AL-İ İMRAN 28 |
لاَّ
يَتَّخِذِ
الْمُؤْمِنُونَ
الْكَافِرِينَ
أَوْلِيَاء
مِن دُوْنِ
الْمُؤْمِنِينَ
وَمَن يَفْعَلْ
ذَلِكَ
فَلَيْسَ
مِنَ اللّهِ
فِي شَيْءٍ
إِلاَّ أَن
تَتَّقُواْ
مِنْهُمْ تُقَاةً
وَيُحَذِّرُكُمُ
اللّهُ
نَفْسَهُ
وَإِلَى
اللّهِ
الْمَصِيرُ |
28. Mü'minler,
mü'minleri bırakıp da kafirleri veli edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile
dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (takiyye yaparak) sakınmanız müstesnadır. Allah
size kendisinden korkmanızı emrediyor ve dönüş Allah'adır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1- Mü'minlerin Kafirlere Karşı Tutumu:
2- Takiyyenin Mahiyeti:
1- Mü'minlerin
Kafirlere Karşı Tutumu:
İbn Abbas der ki: Yüce
Allah mü'minlere, kafirlere karşı yumuşak davranarak onları veli (dost ve
sırdaş) edinmelerini yasaklamaktadır. Yüce Allah'ın: ''Kendinizden başkasını
sırdaş edinmeyin" (Al-i İmran, 118) buyruğu da buna benzemektedir. Orada
bu hususa dair açıklamalar gelecektir.
Yüce Allah'ın: "Kim
böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz" buyruğu; o kimse ne Allah'ın
hizbindendir, ne de Allah'ın dostları arasındadır, demektir. Bu Yüce Allah'ın:
''Bu kasabaya sor"(Yusuf, 82) buyruğuna benzemektedir. Sibeveyh ise;
"O benden iki fersah uzaktadır" ifadesi benim arkadaşlarımdandır,
benimle birliktedir anlamında olduğunu kaydetmektedir.
Daha sonra Yüce Allah
veli edinme yasağından istisna da bulunmaktadır ki; bu da bir sonraki başlığın
konusudur.
2- Takiyyenin
Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Ancak onlardan (takiyye yaparak) sakınmanız müstesna" buyruğu
hakkında Muaz b. Cebel ile Mücahid şöyle derler: Müslümanların güçlenmesinden
önce, İslam'ın yeni olduğu dönemlerde takıyye sözkonusuydu. Bugün ise Allah
İslam'ı mü'minlerin düşmanlarına karşı takiyye yapmalarına gerek bırakmayacak
şekilde güçlendirmiş bulunmaktadır.
İbn Abbas der ki:
Takiyye kalbi iman ile mutmain olduğu halde dili ile (imana aykırı) sözler
söyleyip öldürülmemesi ve bir günah da işlememesi demektir. el-Hasen der ki:
Takiyye, kişi için Kıyamet gününe kadar caizdir. Fakat öldürmede takiyye
sözkonusu değildir.
Cabir b. Zeyd, Mücahid
ve ed-Dahhak ise bunu: "Ancak onlardan takiyye yaparak sakınmanız
müstesnadır" diye okumuşlardır.
Şöyle de denilmiştir:
Mü'min, kafirler arasında ikamet ediyor ise, eğer canına bir zarar geleceğinden
korkuyorsa, kalbi iman ile mutmain olduğu halde diliyle onları idare etme
yoluna gidebilir. Bununla birlikte takiyye ancak öldürülme yahut bir azanın
kesilmesi veya büyük bir eziyet ve işkenceden korkulması halinde helal
olabilir. Kafir olmak üzere zorlanan bir kimsenin, -doğru görünen görüşe göre-
direnmesi ve küfür sözünü söyleme teklifini kabul etmemesi hakkı vardır. Hatta
bu onun için ileride Yüce Allah'ın izniyle Nahl Süresi'nde (106. ayet 40.
başlıkta) geleceği üzere, caizdir.
Hamza ve el-Kisai (...)
kelimesini imale ile okurken, diğerleri tefhım ile okumuşlardır. (...)
kelimesinin aslı "fuale" vezninde (...) şeklindedir. "Tuhm ve
Tu'ne kelimeleri gibi. Burada "vav" "te" harfine
"ya" da "elif" harfine kalbedilmiştir.
ed-Dahhak'ın İbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre; bu ayet-i kerime Ensardan olan Ubade b.
es-Samit hakkında nazil olmuştur. Ubade, Bedir gazasına katılmış takva sahibi
bir kişi idi. Bazı yahudilerle antlaşması vardı. Peygamber (s.a.v.) Ahzab
(Hendek) günü savaşa çıkınca Ubade şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi,
beraberimde beşyüz yahudi var. Ben bunların benimle birlikte çıkarak düşmana
karşı güç gösterisinde bulunmayı uygun görüyorum. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri veli edinmesinler"
ayetini inzal buyurdu.
Bu ayet-i kerimenin
-ileride Nahl Süresi'nde açıklanacağı şekilde- müşriklerin kendisinden
söylemesini istedikleri bazı sözleri söylemesi üzerine Ammar b. Yasir hakkında
nazil olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah'ın:
"Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor" buyruğu ile ilgili
olarak ez-Zeccac şöyle demiştir: Yani Allah size kendisinden sakın ıp
korkmanızı emrediyor.
Daha sonra bu şekildeki
(ayet-i kerimedeki söyleyişi) kabul benimseyip onunla yetindiler ve kullanılan
söyleyiş bu oldu. Nitekim Yüce Allah: "Sen benim nefsimde olanı bilirsin
bense Senin nefsinde olanı bilmem'' (el-Maİde, 116) buyruğunun anlamı da budur:
Sen benim nezdimde olanı ve benim hakikatimde olanı bilirsin. Ben ise Senin
nezdinde olanı ve Senin hakikatinde olanı bilmem, demektir.
Başkası ise şöyle
demektedir: Bunun anlamı, Allah sizi cezası ile korkutup sakındırmaktadır,
şeklindedir.
Yüce Allah'ın: "O
kasaba ya sor'' (Yusuf, 82) buyruğu buna benzemektedir. Diğer taraftan:
"Sen nefsimde olanı bilirsin" buyruğu ise, benim gaybımda gizleyip
sakladıklarımı bilirsin, demektir. Burada "nefis" kelimesi, saklanan
şeyanlamında kullanılmıştır. Çünkü, kalpte saklanan şeyler, nefiste cereyan
eder.
"Ve dönüş
Allah'adır. " Yani Allah'ın amellerin karşılığını vermesine dönülecektir.
Bu buyrukta öldükten
sonra dirilişin ikrarı vardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN