HAC 40 |
الَّذِينَ
أُخْرِجُوا
مِن
دِيَارِهِمْ
بِغَيْرِ
حَقٍّ
إِلَّا أَن يَقُولُوا
رَبُّنَا
اللَّهُ
وَلَوْلَا
دَفْعُ
اللَّهِ
النَّاسَ
بَعْضَهُم
بِبَعْضٍ
لَّهُدِّمَتْ صَوَامِعُ
وَبِيَعٌ
وَصَلَوَاتٌ
وَمَسَاجِدُ
يُذْكَرُ
فِيهَا
اسْمُ
اللَّهِ كَثِيراً
وَلَيَنصُرَنَّ
اللَّهُ مَن
يَنصُرُهُ
إِنَّ
اللَّهَ
لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ |
40. Onlar ki,
yurtlarından haksız yere ve sadece "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri
için çıkarıldılar. Eğer Allah insanların bir kısmıyla, diğer bir kısmını
savmasaydı elbette manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Allah'ın
adının çokça anıldığı mescitler yıkılırdı. Allah kendi (dini)ne yardım edene,
elbette yardım eder. Muhakkak Allah güçlüdür, Azizdir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:
1- Zulmün ilk Şekli: Yurtlarından
Çıkarılmaları:
2- Savaş izninden Önce ve Sonra
Müslümanların Hali:
3- ikrah Altında Bulunanın Fiili
Zorlayana Nisbet Edilir:
4- Cihadın Faydaları:
5- Zimmet Ehlinin islam ülkesindeki
Mabedleri:
6- Manastırlar, Kiliseler ve Havralar:
7- Gayr-ı Müslimlerin Mabedlerinin,
Müslümanların Mescidlerinden Önce Zikredilmesinin Sebebi:
8- Allah, Dinine Yardım Edene, Yardım
Eder:
1- Zulmün ilk Şekli:
Yurtlarından Çıkarılmaları:
Yüce Allah'ın: "Onlar
ki yurtlarından haksız yere ... çıkarıldılar" buyruğu kendilerine yapılan
zulümlerin birisini dile getirmektedir. Yurtlarından çıkartılış sebebleri
sadece: Rabbimiz bir ve tek olarak Allah'tır demiş olmalarıdır. Yüce Allah'ın:
"Sadece Rabbimiz Allah'tır, dedikleri için" buyruğu munkati' bir
istisnadır. Yani, ama onların Rabbimiz Allah'tır (demeleri bir haktır ve bu
hakka karşı gelerek onları çıkarmışlardır). Bu açıklamayı Sibeveyh yapmıştır.
el-Ferra ise şöyle demektedir: Bu ifadenin cer mahallinde olması da mümkündür.
O böylelikle bunun, "haksız yere" anlamındaki buyruğun başında
bulunan cer harfi olan "be"ye merdud (bağlı) olduğunu kabul
etmektedir. Ebu İshak ez-Zeccac'ın görüşü de budur, ona göre de mana şöyledir:
Onlar yurtlarından haksız
yere çıkarıldılar. Çıkarılmalarının tek sebebi, Rabbimiz Allah'tır demeleridir.
Yani onlar tevhidleri sebebiyle yurtlarından çıkarıldılar, onları çıkartanlar
da putperest kimselerdir.
"Yurtlarından ...
çıkarıldılar" anlamındaki ifade, Yüce Allah'ın: "Kendileri ile
savaşılanlara" anlamındaki buyruktan bedel olarak cer mahallindedir.
2- Savaş izninden Önce
ve Sonra Müslümanların Hali:
İbnu'l-Arabi dedi ki:
İlim adamlarımız şöyle demişlerdir: Resulullah (s.a.v.)a Akabe bey'atinden önce
savaşmaya izin verilmemiş ve kan dökmek ona helal kılınmamıştı. Ona -on yıl
süreyle- sadece Yüce Allah'ın dinine davet etmek, eziyetlere sabretmek,
cahillerin cahilliklerini affetmekle emir verilmişti. Bundan maksat ise Yüce
Allah'ın onlara karşı delilini ortaya koymak ve: "Biz bir rasul
göndermedikçe de azab ediciler değiliz" (el- İsra, 15) buyruğunda lütfunu
dile getirdiği vaadini yerine getirmek için böyle yapmıştır. Tebliğe muhatab
olan insanlar ise azgınlıklarını sürdürdükleri gibi apaçık delilleri de delil
olarak görüp benimsemediler. Kureyşliler ise Peygamber (s.a.v.)a tabi olan
muhacirlere çok ağır baskılar yapmıştı. Öyle ki onları dinlerinde fitneye
düşürdüler, ülkelerinden sürdüler. Onlardan kimisi Habeşistan topraklarına
kaçtı, kimisi de Medine'ye çıkıp gitti. Kimileri de eziyete sabretti. Kureyş
Yüce Allah'a karşı azgınlaşıp emrini reddedip peygamberini yalanlayınca,
Allah'a iman eden, O'nu tevhid ile ibadet edenlere, Peygamber (s.a.v.)ı tasdik
edip, dinine sımsıkı sarılanlara işkencelerini sürdürünce, Yüce Allah da
Resulüne savaşmak için izin verdi. Kendilerine zulmedenlere karşı kendilerini
savunup intikam almalarına müsaade etti ve: "Kendileri ile savaşılanlara
... izin verildi ... işlerin akıbetiAllah'ındır." (el-Hac, 39-41)
buyruklarını indirdi.
3- ikrah Altında
Bulunanın Fiili Zorlayana Nisbet Edilir:
Bu ayet-i kerimede
zorlama ve baskı altında kalan kimsenin yaptığı fiilinin, onu zorlayıp o işi
işlemeye mecbur edene nisbet edileceğine dair delil vardır. Çünkü Yüce Allah
burada çıkarmayı kafirlere nisbet etmektedir. Çünkü ifade günahın miktarını
dile getirmek ve bu günahı işlemeye mecbur tutmak sadedindedir. Bu ayet-i
kerime Yüce Allah'ın: "Hani kafirler onu çıkardıklarında ...
"(et-Tevbe, 40) buyruğuna benzemektedir. Her ikisi hakkında bu kabilden yapılacak
açıklamalar aynıdır. Buna dair açıklamalar daha önce et-Tevbe Süresi'nde (40,
ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.
4- Cihadın Faydaları:
"Eğer Allah
insanların bir kısmıyla, diğer bir kısmını saymasaydı" yani Yüce Allah
peygamberlere ve mü'minlere düşmanlarla savaşmayı meşru' kılmamış olsaydı,
müşrikler her tarafı istila eder ve çeşitli dinlere mensub kimselerin inşa
ettikleri ibadet yerlerini işlemez hale getirirlerdi. Fakat O, çeşitli din
mensuplarının kendilerini ibadete verebilmeleri için savaşmayı farz kılarak,
böyle bir olumsuz hali önlemiş bulunmaktadır.
O halde cihad geçmiş
ümmetlere de emredilmiştir. Şeriatler onunla salah bulmuş ve ibadet yerleri o
sayede ayakta durabilmiştir. Sanki şöyle buyurulmuş gibidir: Savaşmaya izin
verilmiştir, o halde mü'minler savaşsınlar. Daha sonra Yüce Allah bu savaşma
emrini: "Eğer Allah insanların bir kısmıyla, diğer bir kısmını savmasaydı
... " ayetiyle de pekiştirmektedir. Yani eğer savaş ve cihad olmasaydı,
her ümmet arasında mutlaka hakka galib gelinirdi. Buna göre hristiyan ve
sabilerden cihadı uygun bir iş görmeyenler, aslında kendi kabul ettikleri
inançlarıyla çelişmektedirler. Zira savaş olmasaydı, uğrunda savunma yapılan
din diye bir şey kalmazdı.
Aynı şekilde şu dinlerini
tahrif etmeden, değiştirmeden önce yaptıkları mabedler ve İslam'ın bu dinleri
neshetmesinden önce yapılmış mabedler işte bu maksatla burada söz konusu
edilmiştir. Yani bu savunma olmasaydı, Musa döneminde havralar, İsa döneminde
kiliseler ve manastırlar, Muhammed (a.s) döneminde de mescidler yıkılacaktı.
"Yıkılırdı"
kelimesi; "Binayı yıktım", "O da yıkıldı" ifadesinden
alınmıştır.
İbn Atiyye der ki: Bu,
bu ayet-i kerımenin te'vili hususunda yapılmış en doğru açıklamadır.
Ali b. Ebi Talib
(r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Eğer Allah, Muhammed (s.a.v.)'in
ashabı vasıtasıyla kafirleri, tabiinden ve daha sonra gelecek olanlardan
savmasaydı (onların zararlarını önlememiş olsaydı) '" diye açıklamıştır.
İfadelerde her ne kadar
bir kavmin, bir başka kavim vasıtasıyla savulması yani bertaraf edilmesi söz
konusu ise de buna savaş manasının verilmesi -önceden de geçtiği gibi- daha
uygundur.
Mücahid şöyle
demektedir: Eğer Allah bir kavmin zulmünü adil kimselerin şahitliğiyle
savmasaydı. ..
Bir kesim şöyle
açıklamıştır: Eğer Allah zalimlerin zulmünü, adaletli yöneticilerle bertaraf
etmemiş olsaydı. .. Ebu'd-Derda şöyle demektedir: Şayet Yüce Allah mescidde
bulunmayanlara gelecek kötülükleri mescidlerde bulunanlar vasıtasıyla, gazaya
katılmayanlara gelecek kötülükleri gazaya katılanlar vasıtasıyla savmasaydı,
elbetteki azab onları gelir bulurdu.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Eğer Allah faziletli ve hayırlı kimselerin duası ile azabı
savmasaydı. .. ve buna benzer ayet-i kerımenin anlamını açıklayıcı daha başka
açıklamalar da yapılmıştır. Çünkü ayet-i kerımeye göre insanların bir kısmı
vasıtasıyla, bir şeylerin savulması ve kendilerinden bir şeyler savulan
kimselerin varlığı mutlak olarak gereklidir. Bunun üzerinde dikkatle düşünelim.
5- Zimmet Ehlinin
islam ülkesindeki Mabedleri:
İbn Huveyzımendad der
ki: Bu ayet-i kerıme zimmet ehlinin kiliselerini, havralarını, ateş yaktıkları
mabedlerini yıkmayı yasaklamaktadır. Ancak daha önce bulunmayan yeni mabedler
inşa etmelerine izin verilmez. Mevcut binalarını ne genişletebilirler, ne de
yükseltebilirler. Müslümanların ise bu mabedlere girmemeleri ve orada namaz
kılmamaları gerekir. Eğer zimmet ehli mabedlerinde bir fazlalık meydana
getirecek olurlarsa, yıkılması gerekir. Harb ülkesinde bulunan havra ve
kiliseler ise yıkılır. Ancak İslam ülkesinde zimmet ehline ait olanlar
yıkılmaz, çünkü bunlar İslam ülkesi ile ahitleştikleri vakit korunmalarını
istedikleri evleri ve malları durumundadır. Bununla birlikte daha fazla bir şey
yapma imkanını vermek caiz değildir. Çünkü bu yolla küfrün sebeplerinin açığa
çıkartılması, güçlendirilmesi söz konusudur. Mescidlerin yeniden yapılması için
yıkılmaları caizdir. Nitekim Osman (r.a) da Peygamber (s.a.v.)ın mescidini bu
şekilde yıkıp yeniden yapmıştır.
6- Manastırlar,
Kiliseler ve Havralar:
"Yıkılırdı"
anlamındaki kelimenin "dal" harfi hem şeddesiz, hem de şeddeli olarak
okunmuştur.
"Manastırlar"
kelimesi; (...) ın çoğulu olup "fev'ale" vezninde dir. Bu da üst
tarafı sivri, yüksekçe yapı demektir. Tiridin üst tarafını yükseltip inceltti,
anlamında: (...) denilir.
"Keskin zekalı
adam," demektir. "Keskin sözlü adam," anlamına gelir.
İnsanlardan olsun, başka varlıklardan olsun kulağı küçük kimseye denildiği de
söylenmiştir.
Buralar İslam'dan önce
hristiyan rahiplere ve sabiilerin abidlerine mahsus yerlerdi. Bu açıklamayı
Katade yapmıştır. Daha sonra ise müslümanların ezan okudukları yer (minare)
hakkında da kullanılmaya başlanmıştır.
"Kiliseler"
kelimesi (...) in çoğuludur, hristiyanların mabedi olan kilise demektir. Taberi
der ki: Bunun yahudilerin kiliseleri (havraları) anlamında olduğu da
söylenmiştir. (Ancak) daha sonra Mücahid'den böyle bir anlamı gerektirmeyen
açıklamalar bu kelimenin anlamı arasına sokuşturulmuştur.
"Havralar"
kelimesi ile ilgili olarak ez-Zeccac ve el-Hasen:
Bunlar yahudilerin
kiliseleri (manastırları)dır, demişlerdir. İbranice'de bu kelime; (...)
şeklinde söylenir.
Ebu Ubeyde der ki: Bu
kelime hristiyanların çöllerde yolculuklarında dua ve ibadet etmek için
yaptıkları binaların adıdır. Bunlara "saluta" adı verilir ve
Arapça'ya uydurularak "salavat" diye kullanılmıştır.
Bu kelimede İbn
Atiyye'nin söz konusu ettiği şekilde dokuz ayrı kıraat vardır: (...) ile
"fuGli" vezninde; (...) ile "salib"in çoğulu olarak
"be" harfi ile; (...) şeklinde fuGI vezninde üç noktalı peltek se
ile; (...) şeklinde, "sad" ve "lam" harfleri ötreli,
"vav"dan sonra da elif ile; (...) şeklinde, yine "sad" ve
"lam" harfleri ötreli, üç noktalı peltek "se" den sonra
elif ile; (...) şeklinde. Ayrıca "sad" harfi esreli, "lam"
harfi sakin, ondan sonra esreli bir "vav" harfi ile "ye"
harfi, arkasından üç noktalı peltek bir "se" ve ondan sonra da elif
ile; (...) şeklinde.
en-Nehhas'ın
naklettiğine göre de Asım el-Cahderi bu kelimeyi; (...) diye okumuştur. ed-Dahhak'tan
da üç noktah peltek "se" ile; (...) diye okuduğu da rivayet
edilmiştir. Ancak bu kıraatinde "sad" harfini üstün mü, yoksa ötreli
mi okuduğunu bilmiyorum.
Derim ki: Buna göre bu
kelimede oniki kıraat söz konusu olmaktadır. İbn Abbas der ki: "Salavat"
kiliseler demektir. Ebu'l-Aliye der ki: Salavat, sabiilerin mabedleri demektir.
İbn Zeyd der ki: Bunlar müslümanların kıldıkları namazlardır. Düşman onların
üzerine baskın yapacak olursa, namazları kesilir ve mescidler yıkılır. Buna
göre "salavat" hakkında "yıkılma" kelimesi, artık
kılınmaları imkansız hale getirileceği anlamında istiare olarak kullanılmıştır.
Yahut da bu ifadeyle salavat (namaz kılma) yerlerini kastetmiş ve muzafı
hazfetmiş de olabilir.
İbn Abbas, ez-Zeccac ve
başkalarının açıklamalarına göre; yıkma işi hakikat anlamında kullanılmıştır.
el-Hasen ise salavatın yıkılması, namazların terkedilmesi demektir. Kutrub ise:
Salavat küçük manastırlar, demektir. Bunun tekilinin kullanıldığı işitilmiş
değildir.
Hasif'in kanaatine göre
bu isimlerden maksat, ümmetlerin ibadet ettikleri yerlerin kısımlarına işaret
etmektir. Manastırlar (es-sevami') rahiplere, kiliseler (el-bı'a)
hristiyanlara, havralar (es-salavih) yahudilere, mescidler de müslümanlara
aittir.
İbn Atiyye der ki: Daha
açıkça anlaşılan, bu buyruklar ile ibadet yerlerinin anılmasında mübalağa
kastının güdülmüş olmasıdır. Bu isimler çeşitli ümmetler tarafından aynı yerler
hakkında isim olarak kullanılabilir. Ancak kilise (el-bı'a) Arapça'da
hristiyanlara has mabedin adıdır. Bu isimler kitab ehli olan bütün ümmetlerde
eskiden beri bilinen anlamları olan kelimelerdir. Bu ayet-i kerımede mecusiler
de, müşrikler de söz konusu edilmemişlerdir. Çünkü bunların korunmaları gereken
yerleri olmadığı gibi, Allah'ın anılması, ancak semavi şeriat sahibi ümmetler
arasında söz konusudur.
en-Nehhas der ki:
Arapça'da işin gerçeğine bakılacak olursa, "içlerinde Allah'ın adının
çokça anıldığı" vasfının -başkalarına değil de- sadece mescidlere ait
olması gerekir. Çünkü zamir hemen mescidlerden sonra zikredilmektedir. Bununla
birlikte bu zamirin "manastırlar" ile ondan sonra gelen mabed
isimlerine ait olması da mümkündür. O takdirde buyruk, onların şeriatlerinin
tahrif edilmediği ve hakkı ikame ettikleri zamanı kastetmiş olur.
7- Gayr-ı Müslimlerin Mabedlerinin,
Müslümanların Mescidlerinden Önce Zikredilmesinin Sebebi:
Zimmet ehlinin mabedleri
ve dua ettikleri yerler niçin müslümanların mescidlerinden önce zikredilmiştir,
denilecek olursa, cevap olarak: Çünkü onların bina ve yapılışları daha eskidir,
denilir. Bir diğer açıklama da şöyledir:
Buna sebep bunların
yıkılma ihtimallerinin daha yüksek, mescidlerde de Allah'ın adının anılmasının
daha ileri bir ihtimal oluşudur. Nitekim Yüce Allah'ın:
"Onlardan kimisi
nefsine zulmedicidir, kimisi itıdal üzeredir, kimisi Allah'ın izni ile
hayırlarda öne geçmiştir" (Patır, 32) buyruğunda " ileri
geçen"in sonradan anılması da buna benzemektedir.
8- Allah, Dinine
Yardım Edene, Yardım Eder:
"Allah, kendi
(dini)ne yardım edene, elbette yardım eder. " Yani O, dinine ve
peygamberine yardım edene yardım eder.
"Muhakkak Allah
güçlüdür." Yani kudret sahibidir, gücü yetendir. el-Hattabı der ki: Güçlü
(el-Kavi) kadir (gücü yeten, muktedir) anlamında kullanılabilir. Bir şeye güç
yetiren, ona muktedir olur, demektir.
"Azizdir." Pek
yücedir, şanı pek üstündür. Bu açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır. Kendisine zarar
ulaştırılamayan mutlak güçlü anlamında olduğu da söylenmiştir. Biz bu iki ismi
"el-Kitabu7-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı eserimizde
açıklamış bulunuyoruz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN