SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU SIFATU’S-SALAT

<< 459 >>

باب: التشهد في الآخرة.

148. SON TEŞEHÜD'E OTURMAK

 

حدثنا أبو نعيم قال: حدثنا الأعمش، عن شقيق بن سلمة قال: قال عبد الله: كنا إذا صلينا خلف النبي صلى الله عليه وسلم قلنا: السلام على جبريل ومكائيل، السلام على فلان وفلان، فالتفت إلينا رسول الله عليه وسلم فقال: (إن الله هو السلام، فإذا صلى أحدكم فليقل: التحيات لله، والصلوات والطيبات، السلام عليك أيها النبي ورحمة الله وبركاته، السلام علينا وعلى عباد الله الصالحين، فإنكم إذا قلتموها، أصابت كل عبد لله صالح في السماء والأرض، أشهد أن لا إله إلا الله، واشهد أن محمدا عبده ورسوله).

 

[-831-] Abdullah İbn Mesud (Radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Biz Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkasında namaz kıldığımız zaman şöyle derdik: Cebrail'e, Mîkâîl'e selâm olsun, şu meleğe, şu meleğe selâm olsun. 'Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize dönerek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Selâm olan sadece Allah'tır. Siz'den biri salauât okuyacağı zaman şu duayı etsin:

 

التحيات لله، والصلوات والطيبات، السلام عليك أيها النبي ورحمة الله وبركاته، السلام علينا وعلى عباد الله الصالحين

 

[Ettehiyatu Lillahi ve’s-selevatu ve’t-teyyibatu es-selemun aleyke eyyuhennebiyyu ve Rahmetullahi ve berekatuhu es-selamun aleyna ve ala ibadillahi salihin ] Çünkü siz bu şekilde Allah'ın sâlih kullarına selâm dilediğiniz zaman, bu dua gökteki ve yerdeki Allah'ın her sâlih kuluna ulaşır.

 

Dua’nın meali: Selâmlar, salavât ve ve bütün güzellikler ve güzel sözler Allah'a mahsustur. Ey Nebi, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm bize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun.

 

Tekrar: 835, 1202, 6230, 6265, 6328 ve 7381

 

 

AÇIKLAMA:     Şüphesiz Selâm olan sadece Allah'tır" ifadesiyle ilgili olarak Beyzâvî'nin açıklamaları özetle şöyledir: Resûlullah Allah'a selâm dilemeyi kabul etmemiş ve reddetmiştir. Bunun asıl söylenmesi gereken duaya ters olduğunu da açıklamıştır. Çünkü her türlü selâm ve rahmet zaten O'na mah­sûstur ve O'ndan gelmektedir; selâm ve rahmetin sahibi O'dur, selâmı ve rah­meti kullarına bahşeden O'dur."

 

et-Tûrbeştî bu konuda şöyle demiştir: "Resûlullah Allah'a selâm dilemeyi yasaklamıştır. Çünkü O her an kendisine yönelip isteklerimizi arz ettiğimiz mevlâmızdır. O bütün bu dileklerden yücedir, bunlara asla muhtaç değildir. Kul O'nun için nasıl dua edebilir ki?! Zaten her şeyin sahibi olan ve her halükârda kendisine dua ettiğimiz Rabbimiz O değil midir?!"

 

Konuyla ilgili olarak İbnü'l-Enbârt de şöyle demiştir: "Resûlullah ashabına selamı kullar için dilemelerini emretmiştir. Çünkü selâmete muhtaç olan mahlûkâttır; Cenâb-ı Hak buna muhtaç olmaktan yücedir, Ga­nîdir.

 

Tahiyyât: Bu kelime Tehayyete kelimesinin çoğuludur. Selâm selâmet, ebedîlik (beka), yücelik (azamet), her türlü âfetlerden uzak ve beri olmak, mülk anlamla­rında kullanılmaktadır.

 

Salavât: Bu kelimeye şu anlamlar verilmiştir; Beş vakit namazdır veya her şeriattaki farz ya da nafile bütün ibadetleri kapsamına alan bir kavramdır, iba­detlerin tamamını anlatan bir kelimedir, dualar anlamına gelir, rahmet demektir.

 

Tayyibât: Allah Teâlâ'yı övmek, O'na senada bulunmak için uygun ve ye­rinde olan güzel sözlerin tamamı, Allah'ı zikretmek, dua ve sena gibi her türlü güzel söz anlamlarına gelir.

 

"Ben yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O'nun kulu ve resulüdür" ifa­desi Abdullah İbn Mesud'dan nakledilen bütün rivayetlerde aynıdır; bu konuda farklı bir varyant yoktur. Tirmizî şöyle demiştir: "İbn Mesud hadisi ondan çok farklı yollarla rivayet edilmiştir ve bu hadis teşehhüd ile ilgili olarak nakledilen hadislerin en sahih olanıdır. Zaten ashâb-ı kiram içindeki ve onlardan sonraki ilim ehlinin yoğunluğu bu hadisi esas alarak amel etmişlerdir." İmam Şafiî ise teşehhüd konusunda Abdullah İbn Abbas'ın naklettiği hadisle amel etmiştir.

 

el-Bezzâr, teşehhüd ile ilgili olarak nakledilen en sahih hadis hangisidir, şek­linde kendisine yöneltilen bir soruya şu cevabı vermiştir: "Bence, konuyla ilgili en sahih hadis Abdullah İbn Meud'dan nakledilen hadistir. Zira bu hadis yirmi­den daha fazla yplla nakledilmiştir. Ben teşehhüd konusunda bu hadisten daha sağlam (sâbit), senedleri daha sahih ve râvîleri daha meşhur olan başka bir ha­dis bilmiyorum."

 

Ehl-i hadîs arasında bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamakta­dır. Şerhü's-sünne adlı eserinde el-Beğavî bunu çok kesin bir dille ifade etmiştir.

 

Ayrıca bu hadisi diğerlerine göre daha tercih edilir kılan birçok özellik bu­lunmaktadır:

 

1. Bu hadis İmam Buhârî ile İmam Müslim'in ittifak ettikleri bir hadistir. Halbuki teşehhüdle ilgili olarak nakledilen diğer hadislerde bu özellik bulunma­maktadır.

 

2. Bu hadisin ravilerinin tamamı güvenilir (sika) ravilerdir ve hadis farklı ka­nallardan geldiği halde teşehhüd lafızlarında hiçbir farklılık bulunmamaktadır. Halbuki teşehhüdle ilgili diğer rivayetler böyle değildir.

 

3. Abdullah İbn Mesud bu hadisi doğrudan Resûlullah'tan almıştır. Hatta Tahâvî'nin Esved İbn Yezîd yoluyla naklettiğine göre Abdullah İbn Mesûd şöyle demiştir: "Ben teşehhüd lafızlarını doğrudan Resûlullah'ın mübarek ağızlarından aldım. Teşehhüdü bana kelime kelime öğretti, telkîn etti."

 

Ahmed Ibn Hanbel'İn naklettiği bir rivayete göre Resûlullah teşehhüdü Abdullah Ibn Mesûd'a Öğretmiş ve insanlara da öğretmesini emir buyurmuştur. Buna karşılık diğer rivayetler için böyle bir üstünlük bulunmamaktadır. İşte tüm bu özellikler Abdullah İbn Mesûd hadisinin diğer rivayet­lere göre ayrıcalıklı ve söz konusu rivayetlerden üstün olduğunu göstermektedir.

 

İmam Şafiî Abdullah İbn Abbas hadisini naklettikten sonra şöyle demiştir: "Teşehhüd konusunda birbirinden farklı pek çok hadis rivayet edilmiştir. Fakat bu hadis benim en çok hoşuma giden rivayettir. Çünkü içlerinde her yönüyle tam olan (ekmel) budur."

 

İmam Şafiî'ye teşehhüd konusunda niçin Abdullah İbn Abbas hadisini ter­cih ettiği sorulmuş o da şu cevabı vermiştir: "Çünkü bu rivayetin diğerlerine göre daha kapsamlı olduğunu gördüm ve Abdullah İbn Abbas'tan sahih bir senedle nakledildiğini duydum. Ayrıca bu rivayette geçen teşehhüd lafızları diğer riva­yetlere göre daha derli toplu ve daha uzun. İşte ben bu yüzden İbn Abbâs riva­yetini esas aldım, ancak sahih olan başka rivayetleri kabul edenlere de sert bir şekilde karşı çıkmadım."

 

Bu konuda İmam Mâlik, Hz. Ömer'in teşehhüdünü tercih etmiştir. Çünkü Hz. Ömer bir gün hutbede iken cemaate teşehhüdü öğretmiş, orada bulunan­lardan hiçbirisi itiraz etmemiştir. Dolayısıyla bir icma meydana gelmiştir. Hz. Ömer'in teşehhüdü küçük bir farkla Abdullah İbn Abbas hadisinde nakledilen teşehhüde benzemektedir. Hz. Ömer'den nakledilen rivayette el-muberekatu yerine ez-zakiyatu ifadesi geçmektedir. Bize öyle geliyor ki burada manen rivayet söz konusudur.

 

Bu konuyla ilgili olan görüş ayrılıklarının tamamı hangi teşehhüdün daha faziletli olduğu noktasında düğümlenmektedir. Zaten İmam Şafiî'nin yukarıda naklettiğimiz görüşü de bunu göstermektedir. Bir grup âlim, sahih olarak nakle­dilen ve sabit olan her türlü teşehhüdün okunabileceğine dair görüş birliği bu­lunduğunu, rivayet etmişlerdir. Fakat et-Tahâvî'nin açıklamaları şunu göster­mektedir: Bazı âlimlere göre Hz. Ömer'den nakledilen teşehhüdü okumak farz­dır.

 

Şafiî mezhebine mensup İbnü'İ-Münzir gibi bazı hadis âlimleri Abdullah İbn Mesûd'dan nakledilen teşehhüdün tercih edilmesi gerektiği görüşündedir. Buna karşılık İbn Huzeyme başta olmak üzere diğer bir grup ŞâfİÎ hadis âlimi ise bunu tercih etmemişlerdir.

 

Mâlikîler'e göre teşehhüd okumak mutlak olarak gerekli değildir. Hanefîle'de yaygın olan kanaat teşehhüdün farz değil, vacip olduğu yönündedir. İmam Şafiî ise bunun farz olduğunu söylemiştir. Fakat o el-Umm adlı eserinde şöyle bir açıklamada da bulunmuştur: "Namaz kılan bir kimse sadece  demekle yetinir ve devamını okumazsa bana göre bu mekruhtur, bunu hoş karşılamam. Fakat namazı geçerlidir, tekrar etmesine gerek olmadığı görüşündeyim."

 

Faydalı bir not: el-Kaffâl fetvalarında şöyle demiştir; "Namazı terk etmek Müslümanların tamamına zarar verir. Çünkü namaz kılan bir kimse dua eder­ken, Allahım beni ve kadın - erkek bütün müminleri bağışla, demektedir. Ayrıca teşehhüde oturulduğu zaman muhakkak "Selâm bize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun" denir. Halbuki namaz kılmayan bir kimse bu duayı etmediği için Allah'a hizmette kusur ettiği gibi hem Resûlullah'ın hem kendi­sinin hem de bütün Müslümanların haklarını göz ardı etmekte ve çiğnemektedir. İşte bu yüzden namazı terk etmenin günahı da çok büyüktür."