ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

İSRA

1

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

 

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

 

1. Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren münezzehtir. ona, ayetlerimizden bazısını gösterelim diye. Şüphesiz ki O, işitendir, görendir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz (9) başlık halinde sunacağız:

 

1- Tenzih (Subhan)'ın Anlamı:

2- İsra:

3- Allah'ın Kulu:

4- isra ve Bu Konudaki Rivayetler:

5- Birinci Mesele: isra, Hz. Peygamber'in Ruhu ile mi, Bedeni ile mi Olmuştur:

6- İkinci Mesele: İsra'nın Gerçekleştiği Tarih:

7- üçüncü Mesele: Namazın Farz Kılınması ve Farz Kılındığı Sıradaki Namaz Şekli:

8- Mescid-i Haram'a, Mescid-i Nebevi'ye ve Beytü'l-Makdis'e Yolculuk Yapmak

9- İsra'nın Hikmeti:

 

1- Tenzih (Subhan)'ın Anlamı:

 

Yüce Allah'ın: "Münezzehtir" buyruğu, mastar yerinde kullanılan bir isimdir. Ancak bu, isim olarak mütemekkin (ismin bütün özelliklerine haiz) değildir. Çünkü, i'rab şekillerine göre harekelerinde değişiklik olmamaktadır. Başına "elif" ve "lam" gelmez. Aynı şekilde bundan fiil türetilmez. Sonunda zaid iki harf bulunduğundan dolayı da munsarıf değildir.

 

"Tesbih ettim, tesbih etmek" denilir. Tıpkı "Yemin keffaretini ödedim, ödemek" gibi. Bu ismin anlamı, Yüce Allah'ın her türlü eksikliklerden tenzih edilmesi ve uzak olduğunun ifade edilmesidir. Bu, Yüce Allah'ın büyük bir zikridir. Başkası hakkında bunun kullanılması uygun değildir. Şairin: "Bana onun övülmesi(ne dair ifadeler) ulaşınca derim ki: Övülmeye değer olan Alkame bundan uzaktır." beyitinde bu kelimenin kullanılması oldukça nadiren görülen bir ifadedir.

 

Cennetle müjdelenmiş on kişiden birisi olan Talha b. Ubeydillah el-peyyad'dan rivayete göre o, Peygamber (s.a.v.)'a şöyle sormuş: Subhanallah'ın anlamı ne demektir? Hz. Peygamber de: "Allah'ı her bir kötülükten tenzih etmektir" diye cevap vermiştir. 

 

Sibeveyh'in görüşüne göre, bu kelimede amil olan, lafzından değil de onun manasındaki bir fiildir. Çünkü bu lafızdan fiil kullanılmaz. Bu da; "Kalçaları üzerine oturup, bacakları dirseklerinden bükerek diktikten sonra, ellerinin de bacaklarının etrafından birbirine kavuşturmak şeklindeki oturuş" ile, (...): Arapların örtüye bürünürken örtünün, bir ucunu sağ kolunun üzerinden sol omuzuna, öbür ucunu da sol kolu üzerinden sağ omuzu üzerine atarak örtünmesi ifadelerine benzer. Sibeveyh'e göre buyruğun takdiri; "Allah'ı mutlak olarak tenzih ederim" şeklindedir. Buna göre "Subhanallah" ifadesi, mutlak olarak tenzih etmek, yerine geçmektedir.

 

2- İsra:

 

Yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin ... götüren" buyruğundaki; ''Geceleyin götürdü" fiili iki şekilde kullanılır: (...) ile (...) şeklinde. Tıpkı (...) ile, "Su içirdi" kelimelerinin kullanışı gibi. Nitekim bundan önce de (el-Bakara, 60. ayet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Şair der ki: "İkizler burcundan yürüdü üzerine bir yürüyen Şimal onun üzerine doluyu yağdırarak."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Örtüsünün arkasında olan o güzel yüzlüyü selamla! Geceleyin yürüdü sana; önceden gelmiyorken."

 

Böylelikle şairler her iki beyitte de her iki söyleyişi bir arada kullanmış bul unmaktadırlar.

 

İsra; geceleyin yürümek demektir. "Geceleyin yürüdü ve yürümek" denilir. Şair de şöyle demektedir: "Ve çiğin yağdığı bir gece yürüdüm, Ve o gece yürümekten hiç bir şey de beni alıkoymadı."

 

(...) ın, gecenin ilk saatlerinde yürümek, (...) ın ise, son demlerinde yürümek, anlamında olduğu da söylenmiş ise de, birincisi daha çok bilinen bir anlamdır.

 

3- Allah'ın Kulu:

 

Yüce Allah'ın: "Kulunu" buyruğu ile ilgili olarak ilim adamları şöyle demişlerdir: Şayet Peygamber (s.a.v.)'in bundan daha şerefli bir ismi olsaydı, o üstün haldeki durumunu anlatmak için o adı ile anardı. Bu anlamda olmak üzere şu beyitler söylenmiştir: "Ey kavm, kalbim, Zehra'nın yanındadır İşiten de, gören de bunu bilir. Beni ancak; ey Onun kulu diye çağırınız, Çünkü o, isimlerimin en şereflisidir."

 

Bu beyitler de daha önceden (el-Bakara, 23 buyruğunu açıklarken) geçmiş bulunmaktadır.

el-Kuşeyrı der ki: Yüce Allah onu Yüce huzuruna yükseltip de en yüksek yıldızların da üstüne çıkardığında, ümmeti için tevazu olmak üzere kulluk isminden ayırmadı.

 

4- isra ve Bu Konudaki Rivayetler:

 

İsra, bütün hadis eserlerinde sabit olmuştur. Sahabeden gelen bu hadisler İslam diyarının her bir yerinde rivayet olunmuştur. Bu yönüyle İsra hadisleri mütevatir hadislerdendir. en-Nekkaş bu hadisleri rivayet eden yirmi sahabiyi zikretmektedir. Sahih(-i Müslim)'in Enes b. Malik'ten rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bana, Burak getirildi. O beyaz, uzunca, eşekten daha yüksek, katırdan daha alçak boylu, ön ayaklarını gözünün gördüğü son noktaya koyan bir binektir. Ona bindim ve nihayet Beytü'l-Makdis'e vardım. Onu, peygamberlerin bineklerini bağladığı halkaya bağladım. Sonra, Mescide girdim, orada iki rek'at namaz kıldım. Daha sonra çıktım. Cibril (a.s) bana, birisi şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdi. Ben, süt bulunan kabı tercih ettim. Cibril bana: Fıtratı tercih ettin, dedi. Sonra semaya doğru yükseldik ... " diye hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir.

 

Buhari ile Müslim'de bulunmayan rivayetlerden birisi de, el-Acurri ve Semerkandı'nin kaydettikleri rivayetlerdir. el-Acurrı, Ebu Said el-Hudrı'den, Yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren münezzehtir" buyruğu ile ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) İsra'ya yürütüldüğü geceyi bize anlattı. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana, hayvanlar arasında en çok katıra benzeyen bir binek getirildi. Durmayıp oynayan kulakları vardı. Bu önceden peygamberlerin bindiği Burak idi. Ben de buna bindim. Yola koyuldu. Ön ayaklarını gözünün gördüğü son noktaya koyarak koşardı. Sağ tarafımdan, ey Muhammed, biraz yavaş ol ki sana birşeyler sorayım diye bir ses işittim. Ancak, ben ona iltifat etmeden yoluma devam ettim. Sonra, sol tarafımdan ey Muhammed, yavaş ol diye bir ses işittim. Ben de ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. Sonra da üzerinde dünya zinetlerinin her türlüsü bulunan, ellerini yukarı doğru kaldırmış, yavaş ol ki sana birşeyler sorayım, diyen bir kadın karşıma çıktı. Yine ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. Sonra, Beytü'l-Makdis'e, Mescid-i Aksa'ya geldim. Binekten indim, peygamberlerin daha önceden (bineklerini) bağladıkları halkaya Burağı bağladım, arkasından Mescide girdim, içinde namaz kıldım.

 

Cebrail bana: Ey Muhammed, neler işittin, diye sordu. Ben ona: Sağımdan, ey Muhammed, yavaş ol sana bazı şeyler soracağım diye bir ses işittim. Ancak ben ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. O: Bu, yahudilerin davetçisi idi. Eğer durmuş olsaydın, ümmetin yahudileşirdi. (Hz. Peygamber devamla) buyurdu ki: Sonra solumdan bir ses işittim. Yavaş ol, sana bazı şeyler sorayım, dedi. Yine ben ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. (Cebrail) dedi ki: O da hıristiyanların davetçisi idi. Eğer durmuş olsaydın, senin ümmetin hıristiyanlaşırdı. (Devamla Hz. Peygamber) buyurdu ki: Sonra karşıma dünya zinetlerinin her türlüsünü üzerine takınmış, ellerini yukarı doğru kaldırmış bir kadın karşıma çıktı. Yavaş ol, diyordu. Ben de ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. (Cebrail) dedi ki: O da dünyadır. Eğer durmuş olsaydın, hiç şüphesiz dünyayı ahirete tercih etmiş olurdun.

 

(Hz. Peygamber devamla) buyurdu ki: Sonra bana birisinde süt, diğerinde ise şarap bulunan iki kap getirildi. Bana, al ve iç, hangisini istersen alabilirsin denildi. Ben de sütü aldım ve içtim. Cebrail bana: Fıtrata isabet ettin. Eğer şarabı almış olsaydın, ümmetin azgınlaşmış olurdu, dedi.

 

Daha sonra, Ademoğullarının ruhlarının üzerinde yükseldikleri Mi'rac geldi. Gördüğüm şeylerin en güzeli o idi. Sizler, ölen bir kimsenin gözünü ona doğru nasıl diktiğine hiç dikkat etmediniz mi? Bizi yukarı doğru çıkardılar. Nihayet dünya semasının kapısına geldik. Cebrail, kapının açılmasını istedi. Bu kim, diye soruldu o, Cebrail dedi. Beraberinde kim var, diye sordular o, Muhammed dedi. Peki, ona risalet verildi mi, diye soruldu o, evet dedi. Bana kapıyı açtılar, bana selam verdiler. Beraberinde yetmiş bin melek ve her biriyle yüz bin melek bulunan, İsmail diye tanınan bir meleğin semayı korumakta olduğunu gördüm: "Rabbinin ordularını Ondan başka kimse bilmez" (el-Müddesir, 31) buyruğunu okudu ve hadisin geri kalan bölümlerini zikrederek, daha sonra şöyle dedi: "Sonra, beşinci semaya gittik. Orada kavmi arasında sevilen bir kişi olan İmran oğlu Harun ile karşılaştım. Etrafında ümmetinden ona tabi pek çok kimse vardı. Peygamber (s.a.v.) onun niteliklerini belirterek şöyle dedi: Sakalı uzundu. Nerdeyse göbeğine kadar ulaşacaktı. Sonra, altıncı semaya gittik. Orada Musa ile karşılaştım. Bana selam verdi ve beni çok güzel karşıladı. -Peygamber (s.a.v.) onu da vasfederek şöyle buyurdu-: Saçı fazla bir adamdı. üzerinde iki gömlek olsa dahi yine onun saçları aralarından çıkardı...'' 

 

el-Bezzar'ın rivayetine göre de, Resulullah (s.a.v.)'a bir at getirildi ve onun sırtına bindi. Onun attığı her bir adım, gözünün değdiği en uzak noktada idi... diye hadisin geri kalan bölümlerini anlattı.

 

Burak'ın nitelikleri ile ilgili olarak İbn Abbas yoluyla gelen hadisde şöyle denilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben, Hicr'de uyumakta iken bana birisi geldi. Ayağı ile beni harekete getirmek istedi. Ben, o kişinin arkasından gittim, bir de baktım ki, Cebrail (a.s)'in beraberinde katırdan daha aşağı ve eşekten daha yukarı, yüzü insan yüzüne benzeyen, ayağı tek tırnaklı, kuyruğu öküz kuyruğu, yelesi at yelesine benzeyen bir binek ile birlikte Mescid'in kapısında ayakta dikildiğini gördüm. Cibril (a.s) bu bineği bana yaklaştırınca, hayvan ürktü ve yelesi kabardı. Cibril (a.s) sırtını sıvazlayarak: Ey Burak, Muhammed'den ürkme, dedi. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed (s.a.v.)'dan daha faziletli ve Allah nezdinde ondan daha değerli mukarreb bir melek yahut gönderilmiş bir peygamber (rasul) sırtına binmiş değildir. Bunun üzerine Burak şöyle dedi: Ben onun böyle olduğunu bildim. O büyük şefaatin sahibinin o olduğunu da biliyorum. Bununla birlikte ben, onun şefaati kapsamında olmayı arzu ederim. Bunun üzerine şöyle dedim: Yüce Allah'ın izniyle sen de benim şefaatimin kapsamında olacaksın ... "

 

Ebu Said Abdulmelik b. Muhammed en-Neysaburı de, Ebu Said el-Hudri'den şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.v.), dördüncü sema da İdris (a.s)'ın yanından geçince, şöyle dedi: Kendisini göreceğimiz bize va'dolunan ve ancak bu gece görebildiğimiz salih kardeşe, salih peygambere merhaba! Hz. (Peygamber devamla) buyurdu ki: Orada İmran'ın kızı Meryem de vardı. İnciden yetmiş köşkü vardı. Yine İmran'ın kızı, Musa'nın annesinin de kapıları inci ile süslenmiş tahtları, tek bir parçadan yapılmış kırmızı mercandan yetmiş köşkü vardı. Mi'rac, beşinci semaya çıkınca, oradakilerin de tesbihi:

 

Karı ve ateşi bir arada bulunduranın şanı ne yücedir! şeklinde idi. -Bunu bir defa dahi söyleyen bir kimse, onların sevabı gibi sevap alır.- Cibril (a.s) kapının açılmasını istedi. Ona kapı açıldı. Aniden, olgunluk yaşında bir adam ile karşılaştım. Ondan güzel bu yaşta bir adam görülmüş değildir. Gözleri iri, sakalı nerdeyse göbeğine ulaşıyordu. Hemen hemen sakalı yarı yarıya siyah beyaz karışımı idi. Etrafında oturmuş kimseler vardı. Onlara birşeyler anlatıyordu. Ey Cebrail, bu kimdir? diye sordum; o, kavmi arasında sevilen kişi Harun'dur, dedi..." ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

 

İşte Buhari ile Müslim'in dışında kalan, İsra ile ilgili hadislerden kısaltılarak sunduğumuz bir nebze. Bu hadisleri, Ebu'r-Rabi Süleyman b. Seb' eksiksiz olarak ''Şıfau's-Sadur'' adlı eserinde zikretmiştir. İlim ehli ile siyer bilginleri arasında namazın, Peygamber (s.a.v.)'a Mekke'de İsra gecesi semaya urucu (çıkışı) esnasında farz kılındığında görüş ayrılığı olmamakla birlikte, İsra'nın tarihi ile namazın şekli hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İsra, Hz. Peygamber'in ruhu veya bedeni ile mi olmuştur? İşte bunlar, ayet-i kerime ile ilgili üç ayrı meseledir. Bunlar üzerinde durulması ve gerekli araştırmaların yapılması gerekir. Ayrıca bunlar, bu husustaki hadislerin nakledilmesinden daha ehemmiyetlidir. Ben bu hususlar ile ilgili olarak, tesbit edebildiğim kadarıyla ilim adamlarının görüşlerini ve fukahanın farklı kanaatlerini -Allah'ın yardımı ile- zikretmeye gayret edeceğim.

 

5- Birinci Mesele: isra, Hz. Peygamber'in Ruhu ile mi, Bedeni ile mi Olmuştur:

 

İsranın, Hz. Peygamber'in ruhu ile mi, cesedi ile mi olduğu hususunda, selefin de halefin de görüş ayrılığı vardır. Bir kesim, İsranın ruh ile gerçekleştiği, bedenin ise yattığı yerden ayrılmadığı ve İsra'nın hakikatleri ihtiva eden bir rüya olduğu görüşündedir. Çünkü, esasen peygamberlerin rüyaları da bir haktır. Muaviye ile Hz. Aişe bu kanaatte olduğu gibi, bu görüş el-Hasen ve İbn İshak'tan da nakledilmiştir.

 

Bir diğer kesim de şöyle demiştir: İsra, beden ile uyanık olarak Beytü'l-Makdis'e kadar ve oradan da ruh ile olmuştur. Bunlar, Yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren münezzehtir" buyruğunu delil göstermişlerdir. Bu buyrukta Yüce Allah, Mescid-i Aksa'yı İsranın son noktası olarak zikretmektedir. Bu görüş sahipleri derler ki: Eğer İsra, Hz. Peygamber'in bedeni ile birlikte Mescid-i Aksa'dan daha ileriye olmuş olsaydı, hiç şüphesiz bu da sözkonusu edilirdi. Çünkü böyle bir işin, beden ile olması övgü olarak daha ileri derecededir.

 

Selefin ve müslümanların büyük çoğunluğu ise İsranın, beden ile ve uyanıkken gerçekleştiği görüşündedir. Hz. Peygamber, Mekke'de Burak'a binmiş, Beytü'l-Makdis'e ulaşmış, orada namaz kıldıktan sonra da yine bedeniyle İsra devam etmiştir. İşaret ettiğimiz haberler ile ayet-i kerime de buna delalet etmektedir. Hz. Peygamber'in bedeniyle ve uyanık olarak İsrasının gerçekleşmesinde imkansız ve olmayacak bir taraf yoktur. Zahir ve hakikat terkedilerek tevil yoluna ise, ancak nassın zahir ve hakikati üzere kabul edilmesinin imkansız olması halinde söz konusudur.

 

Eğer İsra uykuda gerçekleşmiş olsaydı, burada "kulunun ruhuyla" denilerek "kulunu" diye buyurmazdı. Yine Yüce Allah'ın: "Göz, başka yöne kaymadı ve aşmadı da"(en-Necm, 7) buyruğu da buna delildir. Eğer bu olay uykuda iken gerçekleşmiş olsaydı, bunda bir alamet ve bir mucize olacak taraf olmazdı. Um Hani Hz. Peygamber'e: Sen insanlara bunu anlatma, seni yalanlarlar, demezlerdi. Ebu Bekr es-Sıddik (bunu tasdik etmesi dolayısıyla) üstün bir fazilete sahip olmazdı, Kureyşlilerin de ileri geri konuşmalarına, onu yalanlamalarına da imkan bulunmaz dı. Çünkü Kureyşliler, Hz. Peygamber'in verdiği bu haberi yalanlamış, hatta iman etmiş birtakım kimseler irtidat dahi etmişlerdi. Eğer bu rüya ile olmuş olsaydı, hiçbir şekilde buna tepki gösterilmezdi. Hatta müşrikler ona şöyle demişlerdi: Eğer sen doğru söylüyor isen, haydi bize kervanımızla nerede karşılaştığın! bildir, demişler, o da şu cevabı vermişti: "Kervanınız, filan filan yerde idi. Ben oradan geçtim, filan kişi korktu. Bunun üzerine o kimseye: Ne gördün ey filan, denildiğinde o, ben birşey görmedim ancak develer gerçekten ürktüler diye cevap vermiştL" Bu sefer Hz. Peygamber'e: Peki kervanın bize ne zaman ulaşacağını haber ver, demeleri üzerine, Hz. Peygamber: "Kervanınız size şu, şu günü gelecektir" dediğinde onlar, hangi saatte diye sordular. Bu sefer Hz. Peygamber: "Bilemiyorum, acaba güneşin bu taraftan doğuşu mu daha erken gerçekleşecek, yoksa kervanın bu taraftan görünüşü mü daha erken olacak." O gün gelince bir kişi: İşte güneş doğdu demiş, diğeri ise: İşte sizin kervanınız da göründü, demişti. Peygamber (s.a.v.)'dan, Beytü'I-Makdis'in nitelikleri hakkında soru sormuşlardı. Hz. Peygamber de önceden Beytü'I-Makdis'i hiç görmediği halde onlara niteliklerini söyleyivermişti.

 

Sahih'de Ebu Hureyre'nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben, Hicr'de bulunuyorken Kureyş bana İsra'ma dair soru soruyorlardı. Beytü'I-Makdis hakkında iyice tesbit edemediğim bazı hususlara dair bana soru sordular. Bundan dolayı daha önce benzeri görülmedik bir sıkıntıya düştüm. Yüce Allah, Beytü'I-Makdis'i kaldırıp gözlerimin önüne getirdi. Her ne hakkında bana soru sordularsa, ben de onlara cevaplarını verdim. ''

 

Hz. Aişe ile Muaviye'nin: "İsra, ancak Rasulullah (s.a.v.)in ruhu ile gerçekleşmiştir" şeklindeki sözlerine de şöylece itiraz edilmiştir. O sırada Hz. Aişe'nin yaşı küçüktü ve bu olaya şahit olmamıştı. Bu konuda o, Peygamber (s.a.v.)'dan hadis de rivayet etmiş değildir. Muaviye ise, o dönemde olaya tanık olmamış kafir bir kimse idi. Bu konuda o, Peygamber (s.a.v.)'dan da hadis rivayet etmiş değildir. Bu konuda söylediklerimizden daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Kadı İyad'ın ''eş-Şıfa" adlı kitabından olayı takib etmelidirler. Orada bu konuda kalbe şifa verici bilgiler elde edeceklerdir.

 

Hz. Aişe'nin, kanaatinin lehine, Yüce Allah'ın: ''Sana gösterdiğimiz o rüyayı ... ancak insanlara bir fitne kıldık. "(el-İsra, 60) buyruğunu delil göstermişler ve burada Yüce Allah'ın buna "rüya" adını verdiğini söylemişlerdir. Ancak, Yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin ... götüren münezzehtir" buyruğu bunu reddetmektedir. Uykuda gerçekleşen bir olay hakkında "geceleyin yürüten" tabiri kullanılmaz. Aynı şekilde gözle görmeye de ileride bu sürede açıklaması geleceği üzere "rüya" denilir. Konu ile ilgili sabit haberlerde İsranın, beden ile gerçekleştiğine açık bir delalet vardır. Eğer, aklen Yüce Allah'ın kudreti çerçevesinde caiz (mümkün) görülen herhangi bir hususa dair haber varid olacak olursa, -özellikle de harikulade olayların gerçekleştiği dönemde bu söz konusu ise- onu inkara kalkışmanın bir yolu yoktur. Peygamber (s.a.v.)'ın bir çok mi'racları vardır. Bunlardan bazılarının rüya ile olma ihtimali uzak değildir. O bakımdan, Hz. Peygamber'in, sahih hadiste yer alan: "Beyt'in yanında uyku ile uyanıklık arasında bulunduğum bir sırada ... '' hadisi de buna göre yorumlanır. Diğer taraftan, İsranın gerçekleşmesinden sonra tekrar uykuya geri döndürülmesi ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

6- İkinci Mesele: İsra'nın Gerçekleştiği Tarih:

 

İlim adamlarının, bu hususta da görüş ayrılığı vardır. Bu hususta İbn Şihab'dan farklı rivayetler gelmiştir. Musa b. Ukbe'nin O'ndan rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber'in Beytü'l-Makdis'e İsra hadisesi, hicret için Medine'ye çıkışından bir sene önce gerçekleşmiştir. Yunus'un, ondan (İbn Şihab'dan), onun Urve'den, onun Aişe'den rivayetine göre ise Hz. Aişe şöyle demiştir: Hadice (r.anha) namaz farz kılınmadan önce vefat etmiştir. İbn Şihab da der ki: Bu, peygamber (s.a.v.)'a peygamberlik görevinin verilişinden yedi yıl sonra olmuştur.

 

el-Vakkası'nin, İbn Şihab'dan rivayetine göre o şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e, peygamberliğin verilişinden beş yıl sonra İsra gerçekleşmiştir. İbn Şihab der ki: Oruç, Bedir'den önce, Medine'de farz kılındı. Zekat ve hac yine Medine'de farz kılındı. Şarap içmek ise Uhud'dan sonra haram kılındı.

 

İbn İshak der ki: Hz. Peygamber'in, Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksa'ya -ki O aynı zamanda Beytü'l-Makdis'tir- İsra hadisesi İslam'ın Mekke'de kabileler arasında yaygınlık kazandığı dönemde gerçekleşmiştir. Yunus b. Bukeyr ise ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir. Hadice (r.anha) Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kılmıştır. İleride bu rivayet gelecektir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: İşte bu da İsra'nın hicretten birkaç yıl önce gerçekleştiğini göstermektedir. Çünkü Hz. Hadice, hicretten beş yıl önce vefat etmiştir. üç ve dört yıl önce vefat ettiği de söylenmiştir. İbn İshak'ın kanaati ise, İbn Şihab'ın kanaatinden farklıdır. Bununla birlikte -az önce geçtiği üzere- İbn Şihab'dan konu ile ilgili farklı rivayetler de gelmiş bulunmaktadır.

 

el-Harbi şöyle der: İsra, hicretten bir sene önce Rebiülahir ayının 27. gecesi gerçekleşmiştir. Ebu Bekr Muhammed b. Ali b. el-Kasım ez-Zehebi ise ''Tarih'' inde şöyle demektedir: İsra, Mekke'den Beytü'l-Makdis'e olmuştur. Oradan da sema ya uluc tahakkuk etmiştir ve bu Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderilişinden onsekiz ay sonra gerçekleşmiştir. Ebu Ömer der ki: Ben, siyer bilginlerinden ez-Zehebi'nin naklettiği bu görüşü belirtmiş bir kimse olduğunu bilmiyorum. O, bu sözünü siyer bilginleri arasından, bu ilmin kendisine izafe edildiği kişilerden her hangi bir kimseye isnad etmediği gibi, bu konuda görüşü öbürlerinin kanaatine karşı delil gösterilebilecek bir kimseye de ref etmiş (senediyle zikretmiş) değildir.

 

7- üçüncü Mesele: Namazın Farz Kılınması ve Farz Kılındığı Sıradaki Namaz Şekli:

 

Namazın farz kılınışı ile farz kılındığı esnadaki namaz şekline gelince, bunun, Mekke'de, Hz. Peygamber'in semaya mirac'a yükselişi esnasında, İsranın gerçekleştiği gece farz kılındığı hususunda ilim ehli ile siyer bilginleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu husus, Sahih (i Buhari ve Müslim) de ve başkalarında açıkça ifade edilmiştir.

 

Ancak, namazın farz kılındığı esnadaki şekli hususunda görüş ayrılığı vardır. Aişe (r.anha)'den gelen rivayete göre, namaz ikişer rekat olarak farz kılınmıştır. Daha sonra ikamet halindeki namaza iki rekat daha ilave edilerek dörde tamamlandı, yolculuk halindeki namaz da iki rekat olarak olduğu gibi bırakıldı. eş-Şa'bi, Meymun b. Mehran Muhammed b. İshak da böyle demişlerdir.

 

eş-Şa'bi, akşam namazı bundan müstesnadır derken, Yunus b. Bukeyr de şöyle demektedir: İbn İshak dedi ki: Daha sonra Cibril (a.s), Peygamber (s.a.v.)'a İsra. gecesi namaz Hz. Peygambere farz kılındığında Hz. Peygamber'in yanına geldi ve vadinin bir tarafına ayak topuğunu vurdu, oradan bir su fışkırdı. Cibril, abdest alırken, Muhammed (s.a.v.)'da ona bakıyordu. Yüzünü yıkadı, burnuna su verdi, ağzına su alarak çalkaladı. Başına, kulaklarına mesh ettikten sonra topuklarına kadar da ayaklarını (yıkadı) ve ön tarafına da su serpti. Daha sonra kalktı, iki rekat namaz kıldı ve bu iki rekatte de dört defa secde etti. Rasulullah (s.a.v.) geri döndüğünde, Allah gözüne aydınlık vermiş, ruhu hoşnut olmuş ve Yüce Allah'ın emrinden sevdiği bir husus kendisine gelmiş halde döndü. Hz. Hadice'nin elinden tutarak bu pınara geldi. Tıpkı Hz. Cebrail'in abdest aldığı gibi o da abdest aldı. Sonra iki rekat ve iki rekatte de (toplam) dört secde yapmak üzere -Hz. Hadice ile birlikte- namaz kıldı. Daha sonra Hz. Hadice ile birlikte namaz kılıyorlardı.

 

Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre namaz, ikamet halinde dört rekat, yolculuk halinde de iki rekat olarak farz kılındı. Nafi' b. Cübeyr ile elHasen b. Ebi'l-Hasen el-Basri de böyle demişlerdir. İbn Cüreyc'in görüşü de budur. Peygamber (s.a.v.)'dan da buna uygun rivayetler nakledilmiştir. Bu konuda rivayette bulunanlar, Cebrail (a.s)'ın, İsra'nın gerçekleştiği gecenin sabahında zevale doğru indiği ve Peygamber (s.a.v.)'a namazı ve vakitleri öğrettiği hususunda görüş ayrılıkları yoktur.

 

Yunus b. Bukeyr de Ebu'l-Muhacir'in azadlısı Salim'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Meymun b. Mehran'ı şöyle derken dinledim: Namaz, ilkin ikişer rekat farz kılındı. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) dört rekat kıldı ve bu bir sünnet oldu. Böylelikle namaz, misafire (iki rekat) olarak karar oldu ve bu haliyle de namaz tamamdır.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Ber) der ki: Bu delil olarak gösterilemeyecek türden bir isnaddır. Onun: "Bu böylece bir sünnet oldu sözü" münker bir ifadedir. Aynı şekilde eş-Şa'bi'nin yalnızca akşam namazını istisna edip sabahı söz konusu etmemesinin de bir anlamı yoktur.

 

Müslümanlar akşam namazı ile sabah namazı müstesna olmak üzere, ikamet halindeki namazların farzlarının dört rekat olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Onlar bunu ancak ameli olarak ve oldukça yaygın bir nakil ile bilmişlerdir. Bu konuda ilk ve asıl farzın kaç rekat olduğu hususundaki görüş ayrılıklarının kendilerine hiçbir zararı olmaz.

 

8- Mescid-i Haram'a, Mescid-i Nebevi'ye ve Beytü'l-Makdis'e Yolculuk Yapmak:

 

Ezan'a dair açıklamalar -yüce Allah'a hamd olsun- el-Maide Suresi'nde (58. ayet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Al-i İmran Suresi'nde (97. ayet, 1. başlıkta) ise, yeryüzünde (Allah'a ibadet için) yapılmış ilk mescidin Mescid-i Haram olduğu, ondan sonra da Mescid-i Aksa olduğu geçmiş bulunmaktadır. Bu iki mescid arasında da kırk yıllık bir süre bulunduğu ise, Ebu Zerr yoluyla gelen hadisten anlaşılmaktadır. Hz, Süleyman'ın Mescid-i Aksa'yı bina edip ona dua etmesi ile ilgili rivayet de, Abdullah b. Amr yoluyla gelen hadiste zikredilmektedir. Bu iki hadisin bir arada nasıl anlaşılacağına dair açıklamalar da orada geçmiş bulunduğundan, bu konu için oraya başvurulabilir, burada o bilgileri bir daha tekrarlamanın bir anlamı yoktur.

 

Burada, Hz. Peygamber'in: "üç mescid dışındaki (mescidlere) yükler bağlanmaz: Mescid-i Haram'a, Benim bu mescidime ve İlya mescidine yahut Beytü'I-Makdis'e.'' Bu hadisi İmam Malik, Ebu Hureyre yoluyla rivayet etmiştir.

 

Bu hadiste bu üç mescidin sair mescidlerden daha faziletli olduğuna delil teşkil eden ifadeler vardır. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir:

 

Bir kimse, ancak yolculukla veya binek sırtında ulaşabileceği bir mescidde namaz kılmayı adayacak olursa, böyle bir adağı yerine getirmesin, kendisine yakın olan mescidde namaz kılsın. Bundan tek istisna, sözü edilen üç mesciddir. Bunlardan herhangi birisinde namaz kılmayı adayan bir kimse, bu mescidlerde namaz kılmak üzere yolculuğa çıkar.

 

İmam Malik ve ilim ehlinden bir topluluk da, düşmana karşı bir serhad karakolunda (ribatta) ribat yapmayı adayan bir kimsenin, böyle bir ribatın bulunduğu yerde bu adağını yerine getirmesi gerekir. Çünkü böyle bir iş, Yüce Allah'a bir itaattir.

 

Ebu'l-Bahteri ise, bu hadisin rivayetinde "el-Cened mescidini" de ilave etmiştir. Ancak bu ifade sahih değildir ve uydurmadır. Buna dair açıklamalar, bundan önce Kitabımızın Mukaddime bölümünde geçmiş bulunmaktadır.

 

9- İsra'nın Hikmeti:

 

Yüce Allah'ın: "Mescid-i Aksa'ya" buyruğunda bu mescide "el-Aksa" niteliğinin veriliş sebebi, onun ile Mescid-i Haram arasındaki uzaklıktır. O gün ziyaret ile tazim olunan yeryüzünde Mekkelilere en uzak mescid o idi. Daha sonra Yüce Allah: "çevresini mübarek kıldığımız" diye onu nitelemektedir. Denildiğine göre bu mübarek kılış, mahsullerle ve akan ırmaklarla idi. Bir diğer görüşe göre ise, etrafında defnedilmiş bulunan peygamber ve salihlerle mübarek kılınmıştır. Mukaddes kılınması da bundan dolayıdır.

 

Muaz b. Cebel de Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Yüce Allah buyuruyor ki: Ey Şam, sen Benim ülkelerimin en seçkinisin. Ve Ben, sana doğru kullarımın en seçkinlerini gönderiyorum.''

 

"Ona ayetlerimizden bazısını gösterelim diye" buyruğu hitabın çeşitlendirilmesi kabilindendir. Yüce Allah'ın, ona göstermiş olduğu ve insanlara bildirdiği hayret verici ayetler ile Mekke'den Mescid-i Aksa'ya -bir aylık mesafe olmasına rağmen- bir gecede geceleyin yürütülmesi, semaya urucu (yükselişi) -Müslim'in Sahihi'nde ve diğerlerinde sabit olduğu üzere- bütün peygamberleri teker teker nitelikleriyle anlatması, işte bu ayetler arasındadır.

 

"Şüphesiz ki O, işitendir, görendir." Buna dair açıklamalar daha önceden (en-Nisa, 58. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

İsra 2

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR