NEML 18 / 19 |
|
18.
Nihayet karıncalar vadisine geldiklerinde bir karınca dedi ki: "Ey
karıncalar! Yuvalarınıza girin. Süleyman ve askerleri farkında olmadan, sizi
çiğnemesin.
19.
Sözünden dolayı gülercesine tebessüm edip dedi ki: "Rabbim! Bana ve
ana-babama ihsan ettiğin nimetine şükür etmeyi ilham et. Razı olacağın salih
amel işlemeye de muvaffak kıl. Rahmetinle beni salih kullarının arasına
kat."
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
1- Seslenen Karınca ve Bu Karıncanın
Söyledikleri:
2- "Farkedemeyenler"in
Kimlikleri:
3- Hayvanları Cezalandırmanın Hükmü:
4- Canlı Varlıkların Tesbihi Nasıldır:
5- Gülümsemek ve Gülmek:
6- Hayvanların Akılları ve
Kavrayışları:
1- Seslenen Karınca ve
Bu Karıncanın Söyledikleri:
"Nihayet karıncalar
vadisine geldiklerinde" buyruğu hakkında Katade dedi ki: Bize nakledildiğine
göre bu Şam topraklarında bir vadidir. Ka'b ise Taif'dedir demiştir.
"Bir karınca dedi
ki: Ey karıncalar" eş-Şa'bi dedi ki: Bu karıncanın iki kanadı vardı.
Dolayısıyla bu da uçan kuşlardan sayılmıştır. Bundan dolayı Süleyman (a.s) bu karıncanın
dilini bilmişti. Durum böyle olmasaydı, onun dilini anlayamazdı. Buna dair
açıklamalar az önce geçtiği gibi ileride de gelecektir.
Süleyman et-Teymı
Mekke'de "karınca" anlamındaki kelimeyi; (...) şeklinde;
"Karıncalar" anlamındaki kelimeyi de (...) şeklinde "nun"
harfini üstün ve "mim" harfini de ötreli olarak okumuştur. Yine ondan
hepsini ötreli olarak okuduğu da rivayet edilmiştir.
Karıncaya
"nemle" adının verilmesi, çokça hareket edip, az duraklamasından
dolayıdır. Ka'b dedi ki: Süleyman (a.s) Taif vadilerinden es-Sedir vadisinden
geçti ve bu arada yolu karıncalar vadisine uğradı. Bu arada kurt kadar büyük,
topal bir karınca tek bir ayağı üzerinde yükselerek "ey karıncalar"
diye (ayet-i kerimede belirtildiği şekilde) seslendi.
ez-Zemahşeri dedi ki:
Süleyman bu karıncanın sözlerini üç millik mesafeden duydu. Bu karınca topal
olduğu halde tek ayak üzerinde yürürdü. Denildiğine göre bu karıncanın adı
Tahiye imiş.
es-Süheyli dedi ki:
Süleyman (a.s)'ın konuşmasını duyduğu karıncanın ismini zikretmişler ve Harmiya
olduğunu söylemişlerdir. Karıncalar biribirleri ne isim vermedikleri,
insanların da karıncaları birbirlerinden ayırdedemediklerinden ötürü onlara
özel isim vermeleri imkansız olduğundan, insanların da onlara isim vermeleri
söz konusu değilken, bir karıncanın özel isminin olduğu nasıl düşünülebilir?
Ayrıca karıncalar, atlar, köpekler ve benzeri hayvanlar gibi Ademoğullarının
mülkiyeti altında da değillerdir. Çünkü özel isim bu şekildeki hayvanlar
hakkında Araplar arasında görülen bir uygulama idi. Eğer özel isimler -sırtlan
hakkında söz konusu olduğu gibi- Suale, üsame, Caari, Kasamı gibi cins isimler
hakkında söz konusudur denilecek olursa, şunu belirtelim ki; karıncanın isminin
olması bu kabilden değildir. Zira onun adını verenler bu ismin diğer karıncalar
arasından muayyen bir karıncanın özel adı olduğunu iddia ederler. Suale ve
benzeri isimler ise cins arasından tek bir kimsenin özel ismi değildir. Aksine
o cinsten gördüğümüz herbir tanesine Su ale denilebilir. üsame, İbn Avi, İbn Us
ve benzeri (hayvan isimleri) de bu kabildedir. Şayet dedikleri sahih ise bunu
şöylece açıklamak mümkündür: Bu konuşan karınca Tevrat'ta, Zebur'da ya da bazı
semavi sahifelerde Yüce Allah tarafından bu isim ile adlandırılmış ve
Süleyman'dan önce ya da peygamberlerden birisi bu karıncayı bu ismiyle tanımış,
konuşması ve imanı dolayısı ile ona özel olarak isim vermiştir. Bu bir
açıklamadır, bizim bu karıncanın iman ettiğini söylememizin anlamı ise onun
sair karıncalara söylediği şu sözlerde ortaya çıkmaktadır: "Süleyman ve
askerleri farkında olmadan sizi çiğnemesin." Bu karıncanın "farkında
olmadan" şeklindeki ifadesi mü'mince kullanılmış incelikli bir ifadedir.
Yani Süleyman'ın adaleti ve fazileti ayrıca askerlerinin de fazileti dolayısıyla
onlar bir karıncayı olsun daha büyük olsun, ancak farketmeyecek olurlarsa
çiğneyebilirler.
Şöyle de denilmiştir:
Süleyman'ın tebessüm etmesi, karıncanın söylediği bu sözlere sevinmesinden
dolayıdır. Bundan dolayı onun tebessümü "gülercesine" buyruğu ile
te'kid edilmiştir. Zira tebessüm gülmeksizin ve razı olunmaksızın da olabilir.
Nitekim Arapların: O öfkeli birisi gibi tebessüm etti, yahut alayedenler gibi
tebessüm etti, dedikleri bilinen bir husustur. Gülercesine tebessüm etmek ise
ancak sevinçten ötürü olur. Hiçbir peygamber ise dünyevi bir iş dolayısıyla
sevinmez. Onun sevinci ancak ahiret ve din bakımından meydana gelen iş
dolayısıyla olmuştu.
Karıncanın: "Onlar
farkında olmadan" şeklindeki sözleri dindarlığa, adalete ve merhamete
işarettir. Karıncanın, Süleyman (a.s.)'ın askerleri hakkında: "Onlar
farkında olmadan" şeklindeki sözlerinin bir benzeri de Yüce Allah'ın
Muhammed (s.a.v.)'in askerleri hakkındaki: (...) .. ve size onlardan dolayı bir
keder ve üzüntü dokunmayacak olsaydı ...'' (el- Feth, 25) buyruğudur. Bununla
onların hiçbir mü'minin kanını boşuna akıtmak istemediklerine işaret
etmektedir. Ancak Süleyman (a.s.)'dan övgü ile söz eden Allah'ın izni ile bir
karıncadır. Muhammed (s.a.v.)'in askerlerinden sözeden ise bizzat Yüce
Allah'tır. Çünkü Muhammed (a.s.) bütün peygamberlerden daha faziletli olduğu
gibi, onun askerleri de onun dışındaki peygamberlerin askerlerinden daha
faziletlidir.
Şehr b. Havşeb,
"yuvalarınıza" buyruğunu tekil olarak: "Yuvanıza" diye
okumuştur. Ubeyy'in mushafında: "Yuvalarınıza ... sizi çiğnemesinler ...
" şeklindedir. Süleyman et-Tey mi de: " ... yuvalarınıza ... sizi
çiğnemesinler..." diye okumuştur.
Buyruk; onlar sizi fark
etmeyerek sizi çiğneyip kırıp dökmesinler, anlamındadır.
el-Mehdevi dedi ki: Yüce
Allah'ın bu hususu karıncanın kavramasını sağlaması, Süleyman (a.s.)'a mucize
olması içindir.
Vehb (b. Münebbih) dedi
ki: Yüce Allah rüzgara, kim ne söylerse söylesin onu mutlaka Süleyman (a.s.)'a
ulaştırmasını ve duyurmasını söylemişti. Çünkü şeytanlar ona kötülük yapmak
istemişlerdi.
Şöyle de söylenmiştir:
Bu olayın cereyan ettiği vadi, Yemen'de idi. Bu sözleri söyleyen karınca da
alışılmış türden küçük bir karınca idi. Bu açıklama el-Kelbı'ye aittir.
Nevf eş-Şamı ile Şahik
b. Seleme dedi ki: Bu vadideki karıncalar, kurt kadar büyüktüler. Bureyde
el-Eslemi, koyun kadardılar, demiştir.
Muhammed b. Ali
et-Tirmizi dedi ki: Eğer karınca bu kadar büyük idiyse, bunun sesi de vardı,
demektir. Ancak karıncanın sasinin duyulmaması hacim itibariyle küçük
olduğundandır. Çünkü kuşların ve diğer hayvanların seslerinin olduğu bir
gerçektir. Onların konuşmaları da budur. Onlar bu konuşma kabiliyetleriyle
tesbih eder ve diğer şeyleri söylerler. İşte Yüce Allah'ın:
"O'nu hamd ile
tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbih lerini
anlamazsınız." (el-İsra, 74) buyruğu bunu anlatmaktadır.
Derim ki: Yüce Allah'ın:
" ... Sizi çiğnemesin ... " buyruğu, el-Kelbi'nin sözlerinin doğru
olduğuna delildir. Çünkü bu karıncalar kurt veya koyun büyüklüğünde olsa idi, çiğnenerek
ezilmeleri söz konusu olmazdı. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Yuvalarınıza girin" buyruğunda hitab insanlar için kullanılan
zamirlerle olmuştur. Çünkü burada karınca insanlar gibi konuşunca, insanlar
gibi değerlendirilmiştir. Ebu İshak es-Sa'lebi dedi ki: Ben Süleyman'a nisbet
edilen kitaplardan birisinde şunu gördüm: O, bu karıncaya: Diğer karıncaları ne
diye sakındırdın? Benim zulmedeceğimden mi korktun? Benim adaletli bir
peygamber olduğumu bilmiyor muydun? Neden: "Süleyman ve askerleri ... sizi
çiğnemesin" dedin, diye sordu. Karınca şu cevabı verdi: Sen benim:
"farketmeyip" dediğimi de duymadın mı? Hem ben onları bedenlerini
çiğnemeyi kastetmedim. Ben bunun yerine kalplerinin çiğnenmesini kastetmiştim.
Çünkü sana verilenlerin bir benzerini temenni edeceklerinden, yahut dünya
fitnesine kapılarak senin mülküne bakıp seyrederken, tesbih ve zikirden uzak
kalacaklarından korktum. Süleyman ona: Bana öğüt ver dedi. Karınca dedi ki:
Babana niye Davud adının verildiğini bilmiyor musun? Süleyman: Hayır deyince,
karınca dedi ki: Çünkü o kalbinin yarasını tedavi etmişti. Sana niye Süleyman
adının verildiğini biliyor musun? Süleyman: Hayır deyince, karınca dedi ki:
Çünkü sen kalbinin temizliği dolayısıyla sana verilenlerden ötürü sair organlarınla
da selamete eren bir kimsesin. Babana yetişmek de senin bir hakkındır. Daha
sonra şöyle dedi: Allah'ın sana rüzgarı niye müsahhar kıldığını biliyor musun?
Süleyman: Hayır deyince, karınca dedi ki: Böylelikle sana dünyanın tamamının
bir rüzgar olduğunu haber vermiş oldu.
"Sözünden dolayı
gülercesine tebessüm etti." Bu tebessümü hayretle olmuştu. Daha sonra
karınca hızlıca hemcinslerinin yanına gidip, dedi ki: Yanınızda Yüce Allah'ın
şu peygamberine takdim edeceğiniz bir hediye var mı? Onlar: Bizim ona
vereceğimiz hediyenin kıymeti ne olur ki? Allah'a yemin ederiz ki yanımızda bir
tek köknar yemişinden başka bir şey yok. Karınca: Güzel, onu bana getirin,
dedi. O yemişi ona götürdüler, ağzıyla o yemişi taşıyıp onu çekmeye koyuldu.
Yüce Allah rüzgara emir vererek onu taşıdı. Kilimin üzerinde insanların,
cinlerin, ilim adamlarının, peygamberlerin arasından -onları yara yara- geçti
ve nihayet önünde düştü. Sonra ağzındaki bu köknar yemişini onun avucuna
bıraktı ve şunları söylemeye koyuldu:
"Bizim Yüce Allah'a
kendi malını hediye verdiğimizi görmez misin? Her ne kadar O'nun ona ihtiyacı
yoksa da O bunu kabul eder.
Eğer üstün ve değerli
olana kadrine göre hediye verilecek olsaydı, Bir gün gelir deniz de, sahili de
buna güç yetiremezdi.
Bununla birlikte biz
sevdiğimiz kimseye hediye takdim ederiz. O da bununla bizden hoşnut olur ve bu
işi yapanın davranışını güzel karşılar. Elbetteki bu onun soylu
davranışlarındandır. Yoksa bizim mülkümüzde ona layık hiçbir şey yoktur."
Süleyman (a.s) ona dedi
ki: Allah sizi mübarek kılsın. İşte karıncalar bu dua sayesinde Yüce Allah'ın
yaratıkları arasında O'na en çok şükreden ve sayıca en kalabalık olanlarıdır.
İbn Abbas dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) dört canlının öldürülmesini yasaklamıştır: Hüdhüd, göçeyen
kuşu, karınca ve arı. Bu hadisi Ebu Davüd rivayet etmiş olup, Ebu Muhammed
Abdu'l-Hak sahih olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Ebu Hureyre yoluyla da bu hadis
rivayet edilmiştir. Daha önce de el-A'raf Süresi'nde (133. ayet, 5. başlıkta)
geçmiş bulunmaktadır.
Karınca Süleyman (a.s)'ı
övmüş ve gücünün yettiği en güzel şekilde; onlar sizi çiğneyecek olurlarsa,
farkında olmadan çiğneyeceklerini, bu işi kasten yapmayacaklarını belirtmiş ve
ifade etmişti. Böylelikle onların zulmeden kimseler olmadıklarını dile
getirmişti. Bundan dolayı öldürülmesini nehyetmiştir. Hüdhüd'ün de
öldürülmesini nehyetmiştir, çünkü hüdhüd Süleyman (a.s)'a suyun bulunduğu
yerleri gösteriyor ve Belkıs'a onun gönderdiği elçi idi.
İkrime dedi ki: Yüce
Allah'ın Süleyman'ın hüdhüd kuşuna vereceği zararı önlemesi anne babasına
iyilik yapan birisi olmasından ötürüdür. Göçeğen kuşuna gelince, ona çok oruç
tutan (savvam) denilir.
Bu Ebu Hureyre'den de
rivayet edilmiştir. O dedi ki: İlk oruç tutan kişi göçeğen kuşudur. İbrahim
(a.s) Şam'dan, Harem bölgesine Beytullah'ı bina etmek üzere çıkıp gittiğinde
beraberinde Sekine ile göçeğen kuşu vardı. Göçeğen kuşu ona gideceği yerin
kılavuzluğunu yapıyordu. Sekine ise bina edeceği ev miktarında idi. O evi
yapacağı yere ulaşınca, bu sefer Sekine (gölge bırakan bulut) evin yerine düştü
ve seslenerek dedi ki: Ey İbrahim gölgem miktarınca evi inşa et. Yine el-A'raf
Süresi'nde (az önce belirtilen yerde) kurbağanın öldürülüşünün yasaklanma
sebebi zikredilmişti. en-Nahl Süresi'nde ise (68. ayet, 1. başlıkta) arının öldürülmesinin
yasaklanışının sebebi de açıklanmış bulunmaktadır. En doğrusunu bilen Allah'a
hamdolsun.
2-
"Farkedemeyenler"in Kimlikleri:
el-Hasen Yüce Allah'ın:
"Sizi çiğnemesin" buyruğunu (...) şeklinde okumuştur. Yine ondan
gelen bir rivayete göre (...) diye okumuştur. Ondan ve Ebu Reca'dan
nakledildiğine göre (...) diye okumuşlardır. (...) ise "kırmak,
geçirmek" demektir. "Onu paramparça etti" anlamındadır,
"Paramparça oldu, kırıldı, döküldü" demektir. (...) da kırıp, dökmek,
paramparça etmek anlamındadır.
"Onlar farkında
olmadan"in Süleyman ve askerlerinin hali olması mümkündür. Bu durumda
halde amel eden "sizi çiğnemesin" buyruğudur. Yahutta karıncanın
halini ifade eden bir lafız olabilir, o takdirde amil "dedi ki"
buyruğudur. Karınca askerlerin farkında olmadıkları bir halde iken bu sözleri
söyledi, demek olur. Bu da: "İnsanlar gafil iken ben ayağa kalktım"
demeye benzer. Yahut yine "karınca"dan hal olabilir. Amil de
"dedi ki" olup: Karıncalar Süleyman'ın o karıncanın söylediği sözleri
anladığının farkında değilken ... dedi ki ... demek olur. Ancak böyle bir mana
uzak bir ihtimaldir, ileride gelecektir.
3- Hayvanları
Cezalandırmanın Hükmü:
Müslim'in kaydettiği
rivayete göre Ebu Hureyre: Rasülullah (s.a.v.)'den şöyle buyurduğum!
nakletmektedir: "Bir karınca peygamberlerden birisini ısırdı. Peygamber
oradaki karınca yuvalarının yakılmasını emretti. Yüce Allah ona: Seni ısıran
bir karınca sebebiyle mi tesbih eden bir topluluğu helak ettin." diye
vahyetti. Bir başka rivayetinde: "Niye (sen de) tek bir karıncayı
cezalandırmadın? .. " şeklindedir.
İlim adamlarımız dedi
ki: Denildiğine göre bu peygamberin Musa (a.s) olduğu söylenmektedir. O şöyle
sormuştu: Sen de bir kasaba halkını masiyetleri sebebiyle -aralarında itaatkar
kimseler olduğu halde- helak ediyorsun? Sanki Yüce Allah ona bunun hikmetini
göstermeyi dilediği için ona aşırı bir sıcak yaptı. Nihayet dinlenmek üzere bir
ağacın gölgesine çekildi. Yakınında da karınca yuvaları vardı. Ağacın
gölgesinde uyuya kaldı. Tam uykunun tadına varmışken bir karınca onu ısırıp
rahatsız etti. Bu karıncaları ayaklarıyla ezdi ve öldürdü. Yuvalarının
yakınında bulunan o ağacı da yaktı. Yüce Allah da bu hususta ona ibret yönünü
gösterdi: Çünkü o da kendisini bir karınca ısırdığı halde, o karıncaya
verilmesi gereken cezayı diğerlerine de vermişti.
Bununla şuna dikkatini
çekmek istemişti: Allah'ın verdiği (dünyevi) azap, geneli kapsar. Bu cezalar
itaatkarlar için bir rahmet, bir bereket olur. İsyankarlar için de bir kötülük
ve intikam olur. Buna göre hadis-i şerifte karıncaları öldürmenin mekruh ya da
yasak olduğuna delalet edecek bir taraf olmaz. Çünkü sana eziyet veren herbir
şeyi kendinden uzaklaştırmak senin için mübahtır. Yüce Allah'ın yarattıkları
arasında ise mü'minlerden daha üstün ve değerli bir kimse de yoktur.
Ademoğlunun dahi gerektiğinde belirtilen ölçüler çerçevesinde kendisini
savunmak kastı ile saldıranı öldürmek ya da dövmekle bertaraf etmesi mübah
kılınmıştır. Ademoğlu için müsahhar kılınmış ve insanların emrine verilmiş olan
haşerat ve canlıların durumu ya nasıl olacak? Bu gibi canlılar insana eziyet
vericek olurlarsa, onları öldürmek mübah olur.
Buna göre, hadis,
karıncaların öldürülmesi yasak ya da mekruh bir iş olduğuna delil teşkil etmez.
Çünkü kişiye eziyet veren varlığı, kişinin kendisinden uzaklaştırması helaldir.
Allah'ın yaratıkları arasında mü'min kadar hürmete değer ve eziyete uğratılması
yasak bir yaratık yoktur. Böyle eziyet veren bir varlığı, -boyutuna göre-
öldürmek ya da vurmak suretiyle defetmek, mübahtır. Hele insanlara müsahhar kılınmış
ve emrine verilmiş hayvanlar ve haşerat hakkında daha ne söylenebilir? Bunlar
kişiye eziyet verecek olurlarsa, öldürülmeleri mübah olur.
İbrahim (en-Nehai)'den:
Seni rahatsız eden karıncayı öldür, dediği rivayet edilmiştir.
Hadis-i şerifteki:
"Niye tek bir karıncayı cezalandırmadın?" ifadesi eziyet verene
eziyet edilebileceğine ve öldürülebileceğine delildir. Öldürmek, bir fayda
sağlamak ya da bir zararı önlemek için olduğu sürece ilim adamlarınca sakıncalı
görülmemiştir.
O'na, "Herhangi bir
karınca" öldürebileceği söylenmiş ve bizzat onu ısıran karınca diğerleri
arasından tahsis edilmemiştir. Çünkü bundan kasıt kısas değildi. zira kısası
kast etmiş olsaydı, ona: Niye seni ısıran karıncayı öldürmekle yetinmedin,
denilecekti. Ancak böyle denilmeyip ona: (Eziyet veren) bir karıncanın yerine,
neden bir karıncayı cezalandırmakla yetinmedin, denildi. Bu ifade ile cinayeti
işleyeni de, suçsuzu da genel olarak kapsadı.
Böylece onun Rabbine
sorduğu "aralarında itaatkar ve isyankar insanlar bulunduğu halde bir
kasaba halkına ne diye azab ettiği?" sorusunun cevabına dikkatini çekmek
istemişti.
Şöyle de açıklanmıştır:
Sözü edilen peygamberin şeriatinde hayvanları yakmak suretiyle cezalandırmak
caiz idi. Bundan dolayı Yüce Allah bizzat yaktığı için değil de pek çok
karıncayı yaktığı için ona sitemde bulunmuştur. Nitekim Hz. Peygamber'in:
"Niye bir tek karıncaya değil de ... " diye sorulduğunu belirttiğini
görüyoruz. Yani sen niçin sadece bir karınca yakmakla yetinmedin? Bu ise bizim
şeriatimize uygun değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ateşle yakmak suretiyle
azaplandırmayı yasaklamış ve: "Allah'tan başka hiçbir kimse ateş ile
azaplandırmaz." diye buyurmuştur.
Aynı şekilde o
peygamberin şeriatinde de karıncaları öldürmek mübah idi.
O bakımdan Yüce Allah bizzat
karıncaları öldürdü diye ona sitem etmemiştir. Bizim şeriatimizde ise İbn Abbas
ve Ebu Hureyre yoluyla gelen hadislerde bu hususun nehyedildiği bilinmektedir.
İmam Malik, karıncanın
zarar vermesi ve bu zararın ancak öldürmek ile önlenebilmesi hali dışında,
karıncaların öldürülmesini mekruh kabul etmiştir.
Şöyle de denilmiştir;
Sözü geçen peygambere Yüce Allah, bir tanenin eziyet etmesine rağmen büyük bir
topluluğu helak etmek suretiyle nefsi için intikam alması dolayısıyla sitem
etmiştir. Oysa uygun olanı onun sabredip affetmesi idi. Fakat peygamber bu
türün Ademoğullarına eziyet verdiğini tesbit etmiştir. Ademoğlunun saygınlığı
ise natık olmayan diğer canlıların saygınlığından çok daha büyüktür. Şayet
sadece bu mantıkla hareket edip tabii olarak intikam alıp içini soğutma arzusu
buna katılmamış olsaydı, bundan dolayı da ona sitem edilmezdi. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır. Fakat hadisin ifadelerinin delalet ettiği şekilde; intikamını
susturma arzusu buna eklenince, bu davranışı dolayısıyla ona sitem olundu.
4- Canlı Varlıkların
Tesbihi Nasıldır:
Hadis-i şerifte geçen:
"Seni ısıran bir karınca sebebiyle mi tesbih eden ümmetlerden bir ümmeti
helak ettin.?" sözü onların tesbihinin sözlü ve nutk ile yapılmış olmasını
gerektirmektedir. Nitekim Yüce Allah da karıncaların kendi aralarında
konuştuklarını, Süleyman (a.s)'ın da -bir mucize olmak üzere bunu anladığını ve
karıncanın sözleri dolayısıyla tebessüm ettiğini haber vermektedir.
İşte bu çok açık bir şekilde
karıncaların bir konuşmalarının olduğunu, fakat herkesin de bu konuşmayı
duyamadığını göstermektedir. Yüce Allah'ın olağanüstü olarak işitmesini
istediği herhangi bir peygamber ya da bir veli dışında kimse onların
konuşmalarını duyamaz. Biz kendimiz böyle bir konuşma sesini duymuyoruz diye
bunu inkar etmeyiz. Çünkü idrak edememek, idrak olunan bir şeyin bizatihi
olmamasını gerektirmez. Diğer taraftan insan bazen içinden bir takım söz ve
konuşmaları geçirdiği halde, ancak diliyle söyledikleri işitilir.
Şanı Yüce Allah,
Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) için de olağanüstü bir hadise olmak üzere kendi
kendilerine konuşan bir topluluğun içinden konuştukları sözleri ona işittirmiş,
o da onlara içinden geçirdiklerini haber vermiştir. Nitekim bir çok imamımız
Peygamber (s.a.v.)'e mucizelere dair yazılmış kitaplarda bu kabilden bir çok
rivayet nakletmişlerdir. Aynı şekilde Yüce Allah'ın keramet ihsan ettiği
velilerin bir çoğu da bir çok vesile ile benzeri şeyler göstermişlerdir.
Peygamber (s.a.v.)'ın: "Benim ümmetim arasında özel illuma mazhar kimseler
vardır. Şüphesiz ki Ömer de bunlardandır" hadisinde kastettiği de budur.
Cansız varlıkların
tesbihi ile ilgili açıklamalar ise daha önceden el-İsra Süresi'nde (44. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca bunun delalet-i hal yolu ile bir
tesbih olmayıp, dille ve sözle yapılan bir tesbih olduğu da orada
açıklanmıştır. Yüce Allah'a hamdolsun.
5- Gülümsemek ve
Gülmek:
Yüce Allah'ın:
"Sözünden dolayı gülercesine tebessüm edip, dedi ki ... " buyruğunda
"gülercesine" anlamındaki; (...) kelimesini İbn es-Sümeyka' elifsiz
olarak (...) diye okumuştur. Bu kelime "tebessüm"ün delalet ettiği
hazfedilmiş bir fiilin masdarı olarak nasbedilmiştir. Sanki; (...) bir şekilde
güldü, demiş gibidir. Sibeveyh'in görüşü budur. Sibeveyh'in dışındaki ilim
adamlarına göre ise; bu bizzat "tebessüm edip" fiili ile
nasbedilmiştir, çünkü bu da "güldü" anlamındadır.
Bunu elifle okuyanların
kıraatine göre ise "tebessüm edip'' deki zamirden hal olmak üzere
nasbedilmiştir. Anlamı ise gülmek kadar tebessüm etti, şeklindedir. Çünkü
gülmek tebessümü kapsar, tebessüm ise gülmekten aşağıdır ve gülmenin
başlangıcıdır.
"Gülümsedi,
gülümser, gülümsemek" denilir. İsm-i faili (...) şeklinde gelir. Fiil;
(...): Gülümsedi, gülümser, gülümsemek" şeklinde de kullanılır. (...) ise
ağız (gülümseme yeri) demektir. Bu da; "Oturma yeri" meclis lafzının
(...) den gelmesine benzer.
"Çokça gülümseyen
adam" demektir. Kısacası gülümsemek (tebessüm) gülmenin başlangıcıdır.
"Gülmek" ise başlangıcı ve sonu ifade eder. Şu kadar var ki gülmek
gülümsemeden daha ileri olmayı gerektirir. Eğer kişi gülümsemeden ileriye gidip
de kendisini zaptetmeyecek olursa, bu sefer; "Kahkaha ile güldü"
denilir.
Tebessüm, peygamberlerin
çoğunlukla gülmelerini teşkil eder. Sahih hadiste yer alan rivayete göre Cabir
b. Semura'ya şöyle sorulmuş: Sen Peygamber (s.a.v.) ile birlikte aynı mecliste
oturur kalkar mıydın? o: Evet pek çok diye cevap verdi.
Yine Sahih'teki rivayete
göre Sa'd şöyle demiş: Müşriklerden müslümanlara pek çok zarar vermiş bir kişi
vardı. Peygamber (s.a.v.), Sa'd'a: "Anam babam sana feda olsun! Ok
at" diye buyurdu. Sa'd dedi ki: Temreni bulunmayan bir ok çektim. O oku
böğrüne isabet ettirdim. Yere düştü, avreti açıldı. Resulullah (s.a.v.) da, ben
onun azı dişlerini görünceye kadar güldü.
Rasülullah (s.a.v.)
çoğunlukla tebessüm ederdi. Bazı hallerde de tebessümden daha ileri ve küçük
dilin görüldüğü aşırı derecedeki gülmekten daha aşağı derecede gülerdi. Aşırı
derecede bir işi beğendiğinde nadiren büyük azı dişleri görülünceye kadar da
güldüğü olurdu.
İlim adamları bu türden
çokça gülmeyi mekruh görmüşlerdir. Nitekim Lukman oğluna şöyle demiştir:
Oğulcağızım! Çokça gülmekten sakın, çünkü o kalbi söndürür.
Bu ifade Ebu Zerr ve
başkaları yoluyla merfu bir hadis olarak da nakledilmiştir. Peygamber (s.a.v.)
da, Sa'd (r.a) sözü edilen adama ok atıp, isabet ettirince azı dişleri
görününceye kadar güldü. Buna sebeb ise adamın avretinin açılması değil, isabet
alması dolayısıyla sevinmesi idi. Çünkü Peygamber böyle bir şeye gülmekten
münezzehtir.
6- Hayvanların
Akılları ve Kavrayışları:
İlim adamlarına göre
bütün hayvanların kavrayışları ve akılları vardır. Bunda görüş ayrılığı yoktur.
Şafii de: Güvercin kuşların en akıllılarıdır, demiştir.
İbn Atiyye dedi ki: Karınca
da uyanık, güçlü, koku alma duyusu son derece kuvvetli, bir takım şeyleri
saklayan, yuvalar yapan, yeşermesin diye taneyi iki parçaya, kişnişi dörde
bölen bir hayvandır, Çünkü kişniş iki parçaya bölündü mü yeşerir. Bir yıl
boyunca topladıklarının yarısını yer, geri kalanını ise yedek olarak bırakır.
İbnu'l-Arabi der ki:
Bize göre bu özel ilimlerdendir. Karınca ise Yüce Allah'ın onun yaratılışında
verdiği özellikleriyle bunları kavrayabilmiştir. üstad Ebu'l-Muzaffer Şah Nur
el-İsferayini der ki: Hayvanların, alemin ve yaratılmışların hadis olduklarını
(sonradan yaratılmış olduklarını) ve Yüce Allah'ın vahdaniyetini idrak etmeleri
de uzak bir ihtimal değildir. Şu kadar var ki; biz onların dillerini
anlayamadığımız gibi, onlar da bizim dilimizi anlamazlar. Bizim bu hayvanların
peşinden koşmamız, onların da bizden kaçma larına gelince; bu da cinslerin
ayrılıklarının bir gereğidir.
"Rabbim bana ve ana
babama ihsan ettiğin nimetine şükür etmeyi ilham et!" Buyrukdaki; (...)
mastar manası verir. (...) da "bana bunu ilham et" demektir. Aslı da;
(...)'den gelmektedir. o: Seni gazaplandıran işlerden beni uzak tut, demiş
gibidir.
Muhammed b, İshak dedi
ki: Kitap ehlinin iddiasına göre Süleyman'ın annesi Yüce Allah'ın Davüd (a.s)'ı
kendisiyle imtihan ettiği Orya denilen (kumandanının) hanımı idi, Yahutta
kocası vefat ettikten sonra Davüd (a.s) onunla evlenmiş ve ona Süleyman (a.s)'ı
doğurmuştu, Buna dair daha geniş açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Sa'd
Süresi'nde (21-25. ayetler, 18, başlıkta) gelecektir.
"Rahmetinle beni
salih kullarının arasına kat!" İbn Zeyd'den rivayete göre beni onlarla
birlikte kıl, demektir. Anlamın: Beni de salih kullarının arasına kat, demek
olduğu da söylenmiştir. (Mealdeki gibi),
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN