ANKEBUT 1 / 3 |
|
Rahman ve Rahim
Allah'ın adı ile.
1. Elif,
Lam. Mım.
2.
İnsanlar "iman ettik" demeleri ile bırakılıverileceklerini ve imtihan
edilmeyeceklerini mi sandılar?
3.
Andolsun onlardan önce geçenleri Biz imtihan etmişizdir. Allah elbette doğru
olanları da bilir,
yalancı olanları da
bilir.
"Elif, lam. Mim. İnsanlar
'iman ettik' demeleri ile bırakılıverileceklerini ve imtihan edilmeyeceklerini
mi sandılar?" Surelerin başlangıçları ile ilgili açıklamalar daha önceden
geçmiş bulunmaktadır. İbn Abbas dedi ki: (Elif. Lam. Mim); ben Allah'ım bilirim
demektir. Bunun surenin adı olduğu söylendiği gibi, Kur'an'ın adı olduğu da
söylenmiştir.
" ... mi
sandılar" takrir ve azarlamak maksadı ile sorulmuş bir sorudur. Zannetmek
demektir.
"Bırakılıverileceklerini"
anlamındaki buyruk "sandılar" ile nasb mahallindedir. Sibeveyh'in
görüşüne göre aynı zamanda iki mef'ulün yerini tutan sılasıdır da.
"Demeleri"
buyruğunun başında yer alan ikinci; "... me" edatı da bu husustaki
iki görüşten birisine göre nasb mahallindedir ve; "Dedikleri için"
yahut; "Demeleri sebebiyle" ya da; "Demeleri üzerine ... "
anlamında olur. Diğer izaha göre ise bu bir tekrarlama ciheti ile nasb
mahallindedir. İfade de; "Elif. Lam. Mim. İnsanlar bırakılıverileceklerini
mi sandılar?" Sandılar mı ki "iman ettik demekle (bırakılacaklarını)
ve imtihan edilmeyeceklerini" takdirindedir.
İbn Abbas ve başkaları
şöyle demişlerdir: Burada "insanlar" ile Mekke'de bulunan
mü'minlerden bir topluluğu kastetmektedir. Kureyş'in kafirleri bunlara müslüman
oldukları için eziyet ediyor, onlara işkence yapıyorlardı. Seleme b. Hişam,
Ayyaş b. Ebi Rabia, el-Velid b. el-Velid, Ammar b. Yasir, babası Yasir, annesi
Sümeyye, Mahzumoğullarından birkaç kişi ve başkaları gibi. Bundan dolayı
oldukça sıkılıyorlar, hatta Yüce Allah'ın kafirlere mü'minlerin aleyhine böyle
bir güç ve imkan vermesine tepki bile gösteriyoriardı.
Mücahid ve başkaları
derler ki: Ayet-i kerime Yüce Allah'ın mü'minleri sınamak, onları denemek
maksadı ile kulları hakkında uygulayageldiği sünnetinin bu olduğunu öğretmek ve
onları teselli etmek üzere nazil olmuştur.
İbn Atiyye dedi ki: Bu
ayet-i kerime her ne kadar bu sebeb yahutta bu anlamda belirtilen görüşler
sebebiyle nazil olmuş ise de, Muhammed (s.a.v.)'ın ümmeti arasında bakidir.
Zaman durdukça hükmü de bu ümmet arasında kalmaya devam edecektir. Çünkü
müslüman serhadlerde, müslümanların esir alınmak, düşmanlardan zarar görmek ve
bunun dışında herhangi bir takım zorluklarla başbaşa kalmak suretiyle Allah
tarafından fitne (sınama)'ye maruz kalmaları kalıcı bir husustur. Aynı şekilde
herbir yer ibretle tetkik edilecek olursa, hastalıklarla ve türlü mihnetlerle
de bunun gerçekleşmekte olduğunu görebiliriz. Şu kadar var ki, müslümanların
serhadlerde düşmanlardan gördükleri zararları, çektikleri sıkıntıları
Kureyşlilerle karşı karşıya kaldıkları musibet ve zorlukları andıran bir
durumdur.
Derim ki: Onun bu
söyledikleri ne kadar güzeldir! Gerçekten de söyledikleri doğrudur. Allah ondan
razı olsun.
Mukatil dedi ki: Bu
ayet-i kerime Ömer b. el-Hattab'ın azadlısı Mihca hakkında nazil olmuştur. O
Bedir güne! müslümanlar arasından öldürülen ilk kişidir. Amir b. el-Hadrami'nin
ona attığı bir okla şehid olmuştur, Peygamber (s.a.v.) da o gün şöyle
buyurmuştur: "Şehidlerin efendisi Mihca'dır. O cennetin kapısına bu ümmet
arasından çağırılacak ilk kişidir."
Annesi, babası ve hanımı
onun acısına dayanamadılar. Bunun üzerine: "Elif, Lam. Mim. İnsanlar
yalnızca iman ettik demeleri ile bırakılıverileceklerini... mi sandılar?"
ayeti nazil oldu. Onlara hakkınız da bir ayet-i kerime indi diye yazdılar. Bu
sefer şu kararı verdiler: Biz (Mekke'den) çıkıp gideceğiz, arkamızdan gelen
olursa da onunla çarpışırız. Müşrikler arkalarından geldiler, onlarla
çarpıştılar Kimileri öldürüldü, kimileri de kurtuldu. Bunların hakkında da Yüce
Allah'ın: ''Ayrıca Rabbin işkencelere uğratıldıktan sonra hicret edenlere ...
Gafurdur, Rahim'dir. "(en-Nahl, 110) buyruğu nazil oldu.
"Ve imtihan
edilmeyeceklerini" ... yani şu müşriklerin eziyetlerinden dolayı çokça
sızlanan kimseler, "biz iman ettik" diyerek imanları dolayısıyla
canlarında, mallarında, imanlarının hakikatlerini açıkça ortaya koyacak şekilde
sınanmadan sadece "biz mü'miniz" demekle bırakılıverileceklerini ve
bu kadarıyla yetinileceğini mi zannettiler?
"Andolsun onlardan
önce geçenleri Biz imtihan etmişizdir." Ateşe atılan İbrahim el-Halil
gibi. Allah'ın dini uğrunda testerelerle biçilip de imanlarından geri dönmeyen
o mü'min topluluk gibi geçmişleri sınamış bulunuyoruz.
Buhari'de şu rivayet yer
almaktadır: el-Habbab b. el-Eret'ten; (ashab) dediler ki: Resulullah (s.a.v.)
Kabe'nin gölgesinde bürdesine yaslanmış iken şikayette bulunduk ve ona: Bizim
için yardım dilemez misin? Bizim için dua etmez misin? dedik. Şöyle buyurdu:
"Sizden öncekilerden bir adam alınır, onun için yerde bir çukur kazılır ve
o çukura atılırdı. Sonra testere getirilir, başının üzerine konulur ve iki
parçaya bölünürdü. Eti ve kemiği demir taraklarla birbirinden ayrılırdı ve bu
dahi o kimseyi dininden geri döndürmezdi. Allah'a yemin ederim O, bu işi tamamlayacaktır.
Öyle ki, bineği üzerinde kişi kalbinde Allah korkusu ile kurdun koyunlarına
saldıracağı korkusundan başka hiçbir korku bulunmaksızın San'a'dan, Hadramut'a
kadar yolculuk yapacaktır, fakat siz acele ediyorsunuz. "
İbn Mace'de yer alan
rivayete göre de Ebu Said el-Hudri şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.)'ın
huzuruna girdim, ateşi oldukça yükselmişti. Elimi üzerine koydum, üzerindeki
örtünün üstünden ateşinin sıcaklığını elimde hissettim. Ey Allah'ın Resulü
dedim, ne kadar da ateşin var! O: "İşte bu şekilde bela bize kat kat
verilir, ecir de bize kat kat verilir." Ey Allah'ın Resulü dedim, insanlar
arasında belası en ağır olanlar kimlerdir? "Peygamberlerdir" diye
buyurdu. Sonra kimlerdir? diye sordum. "Sonra salihlerdir" diye
buyurdu. "Onlardan herhangi bir kimse fakirlik ile öyle bir sınanıyordu ki
devenin üstüne çul olarak bırakılan ters çevrilmiş abadan başka giyecek bir şey
bulamıyordu. Onlardan herhangi birisi, sizin herhangi birinizin rahat ve
bolluğa sevindiği gibi; o da belaya sevinirdi. ''
Sa'd b. Ebi Vakkas da
şöyle demiştir: Ey Allah'ın Resulü, insanlar arasında belaları en ağır
kimlerdir? dedim. Şöyle buyurdu: "Peygamberlerdir, sonra en iyileri, sonra
onlardan sonra gelenler. Kişi dinine göre belalara maruz kalır. Eğer dininde
sapasağlam bir kimse ise belası artar. Şayet dinine bağlılığı nisbeten zayıf
ise dinine göre belalara maruz kalır. Bela kula gelip isabet etmeye devam eder
durur ve nihayet kişiyi yeryüzünde üzerinde hiçbir günah olmaksızın yürüyecek
hale getirir. ''
Abdurrahman b. Zeyd'in
rivayetine göre İsa (a.sYın bir veziri (yardımcısı) vardı. Bir gün bineğine
binip gitti. Yırtıcı bir hayvan onu alıp yedi. İsa:
Rabbim dedi, o senin
dinin uğrunda benim vezirim (yardımcım), İsrailoğullarına karşı desteğim, onlar
arasında benim halifem idi. Sen ona yırtıcı bir hayvanı musallat kıldın da onu
yedi. Şöyle buyurdu: "Evet, onun benim nezdimde çok yüksek bir mertebesi
vardı. Ameli ile ona ulaşmayacağını gördüm, bundan dolayı onu böyle bir belaya
maruz kaldım ki; o mevkiye onu ulaştırayım. "
Vehb dedi ki:
Havarilerden bir adamın kitabında şunu okudum: Şayet sen bela yolundan
yürütülüyor isen bundan dolayı gözün aydın olsun. Çünkü sen böylelikle
peygamberlerin ve salihlerin yolunda yürütülmüş oluyorsun. Eğer bolluk ve
rahatlık yolundan götürülmekte isen kendin için ağla. Çünkü sen onların
yolundan başka bir yolda yürütülmüş oluyorsun.
"Allah, elbette,
doğru olanları da bilir." Yani Allah, imanlarında doğru ve samimi olanları
ortaya çıkartacaktır. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Süresi'nde
(177. ayet, 8. başlıkta) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.
ez-Zeccac dedi ki: Yüce
Allah doğruların doğruluğunu, fiilen ortaya çıkarmak suretiyle bilsin diye,
anlamındadır. Çünkü Cenab-ı Allah onları yaratmadan önce de kimin doğru, kimin
yalancı olduğunu biliyordu. Burada maksat kula amelinin karşılığının
verilmesini sağlayacak şekilde ilmine uygun olarak vakıanın meydana gelmesidir.
Yoksa Cenab-ı Allah doğru olanın doğruluğunu, vukua geleceğini ve bunun böylece
gerçekleşeceğini zaten biliyordu.
en-Nehhas dedi ki: Bu
hususta iki görüş vardır. Birincisine göre "doğru olanlar" buyruğu
"sıdk: doğruluk'den türemiş olabilir. "Yalancı olanlar" buyruğu
da doğruluğun zıttı olan "el-kezib: yalan"den türemiş olabilir. Bu
durumda anlam şöyle olur: Andolsun Yüce Allah doğru olup bizler mü'minleriz
deyip aynı şekilde inanan kimseler ile yalancı olup da başka türlü inanca sahip
olan kimseleri birbirinden açıkça ayırt edecektir. İkinci görüşe göre
"doğru olanlar" lafzı salabetli olmak demek olan; (...)'den
"yalancı olanlar" da bozguna uğradı anlamına gelen; (...)'den türemiş
olabilir. O takdirde; Elbette Yüce Allah savaşta sebat gösterenleri de, bozguna
uğrayıp geri kaçanları da bilir, demek olur. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:
"(Yemen
taraflarında arslanlarıyla meşhur bir yer olan) Asser denilen yerde yiğitleri
avlayan bir arslandır o, Arslan(lar) akranlarına karşı yalancı olduğunda (yani
onları bırakıp geri çekildiğinde) o doğruluk gösterir (yerinde sebat
eder.)"
Böylece: "Elbette
... bilir" buyruğu mecazi olarak elbette açığa çıkartır anlamında
kullanılmış olmaktadır.
"Elbette ...
bilir" anlamındaki buyruğu cemaat "ya" ve "lam"
harflerini üstün olarak; (...) diye okumuşlardır. Ali b, Ebi Talib ise
"ya" harfini ötreli, "lam" harfini de esreli okumuştur
(bildirecektir, anlamına gelir), Bu da enNehhas'ın yaptığı açıklamaların
anlamına açıklık getirmektedir. Bunun da üç türlü manaya gelme ihtimali vardır:
1- Ahirette bu doğrulara ve yalancılara hem mükafat ve ceza itibariyle
konumlarını, hem de dünyadaki amellerini bildirecektir. Yani onların hallerine
kendilerini vakıf kılacaktır. 2- Birinci mef'ul şu takdirde hazfedilmiş
olabilir: Yüce Allah insanlara ve aleme bu doğru söyleyenleri de, yalancıları
da bildirecektir, ilan edecektir. Yani onları açıklayacak, teşhir edecektir.
Doğru olanları hayırda, yalancı olanları da şerde; ve bu hem dünyada, hem
ahirette olacaktır, 3- Bu okuyuş "alamet"den gelebilir. Yani herbir
kesime kendisi tanınacağı olacağı bir alamet koyacaktır. Buna göre ayet-i
kerime (mana itibariyle) Peygamber (s.a.v.)'ın: "Kim içinde bir şey
gizlerse, Allah da ona o şeyin elbisesini giydirir" hadisine benzemiş
olur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN