EN’AM 141 |
وَهُوَ
الَّذِي أَنشَأَ
جَنَّاتٍ
مَّعْرُوشَاتٍ
وَغَيْرَ
مَعْرُوشَاتٍ
وَالنَّخْلَ
وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفاً
أُكُلُهُ
وَالزَّيْتُونَ
وَالرُّمَّانَ
مُتَشَابِهاً
وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ
كُلُواْ مِن
ثَمَرِهِ
إِذَا أَثْمَرَ
وَآتُواْ
حَقَّهُ
يَوْمَ حَصَادِهِ
وَلاَ
تُسْرِفُواْ
إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ
الْمُسْرِفِينَ |
141. Çardaklı ve
çardaksız o bağları, tadları çeşitli hurmaları, ekinleri, birbirine hem
benzeyen, hem benzemeyen zeytinleri, narları yaratıp yetiştiren O'dur. Bunların
her biri meyve verdiği zaman meyvelerinden yeyin. Devşirilip biçildiği gün de
hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yirmi üç başlık halinde sunacağız:
1- Yaratan Allah:
2- Tadları Farklı Hurma ve Ekinler:
3- Allah'ın Varlığının Delilleri ve
Bize Lütufları:
4- iki Emir ve iki Ayrı Hüküm:
5- Mahsuldeki "Hakk"ın
Mahiyeti:
6- Yerden Yetişen Mahsullerin Zekatı:
7- Mahsullerde Zekatın Vucup Zamanı:
8- Mahsullerin Tahmini ile ilgili ilim
Adamlarının Görüşleri:
9- Alınacak Mahsulün Nasıl Tahmin
Edileceği:
10- Mahsul Tahmininde Kaç Kişi
Yeterlidir:
11- Bahçe Sahibi Yapılan Tahmini Çok
Bulursa:
12- Mahsulün Tahmin Edileceği Vakit:
13- Yapılan Mahsul Tahmininden Sonra
Bir Miktarı Düşmek:
14- Tahminden Sonra Mahsule Bir Afet
isabet Ederse:
15- Zirai Mahsullerde Zekatın Nisabı:
16- Her Bir Mahsul Tek Başına Beş Vesk
Gelmiyorsa:
17- Değişik Mahsul Türlerinin Birbirine
Eklenmesi:
18- Mahsullerin Devşirilmesinden Önce
Tüketilen Bölümlerinin Hükmü:
19- Mahsul Ele Geçmeden Önce
Satılanların Durumu:
20- üzüm ve Hurması Kurutulamayan
Mahsuller:
21- Sulama Şeklinin Arazi Mahsulünden
Alınacak Zekata Etkisi:
22- Mahsullerin Nisabını Beş Vesk
Olarak Tesbit Eden Hadis:
23- İsraf:
1- Yaratan Allah:
"Çardaklı" yani,
çardaklar üzerinde yükseltilmiş bağları "ve çardaksız" yükseltilmemiş
"o bağları ... yaratıp yetiştiren" var eden "O'dur."
İbn Abbas der ki:
"Çardaklı" bahçelerden kasıt, üzüm bağları, ekinler ve kavun türü
yerde yayılan şeylerdir. "Çardaksız bağlar"dan kasıt ise, hurma ağacı
ve diğer ağaçlar gibi gövdeleri üzerinde yükselen ağaçlardır. Şöyle de
açıklanmıştır: Çardaklılardan kasıt, ağaçları yükselenlerdir. Çünkü bu kelime,
asıl itibariyle yükselmek anlamına gelen; (...)'dan gelmektedir.
Yine İbn Abbas'dan
nakledildiğine göre, "çardaklı'' lardan kasıt, insanların destekleyerek
tesbit edip dallarını yükselttikleri ağaç türleridir.
"Çardaksızlar"dan kasıt ise, düz ovalarda ve dağlarda yetişen
meyvelerdir. Buna da Hz. Ali'nin bu anlamdaki kelimeleri; "Yere dikilmiş
ve dikilmemiş" anlamında "ğayn ve sin" harfi ile okuyuşu
delildir.
2- Tadları Farklı
Hurma ve Ekinler:
Yüce Allah:
"Tadları çeşitli hurmaları, ekinleri" buyruğunda (hurmaları), aslında
bağ ve bahçelerin kapsamına girmekle birlikte ayrıca özel olarak zikretmesi,
üstün değerleri dolayısıyladır. Nitekim daha önce de bu türden açıklamalarımızı
el-Bakara Suresi'nde Yüce Allah'ın: "KimAllaha, meleklerine ... düşman
olursa" (el-Bakara, 98) buyruğunu açıklarken belirtmişdik.
"Tadları
çeşitli" yani, tadları itibariyle kimisi oldukça hoş ve güzel, kimisi daha
aşağı seviyede olmak üzere meyveler yaratmıştır. Yüce Allah'ın tad için
"yenen şey" anlamına gelen; (...) tabirini kullanması, meyvelerinin
yenilmesi dolayısıyladır.
"Tadları"
kelimesi ise mübteda olarak merfu'dur. "Çeşitli" ise onun sıfatıdır.
Ondan önce gelip mansub olan bir kelimenin de yanında yer alınca
nasbedilmiştir. Nitekim "Yanımda aşçı bir köle vardır," demek de bu
kabildendir. Şair de şöyle demiştir: "Kötülük yaygındır, bir kuyu da
karşılaşır seninle, Salih kadınların ise üzerlerinde kapalıdır kapıları."
"Çeşitli"
kelimesinin hal olarak nasbedildiği de söylenmiştir. Ebu İshak ez-Zeccac der
ki: Bu, nahiv bakımından içinden çıkılması zor bir meseledir. Çünkü, şöyle
denilmektedir: Onları yaratan Allah'tır. Fakat, onların meyveleri demek olan
tadları (kendiliklerinden) farklı ve çeşitli değildir. Buna şöyle cevap
verilir: Şanı Yüce Allah: "O, her şeyi yaratandır" (elEn'am, 102)
buyruğunca bunları da yaratmıştır. Böylelikle Yüce Allah bunları, tadları
farklı olarak yaratmış olduğunu bildirmektedir. Yani O, bunları yaratırken,
meyvelerinde farklılığı, çeşitliliği takdir etmiş olarak yaratmıştır.
Sibeveyh bunu şu
sözleriyle açıklamaktadır: "Ben, beraberinde yarın kendisiyle avlanacağı
bir şahin bulunan bir adama uğradım" diyerek hal yapılır. Nitekim:
"Eve mutlaka yiyenler ve içenler olarak gireceksinizdir" derken, bunu
gerçekleştireceksiniz demek istemektedir. üçüncü bir cevap da şu şekildedir:
Allah bunları yarattığında bile tadları çeşitli idi. Yani, eğer bunların
yaratılış esnasında tadları bulunsaydı dahi, bu tadları farklı olacaktı.
Burada (hurma ve ekin
tesniye olduğu halde) onlara uygun; "İkisinin tadları" demeyişinin
sebebi, zamirin ikisinden birisine iade edilmesiyle yetinmiş olmasıdır. Yuce
Allah'ın: "Onlar, bır ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman ... ona
doğru yöneldiler" (el-Cum'a, 11) buyruğu da ikisine doğru yöneldiler
anlamındadır. Bu anlamdaki açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.
3- Allah'ın Varlığının
Delilleri ve Bize Lütufları:
"Birbirine hem
benzeyen, hem benzemeyen" anlamındaki buyruklar, hal olarak nasbedilmiş
olup buna dair açıklamalar az önce geçmiş bulunmaktadır. "Zeytinleri,
narIarı" buyruğu da öncekilere atfedilmektedir.
Bunların yaratılışında
şu üç hususa delil getirilmektedir. Evvela, değişen şeylerin -önceden de
geçtiği gibi- mutlaka bir değiştiricisinin bulunduğudur. İkinci olarak,
bunlarda Şanı Yüce Allah'ın bize lütuflarına delil vardır. Çünkü O, bizi
yarattığında dileseydi bize gıda yaratmayabilirdi. Gıda yarattığı takdirde de o
gıdanın görünüşü güzel, tadı hoş olmayabilirdi. Bu şekilde yaratmış olsa dahi,
devşirilmesi kolayolmayabilirdi. Baştan beri O, bunları bu şekilde yaratmak
zorunda değildi. Çünkü, Allah'ın herhangi bir işi yapması, O'nun hakkında vacip
olamaz. üçüncü olarak da; ilahı kudrete delil vardır. Çünkü, aşağı doğru akmak
özelliğine sahip olan su, bir ve tek ve gaybları bilen Allah'ın kudretiyle
ağacın aşağı bölgelerinden yukarılarına doğru çıkabilmektedir. Nihayet,
dallarının ucuna vardı mı, orada da ağacın cinsinden olmayan yapraklar var
olur. Ayrıca, belli bir hacmi, parlak bir rengi, yeni bir mahsul ve lezzetli
bir tadı olan meyveler de çıkar.
Peki, bunların tabi at
ve cinsleri nerede kaldı? Nerede filozoflar ve onların sürdükleri delil ve
açıklamaları? Acaba tabiat bu kadar sağlam ve güzel iş yapabilir mi? Yahut da
bu hayret verici düzenlemeyi gerçekleştirebilir mi?
Kesinlikle hayır. Aklen,
böyle bir şeyin tabiat tarafından yapılabilmesi, mümkün değildir. Bunları,
ancak hayy, alim, kadir ve irade sahibi olan Allah yapabilir. Her şeyde
varlığına delil bulunan ve her şeyin sonunda kudreti görülen Allah'ın Şanı ne
yücedir.
Ayetler Arası ilişki:
Bu buyruğun, kendisinden
önceki buyruklarla ilişkisi yönüne gelince: Kafirler, Allah'a yalan iftirada
bulunup onunla beraber ortaklar koşarak kendiliklerinden helal ve harama dair
hükümler koyduklarından ötürü, O da, her şeyi yaratanın kendisi olduğunu, bütün
bu eşyayı kendilerine rızık olarak verenin O olduğunu belirterek, onlara
vahdaniyetinin delillerini gösterdi.
4- iki Emir ve iki
Ayrı Hüküm:
Yüce Allah'ın:
"Bunların her biri meyve verdiği zaman meyvelerinden yeyin. Devşirilip
biçildiği gün de hakkını verin" buyruğunda "yap" kipinde gelmiş
iki fiil vardır. Bunlardan birisi Yüce Allah'ın: "Yer yüzünde
dağılın" (el-Cumua, 10) buyruğunda olduğu gibi, mübahlık ifade eden bir
emirdir, diğeri ise vücup ifade eder. Şeriatte mübahlık ifade eden emir ile
vücup ifade eden emrin bir arada bulunmasına engel yoktur.
Yüce Allah, hakkın
verilmesi emrini vermeden önce onlardan yeme nimetini zikrederek başladı ki,
baştan beri nimet ihsan etmenin tekliften önce O'nun lütfundan ötürü
gerçekleştiğini beyan etsin.
5- Mahsuldeki
"Hakk"ın Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Devşirilip biçildiği gün de hakkını verin" buyruğu ile ilgili olarak
ilim adamları, bu hakkın ne olduğunun açıklanması hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Enes b. Malik, İbn Abbas, Tavus, el-Hasen, İbn Zeyd,
İbnü'l-Hanefiyye, ed-Dahhak ve Said b. el-Müseyyeb buradaki hakkın, farz olan
zekat, öşür (onda bir) ve öşrün yarısı (yirmide bir) olduğunu söylemişlerdir.
Bu görüşü İbn Vehb ve İbnü'l-Kasım da Malik'ten bu ayetin tefsiri ile ilgili
olarak nakletmişlerdir. Şafii mezhebi alimlerinden bazısı da bu görüşü kabul
etmiştir. ez-Zeccac'ın naklettiğine göre; bu ayet-i kerimenin Medine'de indiği
de söylenmiştir.
Ali b. el-Hüseyin, Ata,
el-Hakem, Hammad, Said b. Cübeyr ve Mücahid ise, şöyle demişlerdir: Bu, zekatın
dışında, malda bulunan bir haktır. Allah, bu hakkın mendup olarak verilmesini
emretmiştir. Bu görüş, İbn Ömer ve -yine-Muhammed b. el-Hanefiyye'den de
rivayet edilmiştir. Ayrıca Ebu Said elHudri bunu Hz. Peygamber (s.a.v.)'dan da
rivayet etmiştir.
Mücahid der ki: Malını
devşirdiğin vakit, yoksullar yanına gelecek olurlarsa, sen onlara biçtiğin
başaklardan bir miktar ver. Hurmalarını topladığın vakit onlara da salkımlardan
bir miktar ver. Ekini toplayıp dövüp savurduğun vakit de onlara ondan bir
miktar bırak. Onun, ölçeğini de bilip öğrendin mi, bu sefer ondan zekatını
çıkartıp ver.
Bu hususta üçüncü bir
görüş daha vardır ki, bu görüşe göre bu emir zekat emriyle neshedilmiştir.
Çünkü bu sure Mekke'de inmiş, zekatı emreden:
"Onların
mallarından bir sadaka (zekat) al'' (et-Tevbe, 103); "Namazz dosdoğru
kılınız ve zekatı veriniz" (el-Bakara, 43) ayeti ise, ancak Medine'de
nazil olmuştur.
İbn Abbas,
İbnü'I-Hanefiyye, el-Hasen, Atiyye el-Avfi, en-Nehai ve Said b.
Cübeyr'den de bu görüş
rivayet edildiği gibi, Süfyan da şöyle demiştir: Ben, es-Süddi'ye bu ayet
hakkında sordum da şu cevabı verdi: Bunu öşür ve öşrün yarısı(nı emreden zekat)
neshetmiştir. Ben, bunu kimden naklediyorsun diye sorunca, o da: İlim
adamlarından, diye cevapladı.
6- Yerden Yetişen
Mahsullerin Zekatı:
Yenecek olsun, olmasın
yerin bitirdiği her şeyde zekatın vacib olduğunu ileri süren Ebu Hanife, bu
ayet-i kerime ile Hz. Peygamberin: "Semanın suladığı mahsullerde öşür,
deve sırtında taşınan veya (kuyudan) çekilen kovalarla sulanan mahsullerde de öşrün
yarısı vardır" (...) buyruğunun umum ifade edişini delil olarak
göstermiştir. Ebu Yusuf da Ebu Hanife'den şunu nakletmiştir: Onun, ot, yonca,
saman (eskiden ok yapımında, günümüzde de kurşun kalem tahtası yapımında
kullanılan) farisi kamışı ve şeker kamışı müstesnadır.
Fakat cumhur bu görüşü
kabul etmemektedir. Çünkü onlara bu hadisten maksadın nelerden öşür alınacağını
ve nelerden öşrün yarısı alınacağını beyan etmektir. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr)
der ki: Bildiğim kadarıyla ilim adamları arasında buğday, arpa, hurma ve kuru
üzümde zekat vermenin vacip olduğu hususunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bir
kesim ise, bunların dışında kalan (zirai mahsullerde) zekat olmadığını
söylemişlerdir. Bu görüş de el-Hasen, İbn Sirin ve eş-Şa'bi'den rivayet
edilmiştir.
Kufe alimlerinden İbn
Ebi Leyla ve es-Sevri, el-Hasen b. Salih, İbnü'l-Mübarek ve Yahya b. Vessab da
bu görüşü benimsedikleri gibi, Ebu Ubeyd de bu kanaattedir. Bu, aynı zamanda
Ebu Musa'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'dan yoluyla da rivayet edilmiştir ki, Ebu Musa'nın
kabul ettiği görüş de bu idi. Ebu Musa, ancak buğday, arpa, hurma ve kuru
üzümden zekat alırdı. Bunu da Veki', Talha b. Yahya'dan, o, Ebu Burde'den, o,
babası yoluyla zikretmiştir.
Malik ve arkadaşları ise
şöyle demişlerdir: Gıda olarak kullanılan ve uzun süre saklanabilen her şeyde
zekat farzdır. Şafii de bu görüştedir. Ayrıca Şafii şöyle demektedir: Kuruyup
saklanan ve yiyecek olarak kullanılan şeylerden zekat alınması vaciptir.
Zeytinde ise zekat yoktur, çünkü o bir katıktır. Ebu Sevr de böyle demiştir.
İmam Ahmed'in ise bu konuda farklı görüşleri vardır. Bunların en kuvvetli
olanlarına göre zekat, eğer ve sk ile ölçülebilir ise, Ebu Hanife'nin dediği
her şeyde zekat vaciptir.
Bu sebepten dolayı İmam
Ahmed, vesk ile ölçüldüğünden dolayı bademde zekatın vacip olduğunu kabul
ederken, satışı sayılarak sözkonusu olduğundan dolayı ceviz de zekatın olduğunu
kabul etmemiştir. Buna da Hz. Peygamber'in: "Hurma veya tane türünden
olanlarda, beş vesk'ten aşağısında sadaka (zekat) yoktur" buyruğunu delil
göstererek şöyle demektedir:
Peygamber (s.a.v.)
böylelikle zekatın vacip olduğu mahallin vesk (ile ölçülen şeyler) olduğunu
beyan etmiş ve kendisinden hakkın (zekatın) çıkartılması gereken miktarı da
açıklamıştır.
en-Nehai'nin görüşüne
göre de, yerden biten her şeyden zekat verilmesi vaciptir. Hatta toplayacağı on
demet bakliyattan bir demet zekat verilir. Ancak bu hususta ondan farklı
rivayetler gelmiştir. Bu görüş aynı zamanda Ömer b. Abdulaziz'in de görüşüdür.
O, az olsun, çok olsun yerden biten her şeyden öşür alınması için (zekat
memurlarına) talimat yazmıştır. Bunu da Abdurrezzak, Ma'mer'den, o, Simak b.
el-Fadl'dan naklederek şöyle demektedir: Ömer (b. Abdilaziz), şunu yazdı...
diyerek bu hususu zikretti.
Bu, aynı zamanda Hammad
b. Ebi Süleyman'ın ve onun öğrencisi Ebu Hanife'nin de görüşüdür.
İbnü'l-Arabı de
''Ahkamu'l-Kur'an'' adlı eserinde bu görüşe meylederek şöyle demektedir: Ebu
Hanife'ye gelince o, bu ayeti kendisine ayna tutmuş ve böylelikle hakkı
görebilmiştir, diyerek Hanefi mezhebini destekleyici ve güçlendirici ifadeler
kullanmıştır. Diğer taraftan ''el-Kabes Bina Aleyhi el-imamu Malik b. Enes''
adlı eserinde de şöyle demektedir: Yüce Allah: "' ... Birbirine hem
benzeyen, hem benzemeyen zeytinleri, narları yaratıp yetiştiren O'dur" diye,
buyurmaktadır. İlim adamları ise, yerin bitirdiklerinin tamamında mı, yoksa bir
bölümünde mi zekatın vacib olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Biz
bu hususu daha önceden açıklamış bulunuyoruz. el-Ahkam (Ahkamu'l-Kur'an) adlı
eserimizde bunun özünü kaydettik. Buna göre zekat açıklamış olduğumuz gibi,
taze bakliyatta (sebzelerde) değil de gıda olarak saklanabilen şeylerde
sözkonusudur. Taif'te nar, (bir çeşit) şeftali, turunç gibi meyveler olmakla
birlikte, Rasulullah (s.a.v.) bunlar hakkında herhangi bir şey söylemediği gibi
sözkonusu da etmemiştir, halifelerden herhangi bir kimse de bunu zikretmiş
değildir.
Derim ki: Her ne kadar
bu görüşünü "Kuran Ahkamı''nda zikretmemiş ise de bu mesele ile ilgili
olarak sahih olan görüş budur. Yeşilliklerde (sebzelerde) her hangi bir zekat
düşmediğidir. Ayete gelince; ayet hakkında mu hkem midir, mensuh mudur, yoksa
emir mendupluğa mı hamledilmiştir diye farklı görüşler ortaya atılmıştır.
Bunun, hangisine yorumlanacağını beyan edecek kat'i bir delil de yoktur. Bu
konuda bilinen ve meseleye kesinlik kazandıran delil ise, İbn Bukeyr'in
''Ahkam''ında zikrettiği şu husustur: Küfe, Hz. Peygamber (s.a.v.)'ın
vefatından ve Medine'de ahkamın yerleşmesinden sonra fethedilmiştir. Herhangi
bir kimsenin veya azıcık bir basireti olan bir kişinin şöyle bir vehme
kapılması mümkün müdür: Böyle bir hüküm Medine'de askıya alındı, hicret
yurdunda vahyin karargahında, hatta Ebu Bekir'in halifeliği döneminde de
bununla amel edilmedi de sonunda bununla amel edenler Küfeliler mi oldu?
Şüphesiz ki bu, böyle bir zanna sahip olanlar için ve bu görüşü kabul edenler
hakkında bir musibettir.
Derim ki: Kur'an-ı
Kerim'in ihtiva ettiği anlamlardan, buna delalet eden hususlardan birisi de
Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni
tebliğ et. Eğer böyle yapmazsan Onun risaletini tebliğ etmemiş olursun.
"(el-Maide, 67) Acaba Hz, Peygamberin tebliğ etmekle, yahut açıklamakla
emrolunduğu herhangi bir şeyi gizlediğini söylemek mümkün müdür? O, bundan çok
çok uzaktır. Yine Yüce Allah, bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Bugün
sizin için dininizi kemale erdirdim. üzerinizdeki nimetimi tamamladım ...
"(el-Maide, 3) İşte yeşilliklerden (sebze ve bakliyattan) bir şeyalmamış
olması da dinin kemalindendir, Darakutni'nin rivayet ettiğine göre Cabir b,
Abdullah da şöyle demiştir: "Salatalık yetiştirdiğimiz bahçelerimiz
onbinlerce (tane) ürün veriyordu da bunda hiç bir şey (zekat olarak) vacib
olmuyordu, "
Zühri ve el-Hasen de
şöyle demişlerdir: Yeşil sebzeler, satıldığı takdirde ve bunların bedeli ikiyüz
dirheme ulaşırsa zekatları verilir, el-Evzai de, meyvelerin bedeli hususunda bu
görüştedir. Ancak, onların bu görüşlerinin, bizim sözünü ettiğimiz hususa dair
delil olacak bir tarafı yoktur. Tirmizi de Muaz b. Cebel'den şunu rivayet
etmektedir: Muaz, Hz, Peygamber (s.a.v.)'a yeşillikler (sebzeler) hakkında soru
sormak üzere mektup yazdı, Hz, Peygamber de: "Onlarda (zekat olarak) bir
şey düşmez" diye buyurmuştur.
Bu anlamdaki
açıklamalar, Cabir, Enes, Ali, Muhammed b. Abdullah b. Cahş, Ebu Musa ve Hz.
Aişe'den de rivayet edilmiştir ki, Darakutni -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-
bunların hadislerini zikretmektedir.
Tirmizi de der ki: Bu
hususta (yani bakliyatta zekat olmadığına dair) Hz, Peygamber (s.a.v.)'dan
sahih her hangi bir rivayet yoktur.
Ebu Hanife'nin
arkadaşlarından bazıları da Salih b. Musa'nın Mansur'dan, onun İbrahim'den,
onun el-Esved'den, onun da Hz. Aişe'den şöyle dediğine dair naklettiği hadisi
delil göstermişlerdir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Yerden biten
bakliyatta zekat vardır," Ancak, Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Bu
hadisi Mansur'un arkadaşlarından güvenilir her hangi bir kimse bu şekilde
rivayet etmiş değildir. Bu, İbrahim'in sözlerindendir.
Derim ki: Konu ile
ilgili senetlerinin zayıflığı dolayısıyla, sünnetten delil getirme imkanı
olmadığına göre, geriye sadece bizim sözünü ettiğimiz ayetin umumu ile Hz.
Peygamber'in: "Yağmur suyu ile sulananlarda öşür vardır" buyruğunun
umumunu sözünü ettiğimiz şekilde tahsis etmekten başka bir yol kalmıyor. Ebu
Yüsuf ve Muhammed de derler ki: Sebzelerin hiç birisinde -kalıcı meyvesi
olanlar müstesna- zekat düşmez. Bundan tartılarak alınıp satılan zaferan ve
benzeri şeyler müstesnadır, onda zekat vardır. Muhammed ise usfur (asfur) ve
ketende tohumu nazar-ı itibara alırdı. Eğer asfur tohumu ile keten tohumu beş
veski bulacak olursa, elde edilen asfur ve keten tohuma tabi olur ve buna bağlı
olarak ondan (sulama durumuna göre) öşür veya öşrün yarısı olarak zekat alınır.
Pamuktan alınacak zekata
gelince; Muhammed'e göre pamukta beş yükten aşağısında zekat düşmez. Yük ise
üçyüz Irak mennidir.
Alaçehre (Yemen safranı)
ve zaferanda ise, beş mennden aşağısında herhangi bir zekat düşmez. Bunlardan herhangi
birisi beş menni bulacak olursa, (sulama durumuna göre) öşür veya öşrün yarısı
zekat düşer. Ebu Yusuf der ki: Şekerin kendisinden yapıldığı şeker kamışı da
böyledir. Ancak bu şeker kamışının, haraç arazisinde değil de öşür arazisinde
yetişmesi gerekir, o da zaferanda olduğu şekilde zekata tabidir.
Abdülmelik b. el-Macişün
ise, bakliyat dışında kalan meyvelerin as ıllarında zekat farz olduğunu kabul
etmiştir. Bu ise, Malik'in ve arkadaşlarının kabul ettiği görüşe muhaliftir.
Çünkü onlara göre, bademde de, ceviz de de, fındıkta da ve buna benzer
mahsullerde de zekat yoktur. İsterse bunlar saklanabilsinler. Aynı şekilde
onlara göre erik, elma ve armutta da zekat olmadığı gibi, bu kabilden olup
kurutulup saklanmayan şeylerde de zekat yoktur.
Ancak, incirde zekatın
olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik'in mezhebini takip
eden Mağrib halkınca daha meşhur olan görüşe göre incirde zekat yoktur. Ancak,
Abdulmelik b. Habib'in kanaatine göre Malik'in mezhebinde incirde zekat olması
gerekir. Bunu da hurma ve kuru üzüme kıyasen söylemiştir. Bağdadlı Maliki
mezhebine mensub ilim ehlinden bir topluluk da -İsmail b. İshak ve ona uyanlar-
bu görüşe sahip olmuşlardır. Malik de Muvatta'da şöyle demiştir: "Bizce
ihtilafın sözkonusu olmadığı sünnet ile ilim ehlinden işittiğime göre,
meyvelerin hiçbirisinde -nar, şeftali, incir ve bunların benzerlerinde- ve
meyvelerden olması halinde benzemeyenlerinde de zekat yoktur."
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) der ki: Malik, inciri de (zekatı alınmayan) bu meyve kısımları
arasına sokmuştur. Zannederim o, -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- incirin
kurutulup saklandığını ve gıda olarak kullanıldığını bilmiyordu. Eğer bunu
bilmiş olsaydı, inciri de bu tür zekatı alınmayan meyvelerin kapsamına
sokmazdı. Çünkü incir, nardan çok hurma ve kuru üzüme benzemektedir. el-Ebheri
ile onun arkadaşlarından bir topluluktan bana ulaştığına göre onlar, incirde
zekat düştüğü doğrultusunda fetva vermişler ve bunun kendilerine göre kabul
ettiği usule uygun Malik'in de görüşü olduğu kanaatinde imişler. Diğer taraftan
incir, kile ile ölçülen bir meyvedir. O bakımdan onda da beş vesk ve tartı
olarak onun misli olan miktar nazar-ı itibara alınır. Bunlara göre incir
hakkında da, üzerlerinde zekat düştüğü hususunda icma ile kabul olunmuş, hurma
ve kuru üzüm gibi hüküm verilir.
Şafii der ki: Hurma ve
üzüm dışında hiçbir meyve de zekat sözkonusu değildir. Çünkü Rasulullah
(s.a.v.) bu iki meyveden zekat almıştır. Bunlar da Hicaz bölgesinde
saklanabilen bir gıda idiler. Yine devamla: Ceviz ve badem de saklanabilir.
Fakat bunlarda zekat yoktur. Çünkü bunlar bildiğim kadarıyla Hicaz bölgesinde
gıda olarak kullanılmıyorlardı. Bunlar bir meyve idiler.
Zeytinde de zekat
yoktur. Çünkü Yüce Allah: "Zeytinleri ve narları" diye buyurarak,
zeytini nar ile birlikte zikretmiştir. Narda da zekat yoktur. Aynı şekilde
incir, gıda olarak ondan daha faydalı olmakla birlikte onda da zekat yoktur.
Diğer taraftan
Şafii'nin, zeytinden zekat verileceği şeklinde Irak'ta (ki kadim mezhebinde)
ifade ettiği bir görüşü de vardır. Ancak, evla olan Mısır'daki görüşüdür. O
bakımdan zeytin hakkında Şafii'nin görüşü muzdariptir (çatışma vardır). Ancak,
Malik'in bu husustaki görüşünde ihtilaf yoktur. Bu da Şafii ve Malik nezdinde
ayet-i kerimenin mensuh olmayıp muhkem olduğuna delalet etmektedir. Her ikisi
de nardan zekat olmadığını ittifakla kabul etmekle birlikte (usullerine göre)
narda zekatı vacip görmeleri gerekirdi.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) der ki: Eğer nar, (zekat kapsamı dışına) ittifak ile çıkmış ise,
bununla ayet-i kerimenin umumunun kastedilmediği ortaya çıkmış ve
("biçildiği günde hakkını verin" deki) zamirin anılan mahsullerden
bir bölümüne raci olup bir bölümüne raci olmadığı anlaşılmış olur. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Yeşil, (taze
sebze ve meyve) lerde öşrü vacip kabul edenler bunu delil göstermişlerdir.
Çünkü Yüce Allah: "Devşirilip biçildiği gün de hakkını verin" diye
buyurmaktadır. Ondan önce sözü edilen şey ise, zeytin ve nardır. Bir cümle
akabinde zikredilen bir hükmün (zamir ve benzerleri) ise, son olarak zikredilen
hakkında sözkonusu olacağında da görüş ayrılığı yoktur. (Buna göre zeytin ve
narda zekat düşer demek istemektedir). Bu açıklamayı el-Kiya et-Taberi
yapmıştır.
İbn Abbas'tan da şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Cennet suyundan bir damla ile aşılanmamış hiçbir nar
yoktur. Ali (k.v)'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Nar yediğiniz vakit
onu ince zarı ile birlikte yeyiniz. Çünkü o, mideyi tabaklar (sağlamlaştırır).
İbn Asakir de "Dimaşk Tarihi"adlı eserinde İbn Abbas'tan şöyle
dediğini nakletmektedir: Narı baş tarafından kırmayınız. Çünkü onda cüzzamın
kendisinden yayıldığı bir kurtçuk vardır. İleride zeytin yağının faydalarına
dair açıklamalar, inşaallah el-Mu'minun Suresi'nde (20. ayetin tefsirinde)
gelecektir.
Zeytinde zekatın farz
olduğunu söyleyenler arasında, ez-Zühri, el-Evzai, el-Leys, Es-Sevri, Ebu
Hanife, arkadaşları ve Ebu Sevr de vardır. ez-Zühri, elEvzai ve el-Leys derler
ki: Ağaçta zeytin olarak (uzmanlar tarafından) tahmin edilir ve saf zeytinyağı
olarak alınır.
Malik ise der ki: Böyle
tahmin yoluna gidilmez. Bunun yerine yağı sıkıldıktan ve miktarı da beş veski
bulduktan sonra öşrü (onda biri) zekat olarak alınır.
Ebu Hanife ve es-Sevri
ise bunun tanesinden zekat alınır, demişlerdir.
7- Mahsullerde Zekatın
Vucup Zamanı:
Yüce Allah'ın:
"Devşirilip biçildiği gün" buyruğunu, Ebu Amr, İbn Amir ve Asım,
"ha" harfi üstün olarak; (...) şeklinde, diğerler' ise "ha"
harfi esreli olarak okumuşlardır ki, bu iki okuyuş da meşhur iki şivedir. (...)
kelimeleri de (hepsi de özellikle ağaçlardan salkım halinde devşirilen meyveler
hakkında kullanılır ve aynı anlamdadır) böyledir.
İlim adamları,
mahsullerde zekatın ne zaman vacip olduğu hususunda üç farklı görüş ileri
sürmüşlerdir:
1. Vücup zamanı, meyvelerin
toplanma zamanıdır. Bu görüş Muhammed b. Mesleme'ye ait olup, buna gerekçe de
"devşirilip biçildiği gün" buyruğudur.
2. Olgunlaşma zamanıdır.
Çünkü, olgunlaşma zamanından önce mahsul ne gıda ne yiyecek olur. Olsa olsa
hayvan yemi olur. Olgunlaşıp Allah'ın nimet olarak ihsan ettiği yeme zamanı
geldi mi, Allah'ın verilmesini emrettiği hakkını da eda etmek icabeder. Çünkü
nimetin tamamlanmasıyla nimete şükür etmek gerekir. Bu zekatın verilmesi ise,
-olgunlaştığı gün vacib olmuş olduğundan dolayı- hasad (toplanıp devşirilme)
zamanıdır.
3. Toplanacak mahsulün
tahmini tamamlandıktan sonra verilir. Çünkü, o vakit ondan ödenmesi gereken
zekat miktarı tahakkuk eder. O bakımdan, tahminin tamamlanması da vücubu için
bir şarttır. Bu hükmün asıl delili, koyunlardan zekat almak için zekat
toplayıcısının gelişi ile koyunların zekatının ödenmesinin vücubudur. el-Muğire
bu görüştedir.
Sahih olan görüş ise,
Kur'an-ı Kerim'in nassı dolayısıyla birinci görüştür.
Ancak, Maliki mezhebinde
meşhur olan görüş ikincisidir. Şafii: de bu görüştedir.
Bu görüş ayrılığının
etkisine gelince; eğer zekat mükellefi, olgunlaşmadan sonra vefat ederse, onun
mülkünden, yahut mahsul ün tahmininden önce vefat edecek olursa, mirasçıların
malından zekat verilir.
Muhammed b. Mesleme der
ki: Tahminin önce yapılışı mahsul sahipleri için bir genişlik sağlamak
maksadıyladır. Bir kimse tahminden sonra ve fakat toplanmasından önce zekatını
verecek olursa, bu olmaz. Zira, vücubundan önce zekatını çıkarmış olur.
Tahmin ile ilgili ilim
adamlarının farklı görüşleri ise bir sonraki başlığın konusunu teşkil
etmektedir.
8- Mahsullerin Tahmini
ile ilgili ilim Adamlarının Görüşleri:
es-Sevri, mahsul
tahmininde bulunmayı mekruh görmüş ve hiç bir şekilde caiz kabul etmemiş ve
şöyle demiştir: Tahminde bulunmak, uygulanan bir şey değildir. O şöyle der:
Ancak, bağ bahçe sahibinin eline geçirdiği mahsulün onda birini -beş veski
bulması halinde- yoksullara vermesi gerekir. eşŞeybani de eş-Şa'bi'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Günümüzde mahsul tahmininde bulunmak bir
bid'attir.
Ancak cumhur, bundan
farklı kanaate sahiptir. Diğer taraftan ise, kendi aralarında da farklı
görüşleri vardır. Büyük çoğunluk, hurma ve üzümde tahminde bulunmanın caiz
olduğu görüşündedirler. Çünkü Attab b. Esid'in rivayet ettiği hadise göre,
Rasulullah (s.a.v.) kendisini görevlendirmiş ve hurma ağaçlarının meyvesini
tahmin ettiği gibi; alınacak üzümü de tahmin etmesini emretmiştir. Zekatı ise,
hurma ağacının mahsulü kuru -hurma olarak alındığı gibi- kuru üzüm olarak alınır.
Bunu, Ebu Davud rivayet etmiştir.
Davud b. Ali de: Zekat
için alınacak mahsulü tahmin etmek, hurma hakkında caizdir. üzümde caiz
değildir, der ve Attab b. Esid'in hadisinin munkatı' olduğunu, sahih bir yolla
muttasıl rivayetinin bulunmadığını belirterek reddetmektedir. Bunu, Ebu
Muhammed Abdulhak nakletmektedir.
9- Alınacak Mahsulün
Nasıl Tahmin Edileceği:
Tahminin niteliğine
gelince, hurma taze olarak ağaçta iken tahmin edilir, kurutulduğu vakit ne
kadar eksileceği takdir edilir, bu eksilme de inildikten sonra geriye kalan
ölçü alınır ve böylelikle bahçe tamamlanıncaya kadar her bir ağaçtan alınacak
mahsuller birbirine eklenir. üzüm salkımlarında da taze hurmadaki gibi yapılır.
10- Mahsul Tahmininde
Kaç Kişi Yeterlidir:
Mahsul tahmininde de hakimde
olduğu gibi tek kişi yeterlidir. Şayet alınacak hurma tahminden fazla olursa,
bahçe sahibinin fazla miktar için ayrıca zekat vermesi gerekmez. Çünkü bu,
yürürlüğe girmiş bir hükümdür. Bu görüşü Abdulvehhab ifade etmiştir. Tahminden
az gelecek olursa, zekatta da eksilme olmaz.
el-Hasen der ki:
Müslümanlar (ın mahsulleri) hakkında tahminde bulunulur, ondan sonra da
zekatları bu tahmine göre onlardan alınırdı.
11- Bahçe Sahibi
Yapılan Tahmini Çok Bulursa:
Şayet bahçe sahibi
tahminin çok olduğunu ileri sürecek olursa, tahminde bulunan kişi, bahçe
sahibini tahmin edileni kendisi alıp kalanı vermekte muhayyer bırakır. Bunu
Abdurrezzak nakletmektedir: Bize, İbn Cüreyc, Ebu Zübeyr'den haber verdiğine
göre o, Cabir b. Abdullah'ı şöyle derken dinlemiş:
İbn Revaha (Hayber
yahudilerinden alınacak mahsulü) kırkbin vesk olarak tahmin etmiş, yahudileri
bu hususta muhayyer bırakınca, kuru hurmanın tamamını almış ve ona (taze
olarak) yirmi bin vesk vermişlerdi.
İbn Cüreyc der ki: Ben,
Ata'ya şöyle dedim: Mahsulü tahmin eden kimsenin bu tahminini mal sahibi çok
görecek olursa, İbn Revaha'nın yahudileri muhayyer bıraktığı gibi muhayyer
bırakmak vazifesi midir? Şöyle dedi: Yemin olsun ki, evet. Zaten Rasulullah
(s.a.v.)'ın sünnetinden daha hayırlı hangi sünnet (uygulama) olabilir ki?
12- Mahsulün Tahmin
Edileceği Vakit:
Mahsul tahmini ancak
meyvelerin olgunlaşmasından sonra olur. Çünkü, Hz.
Aişe'den gelen hadiste
şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.), (Abdullah) b. Revaha'yı yahudilere
gönderirdi. O da, meyvesinden yenilmeden önce hurmanın ilk olgunlaşması ile
birlikte ağaçlarından alınacak mahsulü tahmin eder, sonra da yahudileri ya bu
tahminin karşılığını ödeyerek almak, yahut da tahmin edilen bu miktarı ona
vermek hususunda muhayyer bırakırdı. Rasulullah (s.a.v.)'ın, mahsullerin tahmin
edilmesini emretmesi, mahsuller yenilmeden ve dağıtılmadan önce miktarının
tesbit edilmesi maksadına binaendi.
Bunu, Darakutni de İbn
Cüreyc'den, o, ez-Zühri'den, o, Urve'den, o, Aişe yoluyla rivayet ettikten
sonra şunları söylemektedir: Ayrıca Salih b. Ebi Ahdar, ez-Zühri'den, o, İbn
el-Müseyyeb'den, o da Ebu Hureyre yoluyla rivayet etmiştir. Malik, Ma'mer ve
Ukayl ise, bunu ez-Zühri'den, o, (Said) b. elMüseyyeb'den, o da Peygamber
(s.a.v.)'dan mürsel olarak rivayet etmiştir.
13- Yapılan Mahsul
Tahmininden Sonra Bir Miktarı Düşmek:
Tahminde bulunmakla
görevli kişi, tahminini yaptıktan sonra, tahminin toplamından bir miktar
düşmelidir. Çünkü, Ebu Davud, Tirmizi ve Sahih'inde el-Busti, Sehl b. Ebi
Hasme'den rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyururmuş:
"Tahminde bulunduktan sonra, tahmininizi alın ve üçte birini de bırakın.
üçte biri olmazsa, hiç olmazsa dörtte birini bırakın." Tirmizi'nin lafzı
bu şekildedir.
Ebu Davud der ki:
Tahminde bulunan kişi, üçte birlik bir miktarı, çoluk çocuğunun taze iken
daldan yemesi için bırakır Yahya el-Kattan da böyle dediği gibi, Ebu Hatim
el-Busti de şu açıklamada bulunmuştur: Bu haberin iki niteliği vardır.
Birincisi, alınacak öşrün üçte veya dörtte biri kadarını bırakır, ikincisi,
eğer bahçe bunu kaldırabilecek kadar büyük ise, öşrünü tesbit etmeden önce
bizzat kuru hurmanın kendisinden bunu bırakır.
Malik'in mezhebinde
meşhur olan görüşe göre ise, tahminde bulunmakla görevli kişi, tahmin ettiği
sırada hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden tahmin etmedik hiçbir şey
bırakmaz.
Medineli alimlerden
kimisi ise, tahminde işi kolay tutmasını ve yoksullara bağışlanacak, akraba ve
benzeri kimselere verilecekler için de bir miktar düşmesi gerektiğini rivayet
etmişlerdir.
14- Tahminden Sonra
Mahsule Bir Afet isabet Ederse:
Şayet alınacak mahsulün
tahmin edilmesinden sonra ve mahsulün topla nmasından önce, mahsule bir afet
isabet edecek olursa, ilim ehlinin icmaı ile zekat düşer. Ancak, geri kalan beş
vesk ve daha fazla bir miktar ise, bunun zekatı alınır.
15- Zirai Mahsullerde
Zekatın Nisabı:
"Beş vesk'den daha
aşağı miktarda zekat yoktur. " Hz. Peygamber (s.a.v.)'dan bu husus böylece
beyan edilerek gelmiştir. Çünkü bu, Kitapta mücmeldir. Zira Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ey iman edenler, kazandıklarınızın en güzellerinden ve
sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin" (el-Bakara, 267) diye
buyurduğu gibi: "Devşirilip biçildiği günde hakkını verin" diye
buyrulmaktadır. (Zekat düşen nisab ve miktar beyan edilmemiştir). Daha sonra
zekat verilecek miktar, öşür ve öşrün yarısı diye beyan edilmiştir. Diğer
taraftan malın kendisinden zekatın alınması gereken miktar da mücmel olduğundan
yine Hz. Peygamber de bunu beyan etmek üzere şöyle buyurmuştur: "İster
hurma, ister tane olsun, beş vesk'ten aşağısında sadaka (zekat) yoktur."
İşte bu, yeşillerde (taze tüketilen meyve ve sebzelerde) sadaka verilmeyeceğini
ifade etmektedir. Çünkü bunlar vesk ile ölçülen şeylerden değildir.
Buna göre kimin payına
hurma ya da tahıllardan beş vesk'lik bir mahsul isabet ederse, onun zekat
vermesi icabeder. Kuru üzümden de böyledir.
İşte buna ilim adamları
tarafından nisab diye ad verilir. Vesk kelimesi, visk şeklinde de söylenir.
Vesk, altmış sa'dır. Sa'
ise dört müd' dür. Bir müd ise, Bağdadı rıtıl ile bir tam üçte bir rıtıldır.
Buna göre beş vesk bin ikiyüz mud eder. Ağırlık itibariyle, bin altıyüz rıtla
tekabul eder.
16- Her Bir Mahsul Tek
Başına Beş Vesk Gelmiyorsa:
Bir kimsenin mahsul
olarak elde ettiği hurma ve üzümün toplamı beş vesk yapıyor ise, icma ile zekat
vermesi gerekmez. Çünkü bunlar iki ayrı çeşittir. Aynı şekilde hurmanın
buğdaya, buğdayın kuru üzüme, devenin ineğe, ineğin de koyun türüne
eklenmeyeceği üzerinde de fukaha icma etmişlerdir. Ancak, keçi ve koyun türünün
birbirine ekleneceği icma ile kabul edildiği gibi, buğdayın arpaya ve selt
(diye bilinen, Hicazda yetişen buğdaya benzer kabuksuz arpaya) eklenip
eklenmeyeceği hususunda fukaha arasında görüş ayrılığı vardır ki, bu bir
sonraki başlığın konusudur.
17- Değişik Mahsul
Türlerinin Birbirine Eklenmesi:
Malik, özel olarak ve
yalnızca bu üçünde (yani buğdayın, arpa ve self'e) mahsul miktarlarının
birbirlerine eklenmesini caiz kabul etmiştir. Çünkü bunlar, menfaat itibariyle
biribirlerine yakınlıkları ve yerden bitip biçilmeleri bakımından ortak
özelliklere sahip olmaları dolasıyla birbirine yakın tek bir tür gibidirler.
İsmen ayrı olmaları ise, -camış ile inek, keçi ile koyun türlerinde olduğu
gibi- hüküm itibariyle birbirlerinden ayrı olmalarını gerektirmez.
Şafii ve başkaları ise
derler ki: Bunlar, birbirlerine eklenmezler. Çünkü bunlar faklı türlerdir,
nitelikleri ayrı ayrıdır, isimleri birbirini tutmamaktadır. Tadları da
değişiktir. Bu ise, onların ayrı olmalarını gerektirir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Malik der ki: Bütün
tahıllar tek tür kabul edilir, biri ötekine ilave edilir. Şafii de şöyle
demektedir: Ayrı bir isimle bilinen ve yaratılışı itibariyle de, tadı
itibariyle de diğerinden ayrı ve farklı olan hiç bir tahıl çeşidi diğerine
ilave edilmez. Ancak, her bir türün bir bölümü diğer bölümüne ilave edilir.
Kalitelisi, kalitesiz olanına eklenir. Türleriyle hurma, siyahıyla kırmızısıyla
kuru üzüm, esmer ve diğer türleriyle buğday gibi.
Bu, aynı zamanda es-Sevri,
Ebu Hanife, Ebu Hanife'nin iki arkadaşı Ebu Yusuf ve Muhammed ile Ebu Sevr'in
de görüşüdür.
el-Leys der ki: (Buğday,
arpa, kuru üzüm ve hurma dışında kalan) bütün tahıl ve taneliler zekat için
biri diğerine eklenir.
Ahmed b. Hanbel de,
önceleri altının gümüşe, ve tanelilerin de birbirlerine eklenmesi doğrultusunda
görüş belirtmekten çekinirken, daha sonraları bu hususta Şafii doğrultusunda
görüş beyan etmeye başlamıştır.
18- Mahsullerin
Devşirilmesinden Önce Tüketilen Bölümlerinin Hükmü:
Malik der ki: Mahsulün
olgunlaşacağının görülmesinden yahut da elle ovalanıp ayırd edilebilecek hale
gelmesinden sonra mahsul, sahibinin tükettiği, onun hesabına kaydedilir. Aynı
şekilde, hasadı esnasında ve toplandığı sırada mal sahibinin mahsulden verdiği,
yine derlendiği sırada zeytinden verdikleri de araştırılır, tesbit edilir ve
onun namına hesap edilir. (Yani, mahsulün toplamı içerisinde kabul edilerek,
zekatı verilmesi gereken toplam mahsule eklenir). Ancak, fukahanın çoğunluğu bu
hususta ona muhalefet ederler ve mahsulün dövülüp, tanesinden ayrılmasından
sonra geri kalanlarının dışında her hangi bir bölümünde zekatı vacip görmezler.
el-Leys de, taneli ve
tahıl mahsullerin zekatı hususunda nafakadan önce bunların zekatı hesap edilir.
Elle avularak tanesi ayrılacağı sırada kendisinin ve ailesinin yedikleri ise
ayrıca hesap edilmez. Bunlar da hurma bahçesi sahiplerine kendilerinin yemesi
için bırakılan ve tahmin esnasında hesaba katılmayan taze hurma gibidir.
Şafii de der ki: Mahsulü
tahmin edecek kişi, bahçe sahibine, taze hurma olarak kendisinin ve ailesinin
yiyeceği miktarı çıkarır ve bunu tahmine katmaz. Kendisinin, taze hurma iken
yediği de hesaba katılmaz.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) der ki: Şafii ve onun görüşünü paylaşanlar, Yüce Allah'ın:
"Bunların her biri meyve verdiği zaman meyvelerinden yeyin. Devşirilip
biçildiği gün de hakkını verin" buyruğunu devşirilmeden önce yenilen
şeylerin hesap edilmeyeceğine delil göstermişlerdir. Yine, Hz. Peygamberin:
"Mahsulü tahmin ettiğiniz vakit, üçte biri bırakın. üçte biri bırakmayacak
olursanız, hiç olmazsa dörtte biri bırakın" hadisini delil
göstermişlerdir. Mahsulün dövülüp ayıklanması esnasında hayvanların ve
ineklerin yediklerinin hiç bir bölümü de, -Malik ve diğerlerine göre- zekata
tabi olacak mahsul toplamlarasına katılmaz.
19- Mahsul Ele
Geçmeden Önce Satılanların Durumu:
Bakla, nohut ve
karaburçak türünden, henüz taze iken satılanların kuru olarak miktarları
araştırılır ve tane olarak bunların da zekatı verilir. Aynı şekilde henüz taze
iken satılan meyveler de araştırılarak kuru miktarı tahmin edilir ve bu tahmine
göre kuru üzüm ve kuru hurma olarak zekatı çıkartılır. Zekatın, bunların
bedelinden verileceği de söylenmiştir.
20- üzüm ve Hurması
Kurutulamayan Mahsuller:
Mısır'ın üzümü ve taze hurması
gibi, hurması kurutulamayan mahsullere gelince -ki, yağı çıkartılamayan
zeytininin hükmü de böyledir- bu hususta İmam Malik şöyle demiştir: Zekatı
bedelinden verilir ve bu mahsullerin sahibi başkasıyla mükellef tutulmaz. Diğer
taraftan bedellerin yirmi miskal veya ikiyüz dirheme varması da nazar-ı itibara
alınmaz. Yalnızca elde edilen mahsulün beş vesk ve daha fazla miktara ulaşıp
ulaşmadığına bakılır.
Şafii de şöyle
demektedir: Aile halkı, hurmayı taze olarak yiyecek veya başkasına yedirecek
olurlarsa, o da kuru hurma olarak ortalamasının (arazinin durumuna göre) onda
biri veya onda birin yarısını (yirmide birini) zekat olarak ayırır.
21- Sulama Şeklinin
Arazi Mahsulünden Alınacak Zekata Etkisi:
Ebu Davud, İbn Ömer'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Semanın (yağmurun), nehirlerin ve pınarların suladığı, yahut da başka bir
su ile sulanmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar suya yakın bulunan mahsullerde öşür
(onda bir zekat) vardır. Deve sırtında getirilen taşıma su ile sulananlarda ise
öşrün yarısı vardır. Yer üzerinde akan bir sudan sulanıyor ise, aynı şekilde
öşür vardır."
Bu hadiste geçen
"seyh" kelimesinin, yer üzerinde akan su anlamına geldiği
İbnü's-Sikkit tarafından açıklanmıştır. Hadiste sözü geçen bu "seyh"
lafzı ise Nesai tarafından kaydedilen rivayette yer almaktadır.
Eğer, arazi bu şekilde
akan su ile sulanmakla birlikte sahibi, herhangi bir suya malik olmayıp, bunu
kiralıyor ise, bu da -Maliki mezhebinde meşhur olan görüşe göre- yağmur suyu
ile sulanıyor gibidir. Ebu'l-Hasen el-Lahmı'nin görüşüne göre ise bu, taşıma su
ile sulanan gibidir.
Eğer, bir sefer yağmur
suyu ile, bir sefer de kovalarla sulanıyor ise, Malik şöyle demiştir: Böyle bir
durumda ekinin daha çok hangisinin etkisiyle tamamlanıp ve canlandığına bakılır
ve ona göre hüküm verilir. İbnü'l-Kasım'ın Malik'ten yaptığı rivayet budur. İbn
Vehb'in ondan yaptığı rivayete göre ise, senenin yarısı pınar suyu ile sulanıp
daha sonra bu su kesilecek olur da senenin geri kalan bölümü taşıma su ile
sulanacak olursa, zekatının yarısını öşür olarak verir, diğerinin yarısını
öşrün yarısı (yirmide bir) olarak verir. Bir başka seferinde de şöyle demiştir:
Onun zekatı, canlılığı hangisiyle tamam olmuşsa ona göre verilir.
Şafii ise şöyle
demektedir: Her bir bölümün kendi hesabına göre (sulama şekli göz önünde
bulundurularak) zekatı verilir. Mesela, iki ay taşıma su ile sulanıyorken, dört
ay da yağmur suyu ile sulanıyorsa, öşrün üçte ikisi yağmur suyu için, altıda
biri ise taşıma su için zekat verilir. Aynı şekilde artan ve eksilen de bu
esasa göre hesap edilir. Bekkir b, Kuteybe de buna göre fetva verirdi.
Ebu Hanife ile Ebu Yusuf
ise şöyle demektedir: Böyle bir durumda, daha çok hangisi ise ona bakılır ve
ona göre zekat verilir. Bunun dışındaki sulamaya itibar edilmez. Bu görüş,
Şafii'den de rivayet edilmiştir. Tahavi der ki: Herkesin ittifakla kabul
ettiğine göre, bir gün veya iki gün yağmur suyu ile sulayacak olursa, buna
itibar olunmaz ve bunun için bir hisse ayrılmaz. İşte bu da çoğunluğun nazar-ı
itibara alınacağına delil teşkil etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: İşte bunlar,
bu ayet-i kerimenin hükümlerinin özetidir. Belki bizden başkası, Allah'ın
kendisine ihsan edeceğine uygun olarak bundan daha fazlasını da kaydedebilir. Daha
önce el-Bakara Süresi'nde de (267. ayetin tefsirinde) bu ayetin anlamı ile
ilgili gelen açıklamalar da geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.
22- Mahsullerin
Nisabını Beş Vesk Olarak Tesbit Eden Hadis:
Hz. Peygamberin:
"Tanede (tahılda) olsun, hurma da olsun ''beş vesk'e baliğ olmadıkça''
sadaka (zekat) yoktur" buyruğunu Nesai rivayet etmiştir.
Hamza el-Kinanı der ki:
Bu hadiste "tanede" ibaresini İsmail b. Umeyye'den başkası
zikretmemiştir. İsmail ise, Said b. el-As'ın soyundan gelen Kureyşli ve sika
(güvenilir) bir ravidir. (Hamza) devamla der ki: Bu sünneti de Peygamber
(s.a.v.)'ın ashabı arasından Hz. Peygamber'den, Ebu Said el-Hudri'den başka bir
kimse rivayet etmemiştir. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki:
Durum, Hamza'nın dediği
gibidir. Bu, gerçekten önemli bir sünnettir. Herkes bunu kabul ile
karşılamıştır. Peygamber (s.a.v.)'dan bellenmiş ve sabit bir yolla Ebu Said'den
başka hiçbir kimse rivayet etmiş değildir. Cabir (r.a) da Peygamber
(s.a.v.)'dan bunun bir benzerini rivayet etmiş olmakla birlikte, onun bu
rivayeti gariptir. Ayrıca biz, bu sünneti Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği yoldan
hasen bir isnadla da tesbit etmiş bulunuyoruz.
23- İsraf:
Yüce Allah'ın:
"İsraf etmeyin" buyruğunda geçen "israf", sözlükte hata
demektir. Bedevı'nin birisi, bir topluluğu kastederek: "Sizi aradım ama
yerinizi isabet ettiremedim (hata ederek bulamadım)" demiştir. Şair de
şöyle demektedir: "At(lı suvari)ler onları çiğnerken birileri dedi ki:
Oldukça hata ettiniz (aşırı gittiniz). Biz de: Biz zaten böyle şeylere alışkın
kimseleriz, diye cevap verdik."
Harcamada israf;
savurganlık demektir. Müsrif; Harre vak'asında (Yezid tarafından kumandan tayin
edilen) Müslim b. Kutbe el-Murri'nin lakabıdır. O, bu vak'ada oldukça aşırıya
gitmişti. Ali b. Abdullah b. el-Abbas da der ki: "O, müsrifin birlikleri
ve o aşağılık kimselerin evlatları geldiği gün, Bana engel oldular; korumamı
gerekenleri korumama,"
Ayet-i kerimede ise,
herhangi bir şeyi haksız yere alıp da onu yine haketmediği bir yere koymayınız,
demek istenmiştir. Bu açıklamayı Esbağ b. elFerac yapmıştır. Buna yakın bir
açıklama da İyad b. Muaviye'nin şu açıklamasıdır: Kendisiyle Allah'ın emrini
aştığın her şey, seref ve israftır. İbn Zeyd der ki: Bu, yöneticilere bir
hitaptır. Onlara şöyle diyor: Hakkınızdan fazlasını ve insanların vermeleri
gerekmeyen şeyleri almayınız. Her iki anlamı da Hz. Peygamberin: "Sadaka
(zekat) tahsili hususunda haddi aşan kimse, tıpkı zekatı vermeyen kimse
gibidir" hadisi ifade etmektedir.
Mücahid der ki: Eğer, Ebu
Kubeys Dağı altın olup bir kişiye ait olsa, o da bunu Allah'a itaat uğrunda
harcayacak olsa, bununla müsrif olmaz. Eğer, Allah'a masiyet uğrunda bir tek
dirhem, yahut bir mud infak edecek olursa, müsrif olur. İşte bu anlamda
Hatim'e: İsrafta hayır yoktur denince, o da Hayırda israf olmaz, demişti.
Derim ki: Ancak bu,
zayıf bir görüştür. Bunu da İbn Abbas'ın kaydettiği şu rivayet reddetmektedir:
Sabit b. Kays b. Şemmas, kendisine ait olan beşyüz hurma ağacını, hurmalarını
topladıktan sonra aynı günde onları fakirlere payedip dağıttı ve aile halkı
için geriye bir şey bırakmadı. Bunun üzerine: "İsraf etmeyin" buyruğu
nazil oldu ki, onun tümünü vermeyin, demektir.
Abdurrezzak da İbn
Cüreyc'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Muaz b. Cebel, hurmalarını
topladı ve onları sadaka olarak dağıtmaya başladı, sonunda geriye bir şey
kalmadı. Bunun üzerine: "İsraf etmeyin" buyruğu nazil oldu.
es-Süddi der ki:
"İsraf etmeyin" mallarınızı (sadaka) olarak verip fakir oturmayın,
anlamındadır.
Muaviye b. Ebi Süfyan'dan
da rivayet edildiğine göre kendisine: Yüce Allah'ın: "İsraf etmeyin"
buyruğu hakkında sorulunca, o da şu cevabı vermiş: İsraf, Yüce Allah'ın hakkını
yerine getirmekte kusurlu haraket etmendir.
Derim ki: Buna göre
malın tümünü sadaka olarak vermek ile yoksulların hakkının verilmesini
engellemek aynı zamanda israf hükmü içerisindedirler. Adil davranmak (dengeli
olmak) ise böyle değildir. Adil davranan kişi, sadakasını da verir, kendisi ve
çoluk çocuğu için de birşeyler bırakır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "En hayırlı sadaka, geriye sahibinde bir varlık
bırakandır."
Ancak, kişi nefsi
bakımdan güçlü, Allah'tan başkasına ihtiyacını arzetmeyen, Allah'a tevekkül
eden, çoluk çocuğu bulunmayan, tek başına bir kişi ise malının tümünü sadaka
olarak bağışlayabilir.
Aynı şekilde zekat ve
buna benzer bazı hallerde maldan verilmesi gereken muayyen bir takım hakları da
bu şekilde çıkartıp verir.
Abdurrahman b. Zeyd b.
Eslem der ki: İsraf, salaha geri döndürülmesi mümkün olmayan şeydir. Seref ise,
salaha geri döndürülmesi imkanı bulunan şeydir. en-Nadr b. Şumeyl der ki:
İsraf, savurganlık ve aşırı gitmektir. Seref ise, gaflet ve cahillik demektir.
Şair Cerir der ki: "Onlar sekiz köle tarafından güdülen yüz tane deve
verdiler. Ve bu bağışları dolayısıyla ne başa kaktılar, ne de israf
ettiler."
Buradaki (israf anlamı
verilen) "seref" kelimesi, gaflete düşmek, aldanmak anlamındadır.
Hata anlamına geldiği de söylenmiştir. "Kalbi serif olan adam" ise,
kalbi gaflet içinde ve hatalı kimse demektir. Şair Tarafe de der ki:
"Kalbi gaflet ve hata içerisinde olan bir kişi Bana sövüp saymayı, bulut
suyuna karışmış bir bal olarak görür."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN