NEML 87 / 90 |
|
87.
Sur'a üfürüleceği günde -Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerde olanlar da,
yerde olanlar da dehşetle korkarlar. Hepsi de huzuruna küçülmüşler olarak
geleceklerdir.
88. Sen
dağları görür ve onları yerinde duruyor sanırsın. Halbuki onlar bulutların
gitmesi gibi giderler. Allah'ın herşeyi sapasağlam yapan yaratmasına bak! Muhakkak
O, yaptıklarınızdan haberdardır.
89. Kim
iyilikle gelirse ona, ondan hayırlısı vardır. Hem onlar o günde dehşetli bir
korkudan yana güvenlik içindedirler.
90. Kim
de kötülükle gelirse, yüzleri üzere ateşe dökülürler. (Onlara):
"işlediğinizden başkası ile mi cezalandırılacaksınız ki"? (denilir.)
"Sur'a üfürüleceği
günde" yani sen Sur'a üfürüleceği günü hatırla, yahut onlara bunu
hatırlat. el-Ferra'nın kabul ettiği görüşe göre anlamı şudur: İşte o gün Sur'a
üfürüleceği gündür, deyip burada; "İşte o" ism-i işaretinin
hazfedileceğini caiz kabul etmiştir.
Sur ile ilgili doğru
olan görüş, onun İsrafil'in kendisine üfleyeceği nurdan bir boynuz olduğudur.
Mücahid borazan şeklindedir, demiştir. Sur'un Yemenlilerin lehçesindeki borazan
(el-bük) olduğu söylenmiştir. Buna dair açıklamalar ile ilim adamlarının bu
husustaki görüşleri daha önceden el-En'am Süresi'nde (73. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
"Allah'ın dilediği
kimseler dışında göklerde olanlar da, yerde olanlar da dehşetle
korkarlar." Ebu Hureyre dedi ki: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Yüce
Allah gökleri yaratmayı bitirdikten sonra Sur'u yarattı. Onu İsrafil'e verdi. O
bu Sur'u ağzına koymuş, gözünü Arşa dikmiş, ne zaman üfürmekle emrolunacağına
bakmaktadır." Ey Allah'ın Rasülü Sur nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu:
"O bir boynuzdur. Allah'a yemin ederim ki, çok büyüktür. Beni hak ile
gönderene yemin olsun ki ondaki bir dairenin büyüklüğü göklerle yerin eni
kadardır. Ona üç defa üfleyecektir. Birinci üfürüş feza' (dehşete kapılma) üfürüşüdür.
İkinci üfürüş baygınlık (sa'k) üfürüşüdür. üçüncüsü ise öldükten sonra diriliş
ve alemlerin Rabbinin huzuruna kalkış üfürüşüdür.'' diye hadisin geri kalan
bölümlerini zikretti. Bu hadisi Ali b. Ma'bed, et-Tab eri', es-Sa'lebi' ve
başkaları zikretmiş olup, İbnu'l-Arabi sahih olduğunu belirtmiştir. Ben bu
hadisi et-Tezkire adlı eserimde zikrettiğim gibi, ona dair orada açıklamalarda
da bulunmuştum. Sur'a üfürmenin sayısı hususunda sahih olan ise bunların üç
değil iki olduğudur. Feza' (korku ve dehşete kapılma) üfürüşü aslında baygınlık
(sa'k) üfürüşüne racidir. Çünkü bu iki husus, bu iki üfürüşle birlikte
olacaktır. Yani onlar öyle bir dehşete kapılacaklardır ki, bundan dolayı
öleceklerdir. Yahutta öldükten sonra diriliş nefhasına racidir, bu da
el-Kuşeyri ve başkalarının tercihidir. O bu ayet-i kerime ile ilgili
açıklamaları esnasında şöyle demektedir: İkinci üfürüşten kasıt; onların
dehşete kapılmış olarak diriltilmeleri: "Yattığımız yerden kim kaldırdı
bizi?" (Yasin, 52) diyecekleri ve kendilerini dehşete düşürüp korku
duymalarına sebeb teşkil edecek işler görecek olmalarıdır. İşte bu üfürüş
borazan sesi gibi olacaktır. İnsanlar da amellerinin karşılıklarını görecekleri
yerde toplanacaklardır. Bunu da Katade söylemiştir. el-Maverdi dedi ki:
"Sur'a üfürüleceği günde" buyruğundaki gün, kabirlerden kalkılacağı
gündür. Korku hakkında da iki görüş vardır demiştir. Birincisine göre
seslenişin gereğini yerine getirmek ve bu maksatla acele etmektir. Bu da
Arapların sana yardım etmek üzere seslenilmesi halinde çabucak koşmanı anlatan;
"Bu hususta ben sana hızlıca geldim" ifadelerinden alınmıştır. İkinci
görüşe göre ise burada sözü edilen korku ve dehşet, korku ve üzüntüden ileri
gelen alışılmış bir dehşettir. Çünkü onlar kabirlerinden tedirgin edilecekler, bundan
dolayı korku ve dehşetle kalkacaklardır. İki görüşün doğruya yakın olanı da
budur.
Derim ki: Ebu Hureyre
ile Abdullah b. Amr'ın rivayet ettiği hadislerden sabit olan sünnet,
üfürmelerin üç değil, iki defa olacağını göstermektedir. Bu iki hadisi de
Müslim rivayet etmiş olup, biz bunları (et-Tezkire"adlı eserimizde
zikretmiş bulunuyoruz. Doğrusu da Yüce Allah'ın izniyle bu üfürmelerin iki defa
olacağıdır. Yüce Allah: "Sur'a üfürülmüş -Allah'ın diledikleri müs tesna-
göklerde veyerde olanların hepsi ölmüş olacaktır" (ez-Zümer, 68)
buyruğunda korku ve dehşet nefhasında istisnada bulunduğu gibi, burada da
istisnada bulunmaktadır. Bu da bu iki yerde sözü edilen üfürüşlerin aynı üfürüş
olduğunun delilidir. İbnu'l-Mübarek, el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İki nefha (üfürüş) arasında kırk
yıl olacaktır. Birincisinde Yüce Allah herbir canlıyı öldürmüş olacak,
ikincisinde de Yüce Allah ölmüş olan herbir kişiyi diriltecektir."
Şayet: Yüce Allah'ın:
"Arkasından onu Radife izleyecek" buyruğundan itibaren ... ''O ancak
bir tek haykırıştır." (en-Naziat, 7-13) buyrukları zahiri gereğince bu
üfürüşlerin üç tane olması gerekir denilecek olursa, böyle diyene şöyle cevap
verilir: Hayır, durum böyle değildir. Burada haykırış (Zecra)'dan kasıt,
insanların kabirlerinden çıkışlarının arkasından gerçekleşeceği ikinci
üfürüştür. İbn Abbas, Mücahid, Ata, İbn Zeyd ve başkaları da böyle demiştir.
Mücahid dedi ki: Bunlar iki sayha (haykırış)dır. Birincisinde Yüce Allah'ın
izniyle bu üfürüş sonucunda herkes ölecektir. İkincisinde ise Yüce Allah'ın
izniyle bu üfürüş ile herşey diriltilecektir. Ata dedi ki: (en-Naziat, 6)
buyruğunda sözü edilen sarsıcı (er-Racife) kıyamet günüdür.
"er-Radife" ise öldükten sonra diriliş demektir. İbn Zeyd dedi ki:
er-Racife'den kasıt ölümdür, er-Radife'den kasıt da kıyamet saatidir. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
"Allah'ın dilediği
kimseler dışında" buyruğunda istisna edilenlerin kimler olduğu hususunda
da farklı görüşler vardır. Ebu Hureyre yoluyla gelen hadise göre bu istisna
edilenler Rabbleri nezdinde kendilerine rızık verilen şehidlerdir. Bu korku ve
dehşet sadece hayatta olanlar içindir. Said b. Cübeyr'in görüşü de budur.
Bunlar Arşın etrafında kılıçlarını kuşanmış olan şehitlerdir. el-Kuşeyrı dedi
ki: Peygamberler de onların kapsamına girer. Çünkü onların peygamberlikle
beraber bir de şehitlikleri vardır.
İstisna edilenlerin
melekler oldukları da söylenmiştir. el-Hasen dedi ki: Yüce Allah iki nefha (üfürüş)
arasında ölecek bir takım melekleri de istisna etmiştir.
Mukatil dedi ki: Bununla
Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm meleğini kastetmektedir. Maksadın el-hüru'l'İn
oldukları da söylenmiştir. Bunlar mü'minlerdir, diye de açıklanmıştır. Çünkü
Yüce Allah bu buyruğun akabinde şöyle buyurmaktadır: "Kim iyilikle gelirse
ona, ondan hayırlısı vardır. Hem onlar o günde dehşetli bir korkudan yana
güvenlik içindedirler."
Kimi ilim adamımız da
şöyle demiştir: Sahih olan bunların kimliklerinin tayini hususunda sahih
herhangi bir haberin gelmemiş olduğudur, hepsi ihtimal dahilindedir.
Derim ki: Bu, ilim
adamımız Kadı Ebu Bekr İbnu'l-Arabı'nin de sahih olduğunu belirttiği, Ebu
Hureyre yoluyla gelen hadisi görememiştir. O bakımdan bu hadis, bu konuda
dayanak alınmalıdır. Zira kimliklerin tayini hususunda bu hadis nasstır,
diğerleri ise bir içtihaddır, doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İleride
ez-Zümer Süresi'nde (68. ayetin tefsirinde) geleceği üzere bundan başka
görüşler de ileri sürülmüştür.
Yüce Allah'ın: "Göklerde
olanlar da ... dehşetle korkarlar" buyruğunda fiil mazi, "üfürüleceği
günde" buyruğunda ise fiil muzari olarak kullanılmıştır. Peki bu durumda
mazi fiil nasıl muzari fiile atfedilmiştir diye sorulabilir. el-Ferra'nın
kanaatine göre burada atıf manaya göredir, çünkü anlam: Sur'a üfürüldüğünde ...
korkarlar, şeklindedir. "Allah'ın dilediği kimseler dışında"
buyruğunda da müstesna olarak nasb halindedir.
"Hepsi de huzuruna
küçülmüş olarak geleceklerdir." buyruğunda geçen ve "ona
geleceklerdir" anlamındaki buyruğu Ebu Amr, Asım, el-Kisai, Nafi', İbn
Amir ve İbn Kesir; (...) şeklinde müstakbel (müzari) bir fiil olarak
okumuşlardır. el-A'meş, Yahya, Hamza ve Asım'dan Hafs ise medsiz olarak ve mazi
fiil olmak üzere; (...) diye okumuşlardır. İbn Mes'ud da böyle okumuştur.
Katade'den de "Ona gelecektir" (şeklinde fiilin faili müfred olarak)
okumuştur.
en-Nehhas dedi ki: Benim
Ebu İshak'dan naklen kıraatlere dair yazdıklarımda şunlar da vardır. Kim; (...)
diye okursa, (...) lafzına binaen fiili tekil okur. Kim de;
''Gelicidirler" diye okursa, manasına binaen çoğul okur. Ancak böyle bir
görüş çirkin bir hatadır: Çünkü (...) diye okunduğu takdirde tekil değil, çoğul
okunmuş olur. Eğer tekil okuyacak olsa; (...) demek icab ederdi. Fakat (...)
diyenler manaya binaen çoğul okumuş olurlar ve fiili mazi kullanmış olurlar.
Çünkü o bu durumda fiili "de hşetle korkar" fiili gibi
değerlendirmiştir. Buna karşılık; (...) diye okuyanlar ise yine manaya göre ve
önceki cümle ile anlamı kopuk olduğundan dolayı böyle okumuşlardır.
İbn Nasr dedi ki: Ebu
İshak -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-dan söylemediği bir söz nakledilmiş
bulunmaktadır. (en-Nehhas'ın nakline işaret ediyor.)
Ebu İshak'ın kullandığı
ifade şöyledir: "Hepsi de huzuruna küçülmüşler olarak geleceklerdir"
buyruğu: ''Gelicidirler" diye de okunur. Tekil okuyan kimse (...)'ın lafzı
dolayısıyla tekil okur, çoğul okuyanlar da anlamı dolayısıyla çoğul okurlar. O
şunu anlatmak istemektedir: İster Kur'an'da, ister Kur'an-ı Kerim'in dışında;
"Hepsi" lafzının haberi eğer müfred olarak gelirse lafza göre müfred
gelmiştir, çoğul olarak gelmişse manaya göre çoğul olarak gelir. Ebu Cafer
(en-Nehhas) bu manayı esas alarak söylediklerini söylememiştir.
el-Mehdevi dedi ki:
"Hepsi de huzuruna küçülmüş olarak geleceklerdir" buyruğunda fiil;
"Gelmek" mastarındandır ve burada (fail), "Hepsi"nin
anlamına binaen gelmiştir, lafzına göre değildir. Buna karşılık "Hepsi de
ona küçülmüşler olarak gelicilerdir," diye okuyanların okuyuşunda ise bu
"Geldi"den ism-i faildir. Buna da Yüce Allah'ın: "Hepsi kıyamet
gününde ona yalnız başına gelicidirler'' (Meryem, 95) buyruğu delildir.
"Herkes ona
gelir" diye zamiri müfred okuyanlar ise "hepsi"nin anlamına göre
değil de, lafzına göre okumuşlardır. Buna karşılık:
"Küçülmüşler
olarak" lafzının çoğul gelmesi de manaya göredir. Anlamının
"küçülmüşler olarak" olduğu İbn Abbas ve Katade'den rivayet
edilmiştir. Buna dair açıklamalar da daha önceden en-Nahl Süresi'nde (48.
ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Sen dağları görür
ve onları yerinde duruyor sanırsın. Halbuki onlar bulutların gitmesi gibi
giderler" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki: Sen dağları dimdik ayakta
görürsün, gerçekte ise onlar kesintisiz, aralıksız olarak yürümektedir.
el-Kutebi dedi ki: Çünkü dağlar bir araya getirilecek ve yürütülecektir. İnsan
gözüyle ayakta duruyor gibi görünecek, gerçekte ise onlar yürümektedirler.
Büyük olan herşey ve büyük kalabalıkları göz tamamiyle ihata etmekten uzaktır.
Buna sebeb ise bunların çoklukları ve enleri ile boyu arasındaki mesafelerin büyüklüğüdür.
Bu görenin bir yanılmasıdır. O, onları duruyor gibi görecektir, gerçekte ise
onlar yürümektedirler. Şair Nabiğa bir orduyu nitelendirirken şöyle demektedir:
"Büyük dağı andıran çok yüksek bir dağda sanırsın onları -Binekleri
hızlıca yol aldığı halde- bir takım ihtiyaçları için durmuşlar (gibi
görürsün)."
el-Kuşeyri dedi ki: Bu
kıyamet gününde olacaktır. Yani dağlar çoklukları dolayısıyla duruyorlar gibi
gelecektir. Bu da insan gözüne böyle görünecektir. Gerçekte ise onlar
bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. Nitekim üstüste yığılmış olan bulut
da gerçekte yürürken duruyor zannedilir. Yani bu dağlar geriye onlardan hiçbir
şey kalmayıncaya kadar bulutlar gibi yürüyüp gidecektir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Dağlar da yürütülüp bir serap olacak."
(en-Nebe, 20)
Denilir ki: Yüce Allah
dağları çeşitli şekillerde nitelendirmiştir. Hepsinin ortak anlamı bunların
yeryüzünden alınacakları, gizledikleri şeyleri açığa çıkartacakları şeklindedir.
ilk vasıfları dağların dümdüz edilmeleridir. Bu da (kıyamet) sarsıntısından
önce olacaktır. Sonra atılmış pamuk gibi olacaklardır, bu da semanın erimiş
maden gibi olacağı vakit gerçekleşecektir. Yüce Allah şu buyruğunda onları bir
arada zikretmektedir: "O gün gök erimiş maden gibi olacak) dağlar da renk
renk boyanmış (ve atılmış) yüngibi olacak.'' (el-Mearic, 8-9) üçüncü halleri
dağların toz zerrecikleri gibi olmasıdır. Bu da önceleri atılmış yün gibi iken,
zerrelerinin birbirinden koparılması ile gerçekleşecektir.
Dördüncü halde dağlar
yerlerinden sökülüp, atılacak, çünkü önceki hallerinde dağlar yerlerinde durmuş
olacaklar ve altlarından yer görünmeyecektir. Altlarında neyin olduğunun açığa
çıkması için; üzerlerine rüzgarların gönderilmesi suretiyle dağlar
savrulacaklardır.
Beşinci hal: Rüzgarlar
dağları yeryüzünün yukarısına çıkartacaklar ve adeta toz zerreleri gibi; havada
bir ışık gibi görüneceklerdir. Uzaktan onlara bakan bir kimse ise kesiflikleri
dolayısıyla cansız ceset gibi görecektir. Hakikatte ise bunlar yürümektedirler,
ancak onların yürümeleri dümdüz edilmiş ve darmadağın olmuşcasına rüzgarlar
peşinden olacaktır.
Altıncı hal ise dağların
serap gibi görünmeleridir. Onların bulundukları yere bakan bir kimse serap
görmek halinde olduğu gibi, onların bulundukları yerde dağlardan hiçbir şey
göremeyecektir.
Mukatil dedi ki: Dağlar
yerin üzerine çökecekler ve yerle dümdüz edileceklerdir. Daha sonra da bu
açıklamaların bir benzeri yapılmaktadır.
el-Maverdi dedi ki:
Bunun neye misal verildiği hususunda üç görüş vardır:
1. Bu Yüce Allah'ın
dünyaya vermiş olduğu bir misaldir. Ona bakan bir kimse, onun dağlar gibi
durmakta olduğunu zanneder, fakat dünya tıpkı bulutlar gibi yok oluştan payını
almaya devam etmektedir. Bu açıklamayı Sehl b. Abdullah yapmıştır.
2. Bu Yüce Allah'ın
imana vermiş olduğu bir misaldir. Sen imanı kalpte sabit zannedersin, onun
ameli ise semaya doğru yükselmektedir.
3. Bu Yüce Allah'ın
ruhun çıkışı sırasında nefse vermiş olduğu bir misaldir. Gerçekte ruh bu esnada
Arşa doğru yükselmektedir.
"Allah'ın herşeyi
sapasağlam yapan yaratmasına bak!" Yani bu Yüce Allah'ın
yaptıklarındandır. Yüce Allah'ın yaptıkları da elbetteki sapasağlamdır.
"Sen ...
görür" anlamındaki fiil gözün görmesindendir. Şayet kalbin görmesi ile
ilgili olsaydı, iki mefule geçiş yapması gerekirdi, "Görürsün"
fiilinin aslı (...) şeklindedir. Hemzenin harekesi "ra" harfine
verildikten sonra "ra" harfi harekelenmiş oldu, sonra da hemze
hazfedildi, Eğer ma kabli (ondan önceki harfi sakin ise hemzenin hafifletilme
yolu budur, Ancak burada bu fiilin hafifletilmesi ayrılmaz bir özelliğidir.
Kufeliler "Onları
... sanırsın" fiilini "sin" harfi üstün olarak okurlar. Kıyas
böyle okumayı gerektirir. Çünkü bu fiil; "Sandı, sanır"dan
gelmektedir. Şu kadar var ki Peygamber (s.a.v.)'den bundan farklı olarak
müzaride "sin" harfini esreli okuduğu rivayet edilmiştir. O takdirde
bu fiilin vezni; (...) şeklinde salim fiillerden; (...) ile; (...) gibi olur,
(...) da zikredilmiştir. Arapçada bu fiillerin dışında bu şekilde kullanılanı
bilinmemektedir.
"Halbuki onlar
bulutların gitmesi gibi giderler" ifadesinin takdiri; (...) şeklindedir.
Burada sıfat mevsufun yerine muzaf da muzafun ileyhin yerine getirilmiştir.
Dağlar yeryüzündeki yerlerinden izale edilecekler. Bir araya getirilecek ve
bulutların yürütüldüğü gibi yürütüleceklerdir. Sonra da dağlar paramparça
edildikten sonra tekrar yere geri döneceklerdir. Nitekim Yüce Allah: ''Ve
dağlar parça parça ufalandığı zaman'' (el-Vakıa, 5) diye buyurmaktadır.
"Allah'ın yaratması"
buyruğu el-Halil ve Sibeveyh'e göre mastar olarak nasbedilmiştir. Çünkü Allah:
"Halbuki onlar bulutların gitmesi gibi giderler" diye buyurması onun
bunu bilhassa yarattığına (müfessir bunu mef'ul-i mutlak kipiyle anlatmaktadır)
delil teşkil etmektedir, Bununla birlikte iğra olmak üzere nasbedilmesi de
caizdir. Yani "Allah'ın yaratmasına bir bak" anlamında olur (mealde
olduğu gibi). Bu durumda; "Bulutlar" kelimesi üzerinde vakıf yapılır,
ancak birinci takdire göre 'bunun üzerinde vakıf yapılmaz, Bununla birlikte;
"Bu Allah'ın yaratmasıdır" takdirine göre ref ile okunması da
mümkündür,
"Herşeyi sapasağlam
yapan" son derece muhkem kılan demektir. Peygamber (s.a.v.)'ın şu
hadisinde de bu kökten gelen kelime kullanılmıştır:
"Bir iş yapıp da onu
sapasağlam yapan kimseye Allah'ın rahmeti olsun. ''
Katade ise bunun herşeyi
güzel yapan anlamında olduğunu söylemiştir.
İtkam ise muhkem kılmak
sağlam yapmak demektir. Mesela; "Eşyayı iyi bilen, iyi yapan"
anlamındadır. ez-Zühri der ki: Bunun aslı İbn Tikn'dan gelmektedir. Bu da Ad
kavminden gelen bir adamın adıdır. Hiçbir oku. hedefini şaşırmazdı. O bakımdan
o misal gösterilmiştir. Mesela: "İbn Tikn'den daha iyi ok atıcı"
denilir. İşte herbir işte oldukça maharetli olan kimseye; (...) denilir.
"Muhakkak O
yaptıklarınızdan haberdardır." Cumhur hitap kipi ile "te" ile
okumuşlardır. İbn Kesir, Ebu Amr ve Hişam ise ya ile
("yaptıklarından" anlamında) okumuşlardır.
"Kim iyilikle
gelirse, ona ondan hayırlısı vardır." İbn Mes'ud ve İbn Abbas (r.anhuma) dediler
ki: İyilik la ilahe illallah'tır. Ebu Ma'şer dedi ki: İbrahim kendisinden başka
hiçbir ilah olmayan Allah hakkı için diye yemin eder ve bu yemininde hiç de
istisna yapmadan iyilik (el-hasene) la ilahe illallah
Muhammedu'r-Resulullah'dır derdi.
Ali b. el-Huseyn b. Ali
(r.anhum) dedi ki: Bir adam gazaya çıktı bir yerde yalnız kaldı mı: La ilahe
illallah vahdehü la şerike leh: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve
tektir, O'nun hiçbir ortağı yoktur derdi. O, Rum (Bizans) topraklarından kurak
ve çorak bir yerde iken yüksek sesle la ilahe illallah vahdehu la şerike leh
dedi. Karşısına üzerinde beyaz elbiseler bulunan bir atlı çıktı ve ona şöyle
dedi: Nefsim elinde olana yemin ederim ki; bu şanı Yüce Allah'ın: "Kim
iyilikle gelirse ona, ondan hayırlısı vardır" diye buyurduğu sözdür.
Ebu Zerr dedi ki: Ey
Allah'ın Rasülü, bana vasiyette bulun. Şöyle dedi: "Allah'tan kork ve bir
kötülük işledin mi hemen arkasından bir iyilik yap ki onu silsin." Ben: Ey
Allah'ın Rasülü la ilahe illallah hasenattan (iyiliklerden) mıdır? diye sordum.
O: "Hasenatın en faziletlilerindendir" diye buyurdu. Bir rivayette de
şöyle buyurmuştur: "Evet o hasenatın en iyisidir." Bunu el-Beyhaki
zikretmiştir.
Katade dedi ki:
"Kim iyilikle gelirse" ihlas ve tevhidle gelirse demektir.
Bütün farzları eda ile
gelirse, diye de açıklanmıştır.
Derim ki: Bir kimse
gerçek anlamıyla la ilahe illallahı söyleyecek ve bunun gereklerini -daha önce
İbrahim Süresi'nde (24-25. ayetlerin tefsirinde) açıklandığı üzere- yerine
getirecek olursa, o kimse hem tevhidi, hem ihlası, hem de farzları yerine
getirmiş olur.
"Ona ondan
hayırlısı vardır" buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas dedi ki: Yani ondan
kendisine hayır ulaşır. Mücahid de böyle demiştir. Bir diğer görüşe göre ona
güzel karşılık verilecektir ki; bu da cennettir. Buradaki; "Hayırlı"
tabiri ism-i tafdil değildir.
İkrime ve İbn Cüreyc
dedi ki: Burada o kimseye ondan hayırlısı verilecektir, ifadesinin imandan
hayırlısı verilecektir anlamı kastedilirse, böyle bir şey söz konusu
olmayacaktır. Çünkü la ilahe illallah diyenden daha hayırlı hiçbir şey yoktur,
fakat o kimseye la ilahe illallah'tan hayır verilecektir, demektir.
"Ona, ondan
hayırlısı vardır" buyruğunun tafdil için olduğu da söylenmiştir. Yani Yüce
Allah'ın vereceği mükafat kulun amelinden, söylediği sözden ve zikrinden
hayırlıdır. Aynı şekilde Yüce Allah'ın razı olması da kul için kulun yaptığı
işten hayırlıdır. Bu açıklamayı da İbn Abbas yapmıştır.
Bir diğer görüşe göre
bu, mükafatın kat kat verilmesi ile alakalıdır. Şanı Yüce Allah bire karşı on
verecektir. Kısa sürelik bir iman karşılığında ona ebedi mükafat ihsan
edecektir. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b ile Abdu'r-Rahman b. Zeyd
yapmışlardır.
"Hem onlar o günde
dehşetli bir korkudan yana güvenlik içindedirler" buyruğundaki "O
günde dehşetli bir korku" buyruğunu Asım, Hamza ve el-Kisai izafet olmak
üzere; "O günün dehşetli korkusu" diye okumuşlardır. Ebu Ubeyd dedi
ki: BÖyle bir okuyuşu ben daha uygun bulmaktayım, çünkü o günün dehşetli
korkularının tümünden yana emniyette olmak bu husustaki iki te'vilden daha
genel kapsamlı olanı ifade eder. Buna karşılık diğer kıraatteki anlamı ile
"o günde dehşetli bir korkudan" denilecek olursa, sanki çeşitli
mertebelerde korkular olacak gibi bir anlam anlaşılır.
el-Kuşeyrı dedi ki: Bu
buyruk; "Dehşetli bir korku"dan şeklinde tenvin ile okunmuştur. Sonra
da bununla kastedilen tek bir dehşetli korkudur, denilmiştir. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: ''En büyük korku onları üzmez." (el-Enbiya,
103) Bir diğer görüşe göre bundan çokluk kastedilmiştir. Çünkü burada mastar
kullanılmıştır. Mastar ise çokluk anlamını ihtiva etmeye elverişlidir.
Derim ki: Bu açıklamaya
göre her iki kıraatin de anlamı birdir. el-Mehdevi dedi ki: "O günde
dehşetli bir korkudan" diye tenvin ile okuyanın kıraatine göre; "O
günde" lafzı "dehşetli korku" anlamındaki mastar ile
nasbedilmiştir. Bunun "dehşetli korku"nun sıfatı olması ve bir
mahzufa taalluk etmesi de mümkündür. Çünkü mastarlara dair zaman isimleri ile
haber verilebildiği gibi onları sıfat olarak alırlar. Bununla birlikte;
"Güvenlik içindedirler" ism-i failine taalluk etmesi de caizdir.
İzafet zarfların buna elverişli oluşundan dolayıdır. Tenvini hazfedip
"mim" harfini de üstün okuyanlara göre zarf-ı zaman olduğundan dolayı
onlar bu lafzı, "yevm: gün" lafzını mebni kabul etmişlerdir. Çünkü
zaman zarflarında i'rab mütemekkin değildir. Mütemekkin olmayana ve mu'reb de
olmayana izafe alununca bu sefer mebni olmuştur. Sibeveyh şu beyiti
nakletmiştir:
"İnsanların pek
büyük işleri kendilerini meşgul ettiği bir zamanda Ey-Zureykliler tilkilerin
kapıp gitmeleri gibi siz de malı kapınız."
"Kim de kötülükle
gelirse" buradaki "kötülük" şirk demektir. Bu açıklamayı İbn
Abbas, en-Nehai, Ebu Hureyre, Mücahid, Kays b. Sa'd ve el-Hasen yapmışlardır.
Te'vil ehli bir önceki ayette geçen "el-Hasen'e: İyilik"ten kastın la
ilahe illallah, burada geçen "es-seyyie: Kötülük"ten kastın da bu
ayette şirk anlamında olduğunu icma ile kabul etmişlerdir.
"Yüzleri üzere
ateşe dökülürler." İbn Abbas: bırakılırlar, ed-Dahhak: Atılırlar diye
açıklamışlardır. "Kabı yüzüstü tersine çevirdim" denilir. Bunun lazım
şekli de; (...) diye gelir. Arapçada bu şekil çok az kullanılır.
"İşlediğinizden"
yani amellerinizin karşılığından "başkası ile mi cezalandırılırsınız
ki?" Yani onlara ... cezalandırılır mısınız ki? denilecektir. Bu Yüce
Allah'ın söyleyeceği bir buyruk da olabilir, meleklerin söyleyeceği bir buyruk
da olabilir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN