Menaf oğullarının azadlısı
idi. El-Münziri bu zatın Basra'lı olduğunu söylemiştir. Ana dili Farsça
olanlardan Irak'ta ikamet edenler de bulunduğu için bu zatın ilk zamanlarda
Basra'da ikamet etmiş olduğu anlaşılıyor. Ebu Davud'un rivayetinde bu zatın
Faris halkından olduğu belirtilmiştir. Müellifimizin rivayetinin zahirine göre
bu zat Faris halkının azadlısı idi. Fakat gerek Ebu Davud'un rivayeti ve
gerekse el-Hülasa ile Avnü'l-Mablld'da verilen bilgi bu zatın Haşim oğullarının
azadlısı olduğuna ve kendisinin aslen Faris halkından olduğuna delalet eder. Bu
nedenle müellifimizin rivayetindeki ifadeyi bunlara uygun terceme ettim. Zaten
müellifimizin rivayetindeki ifade böyle terceme edilmeye de müsaiddir. Acemler
savaşırken düşmanlarına darbe indirdikleri zaman kahramanlıklarını açıklamak
maksadıyla isimlerini ve mensubu bulundukları soyu dile getirirlerdi. Bu
onların bir adeti halinde idi. Bu nedenle Ebu Ukbe alıştığı adet uyarınca farisli
bir genç olduğunu belirterek Uhud savaşında düşmana darbe indirmiştir. Bir
kavmin azadlısı hangi soydan olursa olsun o kavme mensup olduğu için Reslll-i
Ekrem (s.a.v.) kendisine, ensari genç olarak kendisini tanıtmasının uygunluğunu
beyan buyurmuştur.
El-Kari bu
hadisin açıklaması bölümünde: Yani Ey Ebu Ukbe! Sen düşmana darbe indirdiğinde
öğündüğün zaman yanlarına hicret ettiğin ve bana yardımcı olan Ensar'a mensub
olduğunu söyle. İran'lılar o dönemde kafir oldukları için Resul-i
Ekrem (s.a.v.),
Ebu Ukbe'nin kendisini İra n lı' lara mensub etmesini hoş karşılamamış ve onun
kendisini Ensar-i Kiram'a mensub etmesini emretmiştir. Çünkü Ensar'a intisab
etmek, müslümanlara intisab etmek demektir, der.
EI-HüIasa'nın 455.
sahifesinde Ebu Ukbe (r.a.) hakkında şu bilgi verilmiştir: Ebu Ukbe ei-Farisi,
Haşim oğullarının azadlısı olup sahabi'dir. Adının Reşid olduğu söylenmiştir.
Ravisi, oğlu Abdurrahman bin Ebi Ukbe'dir. Ebu Davud ve İbn-i Mace onun
hadislerini rivayet etmişlerdir.
Bu babın son
hadisini Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bu
hadis muhtelif şekillerde yorumlanmıştır. Nevevi: Hadisin yegane doğru manası
şöyledir ve başka türlü yorumlanması yanlıştır: Caziler sağ, salim evlerine
döndükleri veya ganimetle döndükleri zaman ecirleri selametle dönmeyen veya
selametle dönüp de ganimet elde edemeyen gazilerin sevabından az olur. Canimet
savaş sevabının bir parçasının karşılığıdır. Bu itibarla gaziler ganimetle
döndükleri zaman savaştan dolayı müstehak oldukları sevabın üçte ikisini
dünyada almış olurlar. Canimet de sevabın bir parçasıdır, demiştir.
Şu halde
ganimet, sevabın üçte birisine ve selametle dönmek de sevabın üçte birisine
tekabül eder. Böylece sevabın üçte ikisi dünyada alınmış olur.