ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

AL-İ İMRAN

183

/

184

اللّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلاَّ نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىَ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ قُلْ قَدْ جَاءكُمْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ 183}

 

فَإِن كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ جَآؤُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ {184}

 

183. "Doğrusu bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamız için Allah bize and verdi" diyenlere, de ki: "Benden önce nice peygamberler size apaçık delillerle ve dediğiniz şeylerle geldi. Doğru söylüyorsanız niçin onları öldürdünüz?"

184. Seni yalanladılarsa senden önce açık belgeler, sahifeler ve nurlu kitaplar getirmiş resuller de yalanlanmıştır.

 

Yüce Allah'ın: " ... ler" (yani diyenler buyruğundaki çoğul takısına tekabül eden ism-i mevsul) daha önceki: "Andolsun ki Allah ... diyenlerin sözünü işitmıştir"buyruğundaki ism-i mevsul'un bedeli olarak cer mahallinde yahutta: "Kullarına" buyruğunun sıfatıdır. Yahut mahzuf bir mubtedanın haberidir. Yani onlar ... diyen kimselerdir, demek olur.

 

el-Kelbi ve başkaları der ki: Bu ayet-i kerime Kab b. el-Eşref, Malik b. esSayf, Vehb b. Yahuza, Finhas b. Azura ve bir grup kimse hakkında nazil olmuştur. Bunlar Peygamber (s.a.v.)ın yanına gelip ona şöyle demişlerdi: Sen Allah'ın seni bize peygamber olarak gönderdiğini iddia mı ediyorsun? Halbuki Allah bize indirmiş olduğu bir kitabında: Allah tarafından bir peygamber olarak gönderildiğini iddia eden herhangi bir peygambere bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe iman etmememizi emretmiştir. Eğer sen bize böyle bir şeyi getirecek olursan biz de senin doğru olduğunu kabul ederiz. Bunun üzerine Yüce Allah, bu ayet-i kerimeyi indirdi.

 

Denildiğine göre bu ifade Tevrat'ta vardı fakat sözün devamı da şöyleydi: Mesih ve Muhammed gelinceye kadar böyle olacaktır, fakat bu iki peygamber size geldikleri taktirde, size böyle bir kurban getirmeksizin onlara iman edeceksiniz.

 

Bir diğer görüşe göre bu kurban emri Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa vasıtası ile nesh edilinceye kadar sabit idi. Onlardan peygamber olduğunu iddia eden bir kişi bir kurban keser ve Allah'a dua ederdi. Daha sonra da dumansız ve hafif bir uğultusu olan beyaz bir ateş iniyor ve o kurbanı yiyordu.

 

O bakımdan yahudilerin söyledikleri bu söz, onların ileri sürdükleri bir iddiadan ibaretti. Çünkü ortada bir istisna yahut bir nesh vardı, onlarsa bunu gizlemişlerdi. O bakımdan onlar bu emre bağlı olduklarını ileri sürerken aslında gereksiz yere inatçılık ediyorlardı. Peygamber (s.a.v.)ın gösterdiği mucizeler, onların bu iddialarını çürütmek için kesin bir delildir. Diğer taraftan Hz. İsa'nın mucizeleri de bu şekildedir. Doğru söylediği zorunlu olarak ortaya çıkanın, sözünün doğru kabul edilmesi de bir zorunluluktur.

 

Daha sonra Yüce Allah onlara karşı delil ortaya koymak üzere şöyle buyurmaktadır: Ya Muhammed sen de "de ki:" Ey yahudiler topluluğu "Benden önce nice peygamberler size apaçık delillerle ve dediğiniz şeylerle geldi." Yani dediğiniz şeyolan kurbanı da getirdi. "Doğru söylüyorsanız niçin onları öldürdünüz?" Burada kasıt Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. Şa'ya ile kendilerine iman etmeyip öldürdükleri diğer peygamberlerdir. Allah bu hitab ile onların geçmişlerini kastetmektedir. İşte Amir eş-Şa'bi (r.a)'ın -az önce nakledilen olayda- okuduğu ayet-i kerime budur. O bu ayet-i kerimeyi okuyarak - önceden de açıkladığımız gibi - Hz. Osman'ın öldürülüşünü güzel gören kimseye karşı delil göstermiştir. Şanı Yüce Allah'ın geçmişlerinin yaptığı işe rıza gösterdikleri için Kur'an'ın çağdaşı olan yahudileri de "katil" diye adlandırdığını belirtmişti. Aralarında yaklaşık 700 yıl gibi bir zaman farkı olmakla birlikte, o onlara bu adı vermişti.

 

Kurban kendisi ile Yüce Allah'a yaklaşılan kurban, sadaka ve salih amellerdir. Bu kelime (yakınlık anlamına gelen) "kurbet"ten fu'lan vezninde bir kelimedir. Bu vezin ise yerine göre isim, yerine göre mastardır. Mesela, sultan ve burhan örnektir. Udvan ve husran (düşmanlık ve ziyan) ise mastara örnektir.

 

İsa b. Ömer bu kelimeyi "kaf"ın ötresine tabi kılarak "re" harfini de ötreli olarak "kuruban" diye okurdu. Nitekim zulmet kelimesinin çoğulunun zulumat, hücre kelimesinin çoğulunun hucurat gelmesinde olduğu gibi.

 

Daha sonra Yüce Allah, Peygamberini teselli ederek ve onun kalbini hoş tutarak şöyle buyurmaktadır: "Seni yalanladılarsa senden önce açık beyyineler" yani deliller, "sahifeler" yazılı kitaplar ''...getirmiş resuller de yalanlanmıştır. "

 

(Sahifeler) anlamında "ez-Zubur'' kitab, yazılı şey demek olan Zebür kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin aslı yazmak anlamına gelen "zebr"dir. Zebur diye adlandırılan her bir şey kitap demektir. İmruu'l-Kays der ki: "Görüp te beni kederlendiren bu harabe izleri kimindir? Yemen'den bir hurma ağacı üzerinde yazılmış bir (zebür) hat gibi."  Tezbira da yazı demektir.

 

Zebur'un zecretmek anlamına zebrden geldiği de söylenmiştir. Bir kimseyi öfkeli bir şekilde azarlamak anlamına "zebera" denilir ki, buradan geldiği söylenmiştir. Kuyunun zebr edilmesi de taşlarla kapatılması demektir.

 

İbn Amr "Nurlu kitap" anlamındaki buyruğu "be" harfi ilavesi ile: "Sahileler ile ve nurlu kitaplar ile (gelmiş)" anlamında okumuştur. Şamlıların Mushaf'ında da böyledir.

 

'Yünir" ise apaçık aydınlatıcı demektir. Bir şeyi açıklamayı ifade etmek üzere bu kökten gelen fiil kullanılır. İnale ve istinare aynı anlamda olup "aydınlanmak" demektir. Her birisi hem lazım hem müteaddi (geçişsiz ve geçişli -aydınlatmak- olur).

 

Aynı anlamda olmakla birlikte "sahifeler ve nurlu kitab"ın birlikte zikredilmesi lafızlarının farklı olduğundan dolayıdır. İkisinin de asıl anlamı belirttiğimiz şekildedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Al-i İmran 185

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR