NAHL 8 |
وَالْخَيْلَ
وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ
لِتَرْكَبُوهَا
وَزِينَةً وَيَخْلُقُ
مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
8. Hem binmeniz için,
hem de süs olmak üzere atları, katırları ve merkepleri de (yarattı). Ve
bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:
1- Atlar, Kalırlar ve Merkepler,
Davarlardan Farklıdır:
2- Bineklerin Kiraya Verilmesi:
3- Yük ve Binek Hayvanlarına Yük
Vurulması) Yolculuğa Çıkılması ve Yük Taşıtmak için Kiralanan Hayvana Fazla Yük
Vurmak:
4- Belli Bir Mesafeye Kadar Yük Taşımak
üzere Kiralanan Bineğin Hükmü:
5- At, Katır ve Merkep Etlerini Yemenin
Hükmü:
6- Katırların Hükmü:
7- Atlara Zekat Düşer mi?
8- Süs Olmak üzere Yaratılanlar ve Daha
Bilmediğimiz Nice Varlıklar:
1- Atlar, Kalırlar ve
Merkepler, Davarlardan Farklıdır:
Yüce Allah'ın:
"Atları" buyruğu, nasb ile atfedilmiş bir kelimedir.
Atları da yarattı,
demektir. İbn Ebi Able ise, "Adar, katırlar ve merkepler"
kelimelerinin tümünü ref' ile okumuştur. (Onlara binmeniz içindirler, anlamına
gelir).
Atlara "hayı" anlamının
verilmesi, yürüyüşü ile böbürlenmesinden dolayıdır. Bunun tekili ise; (...)
şeklindedir. Tıpkı; "Koyun" kelimesinin; (...)'ın tekili oluşu gibi.
Bunun tekilinin olmadığı da söylenmiştir. Buna dair açıklamalar, bundan önce
Al-i İmran Suresi'nde (14. ayet, 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. İlgili
hadisleri de orada zikretmiş bulunuyoruz.
Şanı Yüce Allah'ın,
burada atları, katırları ve merkepleri ayrıca zikretmiş olması bunların, en'am
(davarlar) lafzının kapsamına girmediğinin delilidir. Bir görüşe göre ise
bunlar da "davarlar" lafzının kapsamına girmekle birlikte, Yüce Allah
bunları binmek özellikleri dolayısıyla ayrıca zikretmiştir. Çünkü at, katır ve
merkeplerin ağırlıklı özelliği, binmek kastıyla kullanılmalarıdır.
2- Bineklerin Kiraya
Verilmesi:
Yüce Allah, davarları ve
binekleri bizim mülkiyetimize vermiş, onları bizim emrimize uyacak hale
getirmiş ve bizlere onları müsahhar kılmayı, onlardan yararlanmayı -kendinden
bize bir rahmet olmak üzere- vermiştir. İnsanın mülk edinip de emri altında
kullanması (teshir'i) caiz olan hayvanların kiraya verilmesi de ilim ehlinin
icmaı ile caizdir ve bu konuda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur.
Yük taşıyan ve binek olarak kullanılan hayvanların kiraya verilmesine dair
hükümler fıkıh kitaplarında geçmektedir.
3- Yük ve Binek
Hayvanlarına Yük Vurulması) Yolculuğa Çıkılması ve Yük Taşıtmak için Kiralanan
Hayvana Fazla Yük Vurmak:
Aynı şekilde, binek ve
yük hayvanlarının gerek üzerlerine yük vurmak, gerekse de yolculuk yapmak
kastıyla kiraya verilebileceği hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı
yoktur. Çünkü Yüce Allah: "Ağırlıklarınızı yüklenir götürürler"
(en-Nahl, 7) diye buyurmaktadır.
Yine ilim adamları bir
kimsenin yük ve binek hayvanını hayvanın sırtından nerelerde ineceğini ve hangi
su başlarında konaklayacağını, yol alışının keyfiyet ve niteliklerini, yolda
kaç defa konaklayacağını belirtmese dahi, muayyen bir şehire gitmek üzere yük
ve binek hayvanını kiraya vermesinin caiz olduğunu kabul etmişler ve bütün bu
hususlarda insanlar arasında örfen kabul edilen hususları ölçü olarak almayı
yeterli görmüşlerdir.
(Maliki mezhebine
mensup) ilim adamlarımız derler ki: Kiraya verme, helal ve haram olan
hususlarda aynen alış-veriş gibidir. İbnü'l-Kasım da, kumaşın ölçülerini ve
boyunu nitelendirmeksizin Merv kumaşı karşılığında, belli bir yere kadar bir
binek kiralamanın caiz olmadığını söylemiştir. Çünkü Malik, böyle bir
alış-verişi caiz kabul etmez. Ancak alış-veriş bedeli olarak verilmesi caiz
olan şeylerin kira ücreti olarak verilebilir.
Derim ki: -İnşaallah- bu
hususta görüş ayrılığı yoktur. Çünkü bu bir icaredir. İbnü'l-Münzir der ki:
Kendisinden ilim bellenen bütün ilim ehlinin icma ile kabul ettiklerine göre,
bir kimse 10 kafız buğday taşımak üzere bir binek kiralayacak olsa ve şart
koştuğu miktarı bu bineğe yükleyecek olup da bu hayvan telef olursa,
kiralayanın herhangi bir sorumluluğu yoktur. Eğer 10 kafiz arpa yükleyecek olsa
da durum böyledir.
Fakat bir kimse, 10
kafiz yüklemek üzere bir binek kiraladığı halde ona 11 kafiz yükleyecek olması
halinde görüş ayrılıkları vardır. Şafii ve Ebu Sevr, böyle bir kimse hem
bineğin değerini tazminat olarak öder, hem de kirayı öder, derler. İbn Ebi
Leyla ise şöyle der: Bu durumda kişi bineğin kıymetini öder ama, ayrıca ücret
ödemez.
Bu hususta üçüncü bir
görüş daha vardır. Bu görüşe göre de o kimse, kira ücretini öder. Ayrıca hem
kira ücretinin bir bölümü, hem de bineğin kıymetinin bir bölümünü öder. Fazla
olarak ödeyeceği bu bölüm de hayvana şart koştuğundan fazla olarak yüklediği miktar
kadardır. Bu en-Nu'man (b. Sabit, yani Ebu Hanife), Yakub (Ebu Yusuf) ve
Muhammed'in görüşüdür.
Malik'in arkadaşı
İbnu'l-Kasım der ki: Eğer fazladan konulan bu kafiz miktarı hayvanı telef
edecek boyutlara ulaşmıyorsa ve benzeri bir yük dolayısıyla hayvanın telef
olmayacağı biliniyorsa, kiralayanın tazminat ödeme sorumluluğu yoktur. Bununla
birlikte binek sahibinin ilk kira ücreti ile birlikte fazladan konulan kafiz'in
ücretini alma hakkı da vardır. Çünkü bu durumda o bineğin telef olması, ona
vurulan fazla yük miktarı dolayısıyla değildir.
Bu, mesafenin aşılıp
aşılmamasından farklı bir husustur. Çünkü mesafenin aşılması tamamıyla bir
haddi aşmaktır, haksızlıktır. O bakımdan az ya da çok miktarda mesafe aşılacak
olursa, kiralayan tazminat öder. Şart koşulan miktardan fazla yük vurmakta ise
hem bir izin, hem de bir haksızlık (şartı aşmak) sözkonusudur. Eğer bu fazlalık
normal şartlarda hayvanı telef etmiyor ise, bu durumda hayvanın kiralayana izin
verilen hususlar çerçevesinde telef olduğu anlaşılır.
4- Belli Bir Mesafeye
Kadar Yük Taşımak üzere Kiralanan Bineğin Hükmü:
İlim ehli, belli ücret
karşılığında belli bir yere kadar binek kiralıyan ve bu mesafeyi aşıp daha
sonra da kendisine izin verilen yere geri dönen kişinin hükmü hakkında farklı görüşlere
sahiptirler. Bir grup ilim adamı, şöyle demektedir; Eğer, belirlenen yeri
aşacak olursa, tazminat ödemesi sözkonusudur. Belirlenen sınırı aştığından
dolayı ayrıca kira ödemesi sözkonusu olmaz. es-Sevri böyle demiştir.
Ebu Hanife şöyle
demektedir: ücret, belirlenen mesafe hakkında sözkonusudur. Belirlenmeyen
mesafe hakkında ücret sözkonusu olmaz, çünkü o, şarta muhalefet etmiştir, o
bakımdan, tazminat ödeyecektir. Yakub (Ebu Yusuf) da böyle demiştir.
Şafii ise şöyle
demektedir: Bu durumda belirlediği mesafenin ücretini de, bu mesafenin dışında
aştığı miktarın mislinin ücretini de öder. Eğer binek telef olursa, o takdirde
kıymetini ödemesi gerekir. Medinelilerin hocaları olan fukaha-i seb'a da buna
benzer bir kanaat belirterek şöyle demişlerdir: Eğer belirlenen mesafeye
ulaştıktan sonra daha ileriye gidecek olursa, hayvan herhangi bir zarar
görmezse, fazla mesafenin kirasını öder. Eğer hayvan telef olursa tazminatını
öder.
Ahmed, İshak ve Ebu Sevr
derler ki: Böyle bir durumda hem kira, hem tazminat ödemesi sözkonusudur.
İbnü'l-Munzir der ki:
Biz bu görüşü benimsiyoruz.
İbnü'l-Kasım der ki:
Kiralayan kimse, kiraladığı mesafeye ulaşacak olup da daha sonra bir mil ve o
civarda bir mesafe yahut birkaç mil veya oldukça fazla sayılacak bir mesafe daha
giderse ve hayvan bu durumda telef olursa bu takdirde hayvan sahibi ilk
mesafenin kirasını alır ve isterse neye varırsa varsın, fazla mesafenin
kirasını, isterse de o mesafeyi aştığı günde bineğinin kıymetini alır.
İbnü'l-Mevvaz der ki:
Belirlenen mesafeden fazla bir adım daha gidecek olsa bile tazminat ödemesinin
sözkonusu olduğu rivayet edilmiştir.
Belirlenen mesafeden bir
mil ve daha fazla bir mesafe gidilmesi halinde İbnü'l-Kasım, Malik'ten şöyle
dediğini nakletmektedir: İnsanların belirlenen mesafede üzerinde durmadığı
miktarlar dolayısiyla tazminat sözkonusu değildir.
İbn Habib, İbn
el-Macişün ile Esbağdan şöyle dediklerini nakletmektedir: Eğer fazla gidilen
mesafe az ise, Yahut kira ile tuttuğu uzaklıktan az miktar ileri gittikten
sonra kiraladığı mesafeye kadar hayvanı sağ salim geri getirecek olup hayvan
orada yahut da kiraladığı yere dönerken yolda ölecek olursa, bu durumda fazla
mesafenin kira ücretini almaktan başka bir hakkı yoktur. Bu, tıpkı yanında
vedia olarak bırakılan maldan borç aldığı şeyi geri vermesine benzer. Şayet
benzeri süre zarfında eğer piyasa fiyatlarının değişebileceği kadar pekçok gün
hayvan alıkoymasını gerektırecek şekilde uzun bir mesafeyi fazladan götürecek
olursa, o takdirde tazminat öder. Tıpkı belirlenen mesafe ya da zamanın
aşılması halinde o aşılan mesafe ve süre içerisinde hayvanın ölmesi gibidir.
Eğer bu fazlalık hayvanın ölümünü kolaylaştıracak türden olduğu bılinen bir
fazlalık değil ise, izin verilen yere geri döndürülmesinden sonra hayvanın
ölmesi, bir kimsenin yanındaki vediadan borç aldığı miktarı geri vermesinden
sonra telef olması gibidir. Eğer sözkonusu fazlalık çok miktarda ise, o
takdirde hayvanın ölümüne bu fazlalık sebep teşkil etmiş kabul edilir.
5- At, Katır ve Merkep
Etlerini Yemenin Hükmü:
İbnü'l-Kasım ve İbn Vehb
derler ki: Malik dedi ki: Yüce Allah: "Hem binmeniz için, hem de süs olmak
üzere atları, katırları ve merkepleri de (yarattı)" diye buyurarak,
bunları hem binmek hem de süs olmak üzere yarattığını, etleri yenilsin diye yaratmadığını
belirtmektedir. Buna benzer bir rivayet, Eşheb'den de nakledilmiştir. Bundan
dolayı bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız şöyle demişlerdir: At, katır
ve eşeklerin etlerinin yenilmesi caiz değildir. Çünkü Yüce Allah'ın, bunlar
hakkında binmek ve süslenmek için yaratıldıklarını nass ile belirtmesi, bunun
dışındaki özelliklerinin böyle olmadığının delilidir. Davarlar hakkında ise:
"Onlardan yersiniz de"(en-Nahl, 5) diye buyurmaktadır. Bu da, Yüce
Allah'ın lütuf ve ihsan ettiği, belirttiği ısıtmaları ve başka menfeatleri ile
birliktedir. Yüce Allah, böylelikle onlar hakkında meşru olan kesimin
gerçekleşmesi suretiyle yemeyi bize mübah kılmıştır. İbn Abbas ve el-Hakem b.
Uyeyne de bu ayeti delil göstermişlerdir. el-Hakem der ki: At etinin yenilmesi,
Allah'ın Kitabı gereğince haram kılınmıştır. Sonra da bu ayet-i kerimeyi ve
bundan önceki ayeti okuyarak şöyle demiştir: İşte bunlar etleri yenilsin
diyedir, bunlar da binilsin diyedir.
İbn Abbas'a at etini
yemeye dair soru sorulunca, bunu mekruh gördüğünü belirterek, bu ayeti
okuduktan sonra: İşte bunlar binilsin diye yaratılmış olanlardır, demiştir.
Daha sonra bundan önceki: "Davarları da yarattı ki, bun larda sizi
ısıtacak şeyler ve birçok menfaatler vardır" (en-Nahl, 5) ayetini okuyup:
İşte bunlar da yenilsin diye yaratılmıştır, demiştir.
Malik, Ebu Hanife,
onların mezheplerine mensup ilim adamları, el-Evzai, Mücahid, Ebu Ubeyd ve
başkaları da böyle demiştir. Bunlar, Ebu Davud'un, Nesai ve Darakutni ile
başkalarının rivayet ettikleri şu hadisi delil gösterirler: Salih b. Yahya b.
el-Mikdam b. Ma'dikerib babasından, o dedesinden, o Halid b. el-Velid'den
rivayetine göre, Resulullah (s.a.v.) Hayber günü atların, katırların ve
eşeklerin; yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı azı dişi olan yahut da kuşlardan
pençesi olan hayvanların etlerini yemeyi yasaklamıştır. Darakutni'nin lafzı bu
şekildedir.
Yine en-Nesai, Halid b.
el-Velid'den rivayete göre o, Peygamber (s.a.v.)'ı: "Atların, katırların
ve merkeplerin etlerinin yenilmesi helal değildir" derken dinlemiştir.
Fukaha ve hadis
alimlerinin cumhılru ise şöyle demektedir: Bunların etlerinin yenilmesi
mübahtır. Ebu Hanife'den de bu görüş rivayet edilmiştir. Bir kesim ise, istisna
teşkil ederek bunların etlerinin yenilmesinin haram olduğunu belirtmişlerdir.
Önceden belirttiğimiz gibi el-Hakem b. Uyeyne bunlar arasındadır. Bu görüş Ebu
Hanife'den de rivayet edilmiştir. Ebu Hanife'den bu üç ayrı rivayeti de
er-Rılyani, "Bahru'l-Mezheb ala Mezhebi'ş-Şafii" adlı eserinde
nakletmektedir.
Derim ki: Hem nazarın
(kıyasın) hem de haberin delil teşkil ettiği sahih görüş, at etlerinin
yenilmesinin caiz olduğu ve ayet ile hadisin bu konuda bağlayıcı bir delil
ihtiva etmediğidir. Ayet-i kerimede at etlerinin haram oluşuna delil yoktur.
Çünkü ayet-i kerime eğer buna delil teşkil etmiş olsaydı, aynı zamanda eşek
etlerinin yenilmesinin haram olduğuna da delil teşkil etmesi gerekirdi. Bu süre
ise Mekke'de inmiştir.
Peki, Hayber yılı
eşeklerin etlerinin yeniden haram kılınmasına ihtiyaç doğuran sebep nedir?
Çünkü, -ileride de geleceği gibi- at etinin helal kılındığına dair haberler de
sabit olmuştur. Aynı şekilde, şanı Yüce Allah, davarları sözkonusu ettiğinde
onların çoğunlukla görülen ve en önemli menfaatlerini sözkonusu etmiştir.
Bunlar ise, yük taşımaları ve etlerinin yenilmesidir. Bunların sırtına binmeyi,
bunlarla çift sürmeyi ve buna benzer diğer menfaatlerini sayı olarak
zikretmemiştir. Halbuki, bunların sırtına hem binilir, hem de bunlarla çift
sürülür. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Allah) davarları
bazısına binesinıiz bazısını da yiyesiniz diye sizin için yaratandır.''
(el-Mu'min, 79) Yüce Allah, atlar hakkında da: "Hem binmeniz için, hem de
süs olmak üzere" diye buyurarak, yine çoğunlukla bunların sağladığı
menfaatleri ve kullanılış maksatlarını zikretmekte, bunların sırtına yük
vurmayı sözkonusu etmemektedir. Halbuki, görüldüğü gibi atların sırtında da yük
taşınabilmektedir. İşte bundan dolayı Yüce Allah atların yenilmesini sözkonusu
etmemiştir. Bunu ise Yüce Allah, kendisine indirilenleri -ileride de geleceği
üzere- açıklama görevini vermiş olduğu peygamberi açıklamış bulunmaktadır. Bu
atların binilmek ve süs olmak üzere yaratılmış olmaları, yenilmemelerini
gerektirmez. İşte herşeyi konuşturan Yüce Yaratıcının konuşturduğu ineğin çift
sürmek için yaratıldığını söylediğini görüyoruz. Buna göre atların binmek için
yaratıldığı illetinden hareketle etlerinin yenilmeyeceğini söyleyen kimsenin,
ineğin de çift sürmek için yaratılmış olduğundan dolayı etinin yenmemesini
söylemesi gerekmektedir. Oysa bütün müslümanlar ineğin etinin yenilmesinin caiz
olduğunu icma ile kabul etmiştir. İşte bu hususta sabit olan sünnet gereğince
atta da aynı hüküm sözkonusudur.
Müslim, Cabir'den şöyle
dediğini rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.) Hayber günü ehli merkeplerin
etlerini yemeyi yasakladı ve at etlerini yeme iznini verdi.
Nesai'nin de Hz.
Cabir'den rivayeti şu şekildedir: Rasülullah (s.a.v.) Hayber günü bize at
etlerini yedirdi (yemeyi mübah kıldı) ve merkep etlerini yememizi yasakladı.
Yine Hz. Cabir'den gelen
bir rivayette de şöyle dediği kaydedilmektedir:
Biz, Resulullah (s.a.v.)
döneminde at etini yerdik.
Eğer; Hz. Cabir'den
gelen Hayber'de at etini yediklerine dair rivayet, bir durumun nakledilmesi ve
belli bir husustaki bir meseledir. O bakımdan onların, herhangi bir zaruret
dolayısıyla atları kesmiş olmaları ihtimali vardır. Bu gibi hallerin
gerektirdiği davranışlar, delil teşkil etmez; denilecek olursa, biz de şöyle
cevap veririz: Hz. Cabir'den gelen ve onun, Resulullah (s.a.v.) döneminde at
etini yediklerine dair bildirdiği haber, böyle bir ihtimali ortadan
kaldırmaktadır. Eğer biz, böyle bir itirazı kabuledecek olursak ayrıca bu
konuda Hz. Esma'dan gelen şu hadis de bizi desteklemektedir: O, şöyle
demektedir: Biz, Medine'de iken Resulullah (s.a.v.) döneminde bir at kestik ve
onu yedik. Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir.
Nassın karşısında
herhangi bir tercih edici sebep olmaksızın yapılan hertürlü te'vil, ancak
mücerred bir iddia olabilir. Ona hiçbir şekilde iltifat edilmez ve dayanak
alınmaz.
Darakutni de Esma
yoluyla gelen hadiste, hiçbir te'vile yer bırakmayacak şekilde güzel bir
fazlalık da rivayet etmektedir. Esma der ki: Resulullah (s.a.v.) döneminde bir
atımız vardı. Bu at, ölmek durumuna geldi, biz de onu kestik ve yedik.
Görüldüğü gibi bu atın kesilmesi, öleceğinden korku lması sebebiyledir. Bunun
dışında başka herhangi bir durum dolayısıyla değildir. Başarı Allah'tandır.
Eğer at da eşek gibi tek
tırnaklılardandır, o bakımdan yenilmez, denilecek olursa, şu cevabı veririz:
Bu, kıyas-ı şebeh diye bilinen bir kıyastır. Usul bilginleri bunu kabul edip
etmemek konusunda farklı kanaatlere sahiptir. Eğer biz bunu kabul edecek olsak
domuz etinin haramlığı bu görüşü reddetmektedir. Çünkü, bilindiği gibi domuz,
çift tırnaklıdır ve diğer çift tırnaklılardan farklı hükme sahiptir. Şayet,
kıyas nassa karşı bir hüküm getiriyor ise, o takdirde bu kıyasın yapılması
fasittir, görüşünden hareket edecek olursak, böyle bir itiraza da hiç bir önem
atfedilmez.
Taberi der ki: Yenilmek
için kendilerinden söz edilen hayvanlara binmenin caiz olduğunu ilim
adamlarının icma ile kabul etmiş olmalarında, binilsinler diye
yaratıldıklarından söz edilenlerin etlerinin yenilmesinin caiz olduğuna da aynı
şekilde delil bulunmaktadır.
6- Katırların Hükmü:
Katırlar da eşekler ile
aynı hükümde kabul edilir. Eğer atların etinin yenilmeyeceğini kabul edersek, o
takdirde katırlar eti yenmeyen iki canlıdan türemiş bir türdür. Eğer, at eti
yenilir kabul edersek, o takdirde katır, eti yenen ve yenmeyen iki hayvandan
doğan bir hayvan demektir. O takdirde de usulde kabul edilen ilkeye göre haram
hükmü ğalip ve baskın kabul edilir.
Aynı şekilde birisi
kestiği yenilen, diğeri ise kestiği yenilmeyen bir ebeveynden doğanın kestiğinin
hükmü de böyledir. Böyle bir ebeveynden doğanın kestiği, şer'i kesim olmaz ve
onun kesimi ile kesilen hayvan da helal olmaz. el-En'am Suresi'nde (145. ayet
2. başlıkta) eşeklerin etlerinin haram kılınmasına dair açıklamalar geçmiş
bulunduğundan bunu tekrarlamanın anlamı yoktur. Eşek etinin haram kılınış
illetinin erkek bir hayvan ile Lut kavminin amelini yapması suretiyle kötü
mayasını ortaya çıkarmak olduğu da söylenmiştir, o bakımdan ona da rics
(murdar) adı verilmiştir.
7- Atlara Zekat Düşer mi?
Ayet-i kerimede atlara
zekat düşmediğine delil vardır. Çünkü, Şanı Yüce Allah bize, yararlanmayı mübah
kıldığı ve onlardan faydalanmak suretiyle bize ikramda bulunduğu lütufları
zikretmektedir. O bakımdan atlar dolayısıyla herhangi bir mükellefiyet -delil
olmaksızın- sözkonusu olamaz. Malik, Abdullah b. Dinar'dan, o, Süleyman b.
Yesar'dan, o, İrak b. Malik'den, o, Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre,
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümana kölesi dolayısıyla da,
atı dolayısıyla da sadaka (zekat) düşmez."
Ebu Davud'un da, Ebu
Hureyre'den rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Atlarda ve kölelerde -kölelerin fıtır sadakası müstesna- zekat yoktur. ''
Malik, Şafii, Evzai,
Leys, Ebu Yusuf ve Muhammed de bu görüştedirler. Ebu Hanife ise der ki: Hepsi
dişi, yahut erkek ve dişi karışık olup saime (otlaklarda yayılıyor) iseler her
bir ata karşılık, bir dinar zekat vardır. Arzu ederse de bunların kıymetlerini
tesbit eder ve her ikiyüz dirheme karşılık beş dirhem zekat verir. O, bu hususta
Peygamber (s.a.v.)'dan nakledilen böyle bir rivayeti delil göstermektedir:
"Saime olan atlarda herbirisi için bir dinar vardır.''(Darakutni, II, 126)
Yine Hz. Peygamberin şu
hadisini de delil gösterir: "At üç türlüdür..."
Bu hadiste şu ifadeler de
geçmektedir: "Gerek bu atların rakabelerinde, gerekse de bineklerinde
Allah'ın hakkını unutmaz."
(Delil olarak
gösterdiği) birinci hadise verilecek cevap şudur: Bu, ancak Gavrek
es-Sa'di'nin, Cafer b. Muhammed'den, onun, babasından, onun da Hz. Cabir'den
diye rivayet ettiği bir hadistir. Darakutni ise der ki: Bu hadisi Cafer'den,
sadece Gavrek münferiden rivayet etmiştir ve bu oldukça zayıftır. Ondan
öncekiler de zayıf ravilerdir.
Diğer hadise gelince,
hadiste sözü edilen hak, eğer savaş çağrısı yapılacak ve düşmanla savaşmak için
atına muayyen olarak ihtiyaç hasıl olursa, onunla savaşa çıkması, ihtiyaç
duymaları halinde, yolda kalmışları ve bineksizleri sırtında taşımasıdır. Böyle
bir şey, taalluk ettiği takdirde o kimse için vacip olur. Tıpkı zaruret halinde
muhtaç olanların yiyecek ihtiyaçlarını karşılamasının onun için muayyen bir hal
olması gibi. İşte bunlar, atların rakabelerindeki Allah'ın hakkıdır.
Şayet; bu, atların
sırtlarındaki haktır, geriye onların rakabelerindeki hak kalmaktadır denilecek
olursa, şu şekilde cevap verilir: Hadis, "onlardaki Allah'ın hakkını
unutmaz" şeklinde de rivayet edilmiştir. Dolayısı ile "Allah'ın
onlardaki hakkı" ibaresi ile "onların rakabelerinde ve sırtlarındaki
hakkı" ibaresi arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisinin de ihtiva
ettiği mana aynı şeye racidir. Çünkü hak, onların tümüne taalluk eder.
İlim ehlinden bir
topluluk da şöyle demektedir: Burada sözü edilen hak, bunlara güzel bir şekilde
malik olmak, onların tokluk-açlıklarını güzel bir şekilde kontrol etmek, onlara
güzel davranmak, onlara ağır gelmeyecek şekilde binmektir. Nitekim hadis-i
şerifte: "Siz bu hayvanların sırtlarını kurulacağınız koltuklar
bellemeyiniz" diye buyurulmaktadır. Hadiste özellikle onların
"rakabe"lerinden söz edilmesi, rakabe ve boyunların, yerine
getirilmesi haklar ve görevolarak ifa edilmesi gereken vacipler, farzlar ile
ilgili çokça kullanılmasından dolayıdır. Nitekim Yüce Allah'ın: "O zaman
mü'min bir raka be (köle) azad etmelidir" (en-Nisa, 92) buyruğun da bu kabildendir.
Yine, Arapların "rakabe"yi taşınır ve taşınmaz mallar hakkında
istiare yoluyla kullandıkları çokça görülmüştür. Nitekim Küseyyir şöyle
demektedir: "O, çok iyilik yapan, cömert bir kimsedir. Gülercesine
tebessüm ettiğinde O gülmesinden ötürü malların rakabeleri kilitlenir."
Aynı şekilde, zekat
düşen hayvanların, kendi cinslerinden belli nisabları vardır. Atlar için böyle
birşey sözkonusu olmadığına göre, onlar hakkında zekatın da sözkonusu olmadığı
ortaya çıkar. Diğer taraftan, zekatın yalnızca atların dişilerinde vacip
olduğunu söyleyip erkeklerinde sözkonusu olmadığını söylemek de onun (Ebu
Hanife'nin) bir çelişkisidir. Çünkü hadisi şerifte bunlar arasında bir ayırım
da gözetilmemektedir. Biz, atlara zekatın düşmediğini söylerken, atın geliri
için değil de, nesli için saklanan bir hayvan olduğunu ileri sürerek dişilerini
de erkeklerine kıyas ederiz. Erkeklerine ise zekat düşmemektedir. O halde,
tıpkı katır ile eşeklerde olduğu gibi, atların dişilerinde (kısraklarda) da
zekat vacip değildir.
Yine, Ebu Hanife'den,
tek başına erkeklerine zekat düşmediği gibi, tek başına kısraklarda da zekat
düşmediği şeklinde bir görüşü de rivayet edilmiştir. Cumhürun kabul ettiği
görüş de budur.
İbn Abdi'l-Berr der ki:
Atların zekatı ile ilgili Hz. Ömer yoluyla gelen haber, ez-Zührı ve
başkalarının rivayetiyle sahihtir. Bu, aynı zamanda Malik'ten de rivayet
edilmiştir. Ondan, Cüveyriye'nin ez-Zühri'den rivayetine göre es-Saib b. Yezid
dedi ki: Ben babamın, atların kıymetlerini tesbit ettiğini sonra da bunların
zekatını Ömer'e verdiğini gördüm. Bu ise, Ebu Hanife'nin ve onun hocası Hammad
b. Ebi Süleyman'ın lehine bir delildir. Bununla birlikte İslam aleminin çeşitli
bölgelerindeki fukahadan herhangi bir kimsenin atlarda ve diğerlerinde zekatı
vacip kabul ettiğini bilmiyoruz. Bunu, yalnızca Cüveyriye Malik'ten rivayet
etmiş olup, Cüveyriye sika bir ravidir.
8- Süs Olmak üzere
Yaratılanlar ve Daha Bilmediğimiz Nice Varlıklar:
Yüce Allah'ın: "Süs
olmak üzere" kelimesi, takdirı bir fiil ile nasb edilmiştir. Yani, "Ve
o, onları süs kılmıştır" takdirindedir. Bunun, mef'ulun leh olduğu da
söylenmiştir.
SüS (zinet); kendisiyle
süslenilen şeydir. Bu güzellik ve süslenme eğer dünya metaından ise, şanı Yüce
Allah, dünya metaından yararlanma hususunda kullarına izin vermiş demektir.
Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Develer, sahipleri için bir
izzet kaynağıdır, koyunlar berekettir. Atların perçemlerinde ise hayır
vardır."
Bu hadisi el-Berkanı ve
Sünen'inde İbn Mace rivayet etmişlerdir. Bundan önce de el-En'am Süresi'nde
geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'ın izzeti develerde sözkonusu etmesi,
develerden giyecek, yiyecek, süt, binek, onların sırtında -her nekadar ileri
doğru hücumları, geri doğru kaçışları sözkonusu olmasa dahi- gaza yapmak
suretiyle yararlanılabilmesindendir. Bereketin koyunlarda bulunması ise,
yiyecek, giyecek, içecek ve çokça yavrulama özellikleri dolayısıyladır. Çünkü
koyunlar, bir yılda üç defa yavrulayabilmektedir. Buna bağlı olarak koyunlar
sakin mahluklardır. Kendilerine sahiplik edenleri de alçak gönüllülük ve
yumuşak davranmaya iterler. Oysaki, çölde yaşayan ve binlerce deve sahibi olan
kimselerin huyu bunun tam aksinedir. Peygamber (s.a.v.)'ın hayrın, ebediyyen
atın perçemlerinde düğümlenmiş olduğunu ifade etmiş olması, atlar vasıtasıyla
kazanç ve geçim için elde edilecek ganimet ve yine atlar vasıtasıyla
düşmanların kahredilmesi, kafirlerin yenik düşürülmesi ve Yüce Allah'ın adının
yüceltilmesi dolayısıyladır.
"Ve bilemeyeceğiniz
daha nice şeyleri de yaratır." Cumhur: Nice yaratıkları yaratır, diye
açıklamıştır. Yerin, karanın ve denizin derinliklerinde insanların görmedikleri
ve onlara dair birşeyler işitmedikleri pekçok haşerat ve türlü zehirli
hayvanları yaratmasıdır, diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Ve
bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratr" buyruğu ile; Allah'ın,
cennette cennetlikler için, cehennemde cehennemlikler için yarattığı ve hiç bir
gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiç bir insanın da hatırına
getirmediği şeyler olduğu da söylenmiştir.
Katade ve es-Süddi
derler ki: Bu, elbiselerde güve, meyvelerde de kurtların yaratılmasıdır.
İbn Abbas ise bu, Arşın
altında bir pınardır, demiştir. Bunu, el-Maverdi nakletmektedir.
es-Sa'lebi der ki: İbn
Abbas dedi ki: Arş'ın sağında yedi gök ve yedi arz ile yedi denizin yetmiş kat
büyüğü nurdan bir nehir vardır. Cebrail, her seher vakti o nehre girer, onunla
yıkanır. Nuruna nur, güzelliğine de güzellik, büyüklüğüne büyüklük katar. Daha
sonra bu yıkanmadan dolayı silkinir. Allah, herbir tüyden yetmişbin damla çıkartır.
Her bir damladan da yedibin melek çıkar. Hergün onlardan yetmiş bin melek
Beyt-i Ma'mur'a girerler. Ka'be'ye de yetmişbin melek girer ve kıyamet gününe
kadar bir daha dönmezler.
Beşinci bir görüşe göre
de, -Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edildiğine göre- bu, beyaz bir arz
parçasıdır. Bu, güneşin otuz günlük sürede aldığı mesafe kadardır. Şanı Yüce
Allah'a, yeryüzünde isyan edildiğini bilmeyen yaratıklarla doludur. Ashab, Hz.
Peygamber'e: Ey Allah'ın Rasulü, bunlar Ademoğullarından mıdırlar diye sordu.
Hz. Peygamber: "Allah'ın, Adem'i yarattığını dahi bilmezler" diye
buyurdu. Bu sefer, peki ey Allah'ın Rasulü, İblis'in bunlara karşı durumu nedir
diye sordular, Hz. Peygamber: "Allah'ın, İblis'i yarattığını dahi
bilmezler" dedi ve daha sonra Yüce Allah'ın: "Ve bilemeyeceğiniz daha
nice şeyleri de yaratır" ayetini okudu. Bunu da el-Maverdi
nakletmektedir,
Derim ki: Beyhaki'nin
eş-Şa'bı'den naklettiği şu rivayet de bu anlamdadır. eş-Şa'bı dedi ki: Şüphesiz
Yüce Allah'ın, Endülüs'ün ötesinde, bizimle Endülüs arasındaki mesafe kadar
uzaklıkta birtakım kulları vardır. Bunların görüşüne göre, hiçbir yaratık
Allah'a isyan etmiş değildir. Bunların çakıl taşları, inci ve yakuttur. Dağları
altın ve gümüştür. Bunlar, ne tarla sürerler, ne ekin ekerler, ne de bir iş
yaparlar. Kapılarının önünde meyveler veren birtakım ağaçları vardır. Bunlardan
yerler. Yine, enli yaprakları bulunan ağaçları da vardır. Bunlar da onların
elbiseleridirler." Beyhaki bunu, "Kitabu'l-Esma ve's-Sıfat" adlı
eserinin "Bed'ül-Halk" adlı bölümünde nakletmektedir.
Musa b. Ukbe Muhammed b,
el-Munkedir'den, o, Cabir b. Abdullah el-Ensarı'den rivayetine göre, Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bana, Arş'ı taşıyan meleklerden olan Allah'ın
meleklerinden bir melek hakkında açıklama yapmama izin verildi. Bunun kulağının
yumuşağı ile omuz başı arasındaki mesafe, yediyüz yıllık yolculuk
mesafesidir."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN