NUR 11 / 22 |
إِنَّ
الَّذِينَ
جَاؤُوا
بِالْإِفْكِ
عُصْبَةٌ
مِّنكُمْ
لَا
تَحْسَبُوهُ
شَرّاً لَّكُم
بَلْ هُوَ خَيْرٌ
لَّكُمْ
لِكُلِّ امْرِئٍ
مِّنْهُم
مَّا
اكْتَسَبَ
مِنَ الْإِثْمِ
وَالَّذِي
تَوَلَّى كِبْرَهُ
مِنْهُمْ
لَهُ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ {11} لَوْلَا
إِذْ
سَمِعْتُمُوهُ
ظَنَّ
الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ
بِأَنفُسِهِمْ
خَيْراً
وَقَالُوا
هَذَا
إِفْكٌ
مُّبِينٌ {12}
لَوْلَا جَاؤُوا
عَلَيْهِ
بِأَرْبَعَةِ
شُهَدَاء
فَإِذْ لَمْ
يَأْتُوا
بِالشُّهَدَاء
فَأُوْلَئِكَ عِندَ
اللَّهِ
هُمُ
الْكَاذِبُونَ
{13} وَلَوْلَا
فَضْلُ
اللَّهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ فِي
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةِ
لَمَسَّكُمْ
فِي مَا
أَفَضْتُمْ
فِيهِ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ {14} إِذْ
تَلَقَّوْنَهُ
بِأَلْسِنَتِكُمْ
وَتَقُولُونَ
بِأَفْوَاهِكُم
مَّا لَيْسَ
لَكُم بِهِ
عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ
هَيِّناً
وَهُوَ
عِندَ اللَّهِ
عَظِيمٌ {15}
وَلَوْلَا
إِذْ
سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُم
مَّا
يَكُونُ
لَنَا أَن
نَّتَكَلَّمَ
بِهَذَا
سُبْحَانَكَ
هَذَا
بُهْتَانٌ عَظِيمٌ {16}
يَعِظُكُمُ
اللَّهُ أَن
تَعُودُوا
لِمِثْلِهِ
أَبَداً إِن
كُنتُم
مُّؤْمِنِينَ
{17} وَيُبَيِّنُ
اللَّهُ
لَكُمُ
الْآيَاتِ
وَاللَّهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ {18}
إِنَّ
الَّذِينَ يُحِبُّونَ
أَن تَشِيعَ
الْفَاحِشَةُ
فِي الَّذِينَ
آمَنُوا
لَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ فِي
الدُّنْيَا
وَالْآخِرَةِ
وَاللَّهُ
يَعْلَمُ
وَأَنتُمْ
لَا
تَعْلَمُونَ
{19} وَلَوْلَا فَضْلُ
اللَّهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
وَأَنَّ
اللَّه
رَؤُوفٌ
رَحِيمٌ {20} يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لَا
تَتَّبِعُوا
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِ
وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِ
فَإِنَّهُ
يَأْمُرُ
بِالْفَحْشَاء
وَالْمُنكَرِ
وَلَوْلَا
فَضْلُ اللَّهِ
عَلَيْكُمْ
وَرَحْمَتُهُ
مَا زَكَا
مِنكُم
مِّنْ
أَحَدٍ
أَبَداً
وَلَكِنَّ اللَّهَ
يُزَكِّي مَن
يَشَاءُ
وَاللَّهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ {21} وَلَا
يَأْتَلِ
أُوْلُوا
الْفَضْلِ
مِنكُمْ وَالسَّعَةِ
أَن
يُؤْتُوا
أُوْلِي
الْقُرْبَى
وَالْمَسَاكِينَ
وَالْمُهَاجِرِينَ
فِي سَبِيلِ
اللَّهِ
وَلْيَعْفُوا
وَلْيَصْفَحُوا
أَلَا
تُحِبُّونَ
أَن
يَغْفِرَ
اللَّهُ
لَكُمْ وَاللَّهُ
غَفُورٌ
رَّحِيمٌ {22} |
11. O
olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur. Siz bunu kendiniz için kötü
bir şey sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır. Onlardan herbirisinin
kazandığı günah kendisinindir. Aralarından sözün en büyüğünü söyleyene ise çok
büyük bir azab vardır.
12. Bu iftirayı
işittiğinizde mü'min erkekler ve kadınlar kendileri hakkında güzel bir zanda
bulunup: "Bu apaçık bir iftiradır" demeli değil miydi?
13.
(İftirada bulunanlar) buna dair dört şahit getirmeli değil miydiler? Şahitleri
getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.
14. Eğer
Allah'ın size dünya ve ahirette lütuf ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınızdan
ötürü size elbette büyük bir azab dokunurdu.
15. O
zaman siz o sözü birbirinizin dilinden alıp duruyordunuz. Hakkında hiçbir
bilginizin olmadığı bir şeyi ağızlarınızIa söylüyordunuz. Bunu basit bir şey
sanıyordunuz. Halbuki o Allah katında çok büyüktür.
16. Bu
sözü işittiğinizde: "Böyle söz söylemek bize yakışmaz. (Ya Rab) Seni
tenzih ederiz. Bu büyük bir iftiradır" demeli değil miydiniz?
17. Eğer
mü'minler iseniz bunun gibisine ebediyyen dönmeyesiniz diye Allah size öğüt
verir.
18.
Allah sizlere ayetlerini açıklıyor. Allah en iyi bilendir, Hakim'dir.
19.
Şüphe yok ki mü'minler arasında hayasızlıkların yayılmasını sevenlere dünyada
da, ahirette de çok acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
20. Eğer
Allah'ın size lütuf ve rahmeti ve Allah gerçekten ra'fetli ve merhametli
olmasaydı (dünyada hemen sizi azablandırıverirdi.)
21. Ey
iman edenler! Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanın adımlarını izlerse,
şunu bilsin ki o, çirkin işleri münkeri emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde lutuf
ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbir kimse ebediyyen temize çıkamazdı. Fakat
Allah dilediğini temize çıkarır. Allah herşeyi işitendir, çok iyi bilendir.
22.
Sizden fazilet ve imkan sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret
edenlere infak etmemeye yemin etmesinler. Affetsinler ve görmezlikten gelsinler.
Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol
bol rahmet edicidir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yirmisekiz (27) başlık halinde sunacağız:
1- Buyrukların Nuzül Sebebi:
2- Ayetlerdeki Bazı Lafızlar:
3- İfkin (Hz. Aişeye iftiranın) Sebebi:
4- Herkesin Kazandığı Günah
Kendisinindir:
5- O Büyük Sözü Dillerine Dolayanlar:
6- İfk Hadisesi Dolayısı ile
Kendilerine Had Uygulanan Şahıslar:
7- Mü'minlerin Birbirlerine Karşı
Takınmaları Gereken Tavır:
8- Mü'minlerde Asl olan Günahsızlıktır:
9- Böyle Bir iddianın isbatlanması için
Dört Şahit Gerekir:
10- iftiralarım Dört Şahit Getirerek
ispatlayamayanların Cezası:
11- "Allah'ın Lütuf ve Rahmeti
Olmasaydı ... "
12- Bazı Kelimelerin Okunuşu ve
Anlamları:
13- Dille Söylenen ve Önemsenmeyen
Allah Katında ise Büyük Günah Görülen Bir iş:
14- Asılsız ve ispatlanamayan iddialara
Karşı Mü'minlerin Takınmaları Gereken Tavır:
15- "Eğer Mü'min iseniz ... "
16- Ebediyyen Benzer Bir işe Dönmemek
Gerekir:
17- Hz. Aişeye Dil Uzatmanın Cezası:
18- Mü'minler Arasında Hayasızlığın
Yayılmasını isteyenlerin Cezası:
19- Allah Herşeyi Bilendir:
20- Şeytanın Adımları izlenmemelidir:
21- iyilik Yapmamaya Yemin Etmek:
22- iftira Büyük Günahlardan Olduğu
Halde Diğer Amelleri Boşa Çıkartmaz:
23-Bir Hususa Yemin Ettikten Sonra O
işi Yapmanın Daha Uygun Olduğu Görülürse:
24- "Yemin" Lafzı:
25- Allah'ın Mağfireti Sevilmez mi?:
26- En Umut Verici Ayetler:
27- Affetmek:
1- Buyrukların Nuzül
Sebebi:
Yüce Allah'ın: "O olmadık
iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur." buyruğundaki; "Bir
topluluktur" buyruğu; "Muhakkak ki..." edatının haberidir. hal
olarak nasbedilmesi de caizdir. O takdirde haber "onlardan herbirisinin
kazandığı günah kendisinindir" buyruğu olur.
Bu buyrukların nüzul
sebebine gelince; hadis imamlarının rivayet ettiği Aişe (r.anha)'nın başından
geçen olayla ilgili uzunca İfk hadisinde zikredilenlerdir. Bu da sahih ve
meşhur bir haberdir. Bu haberin şöhreti onu ayrıca zikretmeye ihtiyaç
bırakmayacaktır. Biraz sonra muhtasar olarak gelecektir. Ayrıca Buhari bu
hadisi muallak olarak da rivayet etmiştir, onun rivayeti daha eksiksizdir. O
şöyle demektedir:
Usame, Hişam b.
Urve'den, o babasından, o Aişe'den rivayetle dedi ki: ...
Yine Buhari bu hadisi
Muhammed b. Kesir'den, o kardeşi Süleyman'dan, Mesruk'un rivayetinden, Mesruk,
Aişe'nin annesi Um Ruman'dan rivayete göre Um Ruman dedi ki: Aişe'ye iftira
edilince (ve o da bu haberi aldığında) bayılıp yere düştü ...
Yine Musa b. İsmail'den,
o Ebu Vail yoluyla gelen hadiste şöyle dediği nakledilmektedir: Bana Mesruk b.
el-Ecda' anlattı dedi ki: Bana Aişe'nin annesi olan Um Ruman anlattı dedi ki:
Ben ve Aişe oturduğumuz bir sırada ensardan bir kadın yanımıza gelip dedi ki:
Allah filana şunu yaptı, Allah filana şunu yaptı. Um Ruman: Bu dediğin de ne
demek oluyor? diye sordu. Kadın dedi ki: Ben bu söze dalıp konuşanlardan
birisiydim. Yine: Bu da ne demek? diye sorunca, kadın: Şöyle şöyle dedi. Aişe:
Rasulullah (s.a.v.) da duydu mu? diye sorunca, kadın: Evet, dedi. Peki ya Ebu
Bekir? diye sordu, kadın yine: evet, dedi ve olduğu yerde baygın düştü.
Kendisine geldiğinde ateşi yükselmiş ve titriyordu. üzerine elbiselerini
bıraktım ve onu örttüm. Peygamber (s.a.v.) geldi: "Buna böyle ne
oluyor?" diye sordu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Onu titreten bir hummaya
yakalandı (ateşi yükseldi.) Şöyle buyurdu: "Bu konuda dilde dolaşan bir
söz dolayısıyladır belki." (Um Ruman): Evet, dedi. Bunun üzerine Aişe
oturdu ve dedi ki: Allah'a yemin ederim, yemin edecek olursam benim doğru söylediğime
inanmazsınız. Eğer bir şeyler söyleyecek olursam, benim hiçbir kusurumun
olmadığını kabul etmezsiniz. Benim misalim ile sizin misaliniz Ya'kub ile onun
oğullarına benzer. Bu söylediklerinize karşı Allah'tan yardım taleb ederim. (Um
Ruman) dedi ki: Peygamber bir şey söylemeksizin çıkıp gitti. Yüce Allah da onun
suçsuz olduğuna dair buyruklarını indirdi. (Aişe) dedi ki: Bundan dolayı
Allah'a hamdederim. Bundan ötürü ne kimseye, ne de (Resulullahı, kastederek)
sana hamd etmem söz konusudur.
Ebu Abdullah el-Humeydı
dedi ki: Karşılaştığımız Bağdatlı hadis hafızlarından birisi şöyle derdi: Bu
hadisin mürsel oluşu açıkça ortadadır. O buna şunu delil gösterir: Um Ruman,
Resulullah (s.a.v.) hayattayken vefat etmiştir. Mesruk'un, Resulullah (s.a.v.)ı
görmediğinde ise hiçbir görüş ayrılığı yoktur.
Buhari'nin kaydettiği
Ubeydullah b. Abdullah b. Ebi Muleyke yoluyla gelen hadise göre de Aişe
(r.anha) -Yüce Allah'ın (15. ayet-i kerımede ki: "O zaman siz o sözü
birbirinizin dilinden alıp, duruyordunuz." anlamındaki buyruğu-:
"Dillerinizle yalan yere onu uyduruveriyordunuz" diye okur ve
"el-velk" yalan söylemek demektir, dermiş. İbn Ebi Müleyke dedi ki:
O, bu hususu başkalarından daha iyi bilirdi. Çünkü bu buyruklar onun hakkında
nazil olmuştur.
Buharı dedi ki: Ma'mer
b. Raşid, ez-Zührı'den naklen dedi ki: İfk olayı elMüreysı, gazvesinde meydana
gelmiştir. İbn İshak da der ki: Bu hicretin altıncı yılında olmuştur. Musa b.
Ukbe ise dördüncü yılında demektedir.
Yine Buharı, Ma'mer'den,
o ez-Zührı'den şöyle dediğini kaydeder: el-Velid b. Abdi'l-Melik bana dedi ki:
Ali'nin iftiraya katılanlar arasında olduğuna dair sana bir rivayet geldi mi?
Ben: Hayır, dedim fakat senin kavminden iki kişi olan Ebu Seleme b.
Abdu'r-Rahman ile Ebu Bekir b. Abdu'r-Rahman b. el-Haris b. Hişam'ın bana haber
verdiklerine göre Aişe kendilerine şöyle demiştir: Ali kendisi ile alakalı bu
hususta konuşmamış kimselerden idi.
Bunu ayrıca Ebu Bekr
el-İsmaili de "el-Muharracale's-Sahih"adlı eserinde Ma'mer'in,
ez-Zührı'den aktardığı bir başka rivayetle kaydetmiştir. Orada da şöyle
denilmektedir: (ez-Zühri) dedi ki: Ben el-Velid b. Abdi'l-Melik'in yanında
idim. Bana dedi ki: "Aralarından sözün en büyüğünü söyleyen kişi" Ali
b. Ebi Talib'dir. Ben, hayır dedim. Bana Said b. el-Müseyyeb, Urve, Alkame,
Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe anlattı. Hepsi dedi ki: Aişe'yi şöyle derken
dinledim: "Aralarından sözün en büyüğünü söyleyen kişi" Abdullah b.
Ubeyy b. Selul'dür. Yine Buharı'nin, ez-Zikrı'den, o Urve'den o Aişe yoluyla
rivayet ettiğine göre, "aralarından sözün en büyüğünü söyleyen kişi"
Abdullah b. Ubeyy idi.
2- Ayetlerdeki Bazı
Lafızlar:
Yüce Allah'ın:
"Olmadık iftira" (anlamını verdiğimiz): İfk: yalan, demektir.
"el-Usbe (bir topluluk)" ise üç adam demektir. Bu açıklamayı İbn
Abbas yapmıştır. Yine ondan nakledilen bir açıklamaya göre üçten dokuza kadar
kişiyi ifade eder. İbn Uyeyne kırk adam diye açıklamıştır. Mücahid, ondan
onbeşe kadar demiştir. Bu kelimenin sözlükte ve Arap dilinde asıl anlamı biri
diğerini destekleyip güçlendiren topluluk demektir.
"Hayır"ın
gerçek mahiyeti faydası, zararından daha fazla olan demektir.
"Şer" ise
zararı, faydasından çok olana denilir. Hiçbir şer ihtiva etmeyen hayır cennet,
hiçbir hayır ihtiva etmeyen şer ise cehennemdir.
Allah'ın dostlarına inen
bela hayırdır, çünkü onun verdiği dünyadaki acı dolayısıyla zararı azdır. Hayrı
ise ahiretteki pek büyük sevap ve mükafatıdır.
Yüce Allah Aişe
(r.anha)nın, onun yakınlarının ve Safvan'ın dikkatini çekmektedir. Çünkü
"siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın, bilakis o sizin için
hayırlırdır" buyruğunda hitab onlaradır. Hayırlı olmasına sebeb ise, fayda
ve hayırlılık tarafının, şer tarafına ağır basmasıdır.
3- İfkin (Hz. Aişeye
iftiranın) Sebebi:
Resulullah (s.a.v.)
el-Mureysi gazvesinin kendisi olan Mustalıkoğulları gazvesinde Aişe'yi de
beraberinde almıştı. Geri dönüp Medine'ye yaklaştığında gece vakti yola
koyulmak ilanı verildi. O da yola koyulma ilanı esnasında kalkıp ordugahın
bulunduğu yerden bir parça uzaklaştı. İhtiyacını görüp de geri döndüğünde,
içine girip yerleşmek üzere hevdece doğru yürüdü. Elini göğsüne değdirdiğinde
Zafar boncuğundan yapılmış bir gerdanlığının kopmuş olduğunu anladı. Geri dönüp
onu aradı. O gerdanlığı aramasından dolayı kafileden geri kaldı. Nihayet
gerdanlığı bulup geri döndüğünde kimseyi bulamadı. Aişe (r.anha) yaşı genç ve
zayıf idi. Görevli olan adamlar hevdecini kaldırdığında, onun hevdecin içinde
olmadığını farketmediler bile. Kendisi geri döndüğünde kimseyi bulamayınca,
hevdecin içinde olmadığı anlaşılıp geriye gelip alırlar ümidi ile olduğu yerde
yattı ve uykuya daldı. Uykudan Safvan b. el-Muattal'ın: "İnna lillah ve
inna ileyhi raciun" demesi üzerine uyandı. Çünkü Safvan ordudaki artçıları
korumak maksadı ile ordunun arkasından gitmek üzere geri kalmıştı.
Denildiğine göre Aişe
(r.anha), onun istircada bulunması üzerine uyandı. Safvan devesinin sırtından
indi ve Aişe (r. anha) deveye bininceye kadar oradan uzaklaştı. Devenin
yularından tutup deveyi çekti ve nihayet öğle vakitlerinde orduya ulaştılar. Bu
sefer iftiracılar bu sözlerini düzüp ortaya attılar. Bu hususta etrafında
toplanılan, bunu gizliden gizliye soruşturup kulaktan kulağa yayan ve
körükleyen kişi münafık Abdullah b. Ubeyy b. Selul idi. Safvan'ın, Aişe
(r.anha)nın devesinin yularından tutup çektiğini görünce: "Allah'a
andolsun ki ne kadın bu adamın şerrinden kurtulabilmiştir, ne de bu adam
kadının şerrinden" diyen o olmuştur. Yine: "Sizin peygamberinizin
hanımı bir adamla birlikte geceyi geçirmiştir'' diyen odur. Bu sözleri dillerine
dolayanlar arasında Hassan b. Sabit, Mistah b. üsase ve Hamne bint Cahş da
vardı.
Bu hususta rivayet
edilen hadisin kısaca muhtevası budur. Bu hadis tamamiyle ve güzel bir şekilde
rivayeti Buharı ve Müslim'de yer alır. Müslim'deki rivayet ise daha
eksiksizdir.
Hassan'ın iftiraya dalıp
ileri geri konuştuğunu işiten Safvan, ona gelerek başına kılıçla bir darbe
indirip şöyle dedi: "Benden kılıcın keskin ucunu karşıla; çünkü ben,
Hicvedildiği zaman şairliği olmayan bir delikanlıyım."
Bunun üzerine bir grub
kişi Hassan'ı alıp onu yakalarından sürükleyerek Resulullah (s.a.v.)ın huzuruna
getirdiler. Resulullah (s.a.v.), Hassan'ın yarası karşılığında kısas uygulama
yoluna gitmedi ve ondan hakkını bağışlamasını istedi. İşte bu da Hassan'ın
ileride geleceği üzere sözün en büyüğünü söyleyenlerden birisi olduğunu da
göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Burada sözünü ettiğimiz
Safvan, Resulullah (s.a.v.)ın gazvelerinde kahramanlığı dolayısıyla artçıların
başında bulunurdu. Ashab-ı Kiram'ın en hayırlılarından idi. Onun kadınlara
karşı meyli olmayan (kısır) birisi olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn İshak,
Aişe (r.anha) yoluyla zikretmektedir. İki oğlunun olduğu da söylenmiştir. Buna
da hanımı ile başından geçen olayla ilgili rivayet edilen hadis ve Peygamber
(s.a.v.)ın iki oğlu hakkında söylediği: "Bu ikisi bir karganın, bir
kargaya benzeyişinden daha çok ona (babalarına) benzemektedirler" sözü ile
yine hadis-i şerifteki: "Allah'a yemin ederim, asla hiçbir yabancı kadının
örtüsünü kaldırmış değilim" sözleri -ki zina etmediğini kastediyor- de
buna delil teşkil etmektedir.
Safvan (r.a), Ömer (r.a)
döneminde hicri 19 yılında, Ermenistan gazvesinde şehit olmuştur. Muaviye
döneminde 58 yılında, Bizans topraklarında şehit düştüğü de söylenmiştir.
4- Herkesin Kazandığı
Günah Kendisinindir:
"Onlardan
herbirisinin kazandığı günah kendisinindir" buyruğu ile İfk olayına
karışıp ileri geri konuşanları kastetmektedir. Bunların kim olduklarının adı
bize ulaşmamıştır. Yalnızca Hassan, Mistah, Hamne ve Abdullah'ın adları
bilinmektedir, diğerlerinin adını bilemiyoruz. Bunu da Urve b. ez-Zübeyr
söylemiştir. Abdu'l-Melik b. Mervan bu hususta ona soru sormuş, o da:
Şu kadar var ki, onlar
Yüce Allah'ın buyurduğu gibi bir topluluk idiler, demiştir.
Hafsa (r.anha)nın
Mushaf'ında "topluluk" anlamındaki kelimeden sonra "dört kişilik
bir topluluk" anlamına gelecek şekilde; (...) şeklindedir.
5- O Büyük Sözü
Dillerine Dolayanlar:
"Aralarından sözün
en büyüğünü söyleyene ise" buyruğundaki "en büyüğü" anlamındaki
kelimeyi Humeyd el-A'rec ve Ya'kub "kef" harfini -esreli okumak
yerine- ötreli olarak; (...) diye okumuşlardır. el-Ferra: Bu, güzel bir kıraat
şeklidir, çünkü Araplar: "Filan kişi şunun, şunun en büyüğünü üstlendi,
söyledi" derler, demektedir.
Aişe (r.anha)'dan bu
kişinin Hassan olduğunu söylediği ve yine gözleri kör olduğunda:
"Muhtemeldir ki Yüce Allah'ın kendisini tehdit etmiş olduğu büyük azab
gözlerinin görmeyişidir" dediği rivayet edilmiştir. Onun bu sözleri
söylediğini ondan Mesruk rivayet etmektedir. Yine ondan rivayet edildiğine göre
bu kişi Abdullah b. Ubeyy b. SeluI'dur, doğru olanı da bu olmalıdır. Bunu da
İbn Abbas söylemiştir.
Ebu Ömer b.
Abdi'l-Berr'in naklettiğine göre Aişe (r.anha), Hassan'ın iftirada bulunmaktan
uzak olduğunu söylemiş ve: O hiçbir şey demedi, demiştir. Hassan da şu
beyitlerinde bu hususta bir şey söylemiş olduğunu kabul etmemektedir:
"İffetlidir,
vakarlıdır o bir şüphe ile onun hayasızlık ettiği söylenemez, Ve o hiçbir
şeyden haberi olmayan kadınların etlerinden yana acıkmış olarak sabahlar
(kimseden kötülükle söz etmez). Din ve mevki itibariyle insanların en
hayırlısının hanımıdır o, O hidayet peygamberinin, üstün değerlerin ve
faziletlerin sahibinin hanımıdır. Lüeyy b. Galib kabilesinin (en şereflisi
olup) örtüler arkasındaki hanım efendidir, O yüksek ve şerefli hedefler için
çalışır, şanı asla zeval bulmaz. üstün bir terbiyeye sahiptir, Allah ona güzel
bir ahlak bağışlamıştır, Her türlü kötülükten ve batıldan tertemiz etmiştir
onu. Şayet sana benim söyledim diye ulaştırılan sözler varsa, Şunu bil ki,
kamçımı ellerim yukarı doğru kaldırmış değildir. Nasıl olabilir ki; hayatta
olduğum sürece sevgim ve desteğim,
Bütün mahfillerin süsü
olan Allah Resulünün hanedanınadır, Onun insanlar üzerinde üstün ve faziletli
rütbeleri vardır. Yüksek köşklere sahip olanların, yüksek konakları bu
rütbelere ulaşamazlar."
Rivayete göre Hassan,
Aişe (r.anha)a: "O iffetlidir, vekar sahibidir" diye başlayan şiirini
okuyunca, ona: Sen aslında böyle değilsin demiştir. Bu sözleriyle sen hiçbir
şeyden haberi olmayan kadınlar hakkında ileri geri konuşmuştun, demek
istemiştir.
Burada ise bir çelişki
vardır, ancak bu iki rivayeti şöylece bağdaştırmak mümkündür: Hassan bu hususta
açık seçik ifadelerle konuşmamış, bu konuda üstü kapalı sözler söylemiş ve bazı
işaretlerde bulunmuştur, o bakımdan onun böyle bir şeyi söylediği de kendisine
nisbet edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Hassan'ın İfk olayında,
iftirayı diline dolayıp dolamadığı ve ona had uygulanıp uygulanmadığı hususunda
görüş ayrılığı vardır. Bunun hangisinin doğru olduğunu en iyi bilen Yüce
Allah'tır. Bundan sonraki başlığın konusu da budur.
6- İfk Hadisesi
Dolayısı ile Kendilerine Had Uygulanan Şahıslar:
Muhammed b. İshak ve
başkalarının rivayetine göre Peygamber (s.a.v.), İfk dolayısı ile iki erkek ve
bir kadına had cezası uygulamıştır. Bunlar Mistah, Hassan ve Hamne'dirler. Bunu
et-Tirmizi de zikretmektedir.
el-Kuşeyri de İbn
Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.), İbn Ubeyy'e
seksen sopa vurdu, ahirette de onun için ateş azabı vardır. Yine el-Kuşeyri der
ki: Haberlerde sabit olduğuna göre Peygamber İbn Ubeyy'e, Hassan'a ve Hamne'ye
had cezası vurmuş, Mistah'ın da açık ifadelerle iftirada bulunduğu sabit
olmamıştır. Bununla birlikte o açık ifadeler kullanmaksızın bir takım sözleri
dinler ve bunları yaygınlaştırırdı.
el-Maverdi ve başkaları
derler ki: Peygamber (s.a.v.)in İfke karışanlara had uygulayıp uygulamadığı
hususunda iki farklı görüş vardır. Birincisine göre o İfke karışanlardan hiçbir
kimseye had uygulamamıştır, çünkü hadler ancak ya ikrar ya da beyyine ile
uygulanır. Yüce Allah ise bu hususta kendisine haber vermek suretiyle hadleri
uygulamasını isteyerek, kendisine olan kulluğunun gereğini yerine getirmesini
istememiştir. Tıpkı ona münafıkların kafir olduklarını haber vermekle birlikte,
onları öldürmek suretiyle kendisine ibadette bulunmasını istemediği gibi.
Derim ki: Bu hem
yanlıştır, hem de Kur'an nassına muhaliftir. Çünkü Yüce Allah: "Muhsan
hanımlara iftira edenler, sonradan" söylediklerinin doğruluğuna dair
"dört şahit getiremeyenlere seksener (değnek) vurun" diye
buyurmaktadır.
İkinci görüşe göre de
Peygamber (s.a.v.) İfke karışan kimseler olan Abdullah b. Ubeyy, Mistah b. üsase,
Hassan b. Sabit ve Hamne bint Cahş'a had cezası uygulamıştır. İşte
müslümanlardan bir şair bu hususta şöyle demektedir:
"Andolsun bu iftira
sahiplerinden olan Hassan tatmıştır, Hamne ile birlikte; -çünkü onlar yalan bir
söz söylediler- ve bir de Mistah. İbn Selul da uygulanan had ile rezilliğin
tadını almıştır. Çünkü o açık seçik bir şekilde yalan iftiralara dalmıştı.
Peygamberlerinin hanımlarına gayba taş atıp durdular. O kerim olan Arş
sahibinin gazabı ise (onlaradır) ve onlar çok büyük bir günah işlediler. Bu
hususta Allah Resulüne eziyet ettiler, o bakımdan Ebediyyen üzerlerinde kalacak
rezilliklere büründürüldüler ve rezil edildiler.
Onların üzerlerine
(iyilikleri) tırpanlayıcı günahlar öyle bir yağdırıldı ki, Tıpkı yüksek
bulutlardan üzerlerine yağan yağmur taneleri gibi."
Derim ki: Haberlerde
meşhur ve ilim adamlarınca bilinen şu ki: Kendilerine had uygulanan şahıslar
Hassan, Mistah ve Hamne'dirler. Abdullah b. Ubeyy'e had uygulandığı işitilmiş
değildir.
Ebu Davüd'da, Aişe
(r.anha)dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Benim günahsızlığıma dair buyruk
nazil olunca Peygamber (s.a.v.) kalktı ve bu hususu söz konusu edip (inen)
Kur'an-ı Kerım (ayetlerin)i okudu. Minberden indikten sonra da o iki erkek ile
kadına hadlerinin uygulanmasını emretti. Bunların isimlerini de Hassan b.
Sabit, Mistah b. üsase ve Hamne bint Cahş diye vermektedir.
et-Tehavi'nin Kitab'ında
da: "Seksener, seksener (değnek vurdu)" denilmektedir.
İlim adamlarımız derler
ki: Abdullah b. Ubeyy b. Selul'a had uygulanmayışının sebebi Yüce Allah'ın
ahirette ona pek büyük bir azab hazırlamış olmasıdır. Şayet dünyada ona had
uygulanmış olsaydı, bu onun ahiretteki azabının eksiltilmesi ve hafifletilmesi
anlamına gelirdi. Diğer taraftan Yüce Allah Aişe (r.anha)nın günahsız olduğuna,
buna karşılık ona iftirada bulunan herkesin de yalancı olduğuna tanıklık etmiş
olmaktadır. Böylelikle hadden beklenen fayda da gerçekleşmiş olmaktadır. Zira
bundan maksat, iftira edenin açığa çıkması ve iftiraya maruz kalanın günahsız
olduğunun ispatlanmasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Şahitleri(ni) getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta
kendileridir." Adı geçen müslümanlara had uygulanmasının sebebi ise
onlardan sadır olmuş iftiranın günahının kefarete uğramasıdır. Ta ki bu iftira
dolayısıyla ahirette onların üzerinde herhangi bir sorumluluk kalmasın.
Peygamber (s.a.v.) da hadler hakkında: "Onlar uygulandığı kimseler için
bir keffarettir" diye buyurmuştur. -Ubade b. es-Samit yoluyla gelen
hadiste olduğu gibi.-
Şöyle de denilebilir:
İbn Ubeyy'e had uygulanmayı; kavminin kalbini İslam'a ısındırmak ve oğluna
duyulan saygı sebebiyledir. Bir de bu hususta beklenen fitnenin alevini
söndürmek maksadıyladır. Zira Sa'd b. Ubade ve onun kavminden -Müslim'in,
Sahih'inde olduğu gibi- fitnenin uçları görünmeye başlanmıştı. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
7- Mü'minlerin
Birbirlerine Karşı Takınmaları Gereken Tavır:
"Bu iftirayı
işittiğinizde mü'min erkekler ve kadınlar kendileri hakkında güzel bir zanda
bulunup ... değil miydi?" buyruğu, iftiracıların söyledikleri yalanlar
karşısında beslemeleri gereken zan hususunda Yüce Allah'ın mü'minlere bir
sitemidir.
İbn Zeyd dedi ki:
Mü'minler, "mü'min bir şahıs annesine karşı böyle bir hayasızlığı
işleyemez" diye düşünmeli idiler, demiştir. Bu açıklamayı el-Mehdevi
nakletmektedir.
"Değil miydi?"
ifadesi; (...): Niye ... medi?", anlamındadır. Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Fazilet sahibi mü'min erkeklerle mü'min kadınların bu hususu
kendilerini ölçü alarak değerlendirmeleri gerekirdi. Böyle bir hal
kendilerinden uzak olduğu gibi Aişe ve Safvan hakkında da aynı şekilde hatta
daha da uzak bir ihtimaldir. Böyle doğru bir bakış açısının Ebu Eyyub el-Ensari
ve hanımı hakkında söz konusu olduğu rivayet edilmektedir. Şöyle ki: Ebü Eyyub
hanımının yanına girmiş, o da ona: Ey Ebu Eyyub söylenenleri duydun mu? diye
sormuş. O: Evet, bu bir yalandır demiştir. Ey Eyyub'un anası sen olsaydın,
böyle bir şey yapar mıydın? O: Allah'a yemin ederim ki hayır deyince, şu cevabı
verdi: Allah'a yemin ederim ki Aişe senden daha faziletlidir. Um Eyyub: Evet,
diye cevab vermiştir.
İşte böyle bir davranış
ve böyle bir tutumun benzerini mü'minlerin hepsi gösteremedikleri için Yüce
Allah bundan dolayı mü'minlere sitem etmiştir.
8- Mü'minlerde Asl
olan Günahsızlıktır:
Yüce Allah'ın:
"Kendileri hakkında" buyruğu ile ilgili olarak en-Nehhas şöyle
demiştir: "Kendileri hakkında" kardeşleri hakkında anlamındadır. Yüce
Allah müslümanlara bir kimsenin birisine iftira ettiğini yahut kendilerinin
bilmedikleri bir şekilde bir çirkinlikle ondan söz ettiğini işitecek olurlarsa,
onların bu sözlerini reddedip, onu yalanlamaları gerektiğini bildirip bunu farz
kılmakta, bunu terkeden ve bu gibi sözleri nakledenleri tehdit etmektedir.
Derim ki: İşte bundan dolayı
ilim adamları şöyle demişlerdir: Bu ayet-i kerıme şu hükmün asıl dayanağını
teşkil etmektedir: İnsanın elde ettiği iman mertebesini, mü'minin işgal ettiği
salih konumu, müslümanın kendisiyle örtündüğü iffet elbisesini yaygınlık
kazansa dahi -esası itibariyle bozuk ya da belirsiz ise- onun üzerinden hiçbir
şey izale edemez.
9- Böyle Bir iddianın
isbatlanması için Dört Şahit Gerekir:
"Buna dair dört
şahit getirmeli değil miydiler?" buyruğu iftirada bulunanlar için bir
azardır.
"Değil miydi?"
lafzı, " ... niye ... medi, anlamındadır. Yani niye ileri sürdükleri
iftira hakkında dört şahit getirmediler.
Bu ifade daha önce geçen
ilk hükme raci'dir ve iftira (kazf) ayetinde geçen buyruklara atıf söz
konusudur.
10- iftiralarım Dört
Şahit Getirerek ispatlayamayanların Cezası:
"Şahitleri(ni)
getiremediklerine göre onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir.
" Yani onlar Allah'ın hükmü gereğince yalancıdırlar. Kişi iddiasında doğru
olmakla birlikte, buna dair delil ortaya koymaktan acze düşebilir. Ancak böyle
bir kimse, Yüce Allah'ın bilgisinde böyle olmasa dahi, şeriatın hükmü ve işin
zahirine göre yalancı sayılır. Şanı Yüce Allah da hadleri dünyada teşri'
buyurduğu hükümlere göre tertib etmiştir; gerçek mahiyetiyle insana dair
bilgisi gereğine göre değiL. Bu ahiretteki hükümlere esas teşkil eder.
Derim ki: Bu hususu
güçlendirip pekiştiren delillerden birisi de Buhari'nin kaydettiği şu
rivayettir: Ömer b. el-Hattab (r.a) dedi ki: Ey insanlar! Gerçek şu ki, artık
vahiy kesilmiştir ve biz, sizleri amellerinizden bizim için açığa çıkanlar
sebebiyle sorumlu tutacağız. Kim bize hayır izhar ederse, biz de onu güvenlik
altında bulundurur ve onu yakınlaştırırız. Onun içinde sakladıkları ile bizim
hiçbir ilgimiz yoktur. İçinde sakladıkları dolayısıyla onu hesaba çekecek olan
Allah'tır. Kim de bize kötü bir şey izhar edecek olursa, bu hususta onu emniyet
altında tutmaz ve onu tasdik etmeyiz. İsterse içinin güzel olduğunu söylemiş
olsun.
İlim adamları icma' ile
dünya ahkamının zahire göre olduğunu, içte saklananların hakkındaki hükmü de
Yüce Allah'ın vereceğini kabul etmişlerdir.
11- "Allah'ın
Lütuf ve Rahmeti Olmasaydı ... "
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'ın size ... lütuf ve rahmeti olmasaydı...." buyruğundaki:
(~) kelimesi Sibeveyh'e göre mübteda olarak merfu'dur, haberi ise
hazfedilmiştir. Araplar bunun haberini açıkça zikretmezler.
''Olmasaydı"nın
cevabının hazfedilmesinin sebebi ise, bunun benzeri ifadelerin daha sonra söz
konusu edilecek olmasıdır. Nitekim Yüce Allah: "Ya üzerinizde lütfu,
rahmeti ve ... olmasaydı" (en-Nur, 10) diye buyurmuştur. (Daha sonra bu
ayette de): "Size elbette ... dokunurdu" diye cevabını vermiştir.
Yani Aişe hakkında söyledikleriniz sebebiyle dünyada da, ahirette de size büyük
bir azab dokunurdu, demektir. Bu da Yüce Allah tarafından pek büyük bir
sitemdir, fakat o rahmeti sayesinde dünyada sizi setrettiği gibi, ahirette de
tevbe ile huzuruna gelenlere merhamet buyuracaktır.
"el-İfada
(dalmak)": Söze dalmak demektir. İşte kendisi dolayısıyla sitemin söz
konusu olduğu da budur. Arapça'da; "Adamlar söze daldılar" denilir.
12- Bazı Kelimelerin
Okunuşu ve Anlamları:
Yüce Allah'ın: "O
zaman siz o sözü birbirinizin dilindenalıpduruyordunuz." buyruğunda geçen;
"Onu ... alıp, duruyordunuZ"'anlamındaki kelimeyi Muhammed b. es-Semeyka'
"te" harfini ötreli "lam" harfini sakin, "kaf"
harfini de ötreli olarak (vav harfi de harf-i med olmak üzere); (...) den gelen
bir kelime olarak okumuşlardır. Bu açıkça anlaşılan bir kıraattir.
Ubeyy ve İbn Mes'ud ise
iki "te"li olmak üzere; "O zaman siz o sözü ...
karşılıyordunuz" anlamında "telakki"den gelen bir kelime olarak
okumuşlardır.
Yedi kıraat imamının
büyük çoğunluğu ise tek "te" ve (önceki) "zel" harfini
açıkça izhar edip idğam etmeksizin okumuşlardır. Bu da aynı şekilde
"telakki"den gelmektedir. Ebu Amr, Hamza ve el-Kisai "zel"
harfini, "te" harfine idğam ile okumuşlardır. İbn Kesir ise
"zel" harfini izhar ederek, iki "te"yi de birbirine idğam
ile okumuştur. Bu ise pek tutarlı olmayan bir kıraattir, çünkü iki sakin harfin
arka arkaya gelmesini gerektirmektedir ve bu; "Gizlice konuşmayın ve
birbirinize lakab takmayın" kıraatindeki idğam gibi değildir. Çünkü bu
"te" harflerinden önce sakin bir elif bulunmaktadır.
"Te"nin yumuşak bir harf olması, bu gibi kelimelerde idgam ile
okunması güzel olmakla birlikte; "zel" harfi sakin olduğu taktirde o
kadar güzel görünmemektedir.
İbn Ya'mer ve Aişe
(r.anhuma) -bu hususu insanlar arasında en iyi bilenler olarak- bu kelimeyi
"te" harfini üstün, "lam" harfini esreli, "kaf"
harfini de ötreli olarak okumuşlardır. Bu kıraatin manası da Arapların bir
yalan söyleyip onu sürdürmesi anlamına gelen; (...) sözlerinden alınmıştır.
Onlar müteaddi (geçişli) olan bir fiili böylelikle müteaddi olmayan (geçişsiz)
bir fiile delil olarak göstermektedirler.
İbn Atiyye der ki: Bana
göre bu kıraatte maksat; "Siz o yalanı söylüyor ve sürdürüyordunuz"
anlamında olup cer harfi hazfedildikten sonra bu fiile zamir bitişmiştir.
el-Halil ve Ebu Amr ise: (...) aslında süratlenmek demektir, derler. Mesela "Develer
hızlıca geldi" denilir. Şair de şöyle demektedir: "Onlar bir ordunun,
üzerlerine baskın yaptığını görünce, Şe'm (sol) taraftan onlara kılıçla
darbeler indiren büyük sürüler getirdiler. Şüphesiz ki Husayn dereyi görmeden
paçaları sıvayandır, Güçlü develer onu Şam'dan (sırtlarında taşıyarak) hızlıca
getirdiler.
"Cimada bulunmadan
önce inzal eden kimse" demektir. (...): En hafif şekliyle kılıç (ya da
mızrak) darbesi indirmektir.
Fiil (...) şeklinde
kullanılır, "Ona bir kaç kılıç darbesi indirdi" anlamındadır. O halde
bu kelime müşterek (birkaç anlamı bulunan) bir kelimedir.
13- Dille Söylenen ve
Önemsenmeyen Allah Katında ise Büyük Günah Görülen Bir iş:
"AğızlarınızIa
söylüyordunuz" ifadesi bir mübalağa, bağlayıcı ve pekiştirici bir
ifadedir. "Bunu ... sanıyordunuz" ifadesindeki zamir ise konuşulan
şeylere, o sözlere dalmaya ve onu yaymaya aittir.
"Basit bir
şey" yani kendisi sebebiyle günahın sizi gelip bulmayacağı önemsiz bir şey
"sanıyordunuz. Halbuki o Allah katında" günahı itibariyle "çok
büyüktür." Bu da Peygamber (s.a.v.)ın iki mezarın yanından geçişi ile
ilgili hadiste zikredilen: "Şüphesiz ki bunlar azab görmektedirler.
Bununla birlikte büyük bir günah sebebiyle de azab edilmiyorlar'' buyruğunu
andırmaktadır ki, bu size göre büyük değildir anlamındadır.
14- Asılsız ve
ispatlanamayan iddialara Karşı Mü'minlerin Takınmaları Gereken Tavır:
"Bu sözü
işittiğinizde: Böyle söz söylemek bize yakışmaz. (Ya Rab) Seni tenzih ederiz.
Bu büyük bir iftiradır, demeli değil miydiniz? Eğer mü'minler iseniz bunun gibisine
ebediyyen dönmeyesiniz diye Allah size öğüt verir. Allah sizlere ayetlerini
açıklıyor Allah en iyi bilendir, Hakim'dir" buyruğu bütün mü'minlere bir
sitemdir. Yani sizin böyle bir sözü tepki ile karşılayıp, reddetmeniz ve
anlatmak ve nakletmek suretiyle bunları dilden dile dolaştırmamanız,
peygamberin hanımının böyle bir şeye bulaşmış olabileceğinden Yüce Allah'ı
tenzih etmeniz, böyle bir sözün kesin bir iftira olduğuna hükmetmeniz icab
ederdi.
Bühtan (iftira); insan
hakkında kendisinde olmayan şeyleri söylemektir.
Gıybet ise, insan
hakkında olan şeyleri (gıyabında) söz konusu etmektir. Bu mana Peygamber
(s.a.v.)dan sahih hadiste nakledilmiş bulunmaktadır.
Daha sonra Yüce Allah
benzeri bir duruma tekrar dönmemek hususunda onlara öğüt vermektedir.
" ... diye"
anlamındaki buyruk mef'ulün leh'dir. Bu da; "Dönmeniz hoş olmadığı için
... " vb. bir takdir iledir.
15- "Eğer Mü'min
iseniz ... "
Yüce Allah'ın:
"Eğer mü'minler iseniz" ifadesi durup düşünmeyi hatırlatan ve. pekiştirici
bir ifadedir. Bu bir kimsenin: Eğer erkeksen şunu, şunu yapman gerekir,
demesine benzer.
16- Ebediyyen Benzer
Bir işe Dönmemek Gerekir:
"Bunun gibisine
ebediyyen dönmeyesiniz diye Allah size öğüt verir" buyruğunda, Aişe
(r.anha) hakkında böyle bir söze dönmemeyi kastetmektedir. Çünkü böyle bir
sözün benzeri, ancak hakkında bu sözlerin söylendiği bir kimsenin benzeri
hakkında söylenebilir. Ya da Peygamber (s.a.v.)ın hanımları arasından onun
mertebesinde olan bir kimse hakkında söylenebilir. Çünkü böyle bir söz söylemek
Rasülullah (s.a.v.)a hem namusu, hem de hanımları dolayısıyla eziyet etmektir.
Böyle bir iş yapan ise (bundan böyle) kafir olur.
17- Hz. Aişeye Dil
Uzatmanın Cezası:
Hişam b. Ammar dedi ki:
Ben Malik'i şöyle derken dinledim: Ebu Bekir ve Ömer'e söven te'dib edilir.
Aişe (r.anha)ya söven ise öldürülür, çünkü Yüce Allah: "Eğer mü'minler
iseniz bunun gibisine ebediyyen dönmeyesiniz diye Allah size öğüt verir"
diye buyurmaktadır. Buna göre Aişe (r.anha)ya söven bir kimse Kur'an'a
muhalefet etmiş olur. Kur'an'a muhalefet eden kimse de öldürülür.
İbnu'l-Arabı der ki:
Şafii alimleri: Aişe (r.anha)ya söven kimse, sair mü'minler hakkında olduğu
gibi te'dib edilir. Yüce Allah'ın: "Eğer mü'minler iseniz" buyruğu
Aişe (r.anha) hakkında bu işin küfür olduğu manasına değildir. Bu Peygamber
(s.a.v.)ın: "Herhangi bir kimsenin komşusu onun eziyet verici hallerinden
emin olmadığı sürece o kişi iman etmiş olmaz" anlamındaki hadise
benzemektedir. Şayet Aişe (r.anha)ya söven kimseden imanın kaldırılması hakikat
anlamında olsaydı, Peygamber (s.a.v.)ın: "Zina eden bir kimse, zina ettiği
vakit mü'min olarak zina etmez" hadisinde olduğu gibi, hakikat manasına
kullanılmış olurdu. Biz deriz ki: Durum sizin iddia ettiğiniz gibi değildir,
çünkü İfk hadisesine karışanlar o tertemiz Aişe (r.anha)yı hayasızca bir iş
işlemekle nitelendirip ona iftirada bulundular. Yüce Allah'ın kendisinin uzak
olduğu bir işi ona nisbet ederek söven herkes Allah'ın hükmünü yalanlayan bir
kimsedir. Allah'ı yalanlayan bir kimse de kafirdir. İşte Malik'in bu görüşünün
izlediği yol budur. Bu da gören, basiret sahibi kimseler tarafından açıkça
görülen bir husustur, Eğer bir kimse, Aişe (r.anha)ya Allah'ın kendisinin uzak
olduğunu bildirdiği hususun dışında bir sözle sövecek olursa, o kimsenin cezası
te'dib edilmesidir.
18- Mü'minler Arasında
Hayasızlığın Yayılmasını isteyenlerin Cezası:
"Şüphe yok ki
mü'minler arasında hayasızlıkların yayılmasını sevenlere" buyruğundaki
"Yayılması" fiili; (...) den gelmekte olup "açıkça ortaya çıkmak
ve dağılmak" anlamını ifade eder.
"Mü'minler
arasında" buyruğundan kasıt da iffetli erkeklerle kadınlar arasında ...
demektir. Bu umumi lafızdan kasıt, Aişe ile Safvan (Allah ikisinden de razı
olsun)dır. Ayet-i kerimedeki "el-fahişe (hayasızlıklar)" ise son
derece çirkin, oldukça kötü fiil demektir. Bu ayette bu kelimenin kötü söz
anlamına geldiği de söylenmiştir.
"Dünyada da
ahirette de çok acıklı bir azab vardır." Dünyadaki azabları had cezasıdır.
Ahiretteki cezaları cehennem azabıdır. Cehennem azabı münafıklar için söz
konusudur. O halde bu ifade, tahsis edilmiştir. Çünkü daha önceden de
açıkladığımız gibi had mü'minler için bir keffarettir. Taberi der ki: Eğer
tevbe etmeksizin ve ısrar edici olarak ölürse (ahirette de onun için acıklı bir
azab vardır), anlamındadır.
19- Allah Herşeyi
Bilendir:
"Allah bilir."
O, bu günahın ne kadarbüyük olduğunu da, onun cezasının ne olması gerektiğini
de, herşeyi de bilir.
"Siz
bilmezsiniz" buyruğuna gelince, Ebu'd-Derda yoluyla rivayet edilen hadise
göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir kimse kendisinin
o hususta bir bilgisi olmadığı halde bir husumet hakkında insanlardan bir
kimsenin gücünü pekiştirecek olursa, bu işten vazgeçinceye kadar o kimse
Allah'ın gazabına maruz kalır. Herhangi bir kimse Allah'ın hadlerinden
birisinin uygulanmasını şefaati (iltimas ve torpil) ile engellemeye kalkışacak
olursa o, hak olan bir hususta Allah'a karşı inatlaşmış demektir. O'nun
gazabına kendisini maruz bırakır Allah'ın laneti kıyamet gününe kadar kesintisiz
üzerinde olur. Herhangi bir kimse, müslüman bir kimse aleyhine, onunla hiçbir
ilgisi olmadığı halde ve bu sözüyle dünyada onu hakir düşüreceğini bilerek, bir
sözü yaygınlaştıracak olursa, Yüce Allah'ın o sözü sebebiyle o kimseyi cehennem
ateşine atması bir hak olur." Daha sonra Allah'ın Kitabından bunu tasdik
eden şu: "Şüphe yok ki mü'minler arasında hayasızlıkların yayılmasını
sevenlere dünyada da, ahirette de çok acıklı bir azab vardır ... " ayetini
okudu.
20- Şeytanın Adımları
izlenmemelidir:
"Ey iman edenler!
Şeytanın adımlarını" izlediği yolları, gittiği yerleri "izlemeyin.
" Yani şeytanın sizi kendisine çağırmış olduğu yolları izlemeyin, o
yollardan gitmeyin. "Adımlar" demek olan "el-hutuvat"ın
tekili "hutve"dir. Bu da iki ayak arasındaki mesafedir.
"el-Hatve" şeklinde mastardır, çoğulu da "hatavat" diye
gelir. "Filan kişi bize geldi" anlamındadır. Hadis-i şerifte geçen:
"O cuma günü insanların boyunları üzerinden adımlarını atarak gelen bir
adam gördü'' ifadesinde bu kökten gelen fiil kullanılmıştır.
Cumhur
"adımlar" anlamındaki kelimeyi "tı" harfini ötreli olarak;
(...) diye okumuşlardır. Asım ve el-A'meş ise bunu sakin okurlar.
"Temize
çıkamazdı" ifadesini cumhur "kef" harfini şeddesiz olarak
okumuşlardır. Yani ne hidayet bulur, ne müslüman olur, ne de doğruyu
bilebilirdi. Bunun, ıslah olamazdı anlamına geldiği de söylenmiştir.
"Islah oldu, olur" anlamındadır. el-Hasen ve Ebu Hayve ise bu
kelimeyi şeddeli okumuşlardır, yani O'nun sizi temizlemesi, arındırması, sizi
hidayete iletmesi ancak O'nun lütfuyla olur, amellerinizle değil.
el-Kisai der ki:
"Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını izlemeyin" buyruğu bir ara
cümlesidir. "Sizden hiçbir kimse ebediyyen temize çıkamazdı" buyruğu
da ilk ve ikinci defa geçen: "Eğer Allah'ın üzerinizde lütuf ve rahmeti
olmasaydı ... " buyruğunun cevabını teşkil etmektedir.
21- iyilik Yapmamaya
Yemin Etmek:
"Sizden fazilet ve
imkan sahipleri ... yemin etmesinler" ayeti ile ilgili olarak
rivayetlerden anlaşıldığına göre; bu buyruk Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe (r.a) ile
Mistah b. üsase arasındaki olay hakkında nazil olmuştur. Mistah, Ebu Bekir'in
teyzesi kızının oğlu idi. Bedir'e katılmış yoksul muhacirlerden birisi idi.
Nesebi Mistah b. üsase b. Abbad b. el-Muttalib b. Abdi Menaf'dır. Adının Avf
olup, Mistah'ın lakab olduğu da söylenmiştir. Ebu Bekr (r.a) hem yoksulluğu,
hem de akrabalığı dolayısıyla ona infak ederdi. Mistah, bu iftira işine katılıp
bu hususta söyleyeceklerini söyleyince, Ebu Bekir (r.a) ona infakta
bulunmamaya, ebediyyen hiçbir şekilde ona faydalı olacak bir iş yapmamaya yemin
etti. Mistah geldi, özür diledi ve: Ben Hassan'ın meclislerine gider gelir,
onun söylediklerini işitir fakat bir şey söylemezdim, dedi. Ebu Bekir ona: Sen
de güldün ve söylenenlere katıldın, dedi. Yemini üzerinde de böylelikle ısrar
etti. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
ed-Dahhak ve İbn Abbas
dedi ki: Mü'minlerden bir topluluk İfk hadisesinde söz söyleyen herkese
ulaştırdıkları iyiliklerini kestiler ve: Allah'a andolsun ki Aişe hakkında
ileri geri konuşan hiçbir kimseye iyiliğimiz dokunmayacaktır, dediler. Bunun
üzerine bu ayet-i kerime onların hepsi hakkında nazil oldu.
Birincisi daha doğrudur.
Şu kadar var ki, ayet-i kerıme kıyamet gününe kadar bütün ümmeti kapsamakta ve
fazilet ve bolluk sahibi kimselerin öfkelenerek bu nitelikte olan kimselere
ebediyyen faydalı olmayacaklarına dair yemin etmeleri halini kapsamaktadır.
Sahih'in rivayetine göre
şanı Yüce ve mübarek olan Allah: "O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir
topluluktur" buyruğundan itibaren on ayet-i kerımeyi indirince, Ebu Bekir
-ki yakınlığı ve fakirliği dolayısıyla Mistah'a infakta bulunuyordu- dedi ki:
Allah'a yemin ederim, Aişe'ye bu söylediklerinden sonra ona (Mistah'a)
ebediyyen hiçbir infakta bulunmayacağım. Bunun üzerine Yüce Allah: "Sizden
fazilet ve imkan sahipleri ... yemin etmesinler ... Allah'ın size
mağf"ıret etmesini sevmez misiniz?" buyruğunu indirdi.
Abdullah b. el-Mubarek
dedi ki: Bu, Yüce Allah'ın Kitabında en çok ümit veren ayetlerdendir. Ebu Bekr
(r.a) da dedi ki: Allah'a yemin ederim ki Allah'ın bana mağfiret etmesini çok
severim. Sonra da daha önceden infak ettiği şekilde Mistah'a infak etmeye
koyuldu ve: Ebediyyen bundan geri durmayacağım, dedi.
22- iftira Büyük
Günahlardan Olduğu Halde Diğer Amelleri Boşa Çıkartmaz:
Bu ayet-i kerımede
iftira (kazf)nın -her ne kadar büyük bir günah ise debütün amelleri boşa
çıkartmayacağına dair bir delil vardır. Çünkü Yüce Allah Mistah'ı daha sonradan
hicret etmek ve iman sahibi olmakla nitelendirmiş bulunmaktadır. Diğer büyük
günahlar da böyledir. Allah'a ortak koşmanın dışında amelleri boşa çıkartan
hiçbir amel yoktur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun eğer
şirk koşarsan, amelin boşa çıkar." (ez-Zümer, 65)
23-Bir Hususa Yemin
Ettikten Sonra O işi Yapmanın Daha Uygun Olduğu Görülürse:
Bir hususu işlememek
üzere yemin ettikten sonra o işi yapmanın yeminine bağlı kalmasından daha uygun
olduğunu gören kişi, o uygun olan işi yapar ve yemininin keffaretini yerine getirir.
Yahut önce yemininin kefaretini yerine getirir, sonra o işi yapar. Nitekim daha
önceden el-Maide Suresi'nde (89. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Fukahanın görüşüne göre
bir kimse, herhangi bir sünneti ya da mendubu işlememeğe dair yemin edip bunu
ebedi olmakla da kayıtlandıracak olursa bu onun şahitliğinin kabulünü
engelleyicidir. Bunu el-Baci "el-Munteka" adlı eserinde
zikretmektedir .
24- "Yemin"
Lafzı:
"Sizden fazilet ...
sahibleri. .. yemin etmesinler" buyruğundaki; (...) -ibaresi: "Yemin
etmesinler" demektir. "yeftailu" vezninde olup yemin demek olan;
(...) den gelmektedir. Yüce Allah'ın: "Hanımlarıyla cinsi temasta
bulunmamayayemin edenler ... "(el-Bakara, 226) buyruğunda da bu kökten
gelen fiil kullanılmıştır. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara
Suresi'nde (226-227. ayetler, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bir kesim de
şöyle demektedir: Bu, kusurlu hareket etmek demektir. Bu da; "Bu hususta
kusurlu davrandım" ifadesinden gelmektedir. Yüce Allah'ın: "Onlar
halinizi bozmaktan hiç geri kalmazlar." (AI-i İmran, 118) buyruğu da
buradan gelmektedir.
25- Allah'ın Mağfireti
Sevilmez mi?:
"Allah'ın size
mağfIret etmesini sevmez misiniz?" buyruğu bir temsili ifade olup aynı
zamanda bir delildir. Yani sizler, Allah'ın günahlarınızı affetmesini
sevdiğiniz gibi, sizden daha aşağı durumda olanları da bağışlayınız. Peygamber
(s.a.v.)'in: "Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz'' buyruğu da bu manayı
dile getirmektedir.
26- En Umut Verici
Ayetler:
Kimi ilim adamı şöyle
demiştir: Bu ayet-i kerime İfk hadisesine karışan isyankar iftiracılara bu
lafız ile ne kadar lutfedici olduğunu dile getirmesi açısından, Yüce Allah'ın
Kitabında en umut verici bir ayet-i kerimedir.
Yüce Allah'ın Kitabında
en umut verici ayet-i kerimenin: "Mü'minlere de muhakkak onlar için
Allah'tan büyük bir lütuf ve ihsan olduğu müjdesini ver." (el-Ahzab, 47)
buyruğu olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah bir başka
yerde de: "iman edip, salih amel işleyenlere gelince, onlar cennetlerin
bahçelerindedir. Onlar için Rabbleri yanında istedikleri herşey vardır. işte bu
büyük lütuf ve ihsanın ta kendisidir" (eş-Şura, 22) diye buyurmaktadır.
Yüce Allah bu ayet-i kerimede geçen pek büyük lütfu izah ederken bir önceki
ayet-i kerimede de bu lütfun müjdesini vermektedir.
Yine umut verici
ayetlerden birisi de Yüce Allah'ın: "De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri
giden kullarım ..." (ez-Zümer, 53) buyruğu ile: "Allah kullarına çok
lütufkardır." (eş-Şura, 19) buyruğudur.
Bazıları da şöyle
demektedir: Yüce Allah'ın Kitabında yer alan en umut verici ayet-i kerime:
"Elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın." (ed-Duha, 5)
ayet-i kerimesidir. Çünkü Resulullah (s.a.v.), ümmetinden herhangi bir kimsenin
cehennem ateşinde kalmasına razı olmaz.
27- Affetmek:
Yüce Allah'ın:
"Vermemeye (mealde; etmemeye)" kelimesi; (...) demek olup, burada,
(-la-) olumsuzluk edatı hazfedilmiştir. Şairin: "Allah adına yemin ederim,
oturmaya devam edeceğim (oturmayı bırakmayacağım)"
demesi gibidir. Bunu
ez-Zeccac zikretmektedir. Ebu Ubeyde'nin açıklamalarına göre ise burada bu
olumsuzluk edatının takdirine gerek bulunmamaktadır.
"Affetsinler"
buyruğu; "Evin kalıntıları, izleri silindi" ifadesinden gelmektedir.
Affetmek, tıpkı evin kalıntı ve izlerinin silindiği gibi, günahın silinmesi anlamındadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN