NİSA 95 / 96 |
لاَّ
يَسْتَوِي
الْقَاعِدُونَ
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
غَيْرُ
أُوْلِي
الضَّرَرِ
وَالْمُجَاهِدُونَ فِي
سَبِيلِ
اللّهِ
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنفُسِهِمْ
فَضَّلَ
اللّهُ
الْمُجَاهِدِينَ
بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ
عَلَى
الْقَاعِدِينَ
دَرَجَةً
وَكُـلاًّ
وَعَدَ
اللّهُ الْحُسْنَى
وَفَضَّلَ
اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ
عَلَى
الْقَاعِدِينَ
أَجْراً
عَظِيماً {95} دَرَجَاتٍ
مِّنْهُ
وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً
وَكَانَ
اللّهُ
غَفُوراً
رَّحِيماً {96} |
95.
Mü'minlerden -özür sahibi olanlar müstesna- oturanlarla Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla ve
canlarıyla cihad edenleri oturanlardan derece itibariyle üstün kılmıştır.
Bununla beraber Allah hepsine de el-Hüsna'yı va'detmiştir. Allah, mücahidleri
oturanlardan pek büyük bir mükafatla üstün kılmıştır.
96-
Kendi nezdinden (yüksek) derecelerle mağfiret ve rahmetle (üstün) kılmıştır.
Allah Gafürdur, Rahimdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi ve Savaştan Muaf
Olanlar:
2- Devamlı Cihad İçin Bekleyenlerin
Fazileti:
3- Zenginlik İle Fakirlik Arasında
Fazilet Farkı:
4- Özür Sahibi Olanların İstisnası ve
İlgili Kıraat Farkı:
5- Can ve Mallarıyla Cihad Edenlerin
Fazileti:
1- Ayetin Nüzul Sebebi
ve Savaştan Muaf Olanlar:
Yüce Allah'ın:
"Mü'minlerden ... oturanlarla ... bir olmaz" buyruğu hakkında İbn Abbas
der ki: Bedir savaşına çıkmayanlar ile, o savaşa çıkanlar bir olmaz. Daha sonra
Yüce Allah: "Özür sahibi olanlar müstesna" diye buyurmaktadır ki,
buradaki "özür" kötürümlük anlamındadır.
Lafız Ebu Davud'un olmak
üzere hadis imamları Zeyd b. Sabit'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Resulullah (s.a.v.)'ın yanında bulunuyordum. Onu bir sükun (sekine) kapladı.
Resulullah (s.a.v.)'ın baldırı, baldırımın üzerine geldi. Resulullah
(s.a.v.)'ın baldırından daha ağır bir şeyolduğunu bilmiyorum. Sonra üzerinden
vahyin etkisi çekilince: "Yaz" diye buyurdu. Ben de bir kürek kemiği
üzerine: "Mü'minlerden oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla
cihad edenler bir olmaz" ayetini sonuna kadar yazdım. Bu sefer, İbn Um
Mektum -ki, gözleri görmeyen birisiydi- mücahidlerin faziletini işitince ayağa
kalkıp şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, peki mü'minler arasından cihada gücü
yetmeyenlerin durumu nedir?
İbn Um Mektum sözünü
bitirince yine Resulullah (s.a.v.)'ı bir sükunet kapladı. Yine baldırı
baldırımın üstüne geldi. İlk defada onun ağırlığını gördüğüm gibi ikinci defada
da gördüm. Sonra Resulullah (s.a.v.)'ın üzerinden vahyin etkisi çekilince yine:
"(Yazdığını, oku ey Zeyd" dedi. Ben de: "Mü'minlerden ...
oturanlarla ... bir olmaz" buyruğunu okudum. Resulullah (s.a.v.) bu sefer:
"Özür sahibi olanlar müstesna" bölümünü de ekleyerek ayetin tamamını
okudu. Zeyd dedi ki: Yüce Allah bu bölümü ("özür sahibi olanlar
müstesna" bölümünü) ayrıca ve müstakil olarak indirdi, ben de onu
Resulullah'ın emri üzerine yerine koydum. Nefsim elinde olana yemin ederim ki,
şu anda bile o bölümü kürek kemiğindeki çatlağa yakın bir yerde ilave ettiğim
yeri görür gibiyim.
Buhari'de, Abdullah b.
el-Haris'in azadlısı Miksem, İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmektedir:
"Mü'minlerden ... oturanlarla ... cihad edenler bir olmaz" yani
Bedir'e çıkmayıp oturanlarla Bedir'e çıkanlar bir olmaz.
İlim adamları der ki:
Ayet-i Kerimede sözü geçen özür sahibi olanlar, savaşa çıkmasına engel olan
mazereti bulunan kimseler demektir. Çünkü bu özürleri kendilerini cihada
çıkmaktan alıkoymaktadır. Hz. Peygamberin de gazalardan birisinden döndüğü
sırada şöyle buyurduğu sahih olarak sabit olmuştur: "Şüphesiz Medine'de
bir takım kimseler vardır ki, bir vadiyi aşıp geçtiğiniz yahut bir mesafeyi
katettiğinizde mutlaka onlar da sizinle birliktedirler. İşte bunlar
mazeretlerinin kendilerini sizinle birlikte engellediği kimselerdir." Bu
da özür sahibi olan kimsenin savaşa çıkmış gazi gibi ecir almasını
gerektirmektedir.
Şöyle de denilmiştir:
Savaşa çıkamayan özür sahibinin savaşa çıkmışın ecri ile eşit ecir alması
ihtimal dahilindedir. Yüce Allah'ın lütfu geniştir. Ayrıca onun mükafat vermesi
ondan bir lütuftur. Fiilen hakedildiği için değildir. O bakımdan Yüce Allah,
samimi niyyet dolayısıyla fiilen yapılana vermiyeceği kadar ecir verebilir.
Şöyle de denilmiştir: Bu şekilde bir özür sahibine ecri katlanmaksızın verilir.
Böylelikle gazi de fiilen savaşa katıldığı için kat kat ecir almak suretiyle
ondan daha üstün olur.
Derim ki: Bu husustaki:
"Şüphesiz Medinede öyle bir takım kimseler vardır ki" (mealindeki)
sahih hadis dolayısıyla inşaallah birinci görüş daha sahihtir. Ayrıca Ebü Kebşe
el-Enmari 'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadis de bunu
gerektirmektedir: "Dünya ancak dört kişinindir. .. " bu hadisi şerif
daha önce, Al-i İmran Süresi'nde (135. ayet, 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Şu haberde varid olan da bu manayı ihtiva etmektedir: "Kul hastalandı mı,
Yüce Allah şöyle buyurur: Kuluma iyileşinceye veya onun ruhunu kabz edinceye
kadar sağlıklı iken işlediği amelleri (şimdi de işlemiş gibi) yazınız."
2- Devamlı Cihad İçin
Bekleyenlerin Fazileti:
Bazı ilim adamları bu
ayet-i kerimeyi delil alarak divan ehlinin (yani asker olarak yazılan ve bunun
için devlet hazinesinden maaş alanların) tatavvu olarak cihada katılanlardan
daha büyük ecir sahibi olduklarını ileri sürmüşlerdir. Çünkü divanda yazılı
bulunanlar maaşları karşılığında adeta mülkiyet altında oldukları ve zorlu
zamanlarda onlar öne sürülüp gönderildikleri, düşmana karşı asker olarak gönderilip
onlara verilen emirler de sürekli olarak onların hayatında adeta huzur
bırakmadığı için, nafile olarak cihada katılanlardan daha büyük ecir
sahibidirler. Çünkü nafile olarak cihada katılanların rahatı huzuru yerindedir.
Yazın girişilen büyük gazvelerde ve benzerlerine katılmaktan yana kalpleri
rahattır.
İbn Muhayriz der ki: Bu
şekilde maaş alarak cihad için bekleyenler, sürekli olarak huzur ve sükün nedir
bilmediklerinden dolayı tatavvu ve nafile olarak cihada katılanlardan daha
faziletlidirler.
Mekhül der ki: Düşmana
karşı gönderilen askeri birliklerin duydukları dehşet, Kıyamet gününün
dehşetlerini giderir.
3- Zenginlik İle
Fakirlik Arasında Fazilet Farkı:
Yine, "zenginlik,
fakirlikten daha faziletlidir" diyenler de bu ayeti delil gösterirler.
Çünkü Yüce Allah, kendisi vasıtasıyla salih amellere ulaşılan malı sözkonusu
etmektedir.
Kişiyi başkasına muhtaç
düşürecek kadar fakirliğin hoşlanılmayan bir şey, azdıran zenginliğin de
yerilen bir şeyolduğunu, ilim adamları ittifakla kabul etmekle birlikte bu
hususta farklı kanaatlere sahiptirler. Kimisi, zenginliğin faziletli olduğu
kanaatini ileri sürmektedir. Çünkü zenginin hayır yapma gücü vardır. Fakirin
ise acizliği sözkonusudur. Güç ve iktidar sahibi olmak ise acizlikten daha
faziletlidir. el-Maverdi der ki: Şan ve şeref sevgisinin etkisi altında
kalanların görüşü budur. Başkaları ise fakirliğin daha faziletli olduğu
görüşündedir. Çünkü fakir, (lezzeti) terk edicidir. Zengin ise dünya ile içli
dışlıdır. Dünyanın terki ise, onunla içli dışlı olmaktan daha faziletlidir.
Yine el-Mav erdi der ki:
Bu da esenliği daha çok sevenlerin görüşüdür. Başkaları ise, fakirlik
sınırından yukarı çıkarak, zenginlik mertebesinin asgari seviyesine ulaşmak suretiyle
iki işin arasında orta yerde olmanın daha faziletli olduğu görüşündedir.
Böylelikle kişi, her iki durumun da faziletini elde edebilir, her iki durumun
yerilen hallerinden kendisini kurtarabilir. el-Maverdi der ki: İşte bu
mutedillik halinin daha üstün olduğu görüşünde olanların ve:
"Bütün işlerin en
hayırlısı orta yollu olanıdır" kanaatinde olanların görüşüdür. Gerçekten
de hikmetli şair bunu şu beyiti ile çok güzel bir şekilde dile getirmiştir:
"Ey zengin
olmamaktan ve bir gün gelip arzu edilmeyen bir şeye rağbet duymaktan Allah'a
sığınan kişi ... "
4- Özür Sahibi
Olanların İstisnası ve İlgili Kıraat Farkı:
Yüce Allah'ın:
"Özür sahibi olanlar müstesna" buyruğundaki: "Müstesna"
kelimesini Küfelilerle Ebu Amr merfu' olarak okumuşlardır. el-Ahfeş der ki: Bu,
bu şekliyle "oturanlar"ın sıfatıdır. Çünkü oturanlar ile muayyen bir
topluluk kast edilmemektedir. Bundan dolayı da nekire (belirtisiz bir topluluk)
olmaktadırlar. Bu nedenle de (...) ile nitelendirilmesi mümkün olmuştur. Buyruğun
anlamı da o takdirde şöyle olur: Özür sahibi olmayıp oturanlarla ... bir olmaz.
Yani, herhangi bir özrü
bulunmaksızın oturanlar (cihada çıkanlarla) bir olmazlar. Yani, sağlıklı olduğu
halde oturanlar (cihada çıkanlarla) bir olmaz anlamındadır. Bu açıklamayı ez-Zeccac
yapmıştır. Ebu Hayve ise bu kelimeyi (...) şeklinde esreli olarak mü'minlere
sıfat yaparak okumuştur. Yani sağlıklı olan mü'minler arasından özrü bulunmayan
mü'minlerden oturanlar...
Haremeyn kurrası ise,
(...) kelimesini, oturanlardan veya mü'minlerden istisna olmak üzere mansub
okumuşlardır. Yani özür sahibi olanlar müstesnadır. İşte bunlar mücahidlerle
eşit olurlar.
Arzu edildiği takdirde,
(bu okuyuşa göre bu kelime) oturanlardan hal de yapılabilir. Yani, sağlıklı
olanlar arasından sağlıklı oldukları halde oturanlar ... bir olmaz. Bu şekilde
onlardan hal yapmanın caiz olması, oturanların lafız olarak marife oluşu
dolayısıyladır. Nitekim: "Zeyd bana hasta olmayarak geldi" demek de
böyledir.
Naklettiğimiz nüzul
sebebi de bu kelimenin nasb anlamına delalet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen
Allahtır.
5- Can ve Mallarıyla
Cihad Edenlerin Fazileti:
"Allah, mallarıyla
ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlardan derece itibariyle üstün
kılmıştır." Bundan sonra ise Yüce Allah: "Kendi nezdinden (yüksek)
derecelerle mağfiret ve rahmetle (üstün kılmıştır)" diye buyurmaktadır.
Bazıları derler ki: Önce bir dereceyle üstün kılmaktan sözedilip, daha sonra da
derecelerden söz edilmesi (faziletin üstünlüğünü) mübalağa yoluyla beyan ve
te'kid içindir.
Şöyle de denilmiştir:
Allah, mücahidleri özrü olduğu halde savaşa çıkmayıp oturanlara bir tek derece
ile üstün kılmış, ancak mazereti olmaksızın cihada çıkmayıp oturanlara bir çok
derecelerle üstün kılmıştır. Bu açıklamayı, İbn Cüreyc, es-Süddi ve başkaları
yapmıştır.
Şöyle de denilmiştir:
Derece, yükseklik demektir. Yani Yüce Allah, onların şanını yükseltmiş, sena,
övgü ve onlara iltifatta bulunmak suretiyle yüceltmiştir. İşte derecenin anlamı
budur. Derecelerle ise, cennetteki makamlar kastedilmektedir.
İbn Muhayriz der ki:
Allah, mücahidleri yetmiş derece ile yükseltmiştir. Her iki derece arasında iyi
bir cins atın yetmiş yıllık bir zaman içerisinde alabileceği kadar bir mesafe
vardır.
"Dereceler"
buyruğu, "ecir: mükafat" kelimesinden bedel ve onun için bir atf'ı
tefsirdir. Bunun bir zarf takdiri ile mansub olması da mümkündür. Yani, Allah
onları bir takım derecelerle üstün kılmıştır demektir. Ayrıca bunun Yüce
Allah'ın: "Büyük bir mükafat" buyruğunu te'kid olması da mümkündür.
Çünkü büyük mükafat, dereceler, mağfiret ve rahmettir. Merfu' okunması da
mümkündür.
Yani; (...): İşte bunlar
öyle birtakım derecelerdir ki." şeklinde olur. (...): Mükafat kelimesi,
"üstün kılmıştır" kelimesi ile nasb edilmiştir. Bu kelimeyi mastar olarak
da kabul edebiliriz, hatta bu daha uygundur. O takdirde bu kelime; "Üstün
kılmıştır" kelimesi dolayısıyla mansub olmaz. Çünkü bu kelime, iki tane
mef'ulünü almış olur ki, bu iki meful da: "Cihad edenleri" kelimesi
ile "Oturanlardan" kelimeleridir. "Derece itibarıyla"
kelimesi de böyle olur.
Buna göre dereceler,
biri diğerinden daha üstün mevkiler demektir. Sahih hadiste Peygamber
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şüphe yokki cennette yüz
derece vardır. Allah bunları yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. Her iki
derece arasındaki mesafe, yer ile gök arası kadardır."
"Bununla beraber,
Allah hepsine de el-Hüsna'yı vaad etmiştir." elHüsna'dan kasıt, cennettir.
Yani, Allah onların hepsine de cenneti vadetmiştir. Diğer taraftan
"hepsine" ile, özel olarak mücahidlerin kastedildiği söylendiği gibi,
mücahidler ile özür sahibi olanlar kastedilmiştir de denilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN