DEVAM: 1. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o
vakit temiz toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle
birlikte) ellerinizi meshedin.[Mâide 6]
حدثنا
محمد بن سنان
قال: حدثنا
هشيم (ح). قال:
وحدثني سعيد
بن النضر قال:
أخبرنا هشيم
قال: أخبرنا
سيار قال:
وحدثنا يزيد،
هو ابن صهيب
الفقير، قال:
أخبرنا جابر
بن عبد الله:
أن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال:
(أعطيت خمسا،
لم يعطهن أحد
قبلي: نصرت
بالرعب مسيرة
شهر، وجعلت لي
الأرض مسجدا
وطهورا،
فأيما رجل من
أمتي أدركته
الصلاة فليصل،
وأحلت لي
المغانم ولم
تحل لأحد
قبلي، وأعطيت
الشفاعة،
وكان النبي
يبعث إلى قومه
خاصة، وبعثت
إلى الناس عامة).
[-335-] Câbir İbn Abdullah (r.a.)'dan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)’in şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye
verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi: Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta
bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için
mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine
girerse, namazını kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç
kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat hakkı tanındı. Peygamberler sadece
kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insanlara gönderildim.
Tekrar: 438 - Cevamiu’l-kelim’ lafzını içeren Ebu Hureyre hadisi
2977
AÇIKLAMA: Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz.
Peygamber'den önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip
olmadıkları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un tufandan sonra
yeryüzünde yaşayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde,
sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh da, elçi olarak onlara gönderilmişti.
Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şekilde
gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile
olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalanlar
o an var olanlardan ibaretti.
Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat
gönderilişine dayanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete
mazhar olduğu kesinlik kazanır.
Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü
hesabı bekleyen insanların Hz. Nuh'a gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk
resulüsün" demelerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip
olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un yeryüzüne gönderilen ilk resul
olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği
kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un kendi kavmine gönderildiğini beyan
eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki
insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.
Bazıları Hz. Nuh'un peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun
yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler
dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara
göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç
kimseye azap etmeyiz. [73] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.
Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un
peygamberliği döneminde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir.
Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden
iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu.
Bu gayet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber
olarak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.
Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e ait
olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve
diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha
sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.
Belki de, Hz. Nuh'un kavmine yaptığı tevhîd çağrısı, diğer
insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya
çarptırılmışlardır. Nitekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu
görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin
yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise
bu konuya şu şekilde açıklık getirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti,
her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün
insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden
olmayan müşrik toplumlara karşı savaşmıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd
inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle
savaşmazdı.
Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman
onun kavminden başka, topluluk yoktu.
-----------------
Bu son ihtimal öncekilere nazaran daha doğrudur. Zira Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş
olanlardan başkası artık asla inanmayacak."[Hud 36], "Nuh: Rabbim!
dedi, yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!"[Nuh 26.] İbn Bâz.
-----------------
Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine
yönelikti. Başkaları olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir
risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara
gönderîlmezdi.
(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber dışında hiç kimse
bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku
salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulunan
düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık zamanla
sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber ile düşmanları arasındaki mesafe en
fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygamber'e lutfedilmiştir.
Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için
geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal
dahilindedir.
(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer
kılındı. Yeryüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale
getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid
ve temizleyici kılındı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de
ibadet edilecek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici
özelliğe sahip olmasının sadece Hz. Peygamber'e ve nasip olduğudur. Çünkü İsa
Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını
kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır:
"Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli
yerlerde namaz kılmalarına müsaade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası
hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin hususiyeti ortaya
çıkmaktadır. {temizleyici) Bu hadisten yola çıkarak ... kelimesinin başkasını
temizleyici anlamına kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Eğer bu kelime sadece
"temiz" anlamına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz.
Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir.
Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten
şu rivayeti nak-letmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve
temizleyici kılındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. Eğer ....
kelimesi de, sadece temiz anlamına gelseydi, var olan şeyi yeniden keşfetmek
söz konusu olurdu.
Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip
olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir.
Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis,
yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak
kullanılmıştır.
(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan
fakat yeryüzünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan
kimseler, yeryüzüne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.
Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği
söylenemez. Çünkü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu
Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz
kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip
hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin
son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici
olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu
şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz
kıldım."
Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam
Müslim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün
tamamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız zaman, bizim
için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır).
Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca,
temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yeryüzünün
secdegâh olması tekit edilmiştir. Temizleyici özelliği ise tekit edilmemiştir.
Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi takdirde
burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atfı nesak
ile bağlanırdı.
Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla
alınabileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle
demişlerdir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi
şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: ... lafzının geçtiği
hadiste bu durum açıkça belirtilmiştir. Bu hadisi de, İbn Huzeyme ve daha
başka hadisçiler tahriç etmiştir. Ayrıca Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle
geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılındı." Bunu da, Ahmed İbn
Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.
Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği
görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de
teyemmümün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer
toprak dışında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak
belirtilmezdi.
{namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu
ifade, teyemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.
(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları
söylemiştir: "Hz. Peygamber'den ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır.
Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen feyden almalarına izin
verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise
kazanılan ganimetlerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan
yemeleri helal değildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma
göre ise Hz. Peygamber ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma
yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur.
Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz
olmamıştı.
(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle
demiştir:.... kelimesindeki harf-i tarif, ahd içindir. Bununla, hesaba
çekilmeyi bekleyen insanların rahatlatılmasına yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük
şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş
ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun
şefaat-i uzmâ oldu-ğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in isteği
üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde
zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat
olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in dışındaki kimselerin yapacağı
şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz
konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre,
şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamber
şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat
hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde duracağız.
Beyhakî "Şuabu'l-îmân [75] adlı kitabında şunları
söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e bahşedilen şefaat, onun küçük ve
büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük
günah işleyenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat
edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e özgü şefaatin, geri
çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle
geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu
şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da
şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâ ilâhe illallâh'ı
kabul eden herkesindir."
Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e özgü olarak
geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri cehennemden
çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sadece Hz.
Peygamber'e mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin
asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata
kavuşturur.
(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu
kısmından babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm
insanlara gönderildim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve
siyahlara gönderildim" şeklinde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar;
kızıl ise, Arap olmayanlar şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar,
siyah ile cinlerin kasdedildiği söylenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki
ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz.
Peygamber herkese gönderilmiştir.
Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu
Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta
gönderildim."
Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı
şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım." Bu
rivayette, Câbir hadisinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler
zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyle ki; "Bana
cevamiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle peygamberlik sona
erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman,
netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in
Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle
insanlardan üstün kılındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı."
Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını
zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu
rivayette açıklanmayan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde
vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara
suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz.
Peygamber Allah Teâlâ'mn ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç
yetiremeyecek-lerİ yükümlülükleri yüklememesine, hata ve unutmadan dolayı onların
sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.
Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları dokuza
çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın
peygamberlerinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzünün
anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı
ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber toprağın
temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları on
İkiye çıkar.
Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu
hadisi nakletmiştir: "Şu altı özellik sayesinde diğer peygamberlerden
üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı
ümmet kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem
peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının)
sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber, bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten
iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan merfû' olarak
naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer
peygamberlerden üstün kılındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana
yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin
ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.
Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in
diğer peygamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha
kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler.
Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer
peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de bulunan özelliklerin sayısını
altmış olarak vermiştir.
Bu Hadisten
Çıkarılan Sonuçlar
1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.
2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.
3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.
4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada
kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide
kabul olur. hadisi ise zayıftır.
5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı bu
hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle
demiştir: "İnsan, su ve topraktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de
temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insanın şerefli bir varlık olduğunu
gösterir."
باب:
إذا لم يجد
ماء ولا ترابا.
2. Su Ve Toprak Bulamayan Kimse
حدثنا
زكرياء بن
يحيى قال:
حدثنا عبد
الله بن نمير
قال: حدثنا
هشام بن عروة،
عن أبيه، عن
عائشة:
أنها
استعارت من
أسماء قلادة
فهلكت، فبعث
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم رجلا
فوجدها، فأدركتهم
الصلاة وليس
معهم ماء،
فصلوا، فشكوا
ذلك إلى رسول
الله صلى الله
عليه وسلم،
فأنزل الله
آية التيمم،
فقال أسيد بن
حضير لعائشة:
جزاك الله
خيرا، فوالله
ما نزل بك أمر
تكرهينه، إلا
جعل الله ذلك
لك وللمسلمين
فيه خيرا.
[-336-] Âişe (r.anha), (kız kardeşi) Esmâ'dan bir
gerdanlık ödünç almıştı. Ama gerdanlık kayboldu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), onu araması için bir adam gönderdi. Adam gerdanlığı buldu.
Bu esnada, namaz vakti girdi. İnsanların yanında su yoktu. Buna rağmen namaz
kıldılar. Bu durumu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e şikayet
ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ teyemmüm âyetini indirdi.
Bu olaydan sonra Üseyd İbn Hudayr Hz. Aişe'ye Allah daima hayrını
versin. Allah'a and olsun ki, her ne seni üzen bir hadise meydana gelse, Hak
Teâlâ onda, hem senin, hem de Müslümanlar için hayır kılıyor." dedi.
AÇIKLAMA: (Su ve Toprak Bulamayan Kimse) Bu başlık
konusunda İbn Reşîd şöyle demiştir: "İmam Buhârî, teyemmümün şer’i bir
meşruluk kazanmadan önceki durumu, teyemmümün şer'i bir meşruluk kazandıktan
son toprağın bulunmaması durumuna benzetti. Sanki şöyle demek istedi: Bu
hadiste bahsi geçen topluluğun temizleyici madde olan sudan yoksun
bulundukları hale dair hüküm, bizim temizleyici olan su ve topraktan yoksun
olduğumuz haldeki hükmümüzle aynıdır." Bu şekilde hadisin bab başlığı ile
olan ilişkisi de ortaya çıkar. Çünkü hadiste, insanların topraktan yoksun
oldukları belirtilmiyor. Onların sadece sudan yoksun oldukları ifade ediliyor.
Bu hadîs, temizleyici vasfa sahip su ve topraktan yoksun olan
kimseler için de namazın, farz olduğuna delil teşkil eder. Çünkü hadiste bahsi
geçen topluluk, farz olduğuna inandıkları için namaz kılmışlardı. Eğer o halde
namaz kılmaları yasak olsaydı, kuşkusuz Hz. Peygamber yaptıklarının yanlış
olduğunu belirtirdi. İmam Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, hadisçilerin çoğunluğu ve
Malikilerin pek çoğu bu görüştedir. Ancak bu âlimler, bu şekilde namaz kılan
birinin namazını tekrar kılmasının gerekip gerekmediği konusunda ihtilaf
etmişlerdir. imam Şafiî'den gelen yeniden nama2 kılması gerektiğine dair bir
görüş belirtmemiştir. Şafiî âlimlerin çoğu bunu doğrulamıştır. Bunun pek nadir
meydana gelen bir mazeret olduğunu, dolayısıyla yeniden kılmayı
düşünmeyeceğini ifade etmişlerdir. Ahmed İbn Hanbel'in meşhur olan görüşüne
göre, tekrar kılması gerekmez. Müzenî, Sahnûn ve İbn Münzîr de bu görüştedir.
Onlar da bu hadisi delil olarak kullanmıştır. Şöyle ki, eğer namazlarını tekrar
etmeleri gere-kseydi, mutlaka Hz. Peygamber bu durumu onlara açıklardı. Çünkü
onun, ihtiyaç anında açıklama yapmaması caiz değildir. Ancak bu iddiaya
"namazın tekrar kılınması hemen gerekmez, yani hemen yerine getirilmesi
gereken bir farz değildir. Böyle olunca da, ihtiyaç anında yapılması gereken
açıklamanın geciktiğinden bahsedilemez" denerek cevap verilmiştir.
O halde, bu tür durumlarda namazın yeniden kılınmasını
gerektiren başka bir delilin olması gerekir. İmam Malik ve Ebu Hanife'nin
meşhur olan görüşlerine göre, bu şekilde namaz kılan biri, namazını tekrar
kılmaz. Ancak bir başka görüşle Ebu Hanife ve Hanefiler, namazın kaza edilmesi
gerektiğini söylemişlerdir. Sevrî ve Evzâî de bu görüştedir. Medineliler'in
kendisinden naklettiğine göre İmam Malik şöyle demiştir: "Böyle bir
kimsenin namazını kaza etmesi gerekmez."
Bu dört görüş, bu konudaki en meşhur görüşlerdir. İmam Nevevî
"Şerhu'l-Mühezzeb"de imam Şafiî'nin kadim görüşünü/eski içtihadını
nakletmiştir. Buna göre namazın o anda kılınması müstehap, tekrarlanması ise
farzdır. Böylece konu hakkındaki görüşler beşe çıkmıştır.