ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

A’RAF

172

/

174

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ

عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ

الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ {172} أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ

آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ

الْمُبْطِلُونَ {173} وَكَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ {174}

 

172. Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerinl almış ve onları kendilerine şahid tutup: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" (diye buyurmuştu). Onlar da: "Evet, şahid olduk" demişlerdi. Kıyamet günü: "Bizim bundan haberimiz yoktu" demeyesiniz diye.

173. Yahut: "Daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir kuşaktık. Şimdi o batıla saplananların işledikleri yüzünden bizi helak mı edeceksin?" demeyesiniz diye.

174. İşte biz ayetleri böyle açıklarız. Belki dönerler diye.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Adem Oğullarından Alınan Söz:

2- insan ve Kader:

3- Bu Ayetin Kapsamı Umumi mi, Hususi mi?

4- Küçükken Ölenlerin Durumu:

5- Adem Oğullarının Zürriyeti:

6- Allah'ın Rububiyetini ikrar:

 

1- Adem Oğullarından Alınan Söz:

 

Yüce Allah'ın: "Hani Rabbin ... almış" yani sen, onlara daha önce sözü geçen indirilen kitaplarında yer alan sözleri hatırlatmakla birlikte, Adem oğullarının zürriyetlerini çıkardığı gün kullardan almış olduğu sözleri de hatırlat. ..

 

Bu ayet-i kerime müşkil bir ayet-i kerimedir. ilim adamları bu ayetin te'vili ve ahkamına dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Biz de bu hususta tesbit edebildiklerimize uygun olarak onların söylediklerini aktaracağız.

 

Kimisi şöyle demiştir: Ayetin anlamı şudur: Yüce Allah, Adem oğullarının biribirlerinden gelecek olan zürriyetlerini onların sırtlarından çıkartmıştır. Bunlar, "onları kendilerine şahid tutup, ben sizin Rabbiniz değil miyim" buyruğunun anlamı, onları yaratmakla kendi tevhidini onlara göstermiştir, derler. Çünkü, baliğ olan her bir kişi zorunlu olarak kendisinin bir tek Rabbinin olduğunu bilir.

 

"Ben sizin Rabbiniz değil miyim" yani, onlara böyle dedi, demektir. Bu ise, onlara karşı şahid tutmak ve onların bunu ikrar etmeleri yerine geçmiştir. Yüce Allah gökler ve yer hakkında onların: "isteyerek itaatle geldik, dediler"(fussilet, 11) buyruğunda olduğu gibi. el-Kaffal bu görüşü benimsemiş ve bu konuda uzun uzun açıklamalarda bulunmuştur.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Şanı Yüce Allah bedenleri yaratmadan önce ruhları çıkartmış ve bu ruhlarda kendisine hitap olunanı bilip öğreneceği marifeti de takdir buyurmuştu.

 

Derim ki: Peygamber (s.a.v.)'dan nakledilen hadislerde dile getirilen, bu iki görüşten farklıdır. Buna göre Yüce Allah, Adem (a.s)'ın sırtından ruhları da içinde olmak üzere bedenleri çıkartmıştır. Malik'in Muvatta'ındaki rivayetine göre Ömer b. el-Hattab (r.a)'a şu: "Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin Rabbiniz değil miyim (diye buyurmuştu). Onlar da: Evet, şahid olduk demişlerdi. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye" ayeti hakkında soru sorulmuş, Ömer (r.a) da şöyle demiş: Ben, Rasulullah (s.a.v.)'a bu ayet hakkında soru sorulurken işittim. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Yüce Allah Adem'i yarattı. Sonra sağıyla sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve Ben bunları cennet için yarattım ve cennetliklerin ameliyle amel edecekler, diye buyurdu. Sonra bir daha sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve şöyle buyurdu: Bunları da cehennem için yarattım ve bunlar da cehennemliklerin ameliyle amel edecekler." Bir adam kalkıp: O halde amelin faydası nedir? diye sorunca, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah bir kulu cennet için yarattı mı, onun cennet ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cennet ehlinin amellerinden bir amel üzere ölür, Allah da onu cennete koyar. Bir kulu da cehennem için yarattı mı, onun da cehennem ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cehennemliklerin amellerinden bir amel üzere ölür. Allah da onu cehenneme koyar."

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Bu, isnadı munkati' bir hadistir. Çünkü Müslim b. Yesar, Hz. Ömer ile karşılaşmamıştır. Yahya b. Maim onun hakkında şöyle demiştir: Müslim b. Yesar kim olduğu bilinmeyen bir ravidir. Onunla Ömer (r.a) arasında Nuaym b. Rabia vardır. Bunu da Nesai zikretmiştir. Nuaym ise, ilim taşıdığı bilinen bir kimse değildir. Şu kadar var ki, bu hadisin anlamı çerçevesinde Peygamber (s.a.v.)'dan Ömer b. el-Hattab (r.a), Abdullah b. Mes'ud, Ali b. Ebi Talib, Ebu Hureyre -Allah onlardan ve diğerlerinden razı olsun- yoluyla gelen rivayet, pek çok sabit (sağlam) yolla sahih olarak gelmiştir.

 

Tirmizı sahih olduğunu belirterek Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah Adem'i yaratıp da onun sırtını sıvazlayınca sırtından kıyamet gününe kadar onun zürriyetinden yaratacağı her bir can döküldü. Onlardan her birisinin gözleri arasında nurdan bir parlaklık yarattı. Sonra bunları Adem'e arzetti. Dedi ki: Rabbim bunlar kimlerdir? Yüce Allah, bunlar zürriyetinden gelecek olanlardır diye buyurdu. Aralarından birisini gördü, gözleri arasındaki parlaklık hoşuna gitti. Rabbim bu kimdir? diye sorunca, bu adam, senin zürriyetinden gelecek sonraki ümmetlerden bir adamdır. Ona Davud denilir diye buyurdu. Hz. Adem: Rabbim ömrünü kaç yıl olarak takdir buyurdun, diye sorunca; altmış yıl diye buyurdu. Hz. Adem: Rabbim, ona benim ömrümden kırk yıl artır dedi. Adem (a.s)'ın ömrü sona erince, ona ölüm meleği geldi. Adem: Henüz benim ömrümden daha kırk yıl kalmadı mı diye sorunca, melek: Sen bu kırk yılını oğlun Davud'a vermemiş miydin diye sordu. Ancak, Adem böyle bir şeyi reddetti. Bunun üzerine zürriyetinden gelenler de inkar eder oldular. Adem'e de unutturuldu, bu sebepten zürriyeti de unutur kılındı. "

 

Tirmizı'den başkasında da şöyle denmektedir: İşte o vakit yazıcılar tutulmasını, şahid tutulmasını emretti.

 

Bir başka rivayette de şöyle denmektedir: Adem, aralarında zayıf, zengin, fakir, zelil, müptela ve sağlıklı kimseler olduğunu görünce, ona dedi ki: Rabbim bu niye böyle, neden onların arasında eşitlik sağlamadın? Yüce Allah, bana şükredilsin istedim, diye buyurdu.

 

Abdullah b. Amr da Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Tarak ile nasıl başın saçları alınıyor (taranıyor) ise onlar da (Hz. Adem'in zürriyeti de) sırtından böylece alındılar." Allah onlara Hz. Süleyman'ın gelişini bildirerek, diğer karıncaları uyaran karınca gibi akıllar verdi ve onlardan kendisinin Rableri olduğuna, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmadığına dair söz aldı. Onlar da bunu ikrar edip kabul ettiler. Yüce Allah kendilerine Peygamber göndereceğini bildirdi, böylelikle biri diğerine şahidlik etti.

Ubey b. Ka'b der ki: Onlara karşı yedi semavatı da şahid tuttu. Kıyamet gününe kadar doğacak kim varsa, mutlaka ondan ahid alınmıştır.

 

Adem'in sırtından çıkartıldıkları vakit kendilerinden sözün alındığı yerin neresi olduğu hususunda dört farklı görüş vardır. İbn Abbas der ki: Burası, Arefe yakınlarında bir vadi olan Na'man denilen yerin iç tarafıdır. Yine İbn Abbas'tan bu yerin Hindistan'da bir bölge olan ve Hz. Adem'in yere indiği yer olan Berahba olduğu da söylenmiştir.

 

Yahya b. Selam ise der ki: İbn Abbas bu ayet-i kerime hakkında şöyle demişti: Allah, Adem'i Hindistan'a indirdi. Sonra sırtını sıvazlayıp ondan kıyamet gününe kadar yaratacağı her bir canı çıkartıp şöyle buyurdu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet, şahid olduk" dediler. Yahya b. elHasen der ki: Sonra onları tekrar Adem (a.s)'in sulbüne geri iade etti.

 

el-Kelbi ise, bu ahdin Mekke ile Taif arasında alındığını söylerken, es-Süddi de şöyle demiştir: Bu ahid, Adem cennetten dünya semasına indirildiği vakit kendisinden alınmış idi. Yüce Allah onun sırtını sıvazlamış ve sırtının sağ tarafından inci gibi parıldayan beyaz bir zürriyet çıkartmıştı. Onlara "rahmetim üzere cennete giriniz" diye buyurmuştu. Sırtının sol tarafından da siyah bir zürriyet çıkartmış ve onlara; "siz de ateşe giriniz. Aldırış etmiyorum" diye buyurmuştu. İbn Cüreyc der ki: Cennet için yaratılmış her bir nefs, beyaz (ak) çıktı, cehennem için yaratılmış her bir nefs ise siyah çıktı.

 

2- insan ve Kader:

 

İbnü'l-Arabi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: İnsanlar günah işlememiş oldukları halde azab edilmeleri nasıl uygun düşer, yahut Yüce Allah yapmalarını irade buyurduğu, haklarında yazdığı ve kendilerini ona sürüklediği şeyler sebebiyle onları nasıl cezalandırabilir denilecek olursa, biz de şöyle cevap veririz:

 

Bunun imkansız olduğu nereden anlaşılmaktadır. Aklen mi, şer'an mı? Çünkü, rahim ve hakim olan birimizin böyle bir şeyi yapması mümkün değildir denilse; biz de şöyle deriz: Çünkü, onun da üstünde ona emir veren bir amir, ona yasak koyan birisi vardır. Yüce Rabbimiz ise yaptıklarından dolayı sorumlu değildir. Asıl onlar sorulurlar. Diğer taraftan, yaratıkların yaratıcıya kıyas edilmeleri caiz değildir. Kullarının fiillerinin mutlak ilahın fiillerine göre yorumlanması da doğru değildir. Gerçekte bütün fiiller Yüce Allah'ındır. Ve bütün yaratıklar yalnız O'nundur. O, onları nasıl dilerse öyle yöneltir. Ve aralarında dilediği şekilde hüküm vermiştir. Adem oğlunu içinde hissettiği bu duyguya iten ise, fıtratındaki incelik, hemcinsine karşı duyduğu şefkat ile övülmekten ve methedilmekten hoşlanmasıdır. Zira, bundan dolayı bir takım menfaatler sağlayacağını umar. Şanı Yüce Allah ise bütün bunlardan mukaddes ve münezzehtir. O bakımdan bu gibi şeyler kıyas alınarak O'nun hakkında kanaat belirtmek caiz olamaz.

 

3- Bu Ayetin Kapsamı Umumi mi, Hususi mi?

 

Bu ayet-i kerime hakkında hususi mi, yoksa umumi mi olduğu noktasında farklı görüşler vardır. Ayetin has olduğu söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah: "Adem oğullarının sırtlarından" diye buyurmuştur. Böylelikle Hz. Adem'in sulben çocuğu olanlar bu kapsamın dışına çıkmaktadır.

 

Yüce Allah'ın: "Yahut daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı" buyruğu ile de müşrik ataları olmayan herkes bu kapsamın dışına çıkmaktadır.

 

Şöyle de denilmiştir: Ayet-i kerime, peygamberler vasıtasıyla kendilerinden ahid alınmış kimseler hakkında hastır. Bir başka görüşe göre de; hayır bu ayet-i kerime bütün insanlar hakkında umumidir. Çünkü, herkes kendisinin önceleri küçük bir çocuk olduğunu, sonradan gıda ile beslenip büyütüldüğünü, yetiştirildiğini, kendisinin işlerini düzenleyen ve bir yaratıcısı olduğunu bilir. İşte: "Onları kendilerine şahid tutup ... " buyruğunun anlamı da budur.

 

"Evet. .. demişlerdi" buyruğunun anlamı ise, evet böyle bir şeyonların bir görevidir; (yani, Allah'ın rububiyetini kabul etmeleri gerekir) demektir. İnsanlar, şanı Yüce Allah'ın Rabb olduğunu itiraf edip de bunu unutmaları üzerine, peygamberleriyle onlara bu hususu hatırlattı ve bu hatırlatmayı da son olarak seçkin kullarının en faziletlisi ile gerçekleştirdi. Böylelikle onlara karşı delil gereği gibi ortaya konmuş olsun. Son peygamberine de şöyle emir buyurdu: "O halde sen onlara hatırlat. Sen ancak bir hatırlatıcısın. üzerlerine musallat bir zorba değilsin." (el-Gaşiye, 21-22)

 

Daha sonra da ona, üzerlerine otorite kurma imkanını verdi, ona saltanat bahşetti, yeryüzünde O'nun dinini hakim kıldı. et-Tartuşı der ki: İnsanlar dünya hayatlarında bu hususu hatırlamasalar dahi bu ahid insanlar için bağla yıcıdır. Tıpkı hanımını boşadığına dair tanıklık edildiği halde bunu unutan kimsenin bu talakının o kimse hakkında geçerli oluşu gibi.

 

4- Küçükken Ölenlerin Durumu:

 

Küçükken ölen, ilk ahiddeki ikrarı dolayısıyla cennete girer, diyenler bu ayet-i kerimeyi delil göstermişlerdir. Ancak, akil baliğ olan kimseye bu ilk ahdin bir faydası olmaz. Bu görüşü benimseyen kimseler, müşriklerin çocukları da cennettedir, derler. Bu hususta sahih olan görüş de budur. Bununla birlikte konu ile ilgili rivayetlerin farklılığı dolayısıyla mesele hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Sahih olan da bizim zikrettiğimizdir. İleride bu hususa dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Rum Süresi'nde (30. ayet, 3. başlıkta) gelecektir. "et-Tezkire" adlı eserde de ele aldık.

Allah'a hamd olsun.

 

5- Adem Oğullarının Zürriyeti:

 

Yüce Allah'ın: "Sırtlarından" kelimeSi, Yüce Allah'ın: "Adem oğulları" buyruğundan bedeliyu'l-İştimal'dir.

 

Ayetin lafızları zürriyet almanın Adem oğullarından olmasını gerektirmektedir. Çünkü ayet-i kerimede lafız itibariyle Hz. Adem'den söz edilmemektedir. Buna göre bu söz dizisinin açıklaması şöyle olur: Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almıştı. Ayet-i kerimede "Adem'in sırtı"ndan söz edilmeyişi, hepsinin onun evlatları olduğunun ve ahid alındığı gün sırtından çıkartılmış olduklarının bilinmesinden dolayıdır. O bakımdan "Adem oğullarından" ifadesi dolayısıyla ayrıca "Adem"den söz etmeye gerek kalmamıştır.

 

"Zürriyetlerini" kelimesini Küfeliler ve İbn Kesir, (zürriyet kelimesini) tekil olarak ve "te" harfini de üstün olarak okumuşlardır. "Zürriyet" kelimesi tek kişi hakkında da çoğul hakkında da kullanılabilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Rabbim bana nezdinden çok temiz bir zürriyet bağışla. "(Al-i İmran, 38) Burada "zürriyet" kelimesi tekil için kullanılmıştır. Çünkü o, Yüce Allah'tan kendisine bir çocuk bağışlanmasını dilemiş, Hz. Yahya'nın doğumu müjdesi kendisine verilmişti. Diğer taraftan kıraat alimleri Yüce Allah'ın: "Adem'in zürriyetinden ... "(Meryem, 58) buyruğundaki "zürriyet" kelimesini icma ile tekil olarak okumuşlardır. Halbuki, Adem'in zürriyetinden daha çok zürriyeti olan kimse yoktur. "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşak idik (zürriyet idik)" (el-A'raf, 173) buyruğundaki "zürriyet" kelimesi ise çoğul için kullanılmıştır.

 

Diğerleri ise çoğul olarak; (...) diye okumuşlardır. Çünkü zürriyet tekil hakkında da kullanıldığından dolayı tekil için kullanılmayacak bir lafız getirilmiş ve böylelikle kelimenin herhangi bir şekilde müşterek lafız olmaktan kurtulup maksat olarak gözetilen manayı katıksız bir şekilde ifade edecek bir lafız kullanılmıştır ki, bu da "zürriyet" kelimesinin çoğul olarak gelmesi ile olur. Çünkü Adem oğullarının sırtlarından birbiriyle müntenasip birbirinin ardı arkasına ve sayılarını Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemediği pek çok zürriyetler çıkartmıştır. İşte bu özelliği dolayısıyla buradaki "zürriyet" kelimesini çoğul olarak okumuşlardır.

 

6- Allah'ın Rububiyetini ikrar:

 

el-Bakara Süresi'nde Yüce Allah'ın: "Evet, kim bir kötülük işler de ... " (el-Bakara, 81) ayetini açıklarken "Evet" buyruğu ile ilgili yeterli izahlar verilmişti. Oradaki açıklamalara başvurulabilir.

 

(...) ile (...) şekillerinde "Demeyesiniz diye" ile "Yahut ... demeyesiniz diye" buyruklarını Ebu Amr her iki yerde de (te yerine) "ya" ile (demesinler diye anlamında) ve böylelikle bu iki fiildeki zamirleri de daha önce sözü geçen gaip lafzı ile okumuştur. Daha önce sözü edilen lafız ise, Yüce Allah'ın: "Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup ... " buyruğudur, Aynı şekilde "onlar da: Evet ... demişlerdi" buyruğu da gaib lafzı ile gelmişlerdir.

 

Daha sonra gelen: "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşak (zürriyet) idik" buyruğu da: "Belki ... diye" buyruğu da bu şekilde zaid olarak gelmiştir. O bakımdan Ebu Amr, buradaki iki fiili (demek fiillerini) kendilerinden önceki lafızlara da sonraki lafızlara da uygun olarak gaib lafzıyla okumuştur, Diğerleri ise bu iki fiili "te" harfi ile (demeyesiniz anlamında) okumuşlardır. Bunlar da daha önce Yüce Allah'ın: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" buyruğundaki hitap lafzına uygun okumuşlardır. Bu durumda "şahid olduk" ifadesi, meleklerin söylediği bir söz olur, İnsanlar: "Evet" deyince, melekler de: "şahid olduk ... demeyesiniz diye" ile "yahut ... demeyesiniz diye" demişlerdi.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bunun anlamı şudur: Adem oğullarının zürriyetleri "evet" demekle Yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar etmiş oldular, Bunun üzerine Yüce Allah meleklere: Şahid olun diye buyurmuş, melekler de: Biz de sizin Yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar ettiğinize dair şahidlik ediyoruz, demeyesiniz diye", yahut demeyesiniz diye demişler. Bu açıklama, Mücahid, edDahhak ve es-Süddi'nin görüşüdür.

 

İbn Abbas ile Ubey b. Ka'b da şöyle demişlerdir: "Şahid olduk" buyruğu da Adem oğullarının sözlerindendir. İfadenin anlamı şöyle olur: Biz, Senin Rabbimiz ve ilahımız olduğuna şahidlik ediyoruz. Yine İbn Abbas der ki:

 

Yüce Allah, onların bir kısmını diğer bir kısmına karşı şahid tuttu. Buna göre; evet, biz birbirimize karşı şahidlik ettik dediler, demektir.

 

Eğer "şahid olduk" ifadesi meleklerin söylediği söz ise, bu durumda; "Evet" kelimesi üzerinde vakıf yapılır. Şayet Adem oğullarının sözlerinden ise, üzerinde vakıfyapmak güzel olmaz. Çünkü o takdirde; " ... me ... "; "Evet"den önce gelen; "Onları kendilerine şahid tutup ... " buyruğuna tealluk eder ki, "bunu demesinler diye" anlamını verir.

 

Mücahid, İbn Ömer'den, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini tarağın baştan alınması gibi aldı ve onlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim diye sordu. Onlar da: Evet (Rabbimizsin) dediler. Bunun üzerine melekler: Biz de ... demeyesiniz diye şahidlik ettik, dediler.

 

Yani, biz ... demeyesiniz diye size karşı Yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar ettiğinize dair şahidlik ettik demektir. İşte bu açıklama, "demek" fiillerinin "te" harfi ile (yani muhatap sigasıyla) okunmalarına delil teşkil etmektedir.

 

Mekki der ki: Anlamının doğruluğu dolayısıyla tercih edilen görüş de budur. Çünkü cemaat (büyük çoğunluk) bu şekilde okumuştur.

 

Yüce Allah'ın: "Şahid olduk" buyruğunun, Allah'ın da meleklerin de birlikte söyledikleri söz olduğu söylenmiştir. Yani, biz sizin Allah'ın rububiyetini ikrar ettiğinize şahidlik ettik. Bu açıklamayı Ebu Malik yapmıştır. Ayrıca es-Süddi'den de rivayet edilmiştir. "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşaktık" yani, onlara uyduk demektir. "Şimdi o batıla sapanların işledikleri yüzünden bizi helak mı edeceksin" ifadesi ise, sen böyle yapmamalısın demek isteyeceklerdir, demektir. Şu kadar var ki, tevhid hususunda mukallid'in ileri sürebileceği bir mazereti olmaz.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

A’raf 175

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR