YUSUF 105 / 108 |
وَكَأَيِّن
مِّن آيَةٍ
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَالأَرْضِ
يَمُرُّونَ
عَلَيْهَا وَهُمْ
عَنْهَا
مُعْرِضُونَ
{105} وَمَا
يُؤْمِنُ
أَكْثَرُهُمْ
بِاللّهِ
إِلاَّ وَهُم
مُّشْرِكُونَ
{106}
أَفَأَمِنُواْ
أَن تَأْتِيَهُمْ
غَاشِيَةٌ
مِّنْ
عَذَابِ اللّهِ أَوْ
تَأْتِيَهُمُ
السَّاعَةُ
بَغْتَةً وَهُمْ
لاَ
يَشْعُرُونَ
{107} قُلْ
هَـذِهِ سَبِيلِي
أَدْعُو
إِلَى
اللّهِ
عَلَى
بَصِيرَةٍ
أَنَاْ وَمَنِ
اتَّبَعَنِي
وَسُبْحَانَ اللّهِ
وَمَا
أَنَاْ مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
{108} |
105.
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki onlar, bunlardan yüz çevirerek
üzerlerinden geçer, giderler.
106.
onların çoğu şirk koşmaksızın Allah'a iman etmezler.
107. Onlar
Allah'ın azabından bir kaplayıcının kendilerine gelip çatmasından veya onlar
farkında olmadan kıyametin ansızın başlarına kopuvermesinden kendilerini emin
mi gördüler?
108. De
ki: "İşte bu benim yolumdur. Ben Allah'a bir basiret üzere davet ediyorum;
Ben de, bana uyanlar da, Allah'ı tenzih ederiz. Ben müşriklerden değilim.
"
105- "Göklerde ve
yerde nice ayetler vardır ki" buyruğundaki; ''Nice" kelimesiyle
ilgili olarak el-Halil ve Sibeveyh şu açıklamayı yapmışlardır: Bu başına
benzetme edatı olan "kef"ın da getirildiği ve onunla birlikte mebni
bir edat haline gelmiş (...) dir. Bu durumda ifadede; "Nice" anlamı
ortaya çıkmaktadır. Al-i İmran Süresi'nde (146. ayetin tefsirinde) buna dair
yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. "Gökler ve yer"deki ayetlere
dair açıklamalar da el-Bakara Süresi'nde (164. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır.
Buradaki
"ayetler"in geçmiş ümmetlerin ilahi cezalarının etkileri anlamında
olduğu da söylenmiştir. Yani bunlar, bu kalan izler ve eserler üzerinde gereği
gibi düşünüp ibret almaktan yana gaflet içerisindedirler.
İkrime ile Amr b. Faid;
''Yer" kelimesini mübteda olarak merfu okumuş, haberini de, ''üzerinden
geçerler" diye kabul etmiştir. es-Süddi ise bir fiil takdiri ile; (...)
şeklinde nasb ile okumuştur.(1)
Bu iki kıraate göre de
vakıf; "Gökler" kelimesi üzerinde yapılır. İbn Mes'ud ise;
"üzerinden yürür geçerler" diye okumuştur.
106- "onların çoğu
şirk koşmaksızın Allah'a iman etmezler." Bu ayeti kerime Yüce Allah'ın
kendilerinin ve bütün herşeyin yaratıcısı olduğunu kabul eden ve bununla
birlikte putlara ibadet eden bir topluluk hakkında inmiştir. Bu açıklamayı
el-Hasen, Mücahid, Amir, eş-Şa'bi ve müfessirlerin bir çoğu yapmıştır. İkrime
de der ki: Bununla kastedilen Yüce Allah'ın: "Andolsun ki sen onlara
kendilerini kimin yarattığını sorarsan, elbette: Allah diyeceklerdir. ''
(ez-Zuhruf, 87) buyruğunda sözü edilenlerdir. Böyle demekle birlikte diğer
taraftan Yüce Allah'ı asıl sıfatlarından başkaları ile nitelendirir ve O'na
ortaklar koşarlar.
Yine el-Hasen'den
nakledildiğine göre bunlar hem şirk koşan yanları, hem de iman eden yanları
bulunan kitap ehli kimselerdir. Bir taraftan Allah'a iman etmekle birlikte
Muhammed (s.a.v.)ı de inkar etmişlerdir, bunların imanları sahih olamaz. Bunu
İbnu'l-Enbari nakletmektedir.
İbn Abbas da der ki: Bu
ayet-i kerime Arap müşriklerinin şu şekildeki telbiyeleri hakkında nazil
olmuştur: Buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur, ancak kendisi de senin olan
kendisine de, malik olduğu şeylere de malik olduğun bir tek ortağın vardır,
diye telbiye getiriyorlardı.
Yine İbn Abbas'tan
nakledildiğine göre bununla kastedilenler hristiyanlardır. Ondan nakledilen bir
başka rivayete göre bunlar müşebbihedir. İcmali olarak iman etmekle birlikte,
tafsili olarak şirk koşmuşlardır.
Ayet-i kerimenin
münafıklar hakkında indiği de söylenmiştir. Buna göre anlam şöyle olur:
"onların çoğu" kalbiyle kafir olup "şirk koşmaksızın"
diliyle "Allah'a iman etmezler." Bu açıklamayı da el-Maverdi yine
el-Hasen'den nakletmiştir.
Ata der ki: Bu, dua ile
ilgilidir. Çünkü kafirler bolluk ve rahatlık zamanlarında Rabblerini unuturlar.
Onlara bela ve musibet gelip çattığında ise yalnız O'na ihlasla dua ederler.
Bunu açıklayan: "Her taraftan da şiddetli dal galar onlara hücum etmeye
başlayıp kendilerinin çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları bir sırada ... ''
(Yunus, 22); "insana bir sıkıntı gelip çattığın da yanı üzereyken ... Bize
dua eder. '' (Yunus, 12) buyruklarında sözü edilen hallerdir. Bir başka ayet-i
kerimede de şöyle buyurulmaktadır: ''...Eğer ona kötülük isabet ederse) bu
sefer de uzun uzadıya dua eder.'' (Fussilet, 51)
Bir diğer açıklamaya
göre ayet-i kerımenin anlamı şöyledir: Onlar Yüce Allah'a bu helak edici
musibetten kendilerini kurtarması için dua ederler. Onları kurtardığı vakit
onlardan herhangi birisi: Filan kişi olmasaydı, biz kurtulamazdık. Köpek
olmasaydı, hırsız evimize girerdi ve buna benzer sözler söyleyerek Allah'ın
nimetini filan kişiye nisbet ederler. Allah'ın koruyup himaye etmesini de
köpeğe nisbet ederler.
Derim ki: Müslümanların
avamından pek çoğu bu duruma da, bundan önce söz edilen duruma da düşmektedir.
La havle vela kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azim.
Yine denildiğine göre bu
ayet-i kerime ed-Duhan (Duman) kıssası hakkında inmiştir. Şöyle ki Mekkelileri kıtlık
yıllarında duman sarınca: "Rabbi miz! Bizden bu azabı kaldır. Çünkü biz
iman edeceğiz" (ed-Duhan, 12) demişlerdi. İşte onların imanları da budur.
Şirk koşmaları ise azabın kaldırılmasından sonra küfre geri dönmeleridir. Bunu
açıklayan da Yüce Allah'ın:
"Biz o azabı az bir
zaman açıp kaldıracağız. Fakat şüphesiz siz yine geri dönenlersiniz"
(ed-Duhan, 15) buyruğudur. Geri dönmek ise ancak bir şeye başladıktan sonra
mümkün olur. Buna göre Yüce Allah'ın: "Şirk koşmaksızın" buyruğu onlar
şirke geri dönmeksizin ... takdirinde olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
107- "Onlar
Allah'ın azabından bir kaplayıcının kendilerine gelip çatmasından ... "
İbn Abbas der ki: "Kaplayıcı"dan kasıt örtüp bürüyen demektir.
Mücahid de onları kuşatacak, bürüyecek bir azab demektir, der. "O günde
azab onları hem üstlerinden, hem ayakları altında bürüyecek ... "
(el-Ankebut, 55) buyruğunda da benzeri bir durumdan söz edilmektedir. Katade
ise başlarına gelecek bir musibet diye açıklamıştır. ed-Dahhak da yıldırımlar
ve kapıları çalan azaplarla şiddetli musibetler demektir, der.
"Veya onlar
farkında olmadan kıyametin ansızın başlarına kopuvermesinden kendilerini emin
mi gördüler?"
"Ansızın"
kelimesi hal olarak nasbedilmiştir. Aslında bu kelime mastardır. el-Müberred
der ki: Araplardan nekreden sonra hal olarak bir kelimenin gelip kullanıldığı
nakledilmiş bir şeydir. Onların; "Bir iş ansızın meydana geldi"
şeklindeki sözleridir. en-Nehhas der ki: Bu kelime umulmadık bir yerden gelen
musibet demektir.
"Onlar farkında
olmadan" anlamındaki ifade de te'kid içindir. "Ansızın" buyruğu
ile ilgili olarak İbn Abbas şöyle demiştir: Kıyametin koptuğunu belirtecek olan
sayha, (çığlık) onlar çarşı pazarlarında ve yerlerinde bulundukları bir sırada
kopacaktır. Nitekim ileride de gelecek olan Yüce Allah'ın: "Onlar
birbirleri ile çekişirlerken kendilerini alacak bir tek çığlıktan başkasını
gözlemiyorlar" (Yasin, 49) buyruğunda olduğu gibi.
108- "De ki: işte
bu benim yolumdur" buyruğu mübteda ve haberdir. Yani de ki ey Muhammed, bu
benim yolum, sünnetim ve yöntemimdir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır.
er-Rabi' der ki: Bu benim davetimdir. Mukatil dinimdir, diye açıklamıştır.
Anlam aynıdır. Yani benim üzerinde bulunduğum ve kendisine davet ettiğim yol
cennete götürür. "Bir basiret üzere" kesin kanaat ve hak üzere
demektir. Filan kişi bu işi basiretle bilir (mustabsir) tabiri de buradan
gelmektedir. "Ben de" te'kid içindir. "Bana uyanlar da"
önceki zamire atfedilmiştir.
"Allah'ı tenzih
ederim." Yani ey Muhammed, "ve Allah'ı tenzih ederim" de,
demektir. "Ben" Allah'tan başka O'na eşler koşan "müşriklerden
değilim."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN