ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KEHF

32

/

34

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلاً رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا

بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاً {32}

 كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْئاً وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراً {33}

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالاً وَأَعَزُّ نَفَراً {34}

 

32. Onlara o iki adamı misal ver! Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, iki bağın etrafını hurma ağaçlarıyla donatmış, aralarında ekinler bitirmiştik.

33. Bu iki bağ, mahsullerini vermiş, hiç bir şeyi eksik bırakmamıştı. Bunların arasında bir ırmak da akıtmıştık.

34. Onun ayrıca bir geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, malca senden zenginim, sayıca da senden güçlüyüm."

 

Yüce Allah'ın: "Onlara o iki adamı misal ver" şeklindeki bu buyruğu, dünyalık dolayısıyla kendisini üstün ve güçlü bilen, buna karşılık mü'minlerle birlikte oturup kalkmaktan (büyüklendiği için) çekinen kimseye verilmiş bir misaldir. O bakımdan bu buyruk, Yüce Allah'ın: "Sabah akşam Rabblerinin rızasını dileyerek O'na dua edenlerle beraberliğini sebatla sürdür'' (Kehf 28) buyruğu ile alakalıdır.

 

Burada örnek verilen iki kişinin adı ve bunların muayyen olarak kim oldukları hususunda farklı görüşler vardır. el-Kelbi der ki: Ayet-i kerime Mekke ahalisinden Mahzumoğullarına mensup birisi, mü'min olup adı Ebu Seleme Abdullah b. Abdilesed b. Hilal b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum olan ve Peygamber (s.a.v.)'dan önce Umm Seleme'nin kocası olan; diğeri ise kafir olup el-Esved b. Abdilesed olan iki kardeş hakkında inmiştir. Aynı zamanda es-Saffat Suresi'nde Yüce Allah'ın: ''Aralarından birisi diyecek ki: Gerçekten benim birdostum vardı ..." (es-Saffat, 51) buyruğunda sözü edilen iki kardeş de bunlardır. Bunların her birisine dört bin dinar miras kalmıştı. Onlardan birisi malını Allah yolunda harcayıp daha sonra kardeşinden kendisine bir şeyler vermesini istedi, kardeşi de bilinen sözlerini söyledi. .. Bunu, es-Sa'lebi ve el-Kuşeyri zikretmişlerdir.

 

Ayet-i kerimenin Peygamber (s.a.v.) ile Mekke ahalisi hakkında indiği de söylenmiştir.

 

Bir görüşe göre de bu buyruk, Allah'a iman eden herkes ile inkar eden herkese dair bir misaldir.

 

Bir başka görüşe göre bu, Uyeyne b. Hısn ile arkadaşlarının ve Selman, Suheyb ve arkadaşlarının bir misalidir. İbn Abbas'ın görüşüne göre Allah onları, birileri mü'min olup adı Yahuda olan İsrailoğullarından iki kardeşe benzetmektedir. Mukatil ise bu kişinin adının Temliha olduğunu söylemiştir. Diğeri ise kafir olup adı Kartuş idi. İşte Yüce Allah'ın es-Saffat Suresi'nde sözünü ettiği iki kişi de bunlardandır. Muhammed b. el-Hasen el-Mukri de bunu böylece sözkonusu ederek şöyle demektedir: Bu iki kişiden hayırlı olan zatın adı Temliha, diğerinin adı da Kartuş idi. Bunlar, ortaktılar. Daha sonra mallarını paylaştırdılar. Bunların her birine üç bin dinar düştü. Mü'min olanı bin dinara köle satın alıp onları azad etti, bin dinara elbise satın alıp çıplakları giydirdi, bin dinara da yiyecek satın alarak açları yedirdi. Aynı şekilde mescidler inşa etti, hayır işleri yaptı.

 

Diğeri ise, sahip olduğu mal ile varlıklı kadınlarla evlendi, atlar, inekler satın aldı ve bunlar çoğaldı. Aşırı derecede bunların yavruları artıp durdu. Parasının geri kalanıyla da ticaret yaptı. Büyük bir kar sağladı ve bütün çağdaşlarından daha zengin oldu. Birincisi ise muhtaç düştü. Bir bahçede ücretle çalışmak istedi ve kendi kendisine: Eski ortağım ve arkadaşımın yanına gidip ondan, bahçelerinden birisinde beni çalıştırmasını istesem umarım bu benim için daha uygundur, diyerek arkadaşının yanına gitti ise de, önündeki teşrifatçıların kabalıkları ve çokluğu dolayısıyla nerdeyse ona ulaşamayacaktı. Arkadaşının yanına varınca arkadaşı onu tanıdı ve ihtiyacını sordu. Ona:

 

Peki, seninle malımızı yarı yarıya bölüştürmedik mi? Malına ne yaptın? Arkadaşı şu cevabı verdi: Ben, o malımla daha hayırlı ve daha kalıcı olan şeyleri satın aldım. Arkadaşı kendisine: Sen gerçekten bunu tasdik edenlerden misin? Ben, kıyametin kopacağını zannetmiyorum. Görüşüme göre de sen ancak bir beyinsizsin. Senin bu beyinsizliğine karşı benim sana vereceğim, seni mahrum bırakmaktan başka bir şey değildir. Benim, malımı ne şekilde kullandığımı görmüyor musun? Nihayet malım işte gördüğün bunca servet ve bu güzel duruma geldi. Bu durumumuzun sebebi, benim kazanıp kar sağlamam, senin ise beyinsizce harcamandır. Haydi, yanımdan çek git, dedi. Daha sonra Kur'an-ı Kerim'de sözünü ettiği şekilde mahsullerinin üzerine Yüce Allah'ın, semadan göndermiş olduğu afet ile bu zenginin varlığı ve mahsulleri toptan imha edildi.

 

es-Sa'leb'ı bu olayı bir başka lafızIa nakletmekle birlikte; onun da ihtiva ettiği anlam buna yakındır.

 

Ata dedi ki: Bunlar, sekizbin dinarı olan iki ortak idiler. Denildiğine göre, bu serveti babalarından miras almışlardı. Ve bunlar iki kardeş idi. Bu serveti aralarında paylaştılar. Onlardan birisi, bin dinara bir arazi satın aldı. Diğeri ise: Allah'ım, filan kişi bin dinara bir arazi satın aldı. Ben de bin dinara karşılık Senden cennette bir arazi satın alıyorum, deyip o bin dinarı tasadduk etti. Daha sonra birincileri diğer bin dinara bir ev yaptı. Öteki: Allah'ım, filan kişi bin dinara bir ev inşa etti. Ben de, bin dinara karşılık Senden cennette bir ev satın alıyorum diyerek, bin dinarı tasadduk etti. Daha sonra birincileri evlenip bu evliliği dolayısıyla bin dinar harcadı. Öteki: Allah'ım! Filan kişi bin dinar harcayarak bir kadın ile evlendi, ben de Senden bin dinara karşılık cennet kadınlarından istiyorum, diyerek bin dinar tasadduk etti. Daha sonra diğeri, bin dinara hizmetçiler ve çeşitli eşyalar satın aldı. Öteki:

 

İşte ben de Senden, cennette bin dinara karşılık hizmetçi ve eşyalar satın alıyorum deyip bin dinar tasadduk etti.

 

Daha sonra ileri derecede muhtaç oldu ve: Olur ki, arkadaşımın bana bir iyiliği dokunur, diyerek arkadaşının yanına gitti, arkadaşı ona: Malına ne oldu deyince, o da yaptıklarını anlattı. Bu sefer, arkadaşı: Sen gerçekten bu söylediklerini tasdik eden birisi misin? Allah'a yemin ederim, ben de sana hiç bir şey vermeyeceğim, dedikten sonra ona şöyle dedi: Sen, semanın ilahına ibadet ediyorsun. Bense ancak bir puta ibadet ediyorum. Bunun üzerine öbürü, Allah'a yemin ederim buna öğüt vereceğim, dedi ve öğüt verip hatırlatmalarda bulundu, korkuttu. Bu sefer diğeri: Haydi beraber gidelim, balık avlayalım. Kim daha çok balık avlayacak olursa o kişi hak üzeredir, dedi. Öteki: Kardeşim, gerçek şu ki, dünya Allah nezdinde iyilik yapana bir mükafaat, kafire de bir ceza kılınmayacak kadar değersizdir.

Böyle demekle onu kendisi ile birlikte ava çıkmaya zorladı. Allah, her ikisini de sınadı. Kafir olan ağını atıyor, putunun adını, anıyor ve ağı balıkla dolup taşarak çekiyordu. Mü'min ise Allah'ın adını anarak ağına attığı halde, ağına bir şey takılmıyordu. Diğeri ona: Durumu nasıl görüyorsun? İşte dünyada benim payım da, konumumda, etrafımdakilerin sayısı da senden daha fazladır. Eğer senin iddia ettiğin bu gerçek ise, ahirette de böylece ben senden daha üstün olacağım, dedi.

 

(Ata) dedi ki: Onlar üzerinde görevli olan melek, bu işe üzüldü. Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Cebrail'e bu meleği alıp cennetlere götürmesini ve mü'min kişinin o cennetlerdeki yerlerini göstermesini emretti. Melek, Allah'ın mü'min kişi için hazırladıklarını görünce, şöyle dedi: İzzetin hakkı için o sonunda buraya varacak olduktan sonra, dünyada karşı karşıya kalacağı durumların hiç bir zararı olmaz. Diğer taraftan kafirin cehennemdeki yerini de gösterince aynı melek şöyle dedi: Bunun da varacağı yer burası olduktan sonra, izzetin hakkı için onun dünyadan elde ettiklerinin hiç bir faydası olmaz.

 

Daha sonra Yüce Allah mü'minin canını aldı, kafiri de nezdinden gönderdiği bir azab ile helak etti. Mü'min, cennete yerleşip Allah'ın kendisi için hazırladıklarını görecek ve arkadaşları ile birlikte birbirlerine soru soracaklarında o: "Gerçekten benim bir dostum vardı, o diyordu ki: Gerçekten sen inananlardan mısın?" (es-Saffat, 51-52) buyruğunda sözü edilenleri söyleyecektir. Bunun üzerine bir münadi de şöyle seslenecektir: Ey cennet ehli! "Siz de tekrar bakar mısınız? Baktı ve onu cehennemin ortasında gördü. " (es-Saffat 51) İşte bunun üzerine "onlara o iki adamı misal ver ... " ayeti nazil oldu.

 

Yüce Allah bu sürede bu iki kardeşin dünyadaki hallerini beyan ettiği gibi, ahiretteki hallerini de es-Saffat Süresi'nde: "Gerçekten benim bir dostum vardı. O diyordu ki, gerçekten sen inananlardan mısın ... işte çalışanlar böylesi için çalışsınlar" (es-Saffat, 51-61) ayetleri beyan etmektedir.

 

İbn Atiyye dedi ki: İbrahim b. el-Kasım el-Katip, "Acaibü'l-Bilad" adlı eserinde Tinis Gölü'nün burada sözü edilen iki bahçe olduğunu zikretmektedir. Bu iki bahçe, iki kardeşe ait idi. Onlardan biri hissesini diğerine sattı ve bu aldığı bedeli Allah'a itaat yolunda harcadı. Diğeri de, bu yaptığı dolayısıyla onu ayıpladı ve aralarında -sözü edilen- konuşma cereyan etti. Allah da bir gece içerisinde o bahçeyi su altında bıraktı. Bu ayet-i kerime ile Allah onu kast etmiştir.

 

Diğer görüşe göre, Yüce Allah'ın bu ümmete vermiş olduğu bir misaldir, daha önceden meydana gelmiş bir duruma ait bir haber değildir. Bundan maksat ise, dünyaya rağbeti azaltmak ve rağbeti ahirete yöneltmektir. Bu örneği, bir uyarı ve bir korkutma olarak zikretmiştir. Bu görüşü de el-Maverdi nakletmektedir. Ancak ayetin siyakı bunun aksine delildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

 

"İki bağın etrafını hurma ağaçları ile donatmış" yani, bu bahçelerin çevresini hurma ağaçları ile çevirmiştik.

 

"Yan ve taraf" demektir. Çoğulu, "Etraf" şeklinde gelir. "Topluluk, filan kimsenin etrafını kuşattılar, çevirdiler" denilir. Yüce Allah'ın: "Melekleri de Arşın etrafını kuşatmış olarak. ..'' (ez-Zümer, 75) buyruğu da buradan gelmektedir.

 

"Aralarında ekinler bitirmiştik." Yani Biz, üzüm bağının etrafını hurma ağaçları ile çevirmiş, üzüm bağlarının ortasında da ekin bitirmiştik.

 

"Bu iki bağ" yani, bunların her birisi, "mahsullerini" eksiksiz olarak "vermiş"dir. Bundan dolayı Yüce Allah burada tekil olarak; "Vermiş" diye buyurmuş, "İkisi de vermişlerdi" diye buyurmamıştır.

 

(Her ikisi anlamına gelen): (...) ile, (...) lafzı tekil midir, yoksa tesniye midir, hususunda görüş ayrılığı vardır. Basralılar bunun tekil olduğunu söylemişlerdir. Çünkü, onlara göre bu iki kelime tesniye olan bir lafzı te'kid etmek için tıpkı çoğulu te'kid etmek için kullanılan; (...) lafzına benzemektedir. O bakımdan bu, tesniye olmayan müfred bir isimdir. Eğer bundan sonra zahir bir isim gelecek olursa bu lafız ref', nasb ve cer hallerinde de aynı şekilde olur. O bakımdan; "Her iki adamı gördüm, bana her iki adam geldi ve yolum her iki adama da uğradı" denilir (ve hiç birisinde bu lafzın şekli değişmez). Eğer bir zamire bitişecek olursa, sondaki elif, cer ve nasb hallerinde "ya "ya kalbedilerek: "Her ikisini gördüm ve her ikisine de yolum uğradı" denilir. Tıpkı "Onlara, üzerlerine" demek gibi.

el-Ferra ise şöyle demektedir: Bu, tesniye bir lafızdır. "Hepsi, bütünü" lafzından alınmış olup, sonundaki lam, tahfif edilmiş ve tesniye dolayısıyla elif ilave edilmiştir. Müennes için kullanılan; (...) de böyledir. Bunlar, ancak muzaf olarak kullanılırlar ve tekil olarak kullanılmazlar. Şayet tekil olarak kullanılacak olsa o takdirde; (...) denilir. el-Ferra bu görüşüne şairin şu beyitini de delil göstermektedir: "Onun (deve kuşunun) her iki ayağının her birinde bir tek fazlalık çıkıntı vardır. İki ayağının her birisinde böyle bir fazlası vardır."

 

O, bununla iki ayağından birisini kastettiğinden tekil kullanmıştır. Ancak bu görüş Basralılara göre zayıftır. Çünkü, eğer bu kelime tesniye olsaydı, nasb ve cer halinde zahir isim ile birlikte kullanıldığı takdirde "elif"in "ya "ya dönüşmesi icabederdi. Çünkü; (...) kelimesinin anlamı, (...) kelimesinin anlamından farklıdır. Zira, ikincisi kuşatıcılık için kullanılırken, diğeri belli bir şeye delalet etmektedir. Burada beyiti nakledilen şairin "elif"i hazfetmesi ise zaruretten dolayıdır ve o bu "elif"i zaid olarak takdir ettiğinden dolayı hazfetmiştir. Zarureten söylenen bir sözün ise delil olarak kullanılması caiz değildir. Böylelikle bunun; "Benimle beraber" anlamındaki kelime gibi müfred bir isim olduğu sabit olmada ancak tesniyeye delalet etmek için kullanılmıştır. Nitekim Arapların: "Biz" şeklindeki kelimeleri, tek müfred bir isim olmakla birlikte iki ve daha fazla kişiye delalet etmektedir. Buna şair Cerir'in şu sözleri de delildir: "Umame'nin her iki günü de engel olma günüdür. Biz, ona ancak seyrek seyrek gitsek bile."

 

Böylelikle şair burada bu lafzı tek bir gün hakkında haber vermek için kullanmıştır. Nitekim, Yüce Allah'ın "Vermiş" buyruğunda da haber tekil olarak gelmiştir. Eğer tesniye olsaydı, bunun için "İkisi de vermişti" diye buyurması gerektiği gibi, şairin de burada; "İki gün" demesi gerekirdi.

 

Aynı şekilde; "İkisi" lafzının "elif"i hususunda da ihtilaf edilmiştir.

Sibeveyh, bu "elif"in te'nis için olduğunu ve buradaki "te" harfinin de lamu'lfi'l (üç harfli kelimenin son harfi) den bedel olduğunu ve aslında bunun "vav" olduğunu, kelimenin aslının ise; (...) şeklinde geldiğini söylemiştir. Bu "vav"ın "te "ye ibdaline sebep ise, "te" harfinde müenneslik alameti bulunduğundan dolayıdır. (...) deki "elif" ise, zamir ile birlikte "ya"ya dönüşebilir ve bu durumda müenneslik alameti olmaktan çıkar. O halde "vav" harfinin te'ye ibdali, te'nis'in tekidi demek olur. Ebu Ömer el-Cermi ise şöyle demektedir: Buradaki "te" mülhaktır. (Sonradan getirilmiştir). "Elif" ise, lamu'l-fi'l'dir. el-Cermi'ye göre bu kelimenin takdiri vezni; (...) şeklindedir. Ancak durum onun dediği gibi olsaydı, Arapların bu kelimeyi ism-i mensub yapmaları halinde; (...) demeleri gerekirdi. Ancak, bunun yerine; (...) diyerek "te"yi düşürmüş olmaları, onların bunu; "Kız kardeş" kelimesini nisbet yaparak; (...) demeleri şeklindeki "te" gibi değerlendirdiklerini göstermektedir. Bu açıklamayı el-Cevheri yapmıştır.

 

Ebu Cafer en-Nehhas ise şöyle demektedir: Nahiv bilginleri, Kur'an-ı Kerim dışında, manayı gözönünde bulundurarak; "Bu iki bağ, mahsullerini vermişler. .. " denilmesini caiz kabul etmişlerdir. Çünkü, bunun tercih olunan anlamı, "Her ikisi de vermişlerdir" şeklindedir.

 

el-Ferra -aynı anlamı ifade etmek üzere-: (...) denilmesini de uygun kabul etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü bu; "Her iki bahçe de" demektir. (el-Ferra) dedi ki: Abdullah (b. Mes'ud)'un kıraatinde de; (...) şeklindedir. Buna göre el-Ferra'nın kanaatine göre anlam: "O, iki bağın hepsi de yemişlerini vermiştir" şeklindedir.

 

"Mahsul" hurma ve sair ağaçların meyveleri hakkında kullanılır. Bununla birlikte yenilen her bir şey hakkında da bu lafız kullanılabilir. Yüce Allah'ın: "yiyecekleri.... devamlıdır" (er-Ra'd, 35) buyruğu da bu kabildendir.

 

"Hiç bir şeyi eksik bırakmamıştı." Herşeyi tam ve mükemmel vermişti. "Bunların arasında da bir ırmak akıtmıştık." Yani, iki bahçenin ortasından bir ırmak akıtmış ve ona akacak yer (yatak) yapmıştık.

 

"Onun, ayrıca bir geliri de vardı" buyruğundaki; "Gelir" kelimesini Ebu Cafer, Şeybe, Asım, Yakub ve İbn Ebi İshak, peltek "se" ile "mim" harflerini üstün olarak okumuşlardır. Aynı şekilde; "Nihayet bütün serveti yok edildi" (42. ayet) buyruğunda da bu şekilde ve; (...) in çoğulu olarak okumuşlardır. el-Cevherı dedi ki: "Gelir, mahsul" kelimesi, (...)'in tekilidir. (...)'in çoğulu ise, (...) şeklinde gelir. el-Ferra da; (...)'in çoğulu; (;i) şeklinde gelir demiştir. (...) in çoğulu, (...) şeklinde de gelir. (...); aynı şekilde nemalandırılan mal, anlamına gelir. Ebu Amr ise bu kelimeyi peltek "se" ötreli, "mim" harfini de sakin olarak okumuş ve bunu "çeşitli mallar" diye açıklamıştır. Diğerleri ise her iki harfi de ötreli olarak okumuşlardır.

 

İbn Abbas, altın, gümüş ve çeşitli mallar, diye açıklamıştır. Bundan önce el-En'am Süresi'nde (99. ayet, 4. başlıkta) buna dair geniş açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

en-Nehhas şunu nakletmektedir: Bize Ahmed b. Şuayb anlattı, dedi ki: Bana, İmran b. Bekkar haber verdi, dedi ki, bize İbrahim b. el-Ala ez-Zübıdı anlattı, dedi ki, bize Şuayb b. İshak anlattı, dedi ki, Harun dedi ki: Bana Eban, Sa'leb'den anlattı. O, el-A'meş'den naklettiğine göre Haccac şöyle dedi: Eğer ben, "ayrıca onun bir geliri de vardı" anlamındaki buyruğu her hangi bir kimsenin; (...) diye okuduğunu işitecek olursam, şüphesiz dilini keserim. Bunun üzerine ben el-A'meş'e: Sen bunu kabul ediyor musun dedim o, hayır bunu kabul etmeyi gerektirecek hiç bir taraf yok ki, dedi O bakımdan o, (...) diye okur ve bunu; (...) in çoğulu olarak kabul ederdi.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu görüşe göre; (...) in çoğulu; (...) şeklinde gelir. Bundan sonra; (...) in çoğulu ise (...) diye gelir. Bu da Arap dilinde güzel bir şekildir. Ancak, birincisinin doğru olma ihtimali daha kuvvetlidir, doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Bu iki bağ mahsullerini vermiş" buyruğu, onun mahsul ve meyvesinin bulunduğuna bir delildir.

 

"Bu yüzden, arkadaşı ile konuşurken arkadaşına dedi ki..." sözlü olarak onun kanaatini red ederek cevap verdi, demektir.

 

Muhavere; karşılıklı cevap vermek demektir. Tehavür de birinin diğerine cevap vermesi demektir. Mesela, "Onunla konuştum da o bana karşılık olarak cevap vermedi" denilir. Aynı anlamda olmak üzere (...) tabirleri de kullanılır.

 

"Ben, malca senden zenginim, sayıca da senden güçlüyüm" buyruğundaki "nefer: sayı" kelimesi, on kişiden daha aşağı sayıyı anlatmak üzere kullanılan "raht" demektir. O, burada -önceden açıklandığı üzere- kendisine tabi olanları, hizmetçileri ve çoluk çocuğunu kastetmiştir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kehf 35-36

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR