TEVBE 108 |
لاَ
تَقُمْ
فِيهِ
أَبَداً
لَّمَسْجِدٌ
أُسِّسَ
عَلَى
التَّقْوَى
مِنْ
أَوَّلِ يَوْمٍ
أَحَقُّ أَن
تَقُومَ
فِيهِ فِيهِ
رِجَالٌ
يُحِبُّونَ
أَن
يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ
يُحِبُّ
الْمُطَّهِّرِينَ |
108. Onun içerisinde
hiçbir vakit durma. İlk gününden temeli takva üzerine kurulan mescid, içinde
durmana elbette daha layıktır. Orada tertemiz olmayı arzu eden erkekler vardır.
Allah da temizlenenleri sever.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:
1- Dırar Mescidinde Namaz Kılmak
Yasaktır:
2- Usul-ü Fıkıh Açısından Zaman Zarfı
ve "Ebediyyen" Kelimesi:
3- Mescid Kurmaktan Maksat:
4- Takva Mescidinden Maksat Nedir ve O
Mescid Sahiplerinin Özellikleri:
5- " ... den, dan'' ile ilgili bir
Açıklama:
6- içinde Namaza Durulmaya Layık Olan
Mescid:
7- Liyakatli Mescid:
8- Taharet ve Temizliğin Önemi:
9- Necasetten Temizlenmek:
10- Beden ve Elbiseden Necasetin
Temizlenmesi:
11- Necasetin İzale Edilmesinde
Azlık-Çokluk Ölçüsü:
1- Dırar Mescidinde
Namaz Kılmak Yasaktır:
Yüce Allah: "Onun
içerisinde hiçbir vakit durma" buyruğu ile Dırar Mescidini kast etmektedir.
Yani, orada namaz kılmak kastıyla durma. Çünkü namaz, bazan "kıyam: ayakta
durmak" ile de ifade olunur. Mesela, filan kişi gece boyunca kalkar
denilirken, namaz kılar denmek istenir. Nitekim; "Kim (ecrine) inanarak ve
"mükafatını" alacağını ümid ederek Ramazanı kıyam ile geçirirse
(teravih namazını kılarsa), geçmiş küçük günahları ona bağışlanır"
şeklindeki sahih hadiste de bu şekilde kullanılmıştır. Bunu da Buhari, Ebu
Hureyre'den, o, Peygamber (s.a.v.)'den buyurdu ki ... diye nakletmiştir.
Resulullah (s.a.v.)'ın,
bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra bu mescidin bulunduğu yoldan dahi
geçmediği ve o mescidin yerinin leşlerin, pisliklerin ve çöplerin atıldığı bir
çöplük olarak kullanılmasını emrettiği rivayet edilmektedir.
2- Usul-ü Fıkıh Açısından
Zaman Zarfı ve "Ebediyyen" Kelimesi:
Yüce Allah'ın: "Hiç
bir vakit" ifadesi, bir zaman zarfıdır. Zaman zarfı da iki kısımdır. Biri
"gün" gibi miktarı belli zarf, diğeri ise "hin, vakt" gibi
zamanı müphem olan zarf. "Ebediyyen" de bu kısımdandır, "Dehr
(zaman)" da böyledir.
Burada fıkıh usulünün
konusuna giren bir mesele sözkonusu olmaktadır.
O da şudur:
"Ebediyyen" kelimesi her ne kadar müphem (belirsiz) bir zarf ise de
bunda umum ifade eden bir anlam yoktur. Ancak bu kelime nefiy için kullanılan
"la" (olumsuzluk edatı) ile birlikte kullanılırsa, umum ifade eder.
Mesela, "Durma!" denilecek olsa, mutlak olarak durmamak yeterli
olurdu. Ama, "ebed: hiç bir vakit, ebediyyen" lafzı kullanıldığından
dolayı, hiçbir vakit ve hiçbir zaman durma denilmiş gibidir. Olumlu cümledeki
belirtisiz ifade ise, eğer meydana gelmiş bir olayın haberi olarak
kullanılırsa, bunun da umumi bir manası olmaz. İşte, dil bilginleri bunun
farkına varmış, İslam fukahası da bu doğrultuda hükümlerini vererek şöyle
demişlerdir: Bir kimse hanımına sen ebediyyen boşsun, diyecek olursa, bir talak
ile boş olur.
3- Mescid Kurmaktan
Maksat:
"İlk gününden takva
temeli üzerine kunılan" yani, takva üzere duvarları inşa edilmiş,
temelleri yükseltilmiş "mescid" demektir.
"Temel," binanın
esası demektir. "Esas" da böyledir. (...) ise, aynı kelimenin ortada
harfi medsiz şeklidir. (...)'in çoğulu, (...) şeklinde gelir. "Bekçi ve
bekçiler" gibi. Buna karşılık; (...) şeklinin çoğulu ise, (...) şeklinde
gelir. "Ense kökü, ense kökleri" gibi. Buna karşılık (...)'in çoğulu;
(...) şeklinde gelir. "Sebep ve sebepler" gibi. "Binanın
temelini kurdum," ifadesinin mastarı da (...) şeklinde gelir. Arapların
"Bu çok eskiden beri böyle idi" cümlesindeki (eskilik manasını ifade
eden ve temel manasına da gelen kelime) hemzesi hem ötreli, hem üstün, hem de
esreli olarak üç ayrı şekilde söylenebilir ki, bu, işin başından beri çok
eskiden beri böyleydi, anlamına gelir.
"Mescid"in
başındaki "lam", kasem "lam"ıdır. İbtida "lam"ı
olduğu da söylenmiştir. Mesela, "Elbetteki Zeyd insanlar arasında
davranışı en güzel olanıdır'' demeye benzer ki bu, anlamın te'kid edilmesini
gerektirir.
"Temeli takva
üzerine kurulan" ifadesi ise, "mescid"in sıfatıdır. "Daha
layıktır" anlamındaki ifade mübteda olan "mescid"in haberidir.
Burada
"takva"nın anlamı, kendileri vasıtası ile cezalandırılmaktan
korunulan hasletler, özelliklerdir. Takva kelimesi, (...) vezninde olup, buna
dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2. ayet, "takva sahipleri için
bir hidayettir" bölümü ile ilgili açıklamaların 4. başlığında) geçmiş
bulunmaktadır.
4- Takva Mescidinden
Maksat Nedir ve O Mescid Sahiplerinin Özellikleri:
İlim adamları, temeli
takva üzerine kurulan mescidin hangisi olduğu hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Kimisi, Kuba Mescididir demiştir ki, bu görüş İbn Abbas, ed-Dahhak
ve el-Hasen'den rivayet edilmiştir. Bu görüşün sahipleri: "İlk
gününden" ifadesini delil alırlar. Kuba Mescidinin ise Medine'deki ilk
günde temeli atılmıştı. Kuba mescidi, Peygamber (s.a.v.) mescidinden önce bina
edilmişti. Bunu İbn Ömer, İbnü'l-Müseyyeb ve İbn Vehb, Eşheb ve İbnü'I-Kasım'ın
kendisinden rivayetlerine göre Malik demiştir.
Tirmizi de Ebu Said
el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İlk gününden beri temeli takva
üzerine kurulan mescid hususunda iki kişi tartıştılar. Birisi o, Kuba
mescididir derken, diğeri ise o, Peygamber (s.a.v.) mescididir deyince,
Resulullah (s.a.v.) da: "O, benim bu mescidimdir" diye buyurdu.
(Tirmizi) dedi ki: Bu sahih bir hadistir.
Ancak, birinci görüş konuya
daha uygun düşmektedir. Çünkü, Yüce Allah'ın: "Orada" buyruğu bunu
gerektirmektedir. Zarf ifade eden zamir ise, tertemiz olmayı arzu eden
erkeklerin varlığı ile ilgilidir. Bu ise, Kuba mescididir. Buna delil de Ebu
Hureyre'nin şöyle dediğine dair hadistir: Şu:
"Orada tertemiz
olmayı arzu eden erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever" ayeti,
Kuba Mescidi ehli hakkında inmiştir. Çünkü onlar su ile istinca ederlerdi. İşte
bu ayet-i kerime onlar hakkında inmiştir.
eş-Şa'bi der ki: Burada
kastedilenler Kuba Mescidi ehlidir. Allah onlar hakkında buyruğunu indirmiştir.
Katade dedi ki: Bu ayet-i kerime inince Resulullah (s.a.v.) Kubalılara şöyle
demişti: "Şanı Yüce Allah temizlenmek hususunda sizden güzel bir şekilde
ve övgüyle söz etti. Siz ne yapıyorsunuz'" Onlar, biz önden ve arkadan
çıkan pisliğin izlerini su ile yıkıyoruz. Bunu da Ebü Davüd rivayet etmiştir.
Darakutni de Talha bin
Nafi' den şöyle dediğini rivayet eder Bana Ensardan olan Ebu Eyyub, Cabir bin
Abdullah ve Enes bin Malik, Resulullah (s.a.v.)dan şu: "Orada tertemiz
olmayı arzu eden erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever" ayeti
hakkında şöyle buyurduğumı naklettiler: "Ey Ensar topluluğu! Allah
temizlenmek hususunda sizden övgü ve hayırla söz etti. Sizin bu temizlenmeniz
nasıldır'" Onlar, Ey Allah'ın Resulü, biz namaz için abdest alır,
cünüblükten dolayı da guslederiz. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.):
"Bununla birlikte
başka bir şey de yapıyor musunuz'" Onlar: Hayır, şu kadar var ki bizden
herhangi bir kimse tuvaletten çıktıktan sonra yine de su ile istinca yapmayı
hoş ve güzel görür. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "İşte bu övgüye sebeb
odur. Siz buna devam ediniz" diye buyurdu.(Darakutni, I, 62, III, 60)
İşte bu hadis ayet-i
kerimede sözü geçen mescidin Kuba Mescidi olmasını gerektirmektedir. Şu kadar
var ki Ebu Said el-Hudri'nin hadisinde Peygamber (s.a.v.) bu mescidin kendi
mescidi olduğunu açıkça ifade etmiştir. O halde buna rağmen herhangi bir akıl
yürütmeye gerek yoktur. Yine Ebu Kureyb rivayetle dedi ki: Bize Ebu Usame anlattı
dedi ki, bize Salih bin Hayyan anlattı dedi ki, bize Abdullah bin Bureyde Yüce
Allah'ın: "Allah'ın yücelmesine ve içlerinde adının anılmasına izin
verdiği evlerde ...'' (en-Nur, 36) buyruğu hakkında dedi ki: Bunlar dört
mesciddir ki dördünü de Peygamberden başka kimse bina etmiş değildir: Kabe, onu
İbrahim ve İsmail ikisine de selam olsun- diğeri Eriha'daki ev yani Beytul
Makdis, bunu da Davud ve Süleyman -ikisine de selam olsun- bina ettiler.
Diğerleri ise Medine Mescidi ile Kuba Mescididir ki, bunların ikisini de
Resulullah (s.a.v.) bina etmiş olup takva üzere tesis olunmuşlardır.
5- " ... den,
dan'' ile ilgili bir Açıklama:
Yüce Allah'ın: "İlk
gününden" buyruğundaki: "den," nahivcilere göre; "... den
beri"nin karşılığıdır. İkincisi zaman için tıpkı birincisinin mekan için
kullanılışı gibi kullanılır. Bu buyrukta bunun; " ... den beri"
anlamında kullanıldığı da söylenmiştir ki takdiri şöyle olur: Bina edilmesine
başlandığı ilk günnden beri ... Anlamın; "Tesis edildiği ilk gününden
beri" şeklinde olduğu ve; "Tesis etti" şeklindeki fiilinin
başına geldiği de söylenmiştir.
Şairin Şu beyitinde
olduğu gibi: "(Semud kavminin evleri) Hicr'in üst taraflarındaki nice
yurtlar vardır ki, Bunlar uzun yıllardan ve uzun zamandan beri bomboş, ıpıssız
kalmışlardır."
Yani, "Uzun zaman
geçtiğinden, uzun yıllar geçtiğinden beri" takdirindedir. Böyle bir
takdire gitmeyi gerektiren nahivcilerin kabul ettikleri şu esas kaidedir:
(...): ... den, dan edatı, zaman isimlerinin başına gelmez. Zaman isimlerinin
başına; (...) getirilir. O bakımdan; "Ben onu bir aydan yahut bir yıldan
veya bir günden beri görmedim;" denilir, fakat bunun yerine; " ...
den" denilmez. Eğer bu harf-i cer zaman bildiren ismin başına kullanılacak
olursa o vakit ona uygun düşecek bir takdire gidilir. Bu beytin takdirinde
zikrettiğimiz gibi. Bu açıklamaları İbn Atiyye yapmaktadır. Ancak bana göre bu
ayet-i kerimede takdire gitmeye ihtiyaç duymamak da uygundur. Burada; "
... den" kelimesinin; "İlk" kelimesini cer etmesi uygundur.
Çünkü bu da bir başlangıç anlamını ihtiva etmektedir. Çünkü burada; "İlk
gününün başlangıcından beri ... " denilmiş gibidir.
6- içinde Namaza
Durulmaya Layık Olan Mescid:
"İçinde durmana
elbette daha layıktır" buyruğu nasb mahallindedir.
"Daha
layıktır" buyruğu "Layık" kelimesinden "ef'alu"
vezninde ism-i tafdilidir. Bu kip, ancak aralarında ortak bir özellik
bulunmakla birlikte, birinin diğerinden ortak oldukları o noktada manen daha
üstün bir meziyeti bulunan iki şey için kullanılır.
Dırar Mescidi her ne
kadar hakkı ve liyakatı bulunmayan batıl bir mescid ise de onu bina edenlerin
inançları açısından liyakat noktasında diğer mescidlerle ortaklığı vardır.
Yahut da o mescidde mescid olmasından ötürü namaz kılmanın caiz olduğuna inanan
kimseler açısından böyle bir liyakatı söz konusu idi. Fakat bu iki inanıştan
birisi Allah nezdinde batınen batıl idi. Diğeri ise batınen de zahiren de hak
idi.
Yüce Allah'ın şu buyruğu
da bu kabildendir: "O günde cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı ve
dinlenecekleri yer daha güzeldir." (el-Furkan, 24) Bilindiği gibi hayırlı
oluş cehennemden uzaktır. Ancak her bir kesim inanışına göre hayır üzere
olduğunu kabul eder ve her bir kesim sonunda varacağı yerin de hayırlı olduğuna
inanır. Çünkü her bir kesim elinde bulunandan dolayı sevinç içerisindedir. Bu
tür ifadeler hiçbir zaman "bal sirkeden tatlıdır" türünden olamaz.
Çünkü bal her ne kadar tatlı ise de insan yapısına uygun düşen her şey de bir
bakıma tatlıdır. Nitekim insanlardan kimisinin ayrı ayrı olmaları halinde de
sirkeyi baldan önde tuttuğu, bunların başkaları ile karışık bulunmaları halinde
de (sirkenin karıştığı şeyi) öncelediği görülebilmektedir.
7- Liyakatli Mescid:
Burada mescid'den kasıt
Peygamber (s.a.v.)in mescididir, diyenlere göre "içinde durmana elbette daha
layıktır" buyruğunda yer alan: "İçinde" zamir Mescid-i Nebeviye
ait olur. "Orada ... erkeklervardır" ifadesindeki zamir de aynı
şekilde ona ait olur. Buradaki mescidden kasıt Kuba Mescididir, diyenlerin
görüşüne göre ise -az önce geçen görüş ayrılıklarına uygun olarak- her ikisinde
de zamir Kuba Mescidine ait olur.
8- Taharet ve
Temizliğin Önemi:
Şanı Yüce Allah, bu
ayet-i kerimede tahareti seven ve temizliği üstün tutan kimselerden övgü ile
söz etmektedir. Temizlik insani bir özellik, taharet şer'i bir görevdir.
Tirmizi'de Aişe - Yüce Allah ondan razı olsun - den şöyle dediği
nakledilmektedir. Kocalarınıza su ile temizlenmelerini emrediniz. Ben onlardan
utanıyorum. (Tirmizi) dedi ki: Bu sahih bir hadistir.
Peygamber (s.a.v.)ın
istinca maksadı ile beraberine su alıp götürdüğü sabittir. O istinca içİn
taşları necaseti azaltmak maksadı ile, suyu da iyice temizlenmek maksadı ile
kullanırdı.
İbn Arabi der ki:
Kayrevan alimleri abdest aldıkları yerlerde toprak içerisinde taşlar bulundurur
ve önce bu taşlar ile temizlenir, daha sonra da su ile istinca ederlerdi.
9- Necasetten
Temizlenmek:
Necasetin çıkış yerinden
necasetin temizlenmesi için öngörülen, onu hafifletmektir. Vücudun sair
yerlerindeki necaset ile elbisedeki necasetin ise temizlenmesi gerekir. Bu,
Yüce Allah'ın suyun bulunup bulunmaması halinde kullarına bağışladığı bir
ruhsattır. Ancak istisna olarak İbn Habib şöyle demektedir: Def-i hacette ancak
su bulunmaması halinde taşla temizlenir. Şu kadar var ki suyun bulunması ile
birlikte taşlarla temizlenmeye dair sabit haberler, onun bu görüşünü red
etmektedir.
10- Beden ve Elbiseden
Necasetin Temizlenmesi:
Bu hususlarda ilim
adamları -aşırı olmadığı sürece pirelerin bıraktıkları kan izlerinin affedilip
nazar-ı itibara alınmayacağı hususu üzerinde icma etmiş olmalarına rağmen-
beden ve elbiselerden necasetin izalesi hususunda üç farklı görüş ileri
sürmüşlerdir:
Birinci görüşe göre,
necasetin izale edilmesi, yerine getirilmesi farz gibi bir vacibtir. İster
bilsin, ister bilmesin necis bir elbise ile namaz kılanın namazı caiz olmaz. Bu
görüş, İbn Abbas, el-Hasen ve İbn Sirin'den rivayet edilmiştir, Şafii, Ahmed ve
Ebu Sevr'in görüşü de budur. İbn Vehb de bu görüşü Malik'den rivayet etmiştir.
Maliki mezhebine mensup Ebu'l-Ferec'in ve Taberi'nin de görüşü budur. Şu kadar
var ki Taberi şöyle der: Eğer necaset bir dirhem kadarını bulursa namazı tekrar
iade eder. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'un da dirhem miktarını göz önünde
bulundurmak bakımından -ki, bu da dübür halkasına kıyasen ifade edilmiştir- bu görüştedirler.
Bir diğer kesim ise
şöyle demektedir: Necasetin elbise ve bedenden izale edilmesi sünnet ile
vaciptir. Buradaki vücup, sünnetin bir vücubudur, farz manasına bir vücup
değildir. Bunlar derler ki: Bir kimse (bilmeden) necis bir elbise ile namaz
kılacak olursa, vakit içerisinde namazını iade eder. Eğer vakit çıkacak olursa
ona birşey düşmez. Bu, Malik'in ve mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının
görüşüdür. Ancak, Ebu'l-Ferec ile İbn Vehb'in Malik'ten yaptığı rivayet bundan
müstesnadır.
Az miktardaki kan ile
ilgili olarak da Malik şöyle demektedir: Az miktardaki kan dolayısıyla namaz ne
vakit içinde, ne de vakit çıktıktan sonra iade olunmaz. Ancak, az miktardaki
sidik ve kaba pislikten dolayı iade olunur. Bütün bu hususlarda Leys'in görüşü
de Malik'in görüşü gibidir.
İbnü'l-Kasım ise
Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Unutma halinde değil de, hatırlama
halinde necasetin izale edilmesi icabeder. Bu ise İbnü'I-Kasım'ın fert
(Malik'ten tek başına) olarak yaptığı rivayetlerindendir.
Birinci görüş ise -inşaa
llah- daha bir sahihtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) iki kabrin yanından geçmiş ve
şöyle buyurmuştur: "Bunların ikisi de azap görmektedirler. Fakat bunlar
büyük bir günah(dan dolayı) azap görmüyorlar. Onlardan birisi laf götürüp getirirdi,
diğeri ise sidiğinden korunmuyordu." Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet
etmiştir. delil olarak da bu kadarı yeter. Bu hadis ileride el-İsra Süresi'nde
(44. ayetin tefsirinde)de gelecektir.
İlim adamları derler ki:
Bir insan ancak vacibi terkettiğinden dolayı azab görür: Bu da açıkça bilinen
bir husustur.
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe,
Ebu Hureyre'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)'den şöyle buyurmuştur:
"Kabir azabının büyük çoğunluğu sidikten dolayıdır" Diğer görüşün
sahipleri ise, Peygamber (s.a.v.)'ın, Cebrail (a.s) kendisine, ayakkabılarında
bir pislik olduğunu haber verince, ayakkabılarını çıkartmasını delil
göstermişlerdir ki, bu hadisi Ebu Davud ve başkaları Ebu Said el-Hudrı'den
rivayet etmişlerdir. Yüce Allah'ın izniyle bu da ileride Ta Ha Süresi'nde (12.
ayet, 2. başlıkta) gelecektir.
Derler ki: Hz.
Peygamber'in daha önce kıldığı rekatleri iade etmeyişi, necasetin izale
edilmesinin sünnet olduğuna ve bu haldeki namazının da sahih olduğuna delildir.
Daha kamil bir namaz maksadı ile de vakit içerisinde bulunduğu sürece iade eder
(uygundur). Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
11- Necasetin İzale
Edilmesinde Azlık-Çokluk Ölçüsü:
Kadı Ebu Bekr b.
el-Arabı der ki: Çok ile az arasındaki farkın bir dirhem miktarı ile tesbit
edilmesine -ki, bununla dinar gibi yuvarlak ve onun miktarındaki büyük
dirhemleri kastetmektedir- ve bunu kaba necasetin çıkış yerine kıyasen tesbit
etmeye gelince, bu iki açıdan tutarsızdır. Evvela bu gibi miktarlar kıyas ile
tesbit edilemez. O bakımdan böyle bir takdir kabul olunmaz. ikinci olarak, kaba
pisliğin çıkış yerinde öngörülen bu hafifletme ve müsamaha zaruret dolayısıyla
bir ruhsattır. ihtiyaçlar ve ruhsatlar ise kıyas için ölçü alınamaz. Çünkü
bunlar, esasen kıyas dışıdırlar. Dolayısıyla bunlar kıyasa konu edilemezler.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN