NİSA 2 |
وَآتُواْ
الْيَتَامَى
أَمْوَالَهُمْ وَلاَ
تَتَبَدَّلُواْ
الْخَبِيثَ
بِالطَّيِّبِ وَلاَ
تَأْكُلُواْ
أَمْوَالَهُمْ
إِلَى أَمْوَالِكُمْ
إِنَّهُ كَانَ
حُوباً
كَبِيراً |
2. Yetimlere mallarını
verin, temizi murdar olana değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınızla
(karıştırarak) yemeyin. Muhakkak ki bu, büyük bir günahtır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Yetimlere Mallarını Vermek:
2- Yetimlere Mallarını Verme Şekli:
3- Yetime Malını Teslim Etme Halinde
Hileli Yollara Sapmak:
4- Velinin, Himayesindeki Yetiminin
Mallarından Kendi Mallarına Karıştırması:
5- Yetimlerin Mallarını Yemek, Büyük
Bir Günahtır:
1- Yetimlere Mallarını
Vermek:
Yüce Allah'ın:
"Yetimlere mallarını verin" buyruğunda yer alan
"yetimler"den kasıt, (bir zamanlar) yetim olan kimselerdir. Yüce
Allah'ın: "Ve sihirbazlar secdeye kapanıverdiler" (el-A'raf, 120)
buyruğunda olduğu gibi. Çünkü hem Allah'a secde etmek, hem sihirbazlık birlikte
olmaz. Aynı şekilde büluğ sözkonusu olduğu takdirde de yetimlik sözkonusu
olmaz. Peygamber (s.a.v.)'e de: "Ebu Talib'in yetimi" denilmesi daha
önceki durumu nazarı itibara alınarak söyleniyordu.
"İm" mastarı
vermek anlamındadır. Bağış ve verilen şeyanlamına gelen "etv"
kelimesi de bu kökten gelmektedir. Rüşvet anlamına gelen "itave"
kelimesi de burdandır.
Yetim ergenlik çağına varmayan
kimse hakkında kullanılır. Bakara Suresi'nde (83. ayet 5. başlıkta) buna dair
yeteri kadar açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.
Bu ayet-i kerimelerde
yetimlerin veli ve vasilerine hitab edilmektedir. Mukatil ve el-Kelbi'nin
açıklamalarına göre bu ayet-i kerime, çokça malı bulunan ve yetim olan bir
kardeşinin oğlu bulunan Gatafan'lı bir kişi hakkında nazil olmuştur. Yetim,
ergenlik çağına varınca amcasından malını kendisine vermesini istedi, fakat
amcası malını ona vermedi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Amcası:
Çok büyük bir günah işlemiş olmaktan Allah'a sığınırız, diyerek malı yeğenine
geri verdi. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Her kim nefsinin
cimriliğinden korunup bu şekilde geri döner (hakkı sahiplerine iade eder) ise
artık o kendi yurduna konaklar" Burada ise yurdundan kasıt cennettir.
Delikanlı bu malı eline geçirince onu Allah yolunda infak etti. Bu sefer Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: "Ecir tahakkuk etti, fakat geriye günahı
kaldı." Nasıl Ey Allah'ın Resulu? diye sorulunca Hz. Peygamber şöyle
açıkladı: "Bu delikanlının ecri tahakkuk etti, fakat günahı da babası
üzerinde kaldı.'' Çünkü babası müşrik bir kimse idi.
2- Yetimlere Mallarını
Verme Şekli:
Yetimlere mallarının
verilmesi iki şekilde olabilir. Birincisi yetimin veliliği sözkonusu olduğu
sürece yiyecek ve giyecek ihtiyacının karşılanması. Çünkü küçük yahut yaşı
büyük olmakla birlikte sefih (beyinsiz) gibi malının tamamını alıp kullanma
hakkına sahip olamayanlar için bu, ancak bu yolla mümkün olabilir.
İkincisi ise malı ona
teslim etmek ve malında tasarruf etme imkanını verecek şekilde malı ona vermek.
Bu da yetimin denenip reşitliğinin ortaya çıkması halinde sözkonusu olur. Böyle
bir durumda olan kimseye "yetim" adını vermek mecazen olur. İbarenin
anlamı ise; önceleri yetim olan ... şeklinde olur. Bu önceki durumda alınan
ismin, sonraki halinde de devamını ifade eder. Nitekim önceleri sihirbaz olan
(sonradan Hz. Musa'ya iman eden) ler hakkında da Yüce Allah'ın: "Ve
sihirbazlar secdeye kapanı verdiler'' (el-A'raf, 120) buyruğu da bu
kabildendir. Peygamber (s.a.v.)'e de "Ebu Talib'in yetimi"
deniliyordu. Artık velinin, yetimin reşitliğini gerçekten anladıktan sonra
malını ona vermemesi haram olur ve vermediği takdirde asi olur. Ebu Hanife der
ki: Yetim yirmibeş yaşına geldiği takdirde, durum ne olursa olsun malı ona
teslim edilir. Çünkü o artık dede olacak yaştadır.
Derim ki: Yüce Allah bu
ayet-i kerimede reşitliğin tesbit edilmesinden söz etmemiş te: "Yetimleri
evlilik çağına erdikleri zamana kadar deneyin. Şayet onlarda bir reşitlik
görürseniz mallarını kendilerine teslim edin" (enNisa, 6) buyruğunda neden
zikretmiştir. Hanefi mezhebine mensub Ebu Bekr er-Razi, Ahkamu'l-Kuran"
adlı eserinde şunları söylemektedir: Yüce Allah bir yerde reşitlik kaydını
zikretmeyip, bir diğer yerde reşitlik kaydını zikrettiğine göre, bunların ikisi
ile de amel edilmesi gerekmektedir. O bakımdan derim ki: Yetim 25 yaşına
vardığı halde henüz aklını başına almamış (sefih) olup reşitliği tesbit
edilememişse dahi malının kendisine teslim edilmesi icabeder. Daha küçük olduğu
takdirde ise bu iki ayet-i kerimeyle amel etmenin bir gereği olarak teslim
etmek icap etmez. Ebu Hanife de der ki: Artık kişi reşitliğine erince (25
yaşına ulaşınca) onun dede olabilmesi söz konusu olur. Artık de de olabilecek
yaşa geldiğine göre, yetim olduğu gerekçesiyle ve yetim adı altında ona malının
verilmesi nasıl doğru olabilir? Böyle bir şeyoldukça uzak bir ihtimal olmaz mı?
İbnu'l-Arabi ise der ki:
Böyle bir görüş batıldır. Açıklanabilecek bir tarafı yoktur. Özellikle miktar
belirten hükümlere dair onun kabul ettiği görüşe göre; bunlar kıyas yoluyla
sabit olamaz, aksine bunlar ancak nass'tan alınıp öğrenilebilir. Bu meselede
ise böyle bir nass sözkonusu değildir. Yüce Allah'ın izniyle ilim adamlarının hacr'a
dair görüşleri ileride (bu surenin 5. ayetinin tefsirinde) gelecektir.
3- Yetime Malını
Teslim Etme Halinde Hileli Yollara Sapmak:
Yüce Allah'ın:
"Temizi murdar olana değiştirmeyin ... " buyruğunun anlamı şudur:
Yetimin malından olan semiz koyunu alıp zayıfını, hilesiz gümüş dirhemleri alıp
hileli olanları vermeyiniz. Cahiliyye döneminde din diye bir şey tanımadıkları
için, yetimlerin mallarını yemekten çekinmez, yetimin mallarından iyi ve
kaliteli olanı alır, onun yerine kendi mallarından adi ve bayağı olanı verirler
ve isme karşılık isim, başa karşılık baş derlerdi. Yüce Allah ise bu şekildeki
bir davranışı onlara yasakladı. Bu, Said bin el-Müseyyeb, ez-Zühri, es-Süddi ve
Dahhak'ın görüşüdür. Ayetin zahirinden anlaşılan da budur.
Şöyle de denilmiştir:
Yani sizin için helal olan kendi malınızı bırakıp, sizin için haram olan
yetimlerin mallarını yemeyiniz. Mücahid, Ebu Salih ve Bazan derler ki:
Allah'tan gelecek helal rızkı beklemeyi bir kenara iterek, elinizi çabuk tutup
onların mallarından size murdar olanı yemeye kalkışmayınız. İbn Zeyd der ki:
Cahiliyye dönemindeki insanlar kadınlara ve çocuklara mirastan bir pay vermez,
mirasın en büyük bir bölümünü kendileri alırlardı. Ata der ki: Bir şeyden
anlamaz ve küçük yaşta olup yanında barın dırdığın yetiminin aleyhine olarak
kar sağlama.
Bu iki görüş, ayetin
zahirinden anlaşılanın dışında kalmaktadır. ("Değiştirme" kelimesi):
Bir şeyi bir şeyle değiştirmek, birini ötekinin yerine almak, demektir. Bedel
kelimesi de aynı kökten gelmektedir.
4- Velinin,
Himayesindeki Yetiminin Mallarından Kendi Mallarına Karıştırması:
Yüce Allah'ın:
"Onların mallarını mallarınızla (karıştırarak) yemeyin" buyruğu
hakkında Mücahid der ki: Bu ayet-i kerime harcamalarda malı karıştırmayı
yasaklamaktadır. Araplar kendi harcayacakları nafakalarını yetimlerinin
nafakalarına karıştırıyorlardı. Onlara bu şekilde davranmaları yasaklandı. Daha
sonra bu, Yüce Allah'ın: "Şayet onlarla bir arada yaşarsanız onlar sizin
kardeşlerinizdir" (el-Bakara, 220) buyruğu ile nesh olundu. İbn Fürek,
el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İnsanlar (Ashab-ı kiram) bu
ayet-i kerimeden (nafaka ve harcamaları) karıştırmanın yasaklandığı anlamını
çıkardılar ve kendiliklerinden bu işten uzaklaştılar. Bakara Süresi'ndeki
ayet-i kerime ile, bu konudaki hüküm onlara hafifletildi.
Sonraki ilim
adamlarından (müteahhirün) bir kesim şöyle demiştir: Buradaki: (...) edatı,
"ile, birlikte" anlamındadır.
Yüce Allah'ın:
"Allah'a giden yolda Benim yardımcıIarım kim olacak?"(es-Saff: 14)
buyruğunda da olduğu gibi. el-Kutebi de şöyle bir beyit nakletmektedir:
"Oldukça sağlam kulplara bağlı olarak, gölgeliklerde bağladıkları; Zayıf
atları ile çadırların önlerini kapatırlar."
Ancak bu edat'ın bu anlama
kullanılması pek uygun değildir. Bu konuda işinin erbabı olan ilim adamları der
ki: "e, a" edatı asıl anlamı üzere kullanılmış olup, bu "izafet:
eklemek, katmak" anlamını da ihtiva etmektedir. Yani onların mallarını
kendi mallarınıza katıp eklemek suretiyle yemeyiniz. Böylelikle yetimlerin
mallarının kendi malları gibi olduğu kanaatine sahip olmaları sonucunda, o
mallardan yemek veya yararlanmak suretiyle, yetimlerin mallarında tasarruf ta
bulunmaları yasaklanmaktadır.
5- Yetimlerin
Mallarını Yemek, Büyük Bir Günahtır:
Yüce Allah'ın:
"Muhakkak bu büyük bir günahtır" buyruğu, bu şekilde onların
mallarını yemek büyük bir günahtır, demektir.
İbni Abbas, el-Hasen ve
başkaları böyle açıklamışlardır. Buradaki "Hub" kelimesi günah
manasınadır. Aslında bu kelime develeri yaptıklarından alıkoymak için
kullanılır. Günaha "Hub" denilmesi ise işlenmesi yasaklandığı
içindir.
Nitekim dua esnasında
da: Allah'ım bana Havbe'mi yani günahımı bağışla! diye dua edilir. Havbe aynı
zamanda ihtiyaç anlamına da gelir. Yine dua esnasında: Havbe'mi sana
arzediyorum, derken ihtiyacımı sana sunuyorum, demektir. Hub, aynı zamanda
yalnızlık anlamına da gelir. Hz. Peygamber de Ebu Eyyub'a: "Muhakkak Um
Eyyub'u boşamak büyük bir Hub'dur" diye buyurmuştur.
Bu kelimenin üç türlü
söylenişi vardır. Birincisi "ha" harfi ötreli olarak:
(...) şeklinde olup
genel olarak bu şekilde okunmuştur ve bu, Hicazlıların şivesidir el-Hasen:
(...) şeklinde okumuştur. el-Ahfeş dedi ki: Bu Temimliler'in söyleyişidir,
derken Mukatil bunun Habeşlilerin şivesi olduğunu nakletmektedir.
Hub, bu kelimenin
mastarıdır. Hiyabe de aynı şekildedir. Yine Hub isim de olabilir Ubey bin Ka'b
ise bunu mastar olarak: (...) şeklinde okumuştur. Bunun (azık anlamına gelen):
"Zaad" kelimesi gibi bir isim olması da mümkündür. "Vav"
harfinden sonra bir hemze ile "el-Hav'eb" geniş yer, demektir.
Yine bu, bir suyun da
adıdır. "Allah ona Havbe'yi kattı" şeklindeki ifade, yoksulluk ve
muhtaçlığı ona tattırdı, demektir. (...): Kötü bir ihtiyaç ve yoksullukla
geceledi, şeklindeki tabir de bu kabildendir. Burada 'ya' harfi aslında
"vav"dır. (...): Kendisini ibadete verdi, demektir. Yine bu kelime
hüzünlenmek anlamına gelmekle birlikte; engellemek, alıkoymak için bağırmakta
olduğu gibi, aşırı yüksek sesle bağırmak anlamına da gelir. Bir şeyden ağrı,
sızı ve ızdırap duymaya da "tehavvub" denilir.
Tufayl der ki:
"Muhaccer sabahı bizim ta ciğerlerimizde duyduğumuz Öfke ve üzüntü
gibisini haydi siz de tadınız!"
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN