ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

28

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَـذَا وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ إِن

شَاء إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

 

28. Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi lütfundan zenginleştirir. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Müşriklerin Pisliği ve islam’a Giren Kafirin Gusletme Gereği:

2- Müşrikler Mescid-i Haram'a Yaklaşamazlar:

3- Kafirlerin Mescidlere ve özel olarak Mescid-i Haram'a Girmelerinin Hükmü:

4- Mescide Girmelerinin Yasaklanışı:

5- Müşriklerin Mescid-i Haram'a Gelişlerinin Yasaklanışı Fakirliğe Sebep Olarak Görülmemelidir:

6- Rızık ve Rızkı Elde Etmenin Sebepleri:

7- Herşey Allah'ın Dilemesiyle Olur:

 

1- Müşriklerin Pisliği ve islam’a Giren Kafirin Gusletme Gereği:

 

Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir" buyruğu, mübteda ve haberdir.

 

İlim adamları müşriklerin "pislik"le nitelendirilmesinin anlamı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Katade, Ma'mer b. Raşid ve başkaları, çünkü o cünüptür. Zira onun cünüplükten yıkanması yıkanma değildir, derler.

 

İbn Abbas ve başkaları da derler ki: Hayır, onu pis yapan şirkin kendisidir. Hasan-ı Basrı de der ki: Bir müşrikle tokalaşan bir kimse abdest alsın.

 

Bütün görüşler, kafirin müslüman olması halinde gusletmesinin vacip olması gerektiği doğrultusundadır. Ancak, İbn Abdilhakem vacib değildir, demektedir. Çünkü İslam kendisinden önce olan şeyleri yıkar. Ahmed ve Ebu Sevr de, İslam'a giren kafirin gusletmesinin vacib olduğunu kabul ederler. Şafii ise; vacib olmayıp gusletmesini daha güzel görürüm, demiştir. İbnü'I-Kasım'ın da buna yakın bir görüşü vardır. Malik'in de bir görüşüne göre, kafir gusletmeyi bilmez, demiştir. Onun bu görüşünü İbn Vehb ve İbn Ebi üveys nakletmişlerdir. Sümame ve Kays b. Asım yoluyla gelen hadis ise bu görüşleri reddetmektedir. Bu iki hadisi de Ebu Hatim el-Busti, Müsned'inin Sahih'inde rivayet etmiştir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) bir gün Sümame'nin yolundan geçmiş, o da İslam'a girmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu Ebu Talha'nın bahçesine göndererek gusletmesini emretmiş. O da gusledip iki rekat namaz kılmış. Resulullah (s.a.v.) da: "Arkadaşınızın İslam'ı gerçekten güzelleşmiş bulunuyor" diye buyurmuş. Müslim de bu hadisi bu manada rivayet etmiştir. Orada şu ifadeler de yer almaktadır: Resulullah (s.a.v.) Sumame'yi karşılıksız serbest bırakınca, mescide yakın hurma ağaçlarının bulunduğu bir yere gitmiş ve gusletmiştir. Ayrıca Kays b. Asım'a da sidir katılmış su ile gusletmesini emretmiştir.

 

Eğer kafirin İslam'a girişi, ergenleşmesinden önce ise, gusletmesi müstehaptır. Buluğa erdikten sonra müslüman olursa, yıkanırken cünüplükten dolayı gusletmeye niyet etmesi gerekir. Bizim ilim adamlarımızın görüşü budur, mezhebimizden anlaşılan da budur. Bununla birlikte, İbn Kasım, kafir bir kimsenin kalbiyle İslam'a inanacak olursa, diliyle açıktan şehadet kelimesini getirmeden önce gusletmesini caiz kabul etmektedir. Ancak bu, kıyas bakımından zayıf ve rivayete muhalif bir görüştür. Çünkü herhangi bir kimse sözü ifade etmedikçe yalnızca niyetle müslüman olmaz. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın imana dair görüşü budur: İman, dil ile söylenen bir söz, kalp ile tasdiktir, amel ile de parlaklığı artar. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Güzel söz yalnız O'na yükselir, onu da salih amel yükseltir': (Fatır, 10)

 

2- Müşrikler Mescid-i Haram'a Yaklaşamazlar:

 

"Onun için ... artık onlar mescidi harama yaklaşmasınlar" buyruğundaki: Yaklaşmasınlar" bir nehiy (yasak) dır. Bundan dolayı fiilin sonundan "nun" harfi hazfedilmiştir. "Mescid-i Haram" ise, bütün Harem bölgesi hakkında kullanılır. Ata'nın görüşü de budur. Buna göre müşrik olan bir kimseye bütün Harem bölgesine girme imkanı verilmesi haram olur.

 

Onlardan bir elçi bize gelecek olursa, imam onun söylediklerini işitmek üzere Harem dışındaki bölgeye çıkar. Müşrik bir kişi eğer gizlenerek Harem bölgesine girecek ve orada ölecek olursa, kabri açılır ve kemikleri o bölgenin dışına çıkartılır. Çünkü onların orayı vatan edinmek hakları da yoktur, oradan geçiş yapma imkanları da yoktur. Mekke, Medine, Yemame, Yemen ve Yemen'deki kasabalar olarak bilinen Ceziretü'I-Arab'a gelince, Malik der ki: Bütün bu yerlerden İslam'dan başka bir dine sahip olan herkes çıkartılır. Bununla birlikte yolculuk kastıyla buralarda gidip gelmelerine engel olunmaz. Şafii-Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de böyle demektedir. Ancak o, Yemen'i bundan istisna etmiştir. Onlara, böyle bir durumda Ömer (r.a)'ın onları sürgüne gönderdiği vakit tayin ettiği gibi üç günlük bir süre tayin edilir. Ölülerini orada gömemezler ve Harem bölgesinin dışına çıkmak zorunda bırakılırlar.

 

3- Kafirlerin Mescidlere ve özel olarak Mescid-i Haram'a Girmelerinin Hükmü:

 

İlim adamları, kafirlerin mescidlere ve Mescid-i Harama girmeleri hususunda beş ayrı görüşe sahiptirler. Medineliler derler ki: Ayet-i kerime hem diğer müşrikler hakkında, hem diğer mescidler hakkında umumidir. Nitekim Ömer b. Abdülaziz de valilerine bu doğrultuda talimat yazmış ve yazdığı mektubunda da bu ayet-i kerimeyi (gerekçe olarak) zikretmiştir.

 

Ayrıca bunu, Yüce Allah'ın: "Allah'ın yükseltilmelerine ve oralarda kendi adının yadolunmasına izin vermiş olduğu evlerde ... ''(en-Nür, 36) buyruğu da bunu desteklemektedir. Kafirlerin mescidlere girmeleri ise onların yükseltilmelerine aykırıdır.

 

Müslim'in Sahih'inde ve başkalarında da şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz ki bu mescidler küçük abdest bozmaya ve pislik bırakmaya uygun değildir..." Kafir ise bunlardan uzak kalamaz. Yine Hz. Peygamber: "Ben, ay hali olan bir kadına ve cünüp olan kimseye mescid (e girmey)'i helal kılmam" diye buyurmuştur. Kafir ise cünüptür.

 

Yüce Allah: "Müşrikler ancak bir pisliktir" buyruğunda, müşrike "pislik (neces)" adını vermektedir. O bakımdan müşrik bir kimsenin ya bizzat necis olması söz konusudur, yahut hüküm itibariyle uzaklaştırılması gerekir. Hangisi olursa olsun, müşrikin mescidden uzak tutulması icabeder. Çünkü uzaklaştırılmasının illeti (gerekçesi) olan pislik (necislik), müşriklerde bulunan bir özelliktir. Hürmet (onların oraya girmelerinin yasaklığı ve saygınlık) da mescidde bulunan bir özelliktir.

 

(Pis olmak anlamına gelen) "neces" kelimesinin hem tekili hem çoğulu, hem müennesi hem de müzekkeri aynı gelir. Tesniyesi ve çoğulu yoktur, çünkü mastardır. "Nun" harfi esreli, "cim" harfi de sakin olmak üzere "nics" ise, ancak onunla beraber "rics" kelimesi kullanılırsa kullanılır. Tek başına kullanılacak olursa, "nun" harfi üstün ve "cim" harfi esreli "necis", yahut da "cim" harfi ötreli olmak üzere "necüs" denilir.

 

Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Ayet-i kerime diğer mescidler hakkında umumi ve Mescid-i Haram hakkında da hususidir, Müşriklerin diğer mescidlere girmelerine engel olunmaz, Bu görüşü ile yahudi ve hıristiyan kimsenin sair mescidlere girmesini mübah kılmaktadır. İbnü'l-Arabi der ki: Bu, onun yalnızca buyruğun zahirinden anlaşılan çerçevesinde donuklaştığını göstermektedir, Çünkü Yüce Allah'ın: "Müşrikler ancak bir pisliktir" buyruğu, illetin müşrik olmak ve necis olmak olduğuna dikkat çekmektedir. Peygamber (s.a.v.) müşrik olduğu halde Sumame'yi mescide bağlamıştır denilecek olursa, böyle diyene şu cevap verilir: Bizim ilim adamlarımız, bu hadis hakkında -sahih olmakla birlikte- birkaç türlü cevap vermişlerdir ki, bunlardan birisi şudur: Bu olay ayet-i kerimenin nüzulünden önce olmuştur.

 

İkinci cevap: Peygamber (s.a.v.) Sumame'nin müslüman olduğunu bildiğinden dolayı onu oraya bağlamıştır,

 

üçüncü cevap: Bu husus muayyen bir meseledir. O bakımdan bizim sözünü ettiğimiz delillerin bu gerekçe ile reddedilmemesi gerekir, Çünkü bu genel bir kaidenin hükmü hakkında sadece kayıtlayıcı bir özelliğe sahiptir. Şöyle de denilebilir: Hz. Peygamberin onu mescide bağlaması, müslümanların güzel bir şekilde namaz kıldıklarını ve namaz için toplandıklarını, onların mesciddeki oturuşlarındaki güzel adaplarını görüp bunlarla İslam'a ısınması ve müslüman olması içindi. Nitekim de böyle olmuştur. Şöyle demek de mümkündür: Onların böyle bir kimseyi mescidin dışında bağlıyabilecekleri bir yerleri yoktu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Ebu Hanife ve arkadaşları ise derler ki: Yahudilerle hıristiyanların Mescid-i Harama da başkasına da girmelerine engel olunmaz. Mescid-i Haram'a yalnızca müşrikler ve puta tapıcıların girmeleri engellenilir. Ancak zikrettiğimiz ayet-i kerime ve diğer hususlar bu görüşü reddetmektedir. el-Kiya et-Taberi der ki: Zımmi bir kimsenin Ebu Hanife'ye göre ihtiyacı bulunmaksızın diğer mescidlere girmesi caizdir. Şafii de; bu hususta ihtiyaç nazarı itibara alınır, der. İhtiyaç duyulması halinde Mescid-i Harama girmek de caiz olur.

Ata b. Ebi Rebah der ki: Bütün Harem bölgesi kıbledir ve mesciddir. O bakımdan müşriklerin Harem bölgesinin içerisine girmelerine engel olunur. Çünkü Yüce Allah: "Bir gece kulunu Mescid-i Haramdan ... götürenin Şanı ne yücedir" (el-İsra, 1) diye buyurmaktadır. Hz. Peygamberin İsra'ya götürülmesi ise Um Hani'nin evinden gerçekleşmişti.

 

Katade der ki: Mescid-i Haram'a hiçbir müşrik yaklaşamaz. Ancak cizye ödeyen bir kimse, yahut müslümana ait kafir bir köle olması hali müstesnadır.

 

İsmail b. İshak şu rivayeti nakleder: Bize, Yahya b. Abdulhamid anlattı dedi ki: Bize, Şureyk, Eş'as'dan anlattı, o, el-Hasen'den, o, Cabir'den, o da Peygamber (s.a.v.)'den buyurdu ki: "Mescid'e hiçbir müşrik yaklaşamaz. Bir köle yahut bir cariye olması müstesnadır. O vakit ihtiyacı dolayısıyla oraya girebilir. ''

 

Cabir b. Abdullah da bu görüştedir: O der ki: İfadenin geneli müşriklerin Mescid-i Haram'a yaklaşmasını engellemektedir. Ancak, köle ve cariye hakkında tahsis edilmiştir.

 

4- Mescide Girmelerinin Yasaklanışı:

 

"Onun için bu yıllarından sonra" buyruğu ile ilgili olarak iki görüş vardır: Bir görüş; sözü geçen yılın Hz. Ebu Bekir'in hac emirliği yaptığı dokuzuncu yıldır, ikinci görüş ise, onuncu yıldır. Bu görüşü Katade ifade etmiştir.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Nassın muktezasından anlaşılan ve sahih olan görüş budur. Bunun dokuzuncu yıl olduğunun söylenmesi hayret edilecek bir şeydir. Çünkü, bu ilanın yapıldığı yıldır dokuzuncu yıl. Bir kimsenin kölesi onun evine bir gün girecek olup da efendisi ona: Sen bugünden sonra bu eve girme, diyecek olursa, elbetteki maksat eve girdiği o gün değildir (ondan sonraki gündür).

 

5- Müşriklerin Mescid-i Haram'a Gelişlerinin Yasaklanışı Fakirliğe Sebep Olarak Görülmemelidir:

 

"Eğer fakirlikten korkarsanız" buyruğu ile ilgili olarak Amr b. Faid der ki: Mana; (...): Fakirlikten korkmuş bulunuyorsunuz, şeklindedir. Ancak, bu yanlış bir açıklamadır. Çünkü ifadenin anlamı; (...): Eğer ile çok açık bir şekilde ortadadır.

 

Müslümanlar müşrikleri hacca gelmekten alıkoyunca -ki, müşrikler yiyecek ve ticaret malları getirir gelirlerdi- şeytan mü'minlerin kalplerine fakirlik korkusunu saldı ve: Peki nereden yaşayıp geçineceğiz dediler. Yüce Allah onlara lütfuyla kendilerini zengin edeceği vaadinde bulundu. ed-Dahhak der ki: Yüce Allah onlara; "Allaha ve ahiret gününe iman etmeyen ... lerle kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşınız" (et-Tevbe, 29) ayeti ile zimmet ehlinden cizye alma kapısını açtı.

 

İkrime de der ki: Yüce Allah bol bol yağmur yağdırmak, bol bitki ve toprağı verimlendirmekle onları zengin kıldı. Böylelikle (Yemen topraklarından olan) Tebale ve Cureş, bol mahsul vermeye başladı. Bunlar, Mekke'ye yiyecek şeyleri, yağları ve pek çok malları taşıyıp getirdiler. Necid, San'a ve bunların dışında kalan Araplar İslam'a girdiler ve böylelikle hacları ve ticaretleri de kesintisiz olarak devam edip durdu. Yüce Allah da cihadla ve diğer ümmetlere karşı galibiyet vermek suretiyle kendi lütfuyla onları zengin kıldı.

 

(...): Fakirlik demektir. Bir kimse fakir düştü mü, (...) denilir. Şair de der ki:

"Fakir bilemez ne zaman zengin olacağını, Zengin de bilemez ne zaman fakir düşeceğini."

Alkame ve İbn Mes'ud'un ashabından bir başkası; (...): Fakir düşmek şeklinde okumuşturki bu da mastardır. Öğlen vakti dinlenmek, uykuya çekilmek demek olan; (...) ile "Afiyet" kelimeleri gibi. Bununla birlikte "fakir düşmek halinden ... " takdirinde hazfedilmiş bir kelimenin sıfatı olma ihtimali de vardır. Burada bu kelime zor ve sıkıntılı hal anlamına gelir. İşte bu kökten; "İş bana zor ve ağır geldi, gelir" denilmektedir. Taberı de, bir kimse fakir düştü mü, (...) denildiğini nakletmektedir.

 

6- Rızık ve Rızkı Elde Etmenin Sebepleri:

 

Bu ayet-i kerimede kalbin rızık hususunda sebeplere taalluk etmesinin caiz olduğuna ve bunun tevekküle aykırı olmadığına delil vardır. Her ne kadar rızık takdir edilmiş ve Allah'ın emir ve paylaştırması yerini bulacak ise de, Allah rızkı hikmete mebni sebeplere bağlı kılmıştır. Böylelikle Yüce Allah sebeplere taalluk eden kalpler ile rabblerin Rabbine tevekküI eden kalpleri birbirinden ayırt etsin. Sebebin, tevekküle aykırı düşmediğine dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Eğer siz Allah'a hakkı ile tevekküI edecek olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursağı boş ve aç gidip de akşamleyin kursağını doldurmuş halde dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı." Bu hadisi Buharı riva yet etmiştir.

 

Hz. Peygamber bu hadisi ile rızık talebi hususunda sabah gidip öğleden sonra çıkış ın gerçek tevekküle aykırı düşmediğini haber vermektedir. İbnü'lArabi der ki: Fakat sufi şeyhler derler ki: Kişi ancak itaatler hususunda sabah ve akşam yola koyulur. İşte asıl rızkın gelmesini sağlayan sebep budur. Derler ki: Buna delil şu iki husustur: Birincisi, Yüce Allah'ın: "Sen aile halkına namazı emret, kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemeyiz, sana rızkı Biz veririz" (Ta-Ha, 132) buyruğudur. İkincisi de, Yüce Allah'ın:

 

"Güzel söz Onayükselir, onu da salih amelyükseltir" (Fatır, 10) buyruğudur. Yüce Allah'ın rızkını, mahalli olan semadan inmesini sağlayan ancak yukarı doğru yükselen şeydir. Bu da hoş zikir ve salih ameldir. Yoksa, yeryüzünde çalışıp çabalamak değildir. Çünkü yeryüzünde rızık diye birşey yoktur. Sahih olan ise, buyrukların zahirini kavrayan fukahaya göre sünnetin sağlamca ortaya koyduğu husustur. O da dünyevi sebepler gereğince ekip biçmek, pazarlarda ticaret yapmak, malların bakımı, geliştirilmesi, mahsul elde etmeyi sağlayan şekliyle ziraatle uğraşmak gibi yollardır.

 

Ashab-ı kiram da Peygamber (s.a.v.) aralarında bulunduğu halde bu şekilde hareket ederdi. Ebu'l-Hasen b. Battal der ki: Şanı Yüce Allah kullarına kazandıkları şeylerin hoş ve temiz olanlarından infak etmelerini bir çok ayeti kerime ile emretmiştir. Ve şöyle buyurmuştur: "Kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla (yerse) onun üzerine günah yoktur'' (el-Bakara, 173) Bu buyruğuyla darda kalan bir kimseye kazanmakla ve kendisi ile gıdalanmakla emretmiş olduğu helal gıdayı bulamaması halinde, haram olan gıdayı ona helal kılmakta, semadan üzerine yiyecek birşeylerin inmesini beklemesini emretmemektedir. Eğer gıdasını sağlayacağı şeyleri aramak hususunda çalışıp çabalamayı terkedecek olursa, hiç şüphesiz kendisinin katili olur.

 

Resulullah (s.a.v.) da yiyecek birşey bulamadığından dolayı açlıktan kıvranır, bununla birlikte üzerine gökten yiyecek birşey inmezdi. O, kendi aile halkı için bir yıllık yiyeceklerini alıkoyardı. Allah fetihleri müesser kılıncaya kadar bu böyle devam etti. Enes b. Malik'in rivayetine göre, bir adam Peygamber (s.a.v.)'ın yanına deve ile gelerek, Ey Allah'ın Resulü diye sordu. Onu bağlayıp mı tevekkül edeyim, yoksa serbest bırakıp mı tevekkül edeyim? Hz. Peygamber ona: "Onu bağla ve öylece tevekkül et" diye cevap vermiştir.

 

Derim ki: Suffe ehli mescidde oturup, ziraatle uğraşmayan, ticaret de yapmayan, kazançları olmayan, malları bulunmayan fakir kimseler olduklarından dolayı bu görüşü savunanların Suffe ehlini kendilerine delil gösterecekleri bir tarafları yoktur. Çünkü Suffe ehli, beldelerin kendilerine dar gelmesi esnasında İslam'ın misafirleri idiler. Bununla birlikte gündüzün odun toplar, Rasülullah (s.a.v.)'ın evine su taşır, geceleyin Kur'an okur ve namaz da kılarlardı. Buhari ve başkaları onları bu şekilde anlatmaktadır. Dolayısıyla onlar, rızkın sebeplerine yapışan kimselerdi. Hz. Peygamber'e bir hediye geldi mi, onlarla beraber yerdi. Eğer gelen bir sadaka ise, kendisi ona el sürmez, onlara verirdi. Fetihler çoğalıp İslam yayılınca da -Ebu Hureyre ve başkaları gibi- Suffe'nin dışına çıktılar, emirlik, kumandanlık yaptılar. Yerlerinde oturmadılar.

 

Diğer taraftan kendileri vasıtasıyla rızkın talep edildiği sebepler (yollar) altı türlüdür denilmiştir:

 

1. Bunların en üstünü, Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'ın kazanç şeklidir. O şöyle buyurmuştur: "Benim rızkım mızrağımın gölgesi altına yerleştirildi. Zillet ve küçülmüşlük de emrime muhalefet olana yazıldı." Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve sahih olduğunu ifade etmiştir. Yüce Allah, böylelikle Peygamberinin rızkını -faziletli olması dolayısıyla- kendi kazancına bağlı kılmış ve özel olarak ona kazanç türlerinin en faziletlisini ihsan etmiştir ki, bu da düşmana galip gelmek ve onu yenik düşürmek suretiyle rızkı almak şeklidir. Çünkü bu yol, en şerefli bir yoldur.

 

2. Kişinin kendi el emeğinden yemesi: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kişinin yediği en hoş şey, elinin emeğinden (yediği) dir. Ve şüphesiz Allah'ın Peygamberi Davud kendi el emeğinden yerdi." Bu hadisi de Buhari rivayet etmiştir. Kur'an-ı Kerimde de (Hz. Davud hakkında) şöyle buyurulmaktadır: "Biz ona sizin için giyecek (zırh) yapmak sanatını öğrettık" (el-Enbiya, 80) Hz. İsa'nın da annesinin eğirdiği yünün gelirinden yediği rivayet edilmektedir.

 

3. Ticaret. Bu da ashab-ı kiramın çoğunun yaptığı işti. Özellikle de Muhacirlerin (Allah hepsinden razı olsun). Kur'an-ı Kerim ticaretin önemine birden çok yerde delalet etmektedir.

 

4. Ziraat ve ağaç dikmek. Biz buna dair açıklamalarımızı el-Bakara Suresi'nde (205. ayetin tefsirinde) açıklamış bulunuyoruz.

 

5. Kur'an okutmak, Kur'an öğretmek ve Kur'an ile tedavi (rukye) buna dair açıklamalar da Fatiha Suresi'nde (Fazileti ve İsimleri bölümü, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

6. Muhtaç düşmesi halinde ödemek suretiyle borç almak. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim ödemek isteğiyle başkalarından mal alırsa Allah ona ödetir. Kim de o malı telef etmek niyetiyle alırsa, Allah da onu telef eder." Bu hadisi Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet etmektedir.

 

7- Herşey Allah'ın Dilemesiyle Olur:

 

"Allah dilerse" buyruğu, rızkın çalışıp çabalamakla olmadığına, ancak Allah'ın lütfuyla olduğuna delildir. Allah rızkı kulları arasında paylaştırır. Bu da Yüce Allah'ın: "Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz payettik" (ez-Zuhruf, 32) ayetinden açıkça anlaşılmaktadır .

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 29

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR