HUD 49 |
{48}
تِلْكَ مِنْ
أَنبَاء
الْغَيْبِ
نُوحِيهَا
إِلَيْكَ
مَا كُنتَ
تَعْلَمُهَا
أَنتَ وَلاَ
قَوْمُكَ مِن
قَبْلِ
هَـذَا
فَاصْبِرْ
إِنَّ
الْعَاقِبَةَ
لِلْمُتَّقِينَ |
49. Bunlar sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onları bundan evvel ne sen biliyordun, ne
de kavmin. O halde sabret, akıbet hiç şüphesiz takva sahiplerinindir.
"Bunlar sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir" buyruğu; bu haberler sana
vahyettiğimiz ... anlamındadır. Bir başka yerde burada kullanılan bu işaret
ismi müfred, müennes ve uzak içindir. Bir başka yerde ise uzak, müfred ve
müzekker ism-i işaret olan; (...) kullanılmaktadır. (Bk. Al-i İmran, 44; Yusuf,
120) Bu da, bu haber ve kıssalar senin için gayb olan haberlerdendir.
"Sana vahyettiğimiz" onlara vakıf olasın, bilesin diye bildirdiğimiz
kıssalardır ki "onları bundan evvel ne sen biliyordun, ne de kavmin."
Yani onlar Tufana dair bir şey bilmiyorlardı. Şimdi mecusiler Tufanın
gerçekleştiğini kabul etmemektedirler. "Bundan evvel" anlamındaki
ifade ise haberdir. Yani bunlar senin için de, kavmin için de bilinmeyen
şeylerdi.
"O halde
sabretl" Risalet görevini yerine getirmenin zorluklarına ve kavminin eziyetlerine,
Nuh'un sabrettiği gibi sen de sabret.
Bu buyruk ile her ne
kadar genel çerçevesiyle Tufana dair bir şeyler işitmiş iseler de onların Hz.
Nuh'un oğlunun kıssasını bilmediklerini kastettiği de söylenmiştir.
"O halde sabret!''
Yani ey Muhammed! Sen Allah'ın emrini yerine getirmek, O'nun risaletini tebliğ
etmek üzere ve kafir Araplardan gördüğün eziyetlere -Nuh'un, kavminin
eziyetlerine sabrettiği gibi- sen de sabret. "Akıbet" dünyada zafer
elde etmek, ahirette de kurtuluşa ermek suretiyle "hiç şüphesiz"
şirkten ve masiyetlerden korunan "takva sahiplerinindir."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN