ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

24

/

35

اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى {24} قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي {25} وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي {26} وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي {27} يَفْقَهُوا قَوْلِي {28} وَاجْعَل لِّي وَزِيراً مِّنْ أَهْلِي {29} هَارُونَ أَخِي {30} اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي {31} وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي {32} كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيراً {33} وَنَذْكُرَكَ كَثِيراً {34} إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيراً {35}

 

24. "Firavun'a git! Çünkü o iyice azmıştır."

25. Dedi ki: "Rabbim, göğsümü genişlet;

26. "İşimi kolaylaştır.

27. "Bir de dilimden bağı çöz ki,

28. "Sözümü anlasınlar.

29. "Bana ailemden bir yardımcı ver.

30. "Kardeşim Harun'u,

31. "Onunla sırtımı pekiştir;

32. "Ve onu işimde ortak yap!

33. "Ta ki, Seni çok tesbih edelim,

34. "Seni çok analım.

35. "Çünkü Sen bizi hakkıyla görensin."

 

"Firavun'a git! Çünkü o iyice azmıştır." Yüce Allah, Musa (a.s.)'ı asa ve el (mucizesi) ile teselli edip ona Resul olduğuna delil olan hususları gösterdikten sonra, Firavun'a gidip davet etmesini emretti.

 

"İyice azmıştır" İsyan etmiş, büyüklük taslamış, küfre girmiş, zorbalık etmiş ve haddi aşmıştır, demektir.

 

"Dedi ki: Rabbim, göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır. Bir de dilimden bağı çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden bir yardımcı ver, kardeşim Harun'u." Bu sözleriyle risaletin tebliği için Yüce Allah'tan kendisine yardımcı olmasını diledi.

 

Denildiğine göre Yüce Allah, kendisine Firavun'un kalbini bağlamış olduğunu ve onun iman etmeyeceğini bildirmişti, Bunun üzerine Musa (a.s) şöyle demişti: Rabbim, Sen kalbini bağlamışken bana ona gitmemi nasıl emredersin? Ona rüzgar ile görevli meleklerden birisi geldi, ey Musa dedi. Allah'ın sana emrettiği göreve git. Bunun üzerine Musa: "Rabbim, göğsümü genişlet" dedi. Yani Sen ona genişlik ver, iman ve nübüvvet ile onu nurIandır.

"İşimi kolaylaştır." Bana vermiş olduğun Firavun'a risaleti tebliğ emrini kolaylıkla yerine getirebilmem için yardım et. "Bir de dilimden bağı çöz." Küçükken ağzında söndürmüş olduğu kor ateşten ötürü dilindeki ağırlığı kastetmektedir.

 

İbn Abbas dedi ki: Dilinde bir ağırlık vardı. Şöyle ki: O günün birinde daha küçükken Firavun'un kendisini kucağına aldığı bir sırada ona bir tokat vurdu, arkasından sakalını tutup yolmaya koyuldu. Firavun, Asiye'ye: Bu benim düşmanımdır. Haydi kesicileri çağır! dedi. Asiye: Yavaş ol dedi, o küçük bir çocuktur. Eşyayı birbirinden ayırt edemiyor. Daha sonra iki leğen getirtti. Bunlardan birisine kor ateş, diğerine mücevher koydurdu. Cibril, Musa (a.s)'ın elini alarak ateşe uzattırdı ve o ateşi kaldırıp dilinin üzerine koydu. İşte dilindeki ağırlık bundan olmuştu.

 

Rivayete göre eli yanmış, Firavun da onu tedavi etmek için çok gayret göstermiş idiyse de iyileşmemişti. Musa, Firavun'u davet edince, o: Sen beni hangi rabbe davet ediyorsun, diye sormuş. O da: Senin iyileştirmekten acze düştüğün elimi iyileştirene, demişti.

 

Kimilerinden nakledildiğine göre de: Elinin iyileşmeyiş sebebi Firavun ile birlikte elini aynı yemek kabına uzatmayarak, aralarında karşılıklı yemek yeme hukukunun oluşmaması içindi.

 

Acaba dilindeki bu ağırlık sonradan çözüldü mü yoksa devam mı etti hususunda farklı görüşler vardır. Yüce Allah'ın: "istediğin sana verildi. Ey Musa"(Ta-Ha, 36) buyruğunun delil olduğu üzere bu ağırlık çözülmüştür denildiği gibi, büsbütün çözülmemiştir. Firavun'un söylediği bize nakledilen:

 

"Ve sözünü nerede ise açıklayamayan" (ez-Zuhruf, 52) buyruğu buna delildir. Diğer taraftan Musa (a.s): Dilimin bağını büsbütün çöz, dememiştir. İşte bu dilinde bir parça ağırlık ve tutukluk kaldığını göstermektedir.

 

Bir diğer görüşe göre Yüce Allah'ın: "istediğin sana verildi"buyruğunun delil olduğu üzere büsbütün çözülmüştür. Firavun'un: "Ve sözünü nerede ise açıklayamayan" (ez-Zuhruf, 52) demiş olması, onu terbiye ettiği dönemlerdeki bu bağın bulunduğunu bilmekle birlikte, rahatsızlığın ortadan kalkmış olduğunu henüz kesin tesbit edememiş olduğundandi.

 

Derim ki: Bu açıklama tartışılabilir bir açıklamadır. Çünkü durum böyle olmuş olsaydı Musa (a.s), Firavun ile gayet açık ve akıcı bir üslupla konuştuğunda: "Ve sözünü nerede ise açıklayamayan" demezdi, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Bir diğer açıklamaya göre; dilindeki bu ağırlık, Rabbi ile münacaatı esnasında meydana gelmiştir. Ta ki O'nun izni olmaksızın başkasıyla konuşamasın,

 

" ... ki sözümü anlasınlar" Benim kendilerine söyleyeceklerimi bilsinler ve iyice kavrasınlar. Fıkıh, Arap dilinde anlamak ve kavramak demektir. Bir bedevi İsa b, Ömer'e: Ben senin anlayış (fıkh) sahibi bir kimse olduğuna tanıklık ederim, İşte buradan hareketle; "Adam anladı (fakih oldu)" ve; "Filan kişi ne bilir, ne beller" denilir. "O şeyi sana kavrattım, bellettim" demektir. Daha sonra fıkıh şeriat ilminin özel adı olmuştur, Bu ilmi bilene de fakih denilir. "Fakih oldu" demektir. "Fakihlik" anlamındadır. Bu ilimle uğraşmayı anlatmak üzere de; "Allah ona fıkhı öğretti, fıkıh ile uğraştı, fıkhı öğrendi" denilir. (...): İlim hususunda karşılıklı olarak tartışmayı anlatmak için kullanılır. Bu açıklamayı el-Cevheri yapmıştır.

 

"Vezir, yardımcı" demektir. Çünkü bu kişi sultanın üzerindeki vizri yani ağırlığı taşır. Nesai'de yer alan bir rivayete göre el-Kasım b, Muhammed dedi ki: Halamı (Aişe r.anha'yı) şöyle derken dinledim: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse bir işin yönetimi başına getirilecek olursa Allah o kimse hakkında hayır dileğinde ona salih bir vezir nasip eder. Unutursa hatırlatır, hatırlarsa kendisine yardımcı olur, ''

 

Peygamber (s.a.v.)ın şu buyruğu da bu muhtevayı dile getirmektedir: "Allah'ın gönderdiği herbir peygamber ve işbaşına getirdiği herbir halifenin mutlaka iki türlü sırdaşı vardır, Bir tür sırdaşlar ona iyiliği emreder ve onu iyiliğe teşvik eder. Öbür tür sırdaşlar ise, ona kötülüğü emreder ve onu işlemeye teşvik ederler. Günahtan korunan ise Allah'ın koruduğu kimselerdir." Bunu Buhari rivayet etmiştir.

 

Musa, Yüce Allah'tan kendisine bir vezir (yardımcı) ihsan etmesini diledi, Ancak yardımcılığının sadece yardımcılık çerçevesine münhasır kalmasını istememiştir. Çünkü bunu istemiş olsaydı, peygamberlikte ona ortak olmazdı. Peygamberlikte ortaklığını istememiş olsaydı, böyle bir dilekte bulunmaksızın da onu görevlendirebilirdi.

 

Yardımcı olarak kimi istediğini açıkça tayin ederek: "Kardeşim Harun'u" demiştir. Harun kelimesi "vezir (yardımcı)" kelimesinden bedel olarak nasb edilmiştir. Takdim ve te'hir esası üzere de "kıl" anlamındaki kelime ile de mansub olabilir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Ve kardeşim Harun'u bana vezir yap. Harun, Musa (ikisine de selam olsun)dan bir yaş daha büyüktü. üç yaş daha büyük olduğu da söylenmiştir.

 

"Onunla sırtımı pekiştir." ("Sırt" anlamı verilen:) el-Ezr; iki yan arası, sırt demektir. Yani onunla beni güçlendir. Yine "el-ezr" güç kuvvet anlamındadır. "Onu güçlendirdi" demektir. Yüce Allah'ın: "Sonra onu gittikçe kuvvetlendirmiş" (Feth, 11) buyruğu da böyledir. Ebu Talib dedi ki: "Bizim atamız Haşim değil midir ki, o gücünü pekiştirmişti ve, Evlatlarına mızrak sallayıp kılıç kullanmalarını tavsiye etmişti."

 

"el-Ezr"in yardım anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani, kendisi vasıtasıyla işimin doğru yola gireceği şekilde onu bana yardımcı kıl demek istemiş şair de şöyle demiştir: "Onun yardımı ile ben işimi doğrultup pekiştirdim ve inandım ki o, Gideceği yolları daralmış fakirliğin kardeşidir."

 

Harun (a.s), Musa (a.s.)'a nisbetle etine daha dolgun, daha uzun boylu, daha beyaz tenli ve dili daha fasih idi. Musa (a.s.)'dan üç yıl önce vefat etmişti. Alnında bir beni vardı. Musa (a.s.)'ın da bunun yumuşağı üzerinde bir beni vardı. Dilinin kenarında da bir beni vardı. Bu ise ne ondan önce kimsede görülmüştür, ne ondan sonra kimsede görülecektir. Dilindeki ağırlığın sebebinin bu olduğu dahi söylenmiştir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Ve onu işimde" nübuvvette ve risaletin tebliğ edilmesinde "ortak yap!"

 

Müfessirler derler ki: Harun o sırada Mısır'da idi. Yüce Allah da Musa'ya Harun ile birlikte gitmesini emretti. Harun'a da Mısır'da iken Musa'yı karşılamasını emretti. Onu (Mısır'a) bir merhale kala karşıladı ve kendisine vahyolunanı haber verdi. Musa da ona dedi ki: Allah bana Firavun'a gitmemi emredince, ben Rabbimden seni de benimle birlikte resul kılmasını istedim.

 

Kıraat alimleri genel olarak: "Kardeşim ... pekiştir" şeklinde hemzeyi vasl ile, buna karşılık; "Ortak yap" lafzında dua olmak üzere hemzeyi üstün okumuşlardır. Yani, ey Rabbim onunla sırtımı pekiştir ve benimle birlikte işimde onu da ortak kıl!

 

İbn Amir, Yahya b. el-Haris, Ebu Hayve, el-Hasen ve Abdullah b. Ebi İshak ise; -aynı lafızları- (...) şeklinde kat' "elif"i ile ve; (...) diye okumuşlardır. Yani ey Rabbim ben onunla sırtımı pekiştirecek ve onu işime ortak kılacağım demektir.

 

en-Nehhas dedi ki: Böyle okuyanlar bu iki fiili "bana ailemden bir yardımcı kıl" sözüne cevap olarak cezm mahallinde kabul etmişlerdir. Ancak bu kıraat, hem şaz hem de açıklanması zor bir kıraattir. Çünkü böyle bir yerde cevap, şart ve ceza manasını taşır.

O vakit de: Şayet aile halkımdan bana bir yardımcı kılacak olursan onunla sırtımı pekiştir ve onu işimde ortak kıl, demek olur. Onun işi ise peygamberlik ve risalettir. Böyle bir şey ise onun yetkisinde değil ki, bunu ayrıca haber verebilsin. O, Yüce Allah'tan kardeşini peygamberlikte kendisine ortak kılmasını dilemiştir.

 

"Kardeşim" kelimesinde İbn Kesir ve Ebu Amr "ya" harfini üstün okumuşlardır.

"Ta ki Seni çok tesbih edelim." Burada tesbihin, Senin için namaz kılalım anlamında olduğu söylenmiştir. Dil ile tesbih anlamına gelme ihtimali de vardır. Yani Seni celaline yakışmayan şeylerden tenzih edelim. "Çok" anlamındaki kelime de hazfedilmiş bir mastarın sıfatıdır. Zamanın sıfatı olması da mümkündür. Buradaki "kef"lerin birbirine idğam edilmesi güzeldir. "Seni çok analım" buyruğunda da böyledir.

 

"Çünkü Sen bizi hakkıyla görensin." el-Hattabi dedi ki: el-Basir (çok iyi gören) işlerin gizliliklerini bilen demektir. Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur.

 

Ey bizi bilen ve küçüklüğümüzde bizim imdadımıza yetişerek, bize iyilikte bulunan! Aynı şekilde bu hususta da Sen bize ihsanda bulun!

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 36-42

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR