ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NEML

36

/

40

 

 

36. Süleyman'a geldiğinde dedi ki: "Bana mal ile mi yardım ediyorsunuz? Halbuki Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Siz ise bu hediyeniz sebebiyle böbürleniyorsunuz.

37. "Dön onlara! Andolsun üzerlerine karşı duramayacakları ordularla geleceğiz ve onları -andolsun- oradan zelil ve küçük düşmüşler olarak çıkartacağız."

38. Dedi ki: "Ey ileri gelenler! Onlar bana müslümanlar olarak gelmezden önce, kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?"

39. Cinlerden bir ifrit dedi ki: "Ben onu sana, sen yerinden kalkmazdan önce getirebilirim ve muhakkak ben buna gücü yeten ve güvenilir bir kimseyim."

40. Nezdinde kitaptan bir bilgi bulunan kişi dedi ki: "Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm." Onun derhal yanında durduğunu görünce dedi ki: "Bu, benim Rabbimin lütfundandır. Acaba şükür mü ederim yoksa nankörlük mü ederim diye beni sınaması içindir. Kim şükür ederse kendi lehinedir, kim de nankörlük ederse, muhakkak Rabbim Ganidir, kerem sahibidir."

 

"Süleyman'a geldiğinde dedi ki: Bana mal ile mi yardım ediyorsunuz?" Yani elçi Süleyman'a hediyeyi getirip gelince, o da: "Bana mal ile mi yardım ediyorsunuz?" dedi.

 

"Bana ... mı yardım ediyorsunuz?" buyruğunu Hamza, Ya'kub ve el-A'meş şeddeli tek "nun" ve ondan sonra da sabit bir "ya" ile okumuşlardır. Diğerleri ise iki "nun" ile okumuşlardır ki; Ebu Ubeyd'in tercihi budur. Çünkü bütün mushaflarda bu iki "nun" ile yazılmıştır. İshak'ın, Nafi'den rivayetine göre o: (...) şeklinde, sonrasında lafız itibariyle "ya" bulunan şeddesiz tek bir "nun" ile okurdu. İbnu'l-Enbari dedi ki: Bu kıraatte vakıf yapılması halinde "ya "nin tesbit edilmesi lazımdır ki bu kıraat için Mushaf'ın yazılış harflerine uygunluk, sahih olarak söz konusu olabilsin. "Nun"da asl olan şeddeli olmasıdır. Böyle bir yerde nun'un şeddesinin kaldırılması "ben şahitlik ederim ki şüphesiz sen bir alimsin" anlamında; (...) ifadesinde "nun"un şeddesiz okunmasına benzer. "Haklarında anlaşmazlığa düştüğünüz ... "(en-Nahl, 27) buyruğunu; (...) şeklinde ve "Benimle Allah

hakkında mücadele mi edıyorsunuz''?" (el-En'am, 80) anlamındaki buyruğu da; (...) şeklinde okuyanlar buna göre böyle okumuşlardır.

 

Araplar da; "Adamlar beni dövüyorlar, bana geliyorlar" diye kullanmışlardır ki bunun aslı; (...) şeklindedir.

 

Çünkü (...) şekillerinin idgamlı söyleyişi böyledir. Şair de şöyle demektedir:

 

"Gerdanın da Leyla'ya ait iken, böğürlerin de, Güzel sesin de, gözlerin de, (hep böyleyken) benden (mi) korkarsın?"

 

Burada da "benden korkarsın" anlamındaki lafızın aslı (...) şeklinde olup, "ya" harfi düşmüştür.

 

''Bana ... mı yardım ediyorsunuz?'' sorusu! Benim gördüğünüz bunca malıma rağmen siz benim malımı (getirdiğiniz hediyelerinizle) arttıracağınızı mı zannediyorsunuz? demektir.

"Halbuki Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır." Allah'ın bana vermiş olduğu İslam, hükümdarlık ve peygamberlik size verdiğinden daha hayırlıdır. O bakımdan mal beni sevindirmez.

 

"Bana verdiği" anlamındaki lafız bütün mushaflarda; (...) şeklinde "ya"sız olarak yazılmıştır. Ebu Amr, Nafi've Hafs ise üstün "ya" ile; (...) şeklinde okumuşlardır. Vakıf yaparlarsa (ya'yı) hazfederler. Ya'kub ise vakıf halinde "ya "yi okur ve vasl halinde ise hazfeder. Buna sebep ise iki sakinin arka arkaya gelmesidir. Diğerleri ise her iki halde de "ye"siz okurlar.

 

"Siz ise bu hediyeniz sebebiyle böbürleniyorsunuz." Çünkü sizler dünya hayatında böbürlenenler ve çoklukla övünen kimselersiniz.

 

"Dön onlara!" Yani Süleyman elçi heyetinin emiri el-Münzir b. Amr'a gönderdikleri hediyeleriyle birlikte onlara; Geri dönün, dedi. "Andolsun üzerlerine karşı duramayacakları ordularla geleceğiz" buyruğundaki "Andolsun onlara ... geleceğiz" lafzındaki "lam" kasem (yemin) "lam"ıdır. Bu durumda şeddeli "nun" da onunla birlikte gelmelidir.

 

en-Nehhas dedi ki; Ben Ebu'l-Hasen b. Keysan'ı şöyle derken dinledim; Buradaki "lam" te'kid "lam"ıdır. Bu şekilde ona göre bütün "lam" çeşitleri üç türlüdür, ona göre dördüncüleri yoktur. Bu da te'kid "lam"ı, emir "lam"ı ve harf-i cer olarak kullanılan "lam." Nahiv bilginlerinin ileri gelenleri de bu görüştedir. Çünkü onlar herbir şeyi aslına irca' ederler. Bu ise, Arap dili üzerindeki eğitimi oldukça ileri kimseler için ancak mümkün olabilir.

 

"Karşı duramayacakları" yani onların karşı koymaya güç bulamayacakları ... demektir.

"Ve onları -andolsun- oradan" kendi ülkelerinden "zelil ve küçük düşmüşler olarak çıkartacağız." Buradaki "oradan" ile kastın Sebe'den demek olduğu söylenmiştir. "Şüphesiz hükümdarlar bir şehre girdiklerinde onu ha rab ederler" buyruğunda bu kasabadan (veya şehirden) söz edilmiş idi.

 

"Zelil" mülkleri ve şerefleri ellerinden alınmış "ve küçük düşmüşler olarak" küçük düşürüldükleri için zelil kılınmış ve hakarete uğratılmışlar olarak "çıkartacağız." Bu ise müslüman olmamaları halinde karşı karşıya kalacakları zillettir. Gönderdiği elçisi yanına geri döndü ve ona durumu haber verince, hükümdar kadın şöyle dedi; Ben onun bir kral olmadığını anlamıştım. Bizlerin Allah'ın peygamberlerinden bir peygambere karşı savaşacak gücümüz yoktur. Daha sonra emir vererek tahtının yedi sarayın sonuncusunda bulunan içiçe yedi odadan sonuncusuna konulmasını emretti ve kapıları kilitledi, üzerine de bekçiler yerleştirdi. Yemen hükümdarlarından onikibin hükümdar ile birlikte ve herbir hükümdarın da komutası altında yüzbin kişi bulunduğu halde Süleyman (a.s)'ın huzuruna gitmek üzere yola koyuldu.

 

İbn Abbas dedi ki; Süleyman heybetli bir kişi idi. Kendisi bir hususu sormadan ilk olarak kimse ona bir şey demezdi. Bir gün yakınlarda bir toz bulutu gördü, bu ne oluyor? dedi. Yanında bulunanlar: Ey Allah'ın peygamberi, Belkıs dediler. Bunun üzerine Süleyman askerlerine -Vehb ve başkaları da cinlere dediler- dedi ki: "Onlar bana müslümanlar olarak gelmezden önce kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" Abdullah b. Şeddad dedi ki: Süleyman (a.s): "Kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" dediğinde Belkıs bir fersahlık uzaklıkta bulunuyordu, tahtını ise Sebe'de bırakmış, onu korumak için de muhafızlar görevlendirmişti.

 

Denildiğine göre Belkıs hediyesini gönderdiği sırada elçilerini askerleriyle birlikte göndermişti. Bundan maksadı ise şayet Süleyman eğer krallık peşinde koşan birisi ise gerekli hazırlıklarını yapmadan, onunla aniden bir savaş başlatmak idi. Süleyman (a.s) bu durumu öğrenince "kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" dedi. İbn Abbas dedi ki: Kadının tahtının getirilmesine dair verdiği emir ona mektub yazmadan önce idi. Kadının tahtı kendisine getirilmeden de ona mektub yazmamıştı.

 

İbn Atiyye dedi ki: Ancak ayetlerin zahirine göre Süleyman (a.s) bu sözlerini kadının gönderdiği hediyenin ulaşıp, onun kendisine cevap vermesinden ve hüdhüd ile mektubunu göndermesinden sonra olmuştur. Te'vil bilginlerinin büyük çoğunluğu da bu kanaattedir. Te'vil bilginleri kadının tahtının getirilmesini istemesinin faydasının ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir. Katade dedi ki: Ona bu tahtın büyüklüğü ve mükemmeliğinden sözedilmişti. O da, müslüman olarak kendisini ve kavmini ve mallarını İslam himaye altına almadan önce bu tahtı ele geçirmek istemişti. Çünkü İslam bunu gerektirmektedir. Bu İbn Cüreyc'in de görüşüdür.

 

İbn Zeyd de dedi ki: Tahtın getirilmesini istemesi, Belkıs'a Allah tarafından kendisine verilmiş olan kudreti göstermek ve bunu peygamberliğine delil olarak ortaya koymak istemesi idi. Çünkü herhangi bir ordu ve savaş söz konusu olmaksızın bu tahtı ele geçirmiş olacaktı.

 

Bu açıklamaya göre "müslümanlar olarak" buyruğu, teslim olmuşlar olarak, demektir. İbn Abbas'ın görüşü de budur. Yine İbn Zeyd dedi ki: O bu yolla kadının aklını denemek istemişti, bundan dolayı: ''Tahtım onun tanıyamayacağı bir şekilde değiştirin. Bakalım o yol bulacak mı, yoksa yol bu lamayacaklardan mı olacak.?" demişti.

 

Yine denildiğine göre cinler Süleyman (a.s)'ın onunla evleneceğinden ve ondan çocuğunun olacağından, böylece Süleyman (a.s)'ın soyundan geleceklerini de angarya ve hizmetlerinin sürüp gideceğinden korkmuşlardı. O bakımdan cinler kendisine bu kadının aklı pek sağlam değildir, demişlerdi. İşte bundan ötürü o da tahtı ile kadını sınamak istemişti.

 

Bir diğer açıklamaya göre o hüdhüdün: ''Onun bir de büyük bir tahtı var" sözünün doğruluğunu tesbit etmek istemişti. Bu açıklamayı da Taberi yapmıştır.

 

Katade'den rivayete göre Süleyman (a.s) hüdhüdün tahtı nitelemesi sebebiyle, tahtı görmek istemişti. ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği görüş birinci görüştür. Çünkü Yüce Allah: "Onlar bana müslümanlar olarak gelmezden önce" diye buyurmuştur. Bir diğer sebeb de şudur: Belkıs eğer islama girmiş olsaydı, onun malına el sürmek haram olurdu. Dolayısıyla onun izni olmaksızın o taht da getirilemezdi.

 

Rivayet edildiğine göre tahtı kırmızı yakut ve mücevherat ile süslenmiş, gümüş ve altından yapılmıştı. Tahtı o sırada üzerinde yedi kilit bulunan, içiçe yedi odanın içinde bulunuyordu.

"Cinden bir ifrit dedi ki..." buyruğundaki "ifrit" lafzını cumhur; "İfrit" diye okumuştur. Ebu Reca' ve isa es-Sakafı ise; (...) diye okumuşlardır. Bu kıraat Ebu Bekir es-Sıddik (r.a.)'dan da rivayet edilmiştir. Hadiste de: "Şüphesiz ki Allah ifrite de, nifrite de buğzeder" diye buyrulmuştur. Buradaki nifrit, ifrite itba ile söylenmiştir. (Türkçede ifrit, mifrit demek gibi).

 

Katade dedi ki: Bu fevkalede akıllı anlamındadır. en-Nehhas dedi ki: Güçlü kuvvetli bir kimse ayrıca hilebaz ve çok ileri derecede kurnaz birisi ise ona; (...) denilir. "İfrit"in reis anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir kesim de bu kelimeyi; (...) şeklinde "ayn" harfi de esreli olarak okumuşlardır. Bunu da ibn Atiyye nakletmiştir.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu lafzı (...) şeklinde kabul edenler çoğulunu; (...) diye getirirler. (...) ise üç türlü çoğul yapılabilir. Arzu edilirse (...) şeklinde yahut (...) diye çoğulu yapılır, çünkü "te" zaiddir. Nitekim (...): Tağutlar'ın, (...): Tağut'un çoğulu olduğu gibi; "ye" de "te"nin yerine "ya" getirilerek; (...) denilebilir.

 

Şeytanlardan bir ifrit ise güçlü ve itaate gelmeyen anlamındadır, te de zaid dir. "Adam ifritleşti" tabiri, başkalarına eziyet etmeyi huy haline getirdi, anlamında kullanırlar.

 

Vehb b. Münebbih dedi ki: Bu ifritin adı Kuden idi. Bunu da en-Nehhas zikretmiştir. Zekvan olduğu da söylenmiştir, bunu da es-Süheylı söylemiştir. Şuayb el-Cubbai de: Adı De'van idi demiştir. İbn Abbas'tan gelen rivayete göre de adının Sahr el-Cinnı olduğu söylenmiştir.

 

Zü'r-Rimme'nin şu beyitinde ifrit şöylece kullanılmıştır: "Sanki o bir ifritin arkasından giden bir yıldız gibidir, Gece karanlığında yerinden kopup, ona doğru akan."

 

el-Kisai de şu beyiti nakletmektedir: "Onların ifrit şeytanları demişti ki: Sizin ne mülkünüz vardır, ne de sebat bulmanız."

 

Sahih teki rivayete göre de Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Dün cinlerden bir ifrit namazımı bozmak için beni aldatmaya (ya da boş anımı yakalamaya) çalışıyordu. Allah da ona karşı bana güç verdi, ben de onu şiddetlice ittim. .. " deyip, hadisin geri kalan bölümünü nakletti.

 

Buhari'de de "beni aldatmaya koyuldu" yerine, "dün ansızın karşıma çıktı" şeklindedir. 

 

Muvattada da Yahya b. Said'den şöyle dediği nakledilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) İsra'ya götürüldüğünde cinlerden bir ifritin, bir ateş alevi ile onu takip etmekte olduğunu gördü. Rasulullah (s.a.v.) yanına baktıkça onu görüyordu. Cibril ona: Ben sana söyleyeceğin bazı sözler öğreteyim mi? Sen bunları söyleyecek olursan, elindeki ateş alevi söner ve yüzüstü yıkılır. Rasülullah (s.a.v.) "tabi öğret" deyince, şöyle dedi:

 

" Semadan inenlerin, oraya yükselenlerin, yerde bitip yetişenlerin, yerden çıkanların, gece ve gündüzün fitnelerinin şerrinden -hayır ile gelen dışındagece ile gündüzün gelenlerin hepsinden, iyi olsun, günahkar olsun hiç kimsenin aşamadığı Allah'ın eksiksiZ kelimeleri ile kerim olan Allah'a sığınırım, ey Rahman."

 

"Ben onu sana, sen yerinden" yani hüküm verdiğin meclisinden "kalkmazdan önce getirebilirim ve muhakkak ben buna gücü yeten" onu taşıma gücüne sahip olan "ve" içindekilere karşı da "güvenilir bir kimseyim." İbn Abbas dedi ki: Bundan kasıt kadının namus ve iffetine karşı kendisine güvenilen bir kimseyim demektir. Bu açıklamayı el-Mehdevı zikretmiştir. Süleyman (a.s) ben daha da hızlı gelmesini istiyorum deyince,

"Nezdinde kitaptan bir bilgi bulunan kişi dedi ki: Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm." Müfessirlerin çoğunun kanaatine göre nezdinde kitap bilgisi bulunan kişinin adı Asaf b. Berhiya'dır ve bu İsrailoğullarına mensubtur. Bu kişi sıddıklardan olup, Yüce Allah'ın kendisi anılarak istenileni verdiği, kendisi anılarak dua edildiğinde duayı kabul ettiği, Yüce Allah'ın ismi a'zamını biliyordu. Aişe (r.anha) dedi ki: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Asaf b. Berhiya'nın kendisini anarak dua ettiği Allah'ın ism-i a'zam'ı: Ya hayyu, ya kayyum idi.'' Denildiğine göre bu onların dilinde "Ahiya, şerahiya" diye söylenirmiş.

ez-Zührı dedi ki: Yüce Allah'ın ism-i a'zam'ını bilen o zatın yaptığı dua şu idi: "Ey bizim ilahımız, herşeyin bir ve tek ilahı. Senden başka hiçbir ilah yoktur, bana onun tahtını getir." Hemen taht onun önüne getirildi.

 

Mücahid dedi ki: Dua ederken şöyle dedi: "Ey bizim ve herşeyin ilahı, ey celal ve ikram sahibi ... "

 

es-Süheyli dedi ki: Nezdinde kitabın bilgisi bulunan şahıs, Süleyman'ın teyzesinin oğlu Asaf b. Berhiya idi. Bu kişi Yüce Allah'ın isimlerinden ism-i a'zamı biliyordu.

Bir diğer görüşe göre bu şahıs bizzat Süleyman (a.s) idi. Ancak ifadelerin akışı arasında böyle bir açıklama doğru görülemez. İbn Atiyye dedi ki: Bir kesim bunun Süleyman (a.s) olduğunu söylemiştir. Bu açıklamaya göre ifrit: "Ben onu sana sen yerinden kalkmazdan önce getirebilirim" deyince, Süleyman (a.s) bu süreyi geç bulmuş da onu küçültmek anlamını ihtiva eden bir üslupla ifrite hitaben: "Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm" demiş olur. Bu görüşün sahipleri de delil olarak Süleyman (a.s)'ın: "Bu benim Rabbimin lütfundandır" sözlerini delil göstermişlerdir.

 

Derim ki: İbn Atiyye'nin sözünü ettiği görüşü en-Nehhas "Meani'l-Kur'an" adlı eserinde ifade etmiştir. Yüce Allah'ın izniyle bu güzel bir görüştür. Bahr dedi ki: Bu elinde takdirlerin yazılı olduğu kitabın bulunduğu bir melektir. İfritin bu sözleri söylediği sırada Yüce Allah onu göndermiş idi.

 

es-Süheyli dedi ki: Muhammed b. el-Hasen el-Mukri'in naklettiğine göre bu kişinin adı Dabbe b. Udd idi. Ancak bu hiçbir şekilde sahih olamaz, çünkü Dabbeb Udd'ün oğlu o da Tabiha'nın oğludur. Adı ise Amr b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Mead'dır. Mead ise Buht Nassar dönemlerinde idi. Bu dönem ise Süleyman (a.s)'ın döneminden çok sonradır. Mead, Süleyman (a.s)'ın döneminde yaşıyamadığına göre ondan beş ata sonra gelen Dabbe b. Udd nasıl onun çağdaşı olabilir? Bu husus üzerinde düşünen kimse bunu açıkça görecektir.

 

İbn Lehia dedi ki: Bu kişi Hıdır (a.s)'dır. İbn Zeyd de dedi ki: Yanında kitabın bilgisi bulunan kişi denizdeki adalardan birisinde bulunan salih bir zat idi. Bu şahıs adasından yeryüzünde kimlerin bulunduğunu Yüce Allah'a ibadet edenin olup olmadığını görmek üzere çıkmıştı. Süleyman'ı görünce, o da Yüce Allah'ın isimlerinden bir ismi anarak dua etti ve böylelikle kadının tahtı getirildi.

 

Yedinci bir görüş: Bu kişi Yemliha adında İsrailoğullarına mensub bir adam idi. Yüce Allah'ın ism-i a'zamını biliyordu. Bunu da el-Kuşeyri zikretmiştir.

 

İbn Ebi Berze derki: Kitabın bilgisine sahip kişi Ustum idi. Bu İsrailoğulları arasında çok ibadet eden bir zatdı, bunu el-Gaznevi zikretmektedir.

 

Muhammed b. el-Münkedir dedi ki: Bu bizzat Süleyman (a.s)'dır. İnsanların, o Yüce Allah'ın ism-i a'zamını biliyordu şeklindeki görüşlerine gelince, durum böyle değildir. Bu kişi İsrailoğullarına mensub bilgili, Yüce Allah'ın da kendisine ilim ve fıkıh (dini kavrayış) verdiği bir adam idi. Bu kişi: "Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm" deyince, haydi getir dedi. Bu sefer adam: Sen Allah'ın bir peygamberisin ve Allah'ın peygamberinin oğlusun. Eğer Yüce Allah'a dua edecek olursan, o sana bu tahtı getirir. Bunun üzerine Süleyman (a.s) Yüce Allah'a dua etti. Yüce Allah da tahtı ona getirdi.

 

Sekizinci bir görüş de şöyledir: Bu kişi Cebrail (a.s)'dır. Bunu da en-Nehai söylemiştir. Bu görüş İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Buna göre "kitap ilmi" onun Allah'ın indirmiş olduğu kitaplarda ve Levh-i Mahfuz'da bulunanlara dair bilgisidir. Süleyman (a.s)'ın Belkıs'a gönderdiği mektuptaki bilgidir, diye de açıklanmıştır.

 

İbn Atiyye der ki: İnsanların çoğunluğunun kabul ettiği görüş şudur: Bu kişi Asaf b. Berhiya adında, İsrailoğullarına mensub salih bir kişi idi. Rivayete göre iki rekat namaz kıldıktan sonra Süleyman (a.s)'a şöyle demiştir: Ey Allah'ın peygamberi, uzağa doğru bir bak, o da Yemen'e doğru baktı ve tahtı önünde buldu. Süleyman daha gözünü kırpmadan taht yanında idi.

 

Mücahid dedi ki: Burada kasıt kişinin gözünü yorgun ve bitkin olarak kapatıncaya kadar bakışını devam ettirmesidir.

 

Bir diğer görüşe göre gözünü açıp kırpacak kadar bir zamanı kastetmiştir. Bu da kişinin: Bu işi bir lahzada yap, demesine benzer. Bu görüş daha kuvvetli gibidir, çünkü eğer tahtı getiren Süleyman (a.s)'ın yaptığı bir iş olsaydı, bu bir mucize olurdu. Şayet Asaf veya onun dışındaki Allah'ın veli kullarının işi ise o takdirde bu bir keramettir. Velinin kerameti ise tabi olduğu peygamber için bir mucizedir.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Nezdinde kitabın bilgisi bulunan kişi Süleyman'dır, diyenler velilerin kerametini inkar etmektedirler. Çünkü (bunlara göre) Süleyman (a.s) ifrite: "Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm" demiş. Bunlara göre de ifritin yaptığı ne mucizedir, ne de bir keramettir. Çünkü cinlerin bu gibi şeylere zaten güçleri yeter. Bir cevher aynı halde iki yerde bulunamaz. Aksine bu Yüce Allah'ın bir cevheri doğunun en uzak noktasında yok edip, sonra onu ikinci halde var etmesi olarak düşünülebilir. Bu ise batının en uzak noktasında yok oluştan sonraki haldir ya da aradaki mekanları yok eder, sonra bu mekanları iade eder.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Bu görüşü Vehb, Malik'ten de rivayet etmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Belkıs'ın tahtı havada getirilmiştir, bu da Mücahid'in görüşüdür.

Süleyman ile taht arasında da, Küfe ile Hire arası kadar bir mesafe vardı.

 

Malik dedi ki: Belkıs Yemen'de, Süleyman (a.s)'da Şam'da bulunuyordu.

 

Tefsirlerde kaydedildiğine göre Belkıs'ın tahtı içinde bulunduğu yeri deldi, sonra da Süleyman'ın önünde bitiverdi. Abdullah b. Şeddad dedi ki: Taht yerdeki bir tünelden çıktı. Bunların hangisinin olduğunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Onun derhal yanında durduğunu" yanında sabit olarak bulunduğunu "görünce dedi ki: Bu" yardım, bu imkan ve iktidar "Benim Rabbimin lütfundandır. Acaba şükür mü ederim, yoksa nankörlük mü ederim diye beni sınaması içindir." el-Ahfeş dedi ki: Yani benim ne yapacağımı ortaya çıkarması içindir. Başkaları da şöyle demiştir: "Sınaması içindir" benim ona ibadet etmem içindir, demektir. Bu da mecazi bir ifadedir. Sınamada asl olan ise denemektir, yani ben nimetine karşı şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim. Beni denemek içindir.

 

"Kim şükür ederse, kendi lehinedir." Bunun faydası sadece kendisine döner. Zira o şükretmekle üzerindeki nimetin tamamlanmasına, devam etmesine ve o nimetin daha da artmasına hak kazanmış olur. Çünkü şükür sayesinde mevcut nimet sağlama bağlanmış olur, elde bulunmayan nimetlere de bu yolla nail olunur.

 

"Kim de nankörlük ederse, muhakkak Rabbim" şükre muhtaç olmayan "Ganidir" lütuf ve ihsan etmekte "kerem sahibidir." Çok cömerttir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Neml 41-43

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR