A’RAF 157 |
الَّذِينَ
يَتَّبِعُونَ
الرَّسُولَ
النَّبِيَّ
الأُمِّيَّ
الَّذِي
يَجِدُونَهُ
مَكْتُوباً
عِندَهُمْ فِي
التَّوْرَاةِ
وَالإِنْجِيلِ
يَأْمُرُهُم
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَاهُمْ
عَنِ
الْمُنكَرِ
وَيُحِلُّ
لَهُمُ
الطَّيِّبَاتِ
وَيُحَرِّمُ
عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ
وَيَضَعُ
عَنْهُمْ
إِصْرَهُمْ
وَالأَغْلاَلَ
الَّتِي
كَانَتْ عَلَيْهِمْ
فَالَّذِينَ
آمَنُواْ
بِهِ وَعَزَّرُوهُ
وَنَصَرُوهُ
وَاتَّبَعُواْ النُّورَ
الَّذِيَ
أُنزِلَ
مَعَهُ
أُوْلَـئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
157. "Onlar ki,
yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları, kendilerine iyiliği
emreden, onları kötülüklerden alıkoyan, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri
de haram kılan, sırtlarındaki ağır yükü ve üzerlerindeki zincirleri indiren
ümmi peygamber olan o Resul'e uyarlar. Ona iman edenler, onu yüceltenler, ona
yardım edenler ve onunla indirilen nura tabi olanlar; işte onlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir."
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:
1- Yüce Allah'ın israiloğullarına ve Bu
ümmete Lütufları:
2- Ümmi Peygamber Olan Rasul'e Uyanlar:
3- Ümmi:
4- Tevrat ve incil'de Hz. Peygamber'in
Müjdelenmesi:
5- Hz. Peygamber'in Emir ve
Yasaklarının Mahiyeti:
6- Temiz Şeyler (Tayyibat('ın Mahiyeti:
7- Son Peygamberin Şeriatinde Ağır
Mükellefiyetlerin Kaldırılması:
8- üzerlerindeki Zincirleri indiren
Peygamber:
9- "Ağır Yük" Anlamındaki
Kelimeye ''Zincirler'' Anlamındaki Kelimenin Atfedilmesi:
10- Peygambere iman Edenler, Onu
Yüceltenler, Ona Yardım Edenler ...
1- Yüce Allah'ın
israiloğullarına ve Bu ümmete Lütufları:
Yahya b. Ebi Kesir, Nevf
el-Bikali el-Himyeri"den şöyle dediğini rivayet eder: Musa (a.s) Rabbi
tarafından tayin edilen vakit için kavmi arasından yetmiş kişi seçince, Yüce
Allah Hz. Musa'ya şöyle buyurdu: Yeryüzünü size hem bir mescid, hem de bir
temizlenme aracı kılayım. Namaz vaktine nerede erişirseniz orada namazınızı
kılacaksınız. Ancak tuvalet, hamam veya kabir müstesna. Sekineti kalbinize
yerleştireceğim. Tevrat'ı ezberden okumanızı sağlayacağım. Sizden, her bir
erkek, her bir kadın, hür, köle, küçük büyük herkes ezberinden okuyacak.
Hz. Musa bunları kavmine
aktarınca şöyle dediler: Biz ancak havralarda namaz kılmak istiyoruz. Ayrıca
sekineti (Allah'ın huzur ve sükununu) kalplerimizde taşıyamayız. O bakımdan,
önceden olduğu gibi bunun tabutta kalmasını istiyoruz. Diğer taraftan Tevratı
ezberden okumaya gücümüz yetmez. Biz ancak bakarak Tevratı okumak istiyoruz.
Bunun üzerine Yüce Allah: "Rahmetim. ise herşeyi kuşatmıştır, onu
sakınanlara ... yazacağım" buyruğundan itibaren "işte onlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir" diye buyurdu ve bunları bu ümmete verdi. Bunun
üzerine Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim o halde beni o ümmetin peygamberi kıL. Yüce
Allah, onların peygamberleri kendilerinden olacaktır, dedi.
Bu sefer Hz. Musa,
Rabbim beni onlardan kıl, dedi. Yüce Allah, onlara asla yetişemeyeceksin deyince,
Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, ben İsrailoğullarının temsilci heyeti ile huzuruna
geldim, bize vereceğin ikramı başkalarına verdin. Bunun üzerine Yüce Allah:
''Musa'nın kavminden de hakkayönelten ve gereğince adaletle hükmeden bir
topluluk vardır'' (el-A'raf, 159) diye buyurdu, Hz. Musa da buna razı oldu.
Nevf, devamla der ki:
İşte bunun için İsrailoğulları heyetine yapacağı ikramı size veren Allah'a hamd
edin.
Ebu Nuaym da bu olayı,
el-Evzai'nin rivayetinden şöylece nakletmektedir: Bize Yahya b. Ebi Amr
es-Seybanı anlattı, dedi ki: Bana Nevf el-Bikalı anlattı. O, bir öğüde başladı
mı şöyle derdi: Siz daha gayb alemindeyken sizi koruyan, hakettiğiniz paydan
ayrıca sizin için birşeyler alan ve başkalarına verilecek olan ikramları size
ayırana hamd etmez misiniz? Şöyle ki Musa (a.s) İsrailoğulları heyeti ile
gidince, Allah onlara şöyle buyurdu: Ben yer yüzünü size mescid kıldım. Orada
nerede namaz kılarsanız namazınız kabul edilecektir. Ancak üç yer müstesna.
Orada namaz kılan kimselerin namazını kabul etmeyeceğim. Bunlar kabristan,
hamam ve tuvalettir.
Onlar hayır, biz
namazımızı yalnız havrada kılmak istiyoruz, dediler.
Bu sefer Yüce Allah:
Toprağı -su bulamadığınız takdirde- sizin için temizlenme aracı kıldım. Onlar
yine hayır, sudan başkasını kabul etmiyoruz, dediler.
Yine Yüce Allah: Ben
kişi tek başına namaz kılacak olursa, onun namazının kabul edileceğini size
ikram ediyorum. Onlar yine hayır, cemaatla olmazsa olmasın, dediler.
2- Ümmi Peygamber Olan
Rasul'e Uyanlar:
"ümmi Peygamber olan
o Resul'e uyarlar" anlamındaki bu lafızlar, önceden de belirttiğimiz gibi,
Yüce Allah'ın: "Onu sakınanlara ... yazacağım" buyruğunda görülen
yahudi ve hıristiyanların bu hükümde ortaklıklarını kapsam dışında
bırakmaktadır. Böylelikle bu vaad, yalnızca Muhammed (s.a.v.)'ın ümmeti
hakkında sözkonusu olmuştur. Bu açıklamayı İbn Abbas, İbn Cübeyr ve başkaları
yapmıştır. "Uyarlar" yani, şeriatinde, dininde ve getirdiği
hususlarda ona uyarlar demektir.
Rasul ile Nebi
(peygamber) iki anlamı ifade eden iki ayrı isimdir. Rasul, Nebi'den daha özel
(dar kapsamlı) dır. Rasul'ün (ayetin nazmında) önce zikredilmesi ise, risalete
verilen önemden dolayıdır. Yoksa mana itibariyle nübüvvet önce gelir. Bundan
dolayı Resulullah (s.a.v.), el-Bera (b. Azib) Hz. Peygamberin (kendisine
öğrettiği duayı tekrarlarken): "Ve gönderdiğin Rasulüne" deyince, Hz.
Peygamber ona: "De ki: Rasul olarak gönderdiğin peygamberine iman
ettim" diye düzeltmiştir. Bu hadisi Buhari, Sahih'inde zikretmektedir.
Aynı şekilde (Bera'nın
ifade ettiği gibi): "Gönderdiğin Rasulüne" ifadesinde risalet
kelimesi tekrar edilmektedir. Bu ise, aynı anlama gelir. O vakit bu aynı anlamı
ifade eden haşv (gereksiz söz) olur. Oysa, Hz. Peygamberin düzelttiği şekilde:
"Rasul olarak gönderdiğin peygamberine" ifadesi böyle değildir.
Bunlarda tekrar sözkonusu olmamaktadır. O halde, her bir Rasul, Nebi'dir. Şu
kadar var ki, her bir Nebi, Rasul değildir. Zira, Rasul ile nebi umumi bir
husus olan "Nebe' (haber almak)" de ortaktırlar. Ancak hususi bir
bakımdan da ayrıdırlar. Bu ise risalettir. Buna göre "Muhammed Allah
tarafından gönderilmiş bir Rasul'dür" diyecek olursak, bu onun Allah'ın
Nebisi ve Rasulü olduğu manasını ihtiva eder. Onun dışındaki diğer peygamberler
-Allah'ın salat ve selamı üzerlerine olsun- de böyledir.
3- Ümmi:
Yüce Allah'ın zikrettiği
"ümmi" sıfatı, ümmi olan ümmete mensub olan demektir. Yani, asıl
doğduğu hali üzere devam eden okumayı ve yazmayı öğrenmeyen ümmet anlamına
gelir. Bu açıklamayı İbn Aziz yapmıştır.
İbn Abbas (r.a) ise der
ki: Sizin peygamberiniz ümmi idi. Ne okurdu, ne yazardı, ne de hesap yapardı.
Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Sen bundan önce hiç bir kitap okumuş
değildin, sağ elinle de onu yazmamıştın. "(Ankebut, 48) Sahih-(i Buhari)
de İbn Ömer'den rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş: "Biz,
ümmi bir ümmetiz. Ne yazarız, ne de hesap yaparız." Şöyle de denilmiştir:
Peygamber (s.a.v.), Um el-Kura (Şehirlerin anası) olan Mekke'ye nisbet edilerek
Ummi denilmiştir. Bu açıklamayı en-Nehhas kaydetmektedir.
4- Tevrat ve incil'de
Hz. Peygamber'in Müjdelenmesi:
Yüce Allah'ın:
"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ... ümmi
peygamber olan o Rasul'e uyarlar" buyruğu ile ilgili olarak Buhari şu
rivayeti kaydeder: Bize Muhammed b. Sinan anlattı, dedi ki: Bize, Fuleyh
anlattı, dedi ki, bize Hilal anlattı. O, Ata b. Yesar'dan (dedi ki): Abdullah
b. Amr b. el-As ile karşılaştım, şöyle dedim: Bana Resulullah (s.a.v.)'ın
Tevrat'taki niteliklerini bildir. O şöyle dedi: Bildireyim. Allah'a yemin
ederim o, Tevrat'ta, Kur'an-ı Kerim'de yer alan bazı sıfatları ile
nitelendirilmiştir: "Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz seni bir şahid bir
müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.'' (el-Ahzab, 45) Bir de ümmilere
bir koruyucu sığınak olarak sen benim kulum, rasulümsün. Ben sana el-Mütevekkil
adını verdim. Sen, ne sert ne kabasın. Çarşı pazarlarda da bağırıp çağırmazsın.
Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, ama affeder ve bağışlar. Yüce Allah da onun
vasıtasıyla "la ilahe illallah" demeleri suretiyle o eğri milleti
doğrultmadıkça, onun vasıtasıyla kör bir takım gözleri, sağır bir takım
kulakları ve örtülü kalpleri açmadıkça canını almayacaktır.
Buhari'den başka
kitaplarda da şöyle denilmektedir: Ata dedi ki: Sonra ben Ka'b ile karşılaştım,
ona bu hususta soru sordum. Tek bir harf dahi ayırmadılar. Ancak, Ka'b kendi
şivesi ile; "Örtülü kalpler, sağır kulaklar ve kör gözler (kelimelerini
değiştirerek)" söyledi.
İbn Atiyye der ki:
Zannederim bu ya bir vehm (ravinin yanılması)dır, yahutta bunlar Arapçaya uymayan
bir söyleyiştir. Ka'b'dan da bunu şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Örtülü kalpler, sağır kulaklar ve kör gözler..."
Taberi der ki: Bu,
Himyerlilerin bir şivesidir. Ka'b ayrıca Peygamber (s.a.v.)'ın nitelikleri
arasında şunu da zikretmektedir: Onun doğum yeri Mekke'dir. Hicret edeceği yer
Tabe'dir (Medine-i Münevvere'nin bir adı). Mülkü Şam'dadır. ümmeti hamd
edenlerdir. Onlar, her halde ve her konumda Allah'a hamd ederler. Azalarını
(abdest alarak) yıkarlar ve bacaklarının ortalarına kadar peştemallerini
(izarlarını) bürünürler. Onlar, güneşe riayet ederler. Namaz vakti nerede
girerse bir çöplükte olsa dahi orada namazlarını kılarlar. Onların savaş
esnasındaki saf saf dizilmeleri namazdaki dizilişleri gibidir. Daha sonra Yüce
Allah'ın: "Muhakkak Allah kendiyolunda birbirine kenetlenmiş bina gibi saf
bağlayarak çarpışanları sever" (es-Saf, 4) ayetini okudu.
5- Hz. Peygamber'in
Emir ve Yasaklarının Mahiyeti:
"Kendilerine
iyiliği emreden, onları kötülükten alıkoyan" bir Peygamber. Ata der ki:
"Kendilerine iyiliği emreden" yani putları bir kenara bırakmayı,
ahlakın üstün faziletlerini ve akrabalık bağlarını gözetmeyi "emr eden,
onları kötülüklerden" putlara tapmaktan, akrabalık bağlarını kesmekten
"alıkoyan" Peygamber demektir.
6- Temiz Şeyler (Tayyibat('ın
Mahiyeti:
Yüce Allah'ın:
"Onlara temiz şeyleri helal. .. " buyruğu ile ilgili olarak İmam
Malik'in mezhebine göre temiz şeyler (et- Tayyibat) helal kılınmış şeyler
demektir. O, bu helal kılınmış şeyleri temiz olmakla nitelendirmiş gibidir.
Zira bu kelime (et-Tayyib), övmeyi ve şerefli kılma anlamını ihtiva eder.
"İşte pis (murdar) şeyler" hakkında da buna uygun, bunlar haram
kılınmış şeylerdir, diyoruz. Bu bakımdan da İbn Abbas şöyle demiştir: Pis
şeyler (el-Habais), domuz eti, faiz ve başka haramlardır. Buna göre İmam Malik,
yılan, akrep, domuzları böceği ve buna benzer tiksinti veren şeyleri helal
kabul etmiştir.
Şafii'nin görüşüne göre
ise, (Tayyibat) hoş ve temiz şeyler, tat bakımından bir nitelemedir. Şu kadar
var ki, ona göre bu kelime umum üzere değildir. Zira bu şekliyle tad almaktan
gelen umumi manası içki ve domuzun da helal kılınmasını gerektirir.
Aksine o, bu kelimenin
şeriatın helal kılmış olduğu şeylerle tahsis edildiği görüşündedir. Ona göre
el-Habais (pis ve murdar şeyler) şeriatın hükmü gereğince haram kılınanlar ile
tiksinti duyulan şeyler hakkında umumi bir lafızdır. Buna bağlı olarak akrep,
domuzları böceği, iri kertenkele ve bu kabilden olan haşerat haramdır.
Diğer ilim adamları da
bu iki görüşten birisini kabul etmişlerdir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce
el-Bakara Süresi'nde (168. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
7- Son Peygamberin
Şeriatinde Ağır Mükellefiyetlerin Kaldırılması:
Yüce Allah'ın:
"sırtlarındaki ağır yükü ... indiren" buyruğunda geçen, (...): Ağır
yük demektir. Bu açıklamayı Mücahid, Katade ve İbn Cübeyr yapmıştır. Aynı
zamanda ahid anlamına da gelir. Bu açıklamayı İbn Abbas, ed-Dahhak ve el-Hasen
yapmışlardır.
Bu ayet-i kerime bu iki
manayı da kapsamına almaktadır. Çünkü İsrail oğullarından ağır birtakım
amelleri yerine getirmeye dair ahid alınmıştır. Yüce Allah Muhammed (s.a.v.)'ı
peygamber olarak göndermek üzere onlar üzerindeki bu ahdi ve o amellerin
ağırlığını kaldırmış oldu. Sidiğin yıkanmakla temizlenmesi, ganimetlerin helal
kılınması, ay hali olan kadınla birlikte oturup kalkmanın, onunla beraber yemek
yemenin, beraber yatmanın helal kılınması gibi. Halbuki, İsrailoğullarından
herhangi birisinin elbisesine sidik isabet edecek olursa onu makasla keserdi.
Bu, "onlardan birisinin derisine isabet edecek olsa" diye de rivayet
edilmiştir. Ganimetleri bir araya toplayıp getirdikleri vakit ise, semadan onu
yiyip bitiren bir ateş inerdi. Kadın da ay hali oldu mu, ona yaklaşmazlardı. Ve
buna benzer, sahih hadislerde ve başkalarında sabit olmuş diğer hususlar vardı.
8- üzerlerindeki
Zincirleri indiren Peygamber:
Yüce Allah'ın: "Ve
üzerlerindeki zincirleri indiren ümmi Peygamber ... " buyruğunda geçen
"zincirler (el-ağlal)", bu ağır yükleri anlatmak üzere istiare yoluyla
kullanılmış bir tabirdir. Bu ağır yüklerden birisi de Cumartesi günü çalışmayı
terk etmek yükümlülüğü idi. Çünkü rivayete göre Musa (a.s) Cumartesi günü kamış
taşıyan bir adam görmüş ve onun boynunu vurmuş. Müfessirlerin çoğunluğunun
görüşü budur. İsrailoğulları arasında da diyet sözkonusu değildi. Sadece kısas
vardı. Tevbelerine bir alamet olmak üzere de kendilerini öldürmeleri
emrolmuştu. Ve buna benzer başka mükellefiyetler. İşte bütün bunlar
"zincirlere, bukağılara" benzetilmiştir. Nitekim şair şöyle
demektedir: "Artık iş eskisi gibi değil, Ey Malik'in annesi! Fakat
zincirler boyunları kuşatmış bulunuyor.
O genç delikanlı artık
olgun yaşlı bir adam gibidir. Doğrunun dışında birşey söyleyemiyor. O bakımdan
genç hanımlar böylelikle rahata kavuştu."
Şair burada İslam'ın
hududunu ve onları aşarak harama geçmeyi engelleyen hükümlerini boynu çepeçevre
kuşatan zincirlere benzetmektedir. Ebu Ahmad b. Cahş'ın, Ebu Süfyan'a söylediği
şu beyit de bu kabildendir: "Haydi onu al git, onu al git Güvercinin boynu
altındaki gerdanlık gibi, o da senin boynuna dolanmıştır."
Yani, onun utancı senden
ayrılmayacaktır. Nitekim bir şey, bir kimseden ayrılmayacak olursa; (...) Filan
şey filanı gerdanlık gibi boynunu kuşattı, denilir.
9- "Ağır
Yük" Anlamındaki Kelimeye ''Zincirler'' Anlamındaki Kelimenin Atfedilmesi:
Burada;
"zincirler" anlamındaki "el-ağlal" kelimesi çoğul olmakla
birlikte tekil olan "el-Isr: Ağır yük"e nasıl atfedilebilmiştir
denilecek olursa, buna cevap şudur: Isr, çokluk hakkında da kullanılabilen bir
mastardır. Ayrıca İbn Amir bu kelimeyi çoğul olarak; "Ağır yüklerini"
diye; "Amellerini" kelimesi gibi okumuştur. Ayrıca günahı gerektirici
işler farklı oldukları için bunu çoğul olarak okumuştur. Diğerleri ise bu
kelimeyi tekil olarak okumuşlardır, çünkü lafzı tekil olmakla birlikte kendi
türünden hem az, hem çok hakkında kullanılabilen bir mastardır.
Diğer taraftan Yüce
Allah'ın: "Bize ağır yük yükleme'' (el-Bakara, 286) buyruğundaki
"Isr" kelimesinin tekil okunacağını icma ile kabul etmişlerdir. Aynı
şekilde bu anlamda varid olan bütün kelimeler de bu türdendir. Mesela: "Ve
onların işitmelerine" (el-Bakara, 7); "Gözleri kendilerine dönmez''
(İbrahim, 43) buyruğundaki "göz" anlamındaki kelime ile;
"Gizlice göz ucuyla baktıklarını ... '' (eş-Şura, 45) buyruğundaki bütün
bu kelimeler (mastar, isimler) çoğul anlamındadır.
10- Peygambere iman
Edenler, Onu Yüceltenler, Ona Yardım Edenler ...
Yüce Allah'ın:
"İşte ona iman edenler, onu yüceltenler" buyruğundaki; (...); Ona
gereken saygıyı gösterip yardımcı olanlar demektir. el-Ahfeş der ki: el-Cahderi
ve İsa, bu, kelimeyi şeddesiz olarak; (...) diye okumuşlardır. Aynı şekilde;
"Ve onlara kuvvetle yardım ederseniz'' (el-Maide, 12) kelimesi de böyle
okunmuştur. Bu fiil; (...) şeklinde kullanılır.
"Onunla indirilen
nur'a" yani, Kur'an-ı Kerime. "Kurtuluş: felah" ise, istenen
şeyi elde etmek demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş
bulunmaktadır .
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN