AL-İ İMRAN 112 / 115 |
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ
الذِّلَّةُ
أَيْنَ مَا
ثُقِفُواْ
إِلاَّ
بِحَبْلٍ
مِّنْ
اللّهِ
وَحَبْلٍ
مِّنَ
النَّاسِ وَبَآؤُوا
بِغَضَبٍ
مِّنَ
اللّهِ
وَضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ
الْمَسْكَنَةُ
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ
كَانُواْ
يَكْفُرُونَ
بِآيَاتِ
اللّهِ
وَيَقْتُلُونَ
الأَنبِيَاءَ
بِغَيْرِ حَقٍّ
ذَلِكَ
بِمَا
عَصَوا
وَّكَانُواْ
يَعْتَدُونَ
{112} لَيْسُواْ
سَوَاء مِّنْ
أَهْلِ
الْكِتَابِ
أُمَّةٌ
قَآئِمَةٌ
يَتْلُونَ
آيَاتِ
اللّهِ آنَاء
اللَّيْلِ وَهُمْ
يَسْجُدُونَ
{113} يُؤْمِنُونَ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنكَرِ
وَيُسَارِعُونَ فِي
الْخَيْرَاتِ
وَأُوْلَـئِكَ
مِنَ الصَّالِحِينَ
114} وَمَا
يَفْعَلُواْ مِنْ
خَيْرٍ
فَلَن
يُكْفَرُوْهُ
وَاللّهُ عَلِيمٌ
بِالْمُتَّقِينَ
{115} |
112.
Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet vurulmuştur. Allah'tan bir
ahde ve insanların ahdine sığınmış olmaları müstesna. Allah'ın hışmına uğradılar.
üzerlerine de miskinlik vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve
haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, onların isyan etmeleri ve
taşkınlık yapmalarındandır.
113.
Hepsi bir değildir. Kitap ehlinden secdeye vararak geceleri Allah'ın ayetlerini
okuyup duran bir topluluk vardır.
114.
Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. Marufu emrederler, münkerden
vazgeçirirler. Hayırlara koşuşurlar. İşte onlar salihlerdendir .
115.
Yaptıkları hayırlardan asla mahrum bırakılmazlar. Allah takva sahiplerini en
iyi bilendir.
Yüce Allah'ın:
"Nerede bulunurlarsa bulunsunlar" nerede ele geçirilir ve onlarla
karşılaşılırsa karşılaşılsın; "üzerlerine zillet vurulmuştur" buyruğu
ile kastedilenler, yahudilerdir. ifade burada tamam olmaktadır.
Bakara Süresi'nde onlara
zilletin vurulmasının anlamına dair açıklamalar (61. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
"Allah'tan bir ahde
ve insanların ahdine sığınmış olmaları müstesna" buyruğu ise, bir önceki
buyruktan yapılmış, munkati' bir istisnadır. Yani, fakat onlar Allah'tan gelen
bir ahde sığınırlar, demektir. İnsanların ahdinden kasıt ise, onlara verdikleri
zimmet ahdidir. "İnsanlar"la kastedilenler, Muhammed (s.a.v.) ile
mü'minlerdir. Onlar, Muhammed (s.a.v.)'e ve mü'minlere harac verirler, onlar da
kendilerine eman verirler. İfadede bir ihtisar vardır.
Yani: Allah'tan bir ahde
bağlı olarak korunmaları hali müstesna; şeklindedir ki, bu hazf edilmiştir. Bu
açıklamayı da el-Ferra yapmıştır.
"Allah'ın hışmına
uğradılar" buyruğundaki: "Döndüler," demektir. Bunun, yüklenip
taşıdılar anlamına geldiği de söylenmiştir. Sözlükte bunun asıl anlamı ise,
öyle bir hışım onlardan ayrılmaz bir şeydir, manasındadır. Bakara Süresi'nde de
(61. ayetin tefsirinde) bu açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Daha sonra Yüce Allah
onları neden bu şekilde cezalandırdığını da: "Bu, Allah'ın ayetlerini
inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, onların
isyan etmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır" diye buyurarak
açıklamaktadır. Yine buna dair yeterli açıklamalar Bakara Süresi'nde (61.
ayette) geçmiş bulunmaktadır.
Daha sonra Şanı Yüce
Allah: "Hepsi bir değildir" diye haber vermektedir. İfade burada
tamam olmaktadır. Buyruğun anlamı da şudur: Kitap ehli ile Muhammed (s.a.v.)'ın
ümmeti eşit değildir. Bu şekildeki açıklama İbn Mes'ud'dan nakledilmiştir.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Kitap ehlinden iman edenlerle kafirler
birbirine eşit değildirler. "-
Bu Ayetlerin Nüzul
Sebebi:
Ebü Hayseme Züheyr b.
Harb şunu nakletmektedir: Bize, Haşim b. el-Kasım anlattı. Bize, Şeyban
anlattı: O, Asım'dan, o, Zir'den, o da Ibn Mes'ud'dan dedi ki: Resulullah
(s.a.v.) bir gece yatsı namazını geciktirdi. Daha sonra Mescide çıktı, herkesin
bu namazı beklemekte olduğunu gördü. Şöyle buyurdu: "Din sahiplerinden
Yüce Allah'ı bu saatte sizden başka zikreden hiçbir kimse yoktur." (İbn
Mes'ud) der ki: Ve şu ayet: "Hepsi bir değildir, kitap ehlinden ... bir
topluluk vardır ... Allah takva sahiplerini en iyi bilendir" buyruklarını
indirdi. İbn Vehb de buna benzer bir rivayet nakletmektedir.
İbn Abbas der ki: Yüce
Allah'ın: "Kitap ehlinden secdeye vararak geceleri Allah'ın ayetlerini
okuyup duran bir topluluk vardır" buyruğu, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte
iman edenler hakkındadır.
İbn İshak da İbn
Abbas'tan şöyle dediğini nakleder: Abdullah b. Selam, Sa'lebe b. Sa'ye, Esid b.
Sa'ye, Esid b. Ubeyd ve yahudilerden İslam'a giren diğerleri müslüman olup iman
ve tasdik ederek İslam'a yönelip, İslam kalplerinde yerleşince, yahudilerin
alimleriyle küfre sapanları şöyle demişlerdi: Muhammed'e iman edip tabi
olanlar, ancak bizim kötülerimizdir. Eğer bunlar bizim hayırlılarımız
olsalardı, atalarının dinini terkedip bir başkasına gitmezlerdi. Bunun üzerine
şanı Yüce Allah: "Hepsi bir değildir, kitap ehlinden secdeye vararak geceleri
Allah'ın ayetlerini okuyup duran bir topluluk vardır ... İşte onlar
salihlerdendir" buyruklarını indirdi.
el-Ahfeş der ki: İfade;
kitap ehlinden öyle ümmete mensup kimseler, yani öyle güzel yol izleyen
kimseler vardır ki ... takdirindedir. Bu takdire, delil olarak da şu mısrayı
zikretmektedir: "Kendisi (emre) itaatkar olduğu halde, bir ümmet sahibi
(güzel bir yola sahip bir kimse) hiç günahkar olur mu?"
İfadede hazif olduğu ve
ifadenin takdirinin şöyle olduğu da söylenmiştir: Kitap ehlinden (emirleri)
uygulayıp duran bir topluluk da vardır. Bu şekilde olmayan bir topluluk da
vardır. Yüce Allah, birisini zikretmekle yetinip, ötekini sözkonusu etmemiştir.
Ebu Züeyb'in şu beyitinde olduğu gibi: "Kalbim ona gitmek hususunda bana
karşı çıktı. Ben de onun emrine itaat ediyorum. Ama bilemiyorum onun arkasından
gitmek doğru mudur?"
O, bununla doğru mudur,
yanlış mıdır demek istemiş, fakat ikincisi (anlaşıldığından) hazf edilmiştir.
el-Ferra der ki:
"Bir topluluk" kelimesi, (...): Bir, eşit" kelimesiyle ref'
edilmiştir. İfadenin takdiri de şöyledir: Kitab ehlinden Allah'ın ayetlerini
okuyup duran bir topluluk ile kafir olan bir topluluk birbirine eşit olamaz.
en-Nehhas ise der ki:
Bu, çeşitli bakımlardan yanlış bir görüştür. Birincisi, bu "Topluluk"
kelimesinin; "Bir, eşit" kelimesi ile ref' etmektedir. Bu durumda;
"Değil" kelimesinin ismine herhangi bir şey avdet etmemekte, buna
karşılık fiil gibi değerlendirilmeyen kelime ile ref' etmekte ve gerek olmayan
ifadeleri de takdir etmektedir. Zira daha önceden kafirlerden söz edilmiştir. O
halde, bunu takdir edip mahzüf kabul etmenin uygun bir yönü de yoktur.
Ebu Ubeyde ise der ki:
Bu, Arapların "Pireler beni yediler ve arkadaşların gittiler"
şeklindeki sözlerini andırm"aktadır. en-Nehhas der ki: Bu da yanlıştır.
Çünkü, onlardan daha önce söz edilmiştir. Halbuki, "pireler beni
yediler" anlamındaki kullanımda ve benzerlerinde, bunlardan daha önceden
söz edilmemiş olmalıdır.
Yüce Allah'ın:
"Geceleri" yani, gecenin çeşitli zamanları anlamındadır. Bunun tekili;
(...) şeklinde gelir. Bu kelime burada zarf olarak nasb edilmiştir.
"Secdeye
vararak" buyruğu ise, namaz kıldıklarını anlatmaktadır. Bu açıklama
el-Ferra ve ez-Zeccac'dan nakledilmiştir. Çünkü Kur'an okumak, rükü ve sücud halinde
sözkonusu değildir. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın:
"Ve Ona secde
ederler"(el-A'raf, 206) buyruğudur. Yani, ona namaz kılarlar, demektir.
Furkan Süresi'nde de: "Onlara Rahman (olan AllahYa secde edin,
denildiğinde ... " (el-Furkan, 60); en-Necm Süresi'nde de: ''Artık Allah'a
secde edip ibadet edin" (en-Necm, 62) diye buyurulmaktadır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bu buyrukla özellikle bilinen secde anlatılmak istenmiştir. Ancak ayetin nüzüI
sebebi bu görüşü reddetmektedir. Diğer taraftan önceden, İbn Mes'ud'dan gelen
hadiste zikrettiğimiz gibi maksat, yatsı namazıdır. Puta tapıcılar ise, akşam
karardı mı, hemen uyurlar. Muvahhidler ise, yatsı namazında Allah'ın ayetlerini
okuyarak Allah'ın huzurunda ayakta dururlar. Nitekim Yüce Allah, onların ayakta
duruşlarını sözkonusu etmekle birlikte: "Secdeye vararak ... " diye
de buyurmaktadır. Yani onlar, kıyamla birlikte secde ederler anlamındadır.
es-Sevri: der ki: Burada
sözkonusu edilen, akşam ile yatsı namazı arasındaki namazdır. Maksadın gece
namazı olduğu da söylenmiştir. Önceki kitapları okuyan Şeybeoğullarından
birisinin de şöyle dediği nakledilmektedir: Biz, aziz ve celil olan Rabbin
sözleri arasında şunu da buluyoruz: Gece karardı mı, tek başına kalan bir deve
veya bir koyun çobanının, hiç gece saatlerinde ayakta durarak, secde ederek
ibadet eden kimse gibi olduğu mu zannedilir?
"Onlar Allah'a ...
inanırlar." Yani, Allah'ın varlığını ikrar ve kabul ederler. Muhammed
(s.a.v.)'ı da tasdik ederler.
"Marufu
emrederler." Bunun, umum ifade ettiği söylendiği gibi bununla, Peygamber
(s.a.v.)'a tabi olmanın emredilmek maksadında olduğu da söylenmiştir.
"Münkerden
vazgeçirirler." Münkerden vazgeçirmek, Allah'ın emirlerine muhalefetten
vazgeçirmek demektir. "Hayırlara koşuşurlar." İşledikleri hayırlara,
sür'atlice ve herhangi bir şekilde ağırdan almaksızın yönelirler. Çünkü onlar,
bu hayırların sevaplarının ne kadar çok olduğunu bilirler. Vakit geçmeden önce
amellerini işlemekte ellerini çabuk tutarlar, diye de açıklanmıştır.
"İşte onlar,
salihlerdendir." Yani, salihlerle birlikte olanlardır. Salihler ise,
Muhammed (s.a.v.)'ın ashabı olup, cennettedirler.
"Yaptıkları
hayırlardan asla mahrum bırakılmazlar" buyruklarında geçen "(...):
Yaptıkları" kelimesi ile "(...): Ondan mahrum bırakılmazlar"
anlamındaki kelimeleri, el-A'meş, İbn Vessab, Hamza, el-Kisai, Hafs ve Halef,
her ikisinde de "ya" ile, "Allah'ın ayetlerini okuyup duran
topluluğ"a dair haber olmak üzere okumuşlardır. Aynı zamanda bu, İbn
Abbas'ın da kıraatidir, Ebu Ubeyd'in tercih ettiği kıraat de budur. Diğerleri
ise, her iki yerde de (ne hayır yaparsanız ondan mahrum bırakılmazsınız
anlamında) muhatap sigası ile okumuşlardır. Çünkü daha önce Yüce Allah'ın:
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" buyruğu
geçmiştir. Ebu Hatim'in tercih ettiği kıraat de budur. Ebu Amr ise hem
"ya" ile, hem de "te" ile okunuşun uygun olacağı görüşünde
idi. Buyruğun anlamı da: Siz, hayır namına ne yaparsanız asla onun sevabından
mahrum bırakılmazsınız. Aksine size hayırlarınızın sevabı verilir ve onun
karşılığında mükafat göreceksiniz, demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN