NİSA 5 |
وَلاَ
تُؤْتُواْ
السُّفَهَاء
أَمْوَالَكُمُ
الَّتِي
جَعَلَ
اللّهُ
لَكُمْ قِيَاماً
وَارْزُقُوهُمْ
فِيهَا
وَاكْسُوهُمْ
وَقُولُواْ
لَهُمْ
قَوْلاً
مَّعْرُوفاً |
5. Allah'ın sizin için
geçimlik kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan
yedirin, giydirin. Bir de onlara güzel söz söyleyin.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:
1- Ayetler Arası ilişki ve Vasi Tayini:
2- Sefihlerin Kimliği:
3- Sefihin Hacr Altına Alınmasının
Hükmü:
4- Hacr Altına Alınmadan Önce Sefihin
Fiilleri:
5- Büyüğün Hacr Altına Alınması:
6- Allah'ın Geçimlik Kıldığı Mallar:
7- Yetimlerin Nafakalarının Mallarından
Karşılanması:
8- Baliğ Olup Malı ve Kazancı
Bulunmayan Oğulların Nafakasının Hükmü:
9- Torunun Nafakası:
10- Yetimlere Güzel Söz Söylemek:
1- Ayetler Arası
ilişki ve Vasi Tayini:
Yüce Allah:
"Yetimlere mallarını verin "(en-Nisa, 2) buyruğunda yetimlere
mallarının verilmesini emr edip hanımlara da mehirlerinin ulaştırılmasını
buyurduktan sonra, sefih (aklı ermeyen, beyinsiz, bunak) baliğ olmayan kimseye
de malının verilmesinin caiz olmadığını beyan etmektedir. O halde ayet-i kerime
yetimler için vasi, veli ve kefil (ihtiyaçlarını görüp gözetecek kimse)
tayininin sabit oluşuna bir delildir.
ilim ehli icma ile
müslüman, hür, güvenilir ve adil bir kimsenin vasi tayin edilmesinin caiz
olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak hür bir kadını vasi tayin etmenin cevazı
hususunda farklı görüşleri vardır.
genel olarak ilim ehli
kadının vasi tayin edilmesinin caiz olduğunu kabul ederler. Ahmed bin Hanbel de
Hz. Ömer'in Hz. Hafsa'ya vasiyette bulunduğunu delil gösterir.
Ata bin Ebi Rebah'tan
rivayet olunduğuna göre o kocası tarafından vasi tayin edilen kadın ile ilgili
olarak şöyle demiş: Kadın vasi olamaz. Koca böyle birşey yapacak olursa
kavminden başka bir erkeğe bu vasilik görevi havale edilir.
ilim adamlarının köleye
vasiyet hususunda da farklı görüşleri vardır. Şafii, Ebu Sevr, Muhammed ve
Yakub (Ebu Yusuf) bunu kabul etmezken; Malik, Evzai ve ibn Abdi'l-Hakem ise
bunu caiz kabul ederler. Bu -kendi kölesini vasi tayin etmesi halinde-
Nehai'nin de kabul ettiği bir görüştür. Buna dair yeterli açıklamalar daha önce
Bakara Süresi'nde (180. ayet 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
2- Sefihlerin Kimliği:
Yüce Allah'ın:
"es-Sufeha: Beyinsizler" buyruğu ile ilgili olarak "sefeh"
kelimesinin anlamına dair açıklamalar bundan önce Bakara Süresi'nde (13.
ayette) geçmiş bulunmaktadır.
İlim adamları burada
sözü geçen sefihlerin kim oldukları hususunda farklı görüşlere sahiptir. Salim
el-Af tas , Said bin Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bunlar
yetimlerdir, onlara mallarınızı vermeyiniz. en-Nehhas der ki: Bu, bu ayet-i
kerime hakkında söylenenlerin en uygunudur. İsmail bin Ebi Halid de Ebu
Malik'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiş: Bunlar küçük çocuklardır. Onlara
mallarınızı vermeyiniz. Bu malları berbat ederler, telef ederler ve elinizde
bir şey kalmaz. Süfyan da Humeyd el-A'rac'den o da Mücahid'den, bunların
kadınlar olduğunu söylediğini rivayet etmektedir. en-Nehhas ve başkaları ise,
bu, sahih olmayan bir görüştür, demektedirler. Çünkü Araplar bu kelimeyi
kadınlar hakkında çoğul yapacak olurlarsa "sefaih yahut sefihat"
derler. Zira kadınlar için kullanılan (ve bu kelimenin kadın için kullanılan
tekili olan sefihe'nin vezni) faile'nin çoğulu, çoğunlukla bu şekilde gelir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Sen doğru dürüst ticareti bilmeyen bir kimseye malını mudarebe ortaklığı için
yahut bir vekilin eline teslim etme! Hz. Ömer'den de şöyle dediği rivayet
edilmektedir: Kim tefekkuh etmezse (konu ile ilgili gerekli dini bilgileri
bulunmazsa) bizim pazarlarımızda ticaret yapmaya kalkışmasın. İşte Yüce
Allah'ın: "Mallarınızı beyinsizlere vermeyin" buyruğundan kastedilen
budur. Yani hükümleri bilmeyen kimselere mallarınızı vermeyiniz.
Bunun mallar kafirlere
teslim edilmez, anlamında olduğu da söylenmiştir. O bakımdan ilim adamları
müslüman bir kimsenin alım satım için zımmi birisini ve kil tayin etmesini
yahut da malını ona mudarebe yoluyla vermesini mekruh görmüşlerdir.
Ebu Müsa el-Eş'ari (r.a)
dedi ki: Burada sözü geçen sefihler (beyinsizler), hacr altına alınmayı hak
eden herkestir. Bu kapsamlı bir açıklamadır.
İbn Huveyzimendad dedi
ki: Sefih'in hacr altına alınması hususuna gelince, sefih'in çeşitli halleri
vardır: Birisinde küçüklüğü dolayısıyla hacr altına alınır. Delilik yahut başka
bir sebep dolayısıyla, kıt akıllı olması hali, kendi malını gereği gibi koruyup
gözetememesi ve kötü tasarrufta bulunması hali. Baygın kimseye gelince, İmam
Malik, bu durumunun çabucak gelip geçmesi dolayısıyla hacr altına alınmamasını
daha güzel görmüştür.
Hacr bazan kişinin
bizzat kendisi hakkında söz konusu olur, bazan da kişinin başkası hakkında
sözkonusu olur. Kişinin kendi hakkı dolayısıyla hacr altına hangi hallerde
alınacağından az önce söz ettik. Başkasına ait haklar sebebiyle hacr altına
alınanlar ise; köle, borca batmış, ölüm hastalığında olan kimsenin malının
(vasiyet edebileceği miktardan arta kalan) üçte ikisinde tasarruf, iflas etmiş
ve kocası bulunan kadının, kocasının hakkı dolayısıyla hacr altına alınması ve
kendi hakkı hususunda bakire kızın hacr altında bulunması.
Küçük ve delinin hacr
altına alınacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Büyüğün hacr altına alınması
ise kendi malında kendisi adına güzel tasarruf ta bulunamayacağından ve kendi
malını uygun olmayan yerlerde telef etmeyeceğinden emin olunamadığı içindir. O
bu haliyle küçüğe benzediğinden hacr altına alınır. Böylesinin hacr altına
alınacağı hususunda ise görüş ayrılığı vardır. Buna dair açıklamalar
gelecektir. Malını masiyetlerde, kendisini Allah'a yaklaştırıcı ibadetlerde ve
mübah şeylerde telef etmesi arasında ise bir fark yoktur. Allah'a
yakınlaştırıcı amellerde malını telef eden kişiyi mezhebimize (Maliki
mezhebine) mensup ilim adamları hacr altına almak hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Kimisi böylesini hacr altına alırken kimisi de hacr altına almaz.
Kölenin hacr edilmesi hususunda görüş ayrılığı yoktur. Borca batmış olanın
elindeki mal ise alacakları lehine elinden alınır. Çünkü bu hususta ashab-ı
kiram'ın icmaı vardır. Ayrıca Hz. Ömer böyle bir uygulamayı Cüheyne'li Useyfi'
adındaki birisine yapmıştır. Bunu Malik el-Muvatta'da zikreder. Bakire kız da
bu hali devam ettiği sürece hacr altındadır. Çünkü kendi işini gereği gibi
çekip çeviremez. Onun bu durumu, evlenip insanlar onun yanına girip çıkıncaya,
kendisi de evinden dışarı çıkıp yüzünü açıp faydalıyı zararlıdan ayırd edecek
hale gelinceye kadar devam eder. Kocasının hakkı dolayısıyla hacr altında
tutulan evli kadına gelince; buna sebep ise Rasülullah (s.a.v.)'ın şu
buyruğudur: "Kocası nikahına sahip olmuş bir kadının üçte biri dışında
kendi malında tasarrufu caiz değildir. "
Derim ki: Malını
arttırması dolayısıyla ve savurgan olmaması dolayısıyla hacr altında olmasa
dahi, hükümleri bilmeyen kimseye de malı teslim edilmez. Buna sebep ise hangi alış
verişin fasit, hangisinin sahih olduğunu, hangisinin helal, hangisinin haram
olduğunu bilmeyişidir. Alış verişlere dair bilgisizlik hususunda zımmi de onun
gibidir. Diğer taraftan zımmi olan bir kimsenin faiz ve benzeri birtakım
işlemlere gireceğinden de korkulur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,
Tefsir alimleri burada
malın sefihlere ait olmasına rağmen muhataplara izafe edilmesinin sebebi
hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Bir görüşe göre mallar
muhatapların elinde olduğundan dolayı kendilerine izafe edilmiştir. Bu
muhataplar ise o mallara nezaret eden kimselerdir. O bakımdan ifadede bir
genişletme yoluna gidilerek onlara nisbet edilmiştir. Yüce Allah'ın şu
buyruklarında olduğu gibi: (...) Kendinize Allah tarafindan bir selam olmak
üzere selam veriniz"(Nur, 61); "Kendi kendinizi öldürmeyinz!"
(el-Bakara, 54) Bunun muhataplara izafe ediliş sebebinin, onların mallarının da
muhatapların mallarının türünden oluşu dolayısıyladır. Çünkü mallar bütün
insanlar arasında elden ele intikal etmek, birisinin mülkiyetinden diğerinin
mülkiyetine geçmek bakımından ortak bir niteliğe sahiptir. Yani bu mallar ona
ihtiyaç duymaları halinde onlarındır. Tıpkı sizin ırzınızı koruyan, sizi himaye
eden, kadrinizi yükselten ve işlerinizi görmenizi sağlayıp ayakta tutan
mallarınız gibi,
Ebu Musa el-Eş'ari, İbni
Abbas, Hasan ve Katade'nin söyledikleri bir başka görüş daha vardır: Burada
kasıt, gerçekten muhatapların kendi mallarıdır. İbn Abbas der ki: Geçimine
sebep olan kendi malını hanımına ve oğluna vererek, sen onların elindekine
bakacak ve sana bakmalarını gözetleyecek hale düşen bir fakir olma. Aksine
onlara infak eden bizzat sen ol.
Bu açıklamaya göre
burada sefihlerden kasıt, kadınlar ve çocuklardır. Yani kişinin küçük çocukları
ve hanımıdır. Bu, Mücahid ve Ebu Malik'in sefihler hakkındaki görüşleri ile
birlikte ele alınır.
3- Sefihin Hacr Altına
Alınmasının Hükmü:
Ayet-i kerime sefihin
hacr altına alınmasının caiz olduğuna delildir. Çünkü Yüce Allah bunu:
"Mallarınızı beyinsizlere vermeyin" diye buyurduğu gibi bir başka
yerde de: "Eğer üzerinde hak olan borçlu sefih ya da zayıf bir kimse ise
... onun velisi adaletle yazdırsın "(el-Bakara, 282) diye buyurmaktadır.
Böylelikle zayıf kimsenin velayet altına alınmasını sözkonusu ettiği gibi,
sefihin de velayet altına alınmasını ifade etmektedir.
"Zayıf" anlam
itibariyle küçük anlamını da ihtiva eder. Sefih ise anlam itibariyle baliğ
olmuş büyük kimseyi ifade eder. Çünkü sefihlik bir yergi ismidir. İnsan ise
sahip olmadığı şeyler dolayısıyla yerilmez, Diğer taraftan baliğ olmayan
kimseden kalem kaldırılmıştır. Onun yerilmesi ve vebal altında kalması
sözkonusu değildir. Bu açıklamayı el-Hattabi yapmıştır.
4- Hacr Altına
Alınmadan Önce Sefihin Fiilleri:
İlim adamları hacr
altına alınmadan önce sefihin fiilleri hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
Malik ile, -İbnü'I-Kasım dışında kalan- bütün Maliki alimler derler ki: İmam
onun elini alıkoymadığı sürece sefihin bütün işleri ve yaptıkları caizdir. Aynı
zamanda bu Şafii'nin ve Ebu Yusuf'un da görüşüdür.
İbnü'l-Kasım ise der ki:
İmam onun elini tasarruftan çekmese dahi böyle birisinin tasarrufları caiz
değildir. Esbağ ise der ki: Eğer sefih olduğu açıkça ortada ise onun fiilleri
merduttur. Şayet sefihliği açıkça ortada değilse imam onu hacr altına alıncaya
kadar fiilleri reddolunmaz.
Suhnun, Malik'in konu
ile ilgili görüşüne şöylece delil getirmektedir: Eğer hacr'den önce sefihin
fiilleri red edilecek olursa imamın herhangi bir kimseyi hacr altına almasına
ihtiyaç kalmaz.
İbnü'I-Kasım'ın delili
ise Buhari'nin Cabir (ra) yoluyla rivayet ettiği hadisi şeriftir. Buna göre
başka hiçbir malı bulunmayan adamın birisi bir köleyi azad eder. Peygamber
(s.a.v.) ise onun bu azadını geri çevirir. Bundan önce de onun için herhangi
bir hacr sözkonusu değildi.
5- Büyüğün Hacr Altına
Alınması:
Büyüğün hacr altına
alınması hususunda fukahanın farklı görüşleri vardır. Malik ve fukahanın
cumhuru hacr altına alınabileceğini söylerken, Ebu Hanife akil olarak büluğa
ermiş bir kimsenin, malını ifsad eden bir kişi durumunda olmadığı sürece, hacr
altına alınmayacağını söylemektedir. Bu şekilde olduğu takdirde yirmibeş yaşına
ulaşıncaya kadar malı ona teslim edilmez. Yirmibeş yaşına vardığı takdirde ise,
malını ister ifsad eden bir kimse olsun, ister olmasın her durumda malı kendisine
teslim edilir. Çünkü böyle bir kişi oniki yaşında iken hanımını hamile
bırakabilir. Altı ay sonra bunun bir çocuğu olup, nilhayette baba ve dede de
olur. İşte ben dede olabilecek yaşa gelen bir kimseyi hacr altına almaktan
utanırım, der.
Yine Ebu Hanife'den
şöyle dediği nakledilmiştir: Malının kendisine verilmeyeceği süre içerisinde
eğer (malını) ifsad edici bir şekilde büluğa ererse mutlak olarak onun
tasarrufları geçerlidir. Bununla birlikte ihtiyaten malı kendisine teslim
edilmez.
Ancak bütün bunlar gerek
aklı bakımdan (kıyas bakımından), gerekse rivayet açısından zayıftır.
Darakutni şunu rivayet
eder: Bize Muhammed b. Ahmed b. el-Hasen esSavvaf anlattı. Bize Hamid b. Şuayb
haber verdi. Bize Şureyh b. Yunus haber verdi. Bize Yakub b. İbrahim -ki bu
kadı Ebu Yusuf'tur- haber verdi. Bize Hişam b. Urve'nin babasından haber
verdiğine göre, Abdullah b. Cafer, ez-Zübeyr'e gelip şöyle dedi: Ben şunları
şunları satın aldım. Buna karşılık Ali, mü'minlerin emirine gidip bu hususta
bana hacr koymasını istemeyi düşünüyor. ez-Zübeyr dedi ki: Satışta ben de
seninle ortağım. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Osman'a varıp şöyle dedi: Cafer'in
oğlu (Abdullah) şunları şunları satın aldı, haydi onu hacr altına aL. Bu sefer
ez-Zübeyr: Bu satışta ben de onun ortağıyım deyince Hz. Osman şöyle dedi: Ben
kendisine ortağın Zübeyr olduğu bir alış verişte bulunan bir kimseyi nasıl olur
da hacr altına alırım? Yakub (Ebu Yusuf) der ki: Ben hacr altına alınacağı
görüşünü kabul ediyorum ve bu kanaatteyim. Böyle bir durumda hacr altında
bulunan kimsenin alış verişini iptal ederim. Eğer hacr altına alınmadan önce
alır veya satarsa onun bu alış verişini caiz kabul ederim. Yakub b. İbrahim der
ki: Ebu Hanife ise böyle bir kimseyi hacr altına almaz ve konu ile ilgili hacr
altına alınma görüşünü de kabul etmez.(Darakutni, IV, 231-232)
Buna göre Hz. Osman'ın:
Ben böyle bir adamı nasıl hacr altına alabilirim? görüşü büyüğün hacr altına
alınmasının caiz oluşuna delildir. Çünkü Abdullah b. Cafer Habeşistan'da iken
dünyaya gelmiştir. Orada müslümanların ilk doğan çocuğu da odur. Babası ile
birlikte Peygamber (s.a.v.)'ın huzuruna Hayber'in fethedildiği yıl geldi ve Hz.
Peygamber'den hadis dinledi, hadis belledi. Hayber gazvesi ise hicretin beşinci
yılında olmuştu. Bu da Ebu Hanife'nin görüşünü reddetmektedir. İleride Yüce
Allah'ın izniyle bunun delili de gelecektir.
6- Allah'ın Geçimlik
Kıldığı Mallar:
"Allah'ın sizin
için geçimlik kıldığı mallarınızı ... " Sizin geçiminiz ve;. dininizin
salahı için varetmiş olduğu mallarınızı ... Buyruğunda yer alan: " ...
ki" kelimesi, ayrıca "te" harfinin esreli okunuşu ile: (...)
yine "te" harfinin sakin olarak okunması ile: (...) şeklinde olmak
üzere üç türlü söylenişi vardır.
Bu kelimenin tesniyesi
(ikili) de aynı şekilde üç türlü gelmektedir. Birincisi (...) şeklinde,
ikincisi "nun" harfi hazf edilerek: (...) şeklinde, üçüncüsü ise
"nun" harfi şeddeli olmak üzere; (...) şeklindedir.
Bu kelimenin çoğul
halinin söyleniş şekillerine gelince; Yüce Allah'ın izniyle bu surede yeri
gelince (Nisa 15. ayet 2. başlıkta) gösterilecektir. (Mealde;
"Geçimlik" diye ifade edilen); (...) aynı anlamda olmak üzere ayakta
tutan şey, unsur demektir. Mesela, filan kişi aile halkının ve evinin
"kıyamı ve kıvamıdır" denilirken yine; filan kişi durumunu ikame
etmektedir denilirken ıslah edip düzeltmektedir, anlamındadır. (...)
kelimesinde yer alan "kaf" harfi esreli olduğu için ayet-i kerimede
olduğu gibi) "vav" harfi "ye" harfi ile ibdal edilmiştir
(değiştirilmiştir).
Medine'lilerin bu
kelimeyi okuyuşu ise "elif"siz olarak: (...) şeklindedir. el-Kisai
ile el-Ferra "Kıyam ve kivam" kelimelerinin (ayet-i kerimede yer
alan); "Kıyam" anlamında olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu
kelime mastar (mef'ul-i mutlak) olmak üzere nasb edilmiştir. İşlerinizin
kendisi ile ıslah olduğu ve sizin geçinmek için bir araç kıldığı mallarınızı
beyinsizlere vermeyin, takdirindedir.
el-Ahfeş bu kelimenin;
işlerinizi ayakta tutan, işlerinizi gören şeyler anlamına geldiğini
söylemiştir. O bu kelimenin çoğul olduğu zehabına kapılmıştır. Basralılar ise
bu kelimenin (...)'in çoğul olduğunu söylerler. Yani Allah malları eşyanın bir
kıymeti olarak belirlemiştir, demektir. Ancak Ebu Ali bu görüşün hatalı
olduğunu belirterek şöyle der: Bu kelimenin aslı (...) şeklinde olup; (...)
kelimeleri gibi bir mastardır. Fakat Arapların: (...); Atlar kelimesinin,
(...); at kelimesinin çoğulu ve benzerlerindeki "vav" harfinin çoğul
yapılırken "ye" harfine dönüştürülmesinde olduğu gibi, bir istisna
teşkil etmiştir. (...)'ın anlamı, durumun ıslahında sebat ve bu hususta
devamlılık demektir.
el-Hasen ve en-Nehai;
"O ki" kelimesinin çoğulu olmak üzere (...) şeklinde okumuşlardır.
Ancak avam bu kelimeyi (...) şeklinde çoğul lafzı ile okumuşlardır. el-Ferra
der ki Arapçada çoğunlukla; (...) o kadınlar ki, o mallar ki kelimelerinde
(ismi mevsulhirı) çoğul olarak kullanırlar. Aynı şekilde malların dışında kalan
çoğul isimler de böyledir. Bunu da en-Nehhas zikretmektedir.
7- Yetimlerin
Nafakalarının Mallarından Karşılanması:
Yüce Allah'ın:
"Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin" buyruğunun anlamının, siz o
mallarda onlar için harcanmak üzere belli bir miktar tesbit edin, şeklinde
olduğu söylenmiştir. Bu ise kişinin nafakasını ve giyeceğini karşılamak
durumunda olduğu eşi ve küçük çocukları hakkında sözkonusudur. O halde bu
buyruk, çocuğun nafakasının babaya, kadının nafakasının da kocaya düştüğünün
delilidir.
Buhari'de, Ebu Hureyre
(r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Sadakanın en faziletlisi geriye bir zenginlik bırakandır. Yukarıdaki el
aşağıdaki elden üstündür. Ve sen öncelikle geçimini sağlamak durumunda olduğun
kimselerden başla. Kadın: Ya bana yiyecek verirsin yahut beni boşarsın, der.
Köle: Beni yedir ve beni çalıştır, der. Evlat da:
Beni yedir, beni kime bırakırsın?
der." Ey Ebu Hureyre sen bunu bizzat Resulullah (s.a.v.)'dan duydun mu?
diye sorduklarında o şöyle dedi: Hayır, bu Ebu Hureyre'nin (söylenen
ifadelerden çıkardığı güzel sonuçlardan birisidir). el-Mühelleb dedi ki:
Hanımın ve çocukların nafakasını sağlamak icma ile vacibtir. Bu hadis de bu
hususta bir delildir.
8- Baliğ Olup Malı ve
Kazancı Bulunmayan Oğulların Nafakasının Hükmü:
İbnü'l-Münzir dedi ki:
Oğullardan bülUğa erip de malı ve kazancı bulunmayanların nafakası hususunda
fukahanın farklı görüşleri vardır. Onlardan bir kesim babanın erkek baliğ
oluncaya kadar kız çocuklarına da evlenip onlarla gerdeğe girilinceye kadar
infak etmekle yükümlü olduğunu söylemişlerdir. Şayet onunla gerdeğe girildikten
sonra kocası onu boşar yahut ölürse babasının ona nafaka vermek yükümlülüğü
kalmaz. Eğer onunla gerdeğe girmeden önce boşayacak olursa, nafakası eskiden
olduğu gibi babasına aittir.
9- Torunun Nafakası:
Oğlun oğlunun nafakasını
de de karşılamakla yükümlü değildir. Bu, Malik'in görüşüdür. Bir diğer kesime
göre ise de de erkek çocuklar ergenleşinceye, kız çocuklar da ay hali oluncaya
kadar torunlarına nafaka vermekle yükümlüdür. Büluğa ermelerinden sonra ise
kötürüm olmaları hali müstesna nafakalarını vermek yükümlülüğü yoktur. Malları
bulunmadığı sürece çocukların erkek yahut kız olmaları arasında bir fark
olmadığı gibi, kendi çocuğu, çocuğunun çocuğu da ne kadar aşağıya inerse insin,
ondan başka kendilerine nafaka verecek gücü bulunan bir babaları bulunmadığı
sürece nafakalarını kendisi verir. Bu da Şafii'nin görüşüdür.
Bir başka kesim ise,
babanın nafakasına muhtaç olmayacakları bir şekilde malları bulunmaları hali
dışında, erkek olsun, kadın olsun, küçük olsun, büluğa ermiş olsun, bütün
çocuklarının nafakasını babalarının sağlamasını vaciptir. Bunu da Hz.
Peygamber'in Hind'e söylemiş olduğu şu: "Sana ve çocuğuna maruf ölçüler
içerisinde yetecek miktarını al'' hadisinin zahirinden çıkartırlar:
Ebu Hureyre yoluyla
rivayet edilen: "Oğul: Bana yiyecek ver, beni kime terk ediyorsun
der" ifadesi de şunu göstermektedir: Böyle bir sözü kazanmaya ve meslek
icra etmeye gücü yetmeyen bir kimse söyler. Büluğ yaşına ulaşmış olan bir kimse
ise böyle bir söz söylemez. Çünkü bu yaşa gelen bir kişi artık kendisi için
çalışacak ve kazanacak bir yaşa gelmiş demektir. Yüce Allah'ın: "Nihayet
evlilik çağına erdikleri zamana kadar ... " (en-Nisa, 6) buyruğu buna
delildir. Bu ayet-i kerime de evlilik çağına ulaşmayı bu hususta bir sınır
olarak belirlemiştir.
Hadisteki; "Kadın;
Ya bana yiyecek verirsin yahut da beni boşarsın der" ifadesi ise;
"Geçim darlığı dolayısıyla hakim karı-kocayı birbirinden ayırmaz. Kadının
sabretmesi gerekir ve hakimin hükmü ile nafaka onun zimmetine (borç olarak)
taalluk eder" diyenlerin görüşlerini reddetmektedir. Bu da Ata ve
ez-Zühri'nin görüşüdür. Kufeliler de Yüce Allah'ın şu buyruğuna yapışarak bu
kanaate sahip olmuşlardır; "Eğer borçlu ödeme zorluğu çeken bir kimse ise
ona kolaylık zamanına kadar bir mühlet veriniz." (el-Bakara, 280) Derler
ki: O halde kocaya da nafakayı kolaylıkla ödeyebileceği bir zamana kadar süre
tanımak icabeder. Diğer taraftan Yüce Allah'ın: ''Sizden eşi bulunmayanları
nikahlayın ... " (Nur, 32) buyruğu ile ilgili olarak derler ki: Burada
Yüce Allah fakirin dahi evlendirilmesini teşvik etmiştir. Fakirliğe rağmen
evlenmelerini teşvik etmişken fakirliğin hakim yoluyla boşanmalarına sebep
olarak görülmesi caiz olamaz. Ancak ileride yeri gelince açıklanacağı üzere bu
ayet-i kerimede onların lehine delil olacak bir taraf yoktur. Görüş ayrılığı
halinde ise, hadisteki ifadeler birer nass'dır (açık ve kat'i delildir). Ayet-i
kerimede hitabın, kendi nezareti altında bulunan malından yetime infak etmek
üzere veliye yönelik olduğu da söylenmiştir. Nitekim burada malın kime izafe
edildiği hususuna dair görüş ayrılıkları açıklanırken de buna işaret etmiştik.
Vasi, yetimin malına ve
durumuna göre infak eder. Şayet yetim küçük, malı da çok ise, o yetime süt anne
ve dadılar tutar ve ona bol bol harcamada bulunur. Eğer büyük ise ona yumuşak
ve güzel elbiseler alır, güzel yiyecekler yedirir, hizmetçiler tayin eder.
Şayet daha aşağı bir durumda ise durumuna göre harcamada bulunur. Eğer bundan
da aşağı durumda bulunursa, o takdirde yemeğinin kaliteli olması gerekmez ve
ihtiyaç kadar ona giyecek alır.
Şayet yetim, malı
bulunmayan bir fakir ise, o takdirde İmam'ın (İslam Devlet Başkanı'nın ve bu
konuda yetkili olanların) Beytü'l-Mal'den onun nafakasını karşılamaları
gerekir. İmam bu işi yapmayacak olursa, o takdirde ona yakınlık sırasına göre
müslümanlar nafakasını karşılamakla görevlidir. Annesi ise bu konuda en yakın
olan kişidir. Böyle bir durumda annenin çocuğuna süt emzirmesi ve onun
ihtiyaçlarını görmesi gerekir. Buna karşılık da ne ondan ne de başka herhangi
bir kimseden rücü' yoluyla herhangi bir şey alamaz. el-Bakara Süresi'nde Yüce
Allah'ın; "Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler ...
"buyruğunu açıklarken (233. ayet 1, 2 ... başlıklarda) bu hususta
açıklamalarda bulunmuştuk.
10- Yetimlere Güzel
Söz Söylemek:
Yüce Allah'ın: "Bir
de onlara güzel söz söyleyin" buyruğunda onlara yumuşak hitap edilmesi,
güzel vaadlerde bulunulması istenmiştir.
Güzel (maruD sözün
mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bunun onlara: Allah size
bereketler ihsan etsin, sizi himayesine alsın, sizin iyiliğinize olan şeyleri takdir
buyursun, ben senin sadece bir nezaretçinim, malın için böyle bir ihtiyat senin
faydanadır; sana gibi onlara dua etmek anlamına geldiği söylendiği gibi, bunun
anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Onlara güzel vaadlerde bulununuz. Yani;
eğer reşit olursanız biz de sizlere mallarınızı teslim ederiz, deyiniz. Baba da
oğluna şöyle der: Nihayette benim malım sana varacaktır. Allah'ın izniyle reşit
olup da ne şekilde tasarrufta bulunacağını öğrendiğin takdirde bu mala sen
sahip olacaksın gibi ...
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN