ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

19

 

أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ

 

19. Yahut gökten boşanan yağmur gibi. Onun içinde karanlıklar, şimşek ve gök gürültüsü vardır. Ölüm korkusu ile yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kafirleri çepeçevre kuşatandır.

 

Dehşet Tabloları:

 

"Yahut gökten boşanan yağmur gibi." Taberi der ki: Burada (...): Yahut "ve" anlamındadır. el-Ferra da böyle demiş ve delil olarak da şu beyiti göstermiştir: "Leyla zannetti ki ben kötü iş yapıyorum Kendimedir nefsimin takvası yahut kötülüğü."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Hilafete nail oldu yahut onun için bir kaderdi Nitekim Musa da Rabbinin huzuruna kader gereği çıkmıştı."

 

Buralarda ''yahut" kelimesi; "ve" anlamındadır.

 

Burada yer alan ''yahut" kelimesinin, muhatabı istediğini seçmek hususunda serbest bırakmak için kullanıldığı da söylenmiştir. Yani siz münafıkların durumunu ister buna ister buna benzetin. Sadece bu iki halden birisine münhasır değiL. Buyruk, yahut onlar yağmura tutulmuş kimsenin haline benzerler, demektir.

 

(...) kelimesi yağmur anlamını taşır. Bu kelimenin iştikakı ise: (...) şeklindedir ve yağmurun yağması hakkında kullanılır. Alkame der ki: "Yağmur yüklü bulutlar, bol bol seni sulayasıca Beni cahil bir kimse ile eş tutma!"

 

Kelimenin aslı (...) şeklindedir. Ya ve vav bir araya gelmiş, ya harfi vav'dan önce esreli bulunmuştur. O bakımdan vav ya'ya dönüştürülüp idğam yapılmıştır.

Nitekim (...) kelimelerinde de aynı şey yapılmıştır. Kimi Küfeliler de şöyle demiştir: Bu kelimenin aslı, (...) vezninde (...) şeklindedir. en-Nehhas da der ki: Eğer durum onların dediği gibi olsaydı, bu iki harfin birbirine idğam edilmesi caiz olmazdı. Nitekim (...) kelimesinin de idğamı caiz değildir. (...) kelimesinin çoğulu, (...) şeklinde gelir.

 

Arap dilinde bu ifadenin takdiri de şöyledir: "Onların misali bir ateş yakan kimsenin misaline benzer. Yahut yağmura tutulmuş kimsenin halini andırır .... "

"Gökten" Gök anlamına gelen "sema" kelimesi müzekker ve müennes olarak gelir ve (...) şekillerinde çoğulları yapılır. el-Accac der ki: "Onu rüzgarlar ve gökler (yani: yağmurlar) sarar"

 

Üst tarafta bulunup da seni gölgelendiren her şeye "sema" denilir. O bakımdan (Arapçada) evin tavanına ''Sema" denilmiştir. Aynı şekilde "sema" yağmur anlamında da kullanılır; çünkü yağmur semadan (yukardan) gelir. Hassan b. Sabit der ki: "Hashas oğullarının bazı toprakları var ki kurudur Oraları topraklar ve sema gizleyip örter."

 

Bir başka şair de şöyle demiştir: "Sema (yağmur) bir kavmin arzına yağdı mı İsterse onlar kızsınlar biz orada otlatırız." çamur ve ota da "sema" adı verilir. Mesela: "Sizin yanınıza gelene kadar semayı çiğneyip durduk" denirken kastettikleri otları ve çamurları çiğneyip durdukları şekildedir. Yine yüksekte kaldığı için atın sırtına da "sema" adı verilir. Şair der ki: "Atlas gibi kırmızı semasına gelince Hep ıslaktır. Arzı ise kuru mu kuru .. "

 

Üstte kalan şeye "sema", aşağıda kalan şeye de "arz" denildiği önceden de açıklanmıştır.

 

"Onun içinde karanlıklar, şimşek ve gök gürültüsü vardır."

 

Yüce Allah burada çoğul şeklinde "karanlıklar" buyurarak bir taraftan gecenin karanlığına, diğer taraftan bulutun karanlığına işaret etmektedir. Bulutlar üst üste yığılıp arttığından dolayı çoğul gelmiştir. Bu kelimenin söyleyiş şekillerine dair açıklamalar önceden (17. ayetin tefsirinde) geçmiştir. Burada tekrarlamaya gerek yoktur. Yüce Allah'ın izniyle daha önce açıklaması geçmiş bütün hususlara dair tutumumuz bu olacaktır.

 

"Gök gürültüsü" hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. Tirmizi'deki rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: Yahudiler Peygamber (s.a.v.)'e gök gürültüsünün ne olduğu hakkında soru sordular, o da şöyle buyurdu: "Meleklerden bir melek olup bulutlarla görevlidir. Onunla birlikte Yüce Allah'ın dilediği yere kendileri vasıtasıyla bulutları sürdüğü kamçıları vardır." Bu sefer: Peki bu işittiğimiz ses ne oluyor? diye sorunca; Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: "Bu da onun bulutlara bağırdığı zamanki sesidir. Ve bu Allah'ın dilediği yere kadar ulaşır." Yahudiler: Doğru söyledin, diye cevap verdiler..

 

İlim adamlarının çoğunluğu da bu görüşü benimsemiştir. Buna göre "gök gürültüsü" işitilen sesin adıdır. Hz. Ali de böyle demiştir. Arap dilinde bilinen de budur. Cahiliyye döneminde Lebid şöyle demiştir: "Gök gürültüsü ve yıldırım bana o süvariyi kaybetmenin acısını tattırdı Baş edilemez o savaş gününde."

 

İbn Abbas'tan şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Gök gürültüsü bulutlar arasında sıkışıp kalan bir rüzgardır. İşte işittiğiniz o sesin çıkması bundan dolayıdır.

 

"Şimşek" hakkında da müfessirler farklı görüşlere sahiptir. Ali, İbn Mes'ud ve İbn Abbas (Allah onlardan razı olsun)'dan şimşeğin meleğin elinde kendisiyle bulutları sürdüğü demir bir kılıç olduğu rivayet edilmiştir.

 

Derim ki: Tirmizı'nin rivayet ettiği hadisin zahirinden anlaşılan odur. Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre bu, kendisi vasıtasıyla bulutları sürüklediği, meleğin elinde nurdan bir kamçıdır. Ondan gelen bir başka rivayete göre şimşek, görünür gibi olan bir melektir.

 

Felsefeciler de derler ki: Gök gürültüsü, bulut parçalarının birbirleriyle sürtüşmesinden çıkan sestir. Şimşek ise, bu süftüşmeden dolayı parlayan, çakan ateştir. Ancak bu görüşün doğruluğunu belirten sahih bir metin yoktur. O bakımdan reddedilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Gök gürültüsü" (anlamına gelen '''er-Ra'd'' kelimesinin asıl itibariyle hareket manasına geldiği ifade edilmiştir. Nitekim korkak kimseye "er-Ri'did (çokça titreyen)" denilir. Çalkalanıp sallanan birşey hakkında da Titredi kelimesi kullanılır. Hadis-i şerifte yer alan şu ifade de buradan gelmektedir: "İkisi bütün eklemleri titreyerek getirildiler." Bu hadisi Ebu Davud- rivayet etmiştir.

 

'''el-Berk (şimşek)" : kelimesinin aslı parlaklık ve ışık anlamına gelen (...) kelimelerinden gelmektedir. Burak kelimesi de burdan gelmektedir. Burak, Resulullah (s.a.v.)'ın İsra gecesinde bindiği binektir. Ondan önce diğer peygamberler de bu bineğe binmiştir.

 

"Gök gürledi" Ra'd kökünden; "(Gökte) şimşek çaktı" da Berk kökündendir. Yine: (...) tabiri, kadın güzelleşip süslendi, anlamındadır. Araplar, erkek hakkında (...) denildiğinde tehditte bulundu ve korkuttu, denmek istenir. İbn Ahmer der ki:

 

"Ey ülkemiz kendisinden uzak olan ve ey bizi uzaktan takip edip yetişemeyen Sen bulunduğun yerde şimşek gibi çak ve gök gibi gürle."

 

Belde halkına gök gürültüsü ve şimşekler isabet ettiğinde (...) denilir.

 

Gökteki gürültü ve şimşek için (...) denilirken, tehditte bulunduğu ve korkuttuğu zaman bir kişinin durumunu anlatmak üzere de: (...) denilir. Ancak el-Esmai bunu kabul etmez. Esmai'nin görüşüne karşı el-Kumeyt'in şu beyiti delil gösterilmiştir: "Ey Yezid, gürle ve tehditte bulun. Senin tehdidin bana dokunmaz."

 

Ancak el-Esmai: Kumeyt'in sözleri delil değildir, diye cevap verir.

İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Medine ile Şam arasında Ömer b. Hattab ile bir yolculukta idim. Beraberimizde Ka'b el-Ahbar da vardı. Şiddetli bir rüzgar çıktı. Ondan sonra gök gürültüsü ve oldukça şiddetli bir yağmur yağdı. Soğuk da oldu. İnsanlar korkmaya başladı. Ka'b bana şöyle dedi: Her kim gök gürültüsünü işittiği vakit: "Gök gürültüsünün hamdiyle, meleklerin de korkusundan dolayı tesbih ettiği zatın şanı ne yücedir!" derse bu bulut soğur ve gök gürültüsünden dolayı meydana gelecek zararlardan esenliğe kavuşturulur. İbn Abbas der ki: Bu sözü ben ve Ka'b birlikte söyledik. Sabah olup da insanlar bir araya gelince Ömer'e şöyle dedim: Ey mü'minlerin emiri. Sanki biz insanların içinde bulunduğu durumdan farklı bir haldeydik. Bana, bu nasıl oldu? diye sorunca ben ona Ka'b'ın söylediklerini naklettim. Hz. Ömer şöyle dedi: Sübhanallah siz, niye bunu bize söylemediniz, biz de söylediğiniz gibi söylerdik. Bir rivayette de Hz. Ömer'in burnuna isabet eden ve burnunda iz bırakan bir dolu tanesi çarptı. Bu rivayet inşaallah er-Ra'd süresinde 03. ayetin tefsirinde) gelecektir.

 

Her iki rivayeti de Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit el-Hatib, tabiinin ashab-ı kiramdan naklettiği rivayetler arasında zikretmektedir. (Allah'ın rahmeti hepsine olsun). İbn Ömer'den rivayete göre Peygamber (s.a.v.) Gök gürültüsü ve yıldırımları işitip gördüğünde şöyle derdi:

 

Allah'ım, gazabınla bizi öldürme, azabınla bizi helak etme, bundan önce bize afiyet ver."

 

"Yıldırımlardan parmaklarını kulakIarına tıkarlar." Parmaklarını kulaklarına tıkamalarının sebebi Kur'an-ı Kerim'i işitmemek, ona ve Muhammed (s.a.v.)'e iman etmemek içindir. Çünkü bu onlar açısından bir küfürdür. Küfür de bir ölümdür.

 

(...): parmaklar" kelimesinin tekili beş şekilde söylenir: 1. (...) şeklinde hemze esre, be üstün 2. (...) şeklinde hemze üstün, be esreli 3. Hemze ve be üstün, 4. Hemze ve be ötreli, 5. Hemze ve be esreli. Kelime müennestir. "Kulak" anlamına gelen "uzun"un küçültme ismi "uzeyne"dir. Bunu bir erkeğe ad verip küçültecek olursak "uzeyn" denilir.

 

"Kulak" anlamına gelen, "üzün" kelimesinin çoğulu "azan" gelir. Herkesin sözüne kulak veren kimse hakkında: (...) denilir. Tekili ile çoğulu aynıdır. Kulakları büyük kimseye: (...) denilir. Böyle olan koyuna: (...); koça da: (...) denilir. Ayakkabı ve benzerine tutup çekeçek yer (kulp v.s.) yapılırsa: (...) denilir. Mastarı (...) şeklinde gelir. (...) de çocuğun kulağını büktüm, demektir.

 

"Yıldırımlardan" buyruğu ile yıldırımlar dolayısıyla parmaklarıyla kulaklarını tıkadıklarına işaret edilmektedir. Ayet-i kerimede yer alan 'savaik"yıldırımlar 'saika"kelimesinin çoğuludur. İbn Abbas, Mücahid ve başkaları der ki: Melek olan er-Ra'd (gök gürültüsü) ın hiddeti ileri dereceye vardığı takdirde ağzından ateş saçar. İşte yıldırımlar bunlardır. el-Halil de böyle söylemiştir. Yine el-Halil der ki: Yıldırım: Gök gürültüsü sesinden gelen oldukça şiddetli bir şekilde düşen birşeydir. Kimi zaman onunla beraber değdiği şeyi yakan bir ateş parçası da bulunur. Ebu Zeyd de der ki: Yıldırım, şiddetli gök gürültüsü esnasında semadan düşen bir ateştir. el-Halil de bir grup kimseden bu kelimenin "sin" harfi ile "es-saika" şeklinde söylediğini nakletmektedir. Ebu Bekr en-Nekkaş da der ki: "Saika, sa'ka ve sakia" aynı anlamdadır. el-Hasen bu kelimeyi (kaf harfini öne alarak): "es-savaki" şeklinde okumuştur. Ebu'n-Necm'in şu beyitinde de durum böyledir:

 

"Keskin ve dümdüz kılıçlarla anlatırlar Şimşeğin gök gürültüsünden yarılmasını."

En-Nahhas der ki: Bu şekildeki söyleyiş Temimliler ile Rabia oğullarının bir kısmının söyleyiş şeklidir. Gökten bir topluluk üzerine yıldırım düştüğü vakit, "Üzerlerine gökten yıldırım düştü," denir.

 

Saika, aynı zamanda azap sayhası (feryadı) anlamındadır. Allah şöyle buyurmaktadır: "Kazandıkları sebebiyle, horlayıcı azabın yıldırımı onları yakaladı." (Fussilet, 17) Bayılan hakkında: (...) adam bayıldı, baygınlık ifadeleri (bu kökten) kullanılır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu anlamdadır: "Musa da baygın düşüverdi. "(el-A'raf, 143) İbn Mukbil der ki:

 

"Mavi at sineklerini göğsünün altında görürsün

Teker teker çifter çifter kişnemeleri o atların, onları baygın (ölü) düşürmüştür." Yüce Allah'ın: "Göklerde veyerde olanların hepsi baygın düşer. "(ez-Zumer, 68) buyruğundaki baygınlıktan kasıt ölümdür.

 

Yüce Allah bu ayet-i kerimede münafıkların durumunu, şiddetli yağmur esnasında bulunan karanlıklara, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımIara benzemektedir. Karanlıklar onların inandıkları küfrün misali, gök gürültüsü ve şimşek kendisi ile korkutuldukları buyrukların misalidir.

 

Şöyle de denilmiştir: Allah Kur'an-ı Kerim'i yağmura benzetmiştir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması onlar için içinden çıkılamaz birşeydir. Körlük ise karanlıklar demektir. Onun içerisinde bulunan tehdit, azar da gök gürültüsüdür. Kur'an-ı Kerim'de bulunan nur ve kimi zaman neredeyse gözlerini kamaştıracak dereceye varan apaçık deliller ise, şimşeği andırmaktadır. "Yıldırımlar" ise Kur'an-ı Kerim'de bulunan dünya hayatında savaşa çağrının ve ahiretteki tehditlerin misalini ifade eder. "YıIdırımların hoşlarına gitmeyen cihat, zekat ve benzeri diğer şer'i mükellefiyetler olduğu da söylenmiştir.

 

"Ölüm korkusu ile." Burada (korkuyu ifade eden) (...) kelimesi, aynı anlamda olmak üzere (...) şeklinde de okunmuştur.

 

Sibeveyh der ki: Burada kelimenin nasb halinde gelmesi, mefulu leh olması dolayısıyladır. Hakikatte ise bu masdardır. Sibeveyh şu beyiti örnek göstermiştir:

 

"Asil bir kimse bana karşı bir cahillikte bulunursa onun bu halini (asaletini) korumak üzere affederim onu Ve seviyesine düşmeyeyim diye adi ve bayağı kimsenin sövmesinden yüzçeviririm. " el-Ferra da, bu kelimenin temyiz ölmak üzere nasb edildiğini söylemiştir. Ölüm (el-mevt) hayatın zıddıdır. (....) ile (....) şekillerinde gelir. Şair der ki: "Kızcağızım, ey kızların efendisi Çok yaşa fakat ölmeyeceğinden yana emin olunmaz."

 

Ölü kimse için (...) şeklinde kullanılır. Bu kelimenin çoğulu ise (...) şeklinde gelir. Cansız varlıklar hakkında "elmevat" denilir. Yine bu kelime, sahipsiz ve yararlanılmayan arazi anlamına gelir. "Mevetan" hayatta olmanın zıddıdır. "İki ölüyü al, fakat iki yaşayanı alma" denilir. Yani arazileri evleri al, fakat köle ve hayvan satın alma. Davarların karşıkarşıya kaldıkları bir hastalıktan ölmelerine (...) denilir. "Davarlarda ölüm salgını görüldü," demektir. Öldürmek anlamını ifade etmek üzere (...) denilir. Allah onu öldürdü, anlamındadır. Son kelimenin şeddeli gelmesi mübalağa içindir. Şair der ki: "Urve çok rahat bir şekilde öldü İşte şimdi ben her gün öldürülüyorum."

 

Dişi devenin yavrusu öldüğü takdirde hakkında (...) tabiri kullanılır. Ebu Ubeyd der ki: Kadının da durumu böyledir. Bu durumda olanın çoğulu da (...) şeklinde gelir. ibnu's-Sikkit der ki: Bir kişinin oğlu veya oğulları öldüğü takdirde (...) denilir. (...) kendisini ölü gibi gösteren riyakar zahidin niteliklerindendir. (...) ifadesi ise, senin (...) demene benzer. (Öldürücü mü öldürücü bir ölüm ve kapkaranlık bir gece demektir). Bu şekilde onun lafzından tekit edici bir ifade kullanılır. (...) ise, bir işe kendisini alabildiğine veren demektir. Şair Ru'be der ki:

 

"Ve deniz köpüğünün hışırtısı var Gece ise su üstünde ölü gibidir."

Yine (...) kelimesi, savaşta ölümden hiçbir şekilde korkmayan, ölüme aldırış etmeyen, ölürcesine çarpışan kimse anlamına gelir. Hadis-i şerif te şu ifade kullanılmaktadır:" "Ben bunların ölesiye çarpıştıklarını (çarpışacaklarını) görüyorum."

 

(...) kelimesi insanda görülen bir çeşit delilik ve sara nöbeti demektir. Kendisine geldiği zaman tekrar aklı tam anlamıyla başına gelir. Uyuyan ve sarhoşun durumunda olduğu gibi.

 

Mu'te ise, Ebu Talib'in oğlu Ca'ferin (selam ona) öldürüldüğü bir beldenin adıdır.

"Allah kafirleri çepeçevre kuşatandır." ifadesi mübteda ve haberdir. Yani onun elinden kurtulamazlar, demektir. Bir kişiyi dört bir yandan kuşatıp yakaladığı takdirde "Sultan filanı çepeçevre kuşattı," denilir. Şair der ki: "Onları kuşattık, nihayet gördüklerine onlar da inanınca Hep birlikte barışa meylettiler."

 

Yüce Allah'ın: "Onun bütün mahsulü, kuşatıldı (yok edildi)" (el-Kehf, 42) buyruğu da bu kökten gelmektedir.

 

Şanı Yüce Allah, bütün mahlukatı muhit (kuşatıcı)dır. Yani bütün yaratıklar O'nun egemenliği ve buyruğu altındadır, emri altındadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Arz bütünüyle Kıyamet gününde O'nun kabzasmdadır. "(ez-Zumer, 67) Yani O'nun egemenlik ve tasarrufu altındadır, demektir.

 

"Allah kafirleri çepeçevre kuşatandır." Onların durumlarını çok iyi bilendir, anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunun delili ise Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Ve muhakkak Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşatmış olduğunu gerçekten bilesiniz diye. "(et-Talak, 12)

 

Onları helak edip yok edecek ve onları bir araya getirip toplayacaktır, anlamına geldiği de söylenmiştir. Bunun delili ise Yüce Allah'ın şu buyruğudur:

 

"Etrafınızın kuşatılması hariç ... "(Yusuf, 66) Hep birlikte helak edilmeniz hali müstesna, demektir. Özellikle kafirlerin kuşatılmasının sözkonusu ediliş sebebi ise, ayet-i kerimede daha önce kendilerinden söz edilmiş olmasıdır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 20

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR