TEVBE 49 / 50 |
وَمِنْهُم
مَّن
يَقُولُ ائْذَن
لِّي وَلاَ
تَفْتِنِّي
أَلاَ فِي
الْفِتْنَةِ سَقَطُواْ
وَإِنَّ
جَهَنَّمَ
لَمُحِيطَةٌ
بِالْكَافِرِينَ {49} إِن
تُصِبْكَ
حَسَنَةٌ
تَسُؤْهُمْ
وَإِن
تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ
يَقُولُواْ
قَدْ
أَخَذْنَا
أَمْرَنَا
مِن قَبْلُ
وَيَتَوَلَّواْ وَّهُمْ
فَرِحُونَ {50} |
49.
Onlardan bazıları da: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" derler.
Bilin ki onlar, zaten fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Şüphe yok ki cehennem
kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
50. Eğer
sana bir iyilik isabet ederse bu onların hoşuna gitmez. Şayet sana bir musibet
erişirse: "Biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve sevinçle
dönüp giderler.
"Onlardan bazıları
da: Bana izin ver ... derler" buyruğundaki "İzin ver" emir
fiili; (...): İzin verdi, verir'den emirdir. Bu fiilden emir yapılacak olursa,
başa esreli bir hemze ve ondan sonra da fiilin "fa"sı (birinci harfi
olan hemze) gelir. Ancak iki hemze bir arada bulunmayacağından makabil de
esreli olduğundan dolayı, ikinci hemze "ye" harfi ile ibdal edilerek
(...) denilir. Ancak bu emir vasıl ile okunucak olursa, iki hemzenin bir arada
bulunmasını engelleyen illet ortadan kalkar ve bu sefer ikinci hemze vasıl ile
okunur. Bundan sonra da hemze telaffuz edilerek; "Onlardan bazıları da: Bana
izin ver ... derler" diye okunur. Verş ise Nafi'den: "Onlardan
bazıları da: Bana izin ver ... derler" diye okuduğunu rivayet etmektedir.
Böylelikle hemzeyi sakin değil de "vav" olarak harf-i medmiş gibi
okur.
en-Nehhas der ki:
"Filana izin ver, sonra ona izin ver" denilecek olursa, her
ikisindeki "izin ver" anlamındaki kelimelerin yazılışlarında
"zel" harfinden önce hemze ve "ye" vardır. Şayet;
"Filana izin ver ve başkasına izin ver," denilecek olursa, bu sefer ikincisinde
"ye" getirilmez. "Vav" yerine "fe" harfi
kullanılacak olursa yine böyledir. "Sonra" ile "vav"
arasındaki farka gelince; "sonra" anlamındaki kelime üzerinde vakıf
yapılabilir ve diğer kelimelerden ayrı okunabilir. "Vav" ile
"fe" harfleri üzerinde ise ne vakıf yapılabilir, ne de ayrı yazılabilirler.
Muhammed b. İshak der
ki: Rasülullah (s.a.v.) Tebük'e çıkmak istediğinde, Selemeoğullarından el-Ced
b. Kays'a şöyle demişti: "Ey Ced, Rumlar ile savaşıp da onlardan odalık
cariyeler ve hizmetçiler edinmeye ne dersin?" el-Ced şu cevabı verir: Kavmim,
benim kadınlara ne kadar düşkün olduğumu bilirler. Ben, Sarıoğullarının
(RumIarın) kadınlarını görecek olursam, onlara karşı kendimi tutamayacağımdan
korkarım. Sen beni fitneye düşürme de, oturmak üzere bana izin ver. Buna
karşılık malımla sana yardımcı olacağım. Rasülullah (s.a.v.) ondan yüzçevirip:
"Haydi sana izin verdim" diye buyurdu. Bunun üzerine bu ayet-i kerime
nazil oldu. Onların yüzlerinin güzelliği dolayısıyla sen beni fitneye düşürme
demek istemişti. Oysa, onun münafıklıktan başkaca bir rahatsızlığı yoktu.
el-Mehdevi der ki: Sarı
(el-Asfar), Habeşlilerden bir adamdır. Bunun, çağlarında kendilerinden daha
güzel hiçbir kimsenin bulunmadığı kızları vardı. Ve o sırada o kişi, Rum
diyarında bulunuyordu.
Bir diğer görüşe göre
onlara bu ismin veriliş sebebi, Habeşlilerin RumIara galip gelmiş olmalarıdır.
Onlardan kız çocukları olmuş, bu kız çocukları ise RumIarın beyaz tenlerinden,
Habeşlilerin de siyah tenlerinden etkilenerek kırmızı ve sarı karışımı bir ten
renkleri olmuştu. İbn Atiyye der ki: İbn İshak'ın bu görüşünde nisbeten bir
gevşeklik vardır.
Taberi de isnadını
kaydederek Rasülullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu kaydetmektedir: "Haydi
gazaya çıkınız. Sarı 'nın kızçocuklarını ganimet alacaksınız." Bunun
üzerine el-Ced ona: Sen bize izin ver de, kadınlar sebebiyle bizi fitneye
düşürme. Bu ise, birincisinden daha farklı bir açıklamadır. Münafıklığa ve
Rasülullah'a karşı çıkmaya daha yakışan hal budur. Bu ayet-i kerime nazil
olunca, Peygamber (s.a.v.) Selemeoğullarına -ki, el-Ced de onlardan birisiydi-
şöyle demişti: "Sizin efendiniz kimdir ey Selemeoğulları?" Onlar:
Efendimiz Ced b. Kays'dır. Şu kadar var ki o, hem cimri hem korkaktır,
demişlerdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Peki,
cimrilikten daha kötü ve büyük bir kusur ne olabilir? Hayır, sizin efendiniz o
beyaz tenli delikanlı olan Bişr b. el-Bera b. Ma'rür'dur.'' Ensar'dan Hassan b.
Sabit de Bişr b. el-Bera hakkında şunları söylemiştir: "Cömertliği
dolayısıyla Bişr b. el-Bera önder kılındı Gerçekten Bişr b. el-Bera önder
kılınmaya layıktır Bir heyet ona geldi mi, bütün malını harcar da Bunu alın
der, ben yarın yine döneceğim (aynı şeyleri yapacağım), der."
"Bilin ki onlar,
zaten fitnenin ortasına düşmüşlerdir." Yani, günah ve masiyetin ta içine düşmüşlerdir.
Bu da münafıklık ve Peygamber (s.a.v.)'dan geri kalmaktır.
"Şüphe yok ki
cehennem kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır." Onlar cehennem ateşine doğru
yol alıyorlar. O, onları kuşatacaktır.
"Eğer sana bir
iyilik isabet ederse bu onların hoşuna gitmez." Anlamındaki buyruk, şart
ve cevabını birlikte ifade etmektedir. Aynı şekilde: "Şayet sana bir
musibet erişirse, biz daha önce tedbirimizi almışız derler ve sevinçle geri
dönerler" buyruğu da bu şekildedir. "Ve ... " den sonrası da
ikinci şart cümlesine atfedilmiştir. Ayet-i kerimede geçen:
"İyilik"den kasıt, ganimet ve zaferdir. "Musibet"ten kasıt
ise yenilgiye uğramaktır.
"Biz daha önce
tedbirimizi almışızdır" şeklindeki sözleri ise, kendimiz için gerekli
ihtiyat! tedbirleri aldık ve bu konuda kararımızı verdik. O bakımdan savaşa
çıkmayacağız, demektir. "Ve sevinçle dönüp giderler" bu yaptıklarını
beğenerek, imandan yüzçevirir giderler.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN