32. YÜCE ALLAH'IN: "ALLAH İMAN EDENLERE DE FİRAVUN'UN
KARISINıIMİSAL VERDİ ... VE O İTAAT EDENLERDENDİ."[Tahrim, 11-13] AYETİ
حدثنا يحيى
بن جعفر:
حدثنا وكيع،
عن شعبة، عن عمرو
بن مرة، عن
مرة
الهمذاني، عن
أبي موسى رضي
الله عنه قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم: (كمل من
الرجال كثير،
ولم يكمل من
النساء: إلا
آسية امرأة
فرعون، ومريم
بنت عمران،
وإن فضل عائشة
على النساء
كفضل الثريد
على سائر
الطعام).
[-3411-] Ebu Musa r.a. dedi ki: "Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
Erkeklerden pek çok kişi kemale ermiştir. Kadınlardan ise kemale
ancak Firavun'un karısı Asiye ile İmran kızı Meryem kemale ermiştir ve şüphesiz
Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü
gibidir."
Hadis ileride 3433, 3769 ve 5418 numara ile gelecektir.
Diğer tahric edenler: Tirmizi Et’ime; Nesâî, Muaşeret
Fethu'l-Bari Açıklaması:
Bu başlıktan maksat, Firavun'un hanım i Müzahim kızı Asiye'yi
sözkonusu etmektir. Denildiğine göre o İsrailoğullarından idi ve Musa'nın
halası idi. Meryem ise daha sonra ayrıca sözkonusu edilecektir.
"Kadınlardan Firavun'un karısı Asiye ile İmran'ın kızı
Meryem dışında kimse kemale ermemiştir" buyruğu ile Buharı bu kapsamı
daraltılmış ifadeyi bu iki kadının birer nebi olduğuna delil göstermektedir.
Çünkü insan türünün en mükemmeli hiç şüphesiz önce nebilerdir, sonra
velilerdir, sıddıklar ve şehidlerdir. Eğer bu iki kadın nebi olmamış olsaydı,
kadınlar arasında da veli, sıddıka ve şehide olmaması gerekirdi. Vakıada ise bu
nitelikler birçok kadında bulunan niteliklerdir. Sanki yüce Allah Resulü şöyle
buyurmuş gibidir: "Kadınlardan filan ve filan kadın dışında kimseye
nübüwet verilmemiştir."
Eğer sıddıka yahut veliyye ya da şehitlik sıfatı yalnızca filan
kadın ile filan kadın için sabittir, demiş olsaydı, elbette ki bu doğru
olmazdı. Çünkü bu nitelikler başkalarında da bulunmaktadır. Şu kadar var ki
hadiste sözkonusu edilen kemale ermekten maksadın, nebilerin dışındakilerin
kemali olması hali müstesnadır. Ancak açıklanan durum sebebiyle nebilerin
dışındakilerin kemalinin kastedildiğini ortaya koyacak tam bir delil
bulunmamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Buna göre maksat, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanından
önceki zamanlardır. Ayrıca Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kendi dönemindeki
kadınlardan Aişe dışında kimseyi sözkonusu etmemiştir. Hadiste Aişe r.a.a'nın
diğer kadınlara göre daha faziletli olduğuna dair açık bir ifade
bulunmamaktadır. Çünkü tiridin diğer yemeklere üstünlüğü ancak hazırlanmasının
külfetsiz oluşu ve ko- . laylıkla hazmedilişi dolayısı iledir ve o dönemde
onların yemeklerinin en Üstünü idi. Bununla birlikte bütün bu özellikler her
bakımdan tiridin en üstün olmasını gerektirmemektedir. Başka açılardan başka
yemeğe nispetle daha az faziletli olması mümkündür.
Kurtubı der ki: Sahih olan, Meryem'in nebi olduğudur. Çünkü yüce
Allah ona melek vasıtasıyla vahiy bildirmiştir. Asiye'ye gelince, onun nebi
olduğuna dair herhangi bir delil varid olmamıştır.
el-Kermanı der ki: "Kemale eriş" lafzı dolayısıyla
nebi olması gerekmez. Çünkü kemal bir şeyin tamam olması ve kendi alanında en
ileri dereceye varmış olması halini anlatmak için kullanılır. O halde maksat
onun kadınlar hakkında sözkonusu olan bütün fazilet alanlarında en ileri
dereceye ulaşmış olmasıdır. (Devamla) der ki: Kadınlardan nebi olmadığına dair
icma' da nakledilmiş bulunmaktadır. Evet Kermanı böyle demektedir. Bununla
birlikte el-Eşarı'den, kadınlardan altı tane nebi olduğunu söylediği de
nakledilmiştir. Bunlar Hawa, Sara, Musa'nın annesi, Hacer, Asiye ve Meryem'dir.
Onun nübüwet hususunda belirlediği ölçüye göre, Allah tarafından meleğin bir
emir, nehiy ya da ileride meydana geleceklere dair bir bilgi getirerek geldiği
her bir şahıs, bir nebidir. Yüce Allah tarafından bu kabilden çeşitli hususları
bildirmek üzere bunlara meleğin gelmiş olduğu da sabittir. Kur'an-ı Kerim'de
bunların bazılarına vahiyde bulunulduğu da açıkça ifade edilmiştir.
İbn Hazm "el-Milel ve'n-Nihal" adlı eserinde bu
meselede görüş ayrılığının ancak kendi çağında Kurtuba'da tartışma konusu
edildiğini ve o zamana kadar böyle bir tartışmanın bulunmadığını zikretmiş
bulunmaktadır. Bu hususta görüş belirtenler arasında üçüncü bir görüş daha
nakletmiştir ki, o da bu hususta görüş açıklamamaktır. (Devamla) der ki:
Kadınlardan nebi geldiğini kabul etmeyenlerin delili yüce Allah'ın:
"Senden önce gönderdiğimiz Resuller kendilerine vahyettiğimiz şehirli
erkeklerden başkaları değildi. "[Yusuf, 109] buyruğudur. (İbn Hazm) der
ki: Ancak bu buyrukta delilolacak bir taraf yoktur. Çünkü kimse kadınlara
risalet verildiğini iddia etmiş değildir. Sözkonusu görüş ayrılığı sadece
Nübuvvet ile alakalıdır. Bu hususta varid olmuş en açık buyruklar Meryem
kıssasındadır. Musa'nın annesinin kıssasında da onun için Nübuvvetin sabit olduğuna
delil olacak taraflar vardır. Çünkü sadece ona bu hususun vahyedilmesi dolayısı
ile çocuğunu denize attığını görüyoruz. Şanı yüce Allah da Meryem'i ve ondan
sonra da başka nebileri sözkonusu ettikten sonra şöyle buyurmaktadır:
"İşte bunlar AIlahım kendilerine nimet verdiği ... nebilerdendir."
(Meryem, 58) Böylelikle o da bu genel buyruğun kapsamı içerisine girmiş
olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
باب: {إن
قارون كان من
قوم موسى}.
الآية /القصص: 76/.
33. "GERÇEKTEN KARUN, MUSA'NIN KAVMİNDENDİ."[Kasas,
76]
{لتنوء}
لتثقل، قال
ابن عباس:
{أولي القوة}
لا يرفعها
العصبة من
الرجال. يقال:
{الفرحين}
المرحين.
{ويكأن الله}
/القصص: 82/: مثل:
ألم تر أن
الله. {يبسط
الرزق لمن
يشاء ويقدر}
/الرعد: 26/: يوسع
عليه ويضيق.
İbn Abbas dedi ki: "Güçlü kimseler" [Kasas, 76] Onun
hazinesinin anahtarlarını ancak bir erkekler topluluğu kaldırabiliyordu.
"el-Ferihfn"[Kasas, 77] el-merihın (şımarıklar) demektir. "Vay
demek ki Allah ... "[Kasas, 82]
buyruğu, "Görmez misin ki şüphesiz Allah dilediğinin rızkın! bast
eder, dilediğininkini de kısar"[Rum, 37] buyruğuna benzemektedir. Rızkını
genişletir ve daraltır, demektir.
AÇiKLAMA: "Şüphesiz Karun, Musa'nın kavminden
idi"[Kasas, 76] ayetinde sözü geçen Karun'un nesebi: Karun b. Yasfed b.
Yeshar olup, Musa'nın amcasının oğludur. Karun'un kavmine karşı bağyetmesi
(haddi aşması, azması)nin tefsiri hususunda ihtilaf edilmiştir. Bunun hased
olduğu söylenmiştir. Çünkü o: Musa ve Harun işi alıp götürdü, bana da bir şey
kalmadı, demişti. Kibir diye de açıklanmıştır. Çünkü o malının çokluğu
sebebiyle tuğyan etmişti.
"el-Ferihfn: el-Merihfn (şımarıklar)" şeklindeki
açıklama İbn Abbas'ın tefsiridir. Yani onlar şımarır, azarlar ve nimetleri
dolayısıyla Allah'a şükretmezler.
İbn Ebi Hatim sahih bir senedIe İbn Abbas'tan şöyle dediğini
rivayef etmektedir: Musa İsrailOğullarına şöyle diyordu: Allah size şunu şunu
emrediyor. Nihayet malları ile ilgili Allah'ın emirlerini onlara anlatınca bu
Karun'a ağır geldi. İsrailoğullarına dedi ki: Musa, zina eden recmedilir diyor,
gelin fahişe bir kadına bir şeyler verelim, o da Musa'nın kendisine bir iş
yaptığını söylesin. Böylelikle Musa recmedilecek, biz de ondan kurtulup rahata
kavuşacağız.
Dediklerini yaptılar, Musa onlara hitap edince ona dediler ki:
Sen dahi olsan hüküm yine böyle midir? O: Ben dahi olsam, dedi. Bu sefer: Sen
zina etmişsin dediler. Musa buna tahammül gösteremedi. Kadına haber
gönderdiler. Kadın huzura gelince, Musa'nın heybetinden çekindi. Musa:
İsrailoğulları için denizi yaran hakkı için mutlaka doğruyu söyleyeceksin, diye
ona and verdi. Kadın da doğruyu ikrar ve itiraf etti. Musa ağlayarak secdeye
kapandı. Yüce Allah ona:
Yere sana itaat etmesini emrettim. Dilediğin emri ona ver, diye
vahyetti. O da yere emretti, Karun ve beraberindekiler yerin içine geçti.
باب: قول الله
تعالى: {وإلى
مدين أخاهم
شعيبا} /هود: 84/.
34. YÜCE ALLAH'IN: "MEDYEN'E DE KARDEŞLERİ ŞUAYB'I
(GÖNDERDİK)."[A'raf, 85; Hud, 84; Ankebut,36] AYETİ
إلى أهل
مدين، لأن
مدين بلد،
ومثله: {واسأل
القرية} /يوسف: 82/.
واسأل {العير}
/يوسف: 82/: يعني
أهل القرية وأهل
العير.
{وراءكم
ظهريا} /هود: 92/:
لم تلتفتوا إليه.
يقال إذا لم
تقض حاجته،
ظهرت حاجتي
وجعلتني
ظهريا.
قال: الظهري
أن تأخذ معك
دابة أو وعاء
تستظهر به.
مكانتهم
ومكانهم واحد.
{يغنوا}
/الأعراف: 92/: يعيشوا.
{تأس} /المائدة:
26، 68/: تحزن. {آسى}
/الأعراف: 93/:
أحزن.
وقال الحسن:
{إنك لأنت
الحليم
الرشيد} /هود: 87/:
يستهزؤون به.
وقال مجاهد:
ليكة الأريكة.
{يوم الظلة}
/الشعراء: 189/:
إظلال الغمام
العذاب عليهم.
Burada kasıt Medyen halkınadır. Çünkü Medyen bir şehrin adıdır.
Yüce A1lah'ın: "Karyeye {kasabaya} sor. el-Iyre {kafileye, kervana} sor.
"[Yusuf,82] buyrukları da buna benzemektedir ki kasaba halkına ve kafi!ede
bulunanlara sor demektir;
"Onu arkanıza attığınız. "[Hud, 92] Yani ona iltifat
etmemişlerdi. Bir kimsenin ihtiyacı görülmeyecek olursa, benim ihtiyacımı
arkana attın, beni arkana attın, denilir. "ez-Zahri" ise beraberinde
kendisi ile şeytanın gücünü pekiştireceğin bir binek yahut da bir kap alman
anlamına gelir.
"Mekanetuhu"[Yasin, 67] ile onların mekanları, aynı anlamdadır.
"Yağnev"[A'raf, 92] yaşa(ma)dılar, demektir.
"Yey'es" üzülür, "Asa" üzü!ürüm
anlamındadır.
el-Hasen dedi ki: "Şüphesiz ki sen halim birisisin.
"[Hud, 87] diyerek onunla alay etmişlerdi. "Yevmu'z-zulle"
bulutun üzerlerinde azabı gölge gibi tutması, bulundurması demektir.
AÇIKLAMA: "Yüce
Allah'ın: "Medyen'e kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. "[Hud, 84]
buyruğunda geçen "Medyen", İbrahim aleyhisseli\m yakıldığı zaman ona
iman edenlerden birisi idi. İbn Hibban, Ebu Zer yoluyla gelen uzunca hadiste
şunrı söylediğini rivayet etmektedir: "Şu dört kişi Araplardandır: Hud,
Salih, Şuayb ve Muhammed" Buna göre o Arab-ı Aribedendir.