SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’R-RİKAK

<< 2115 >>

DEVAM: 38. ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK

 

حدثني محمد بن عثمان بن كرامة: حدثنا خالد بن مخلد: حدثنا سليمان بن بلال: حدثني شريك بن عبد الله بن أبي نمر، عن عطاء، عن أبي هريرة قال:

 قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (إن الله قال: من عادى لي ولياً فقد آذنته بالحرب، وما تقرب إلي عبدي بشيء أحب إلي مما افترضت عليه، وما يزال عبدي يتقرب إلي بالنوافل حتى أحبه، فإذا أحببته: كنت سمعه الذي يسمع به، وبصره الذي يبصر به، ويده التي يبطش بها، ورجله التي يمشي بها، وإن سألني لأعطينَّه، ولئن استعاذني لأعيذنَّه، وما ترددت عن شيء أنا فاعله ترددي عن نفس المؤمن، يكره الموت وأنا أكره مساءته).

 

[-6502-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir:

 

"Allahu Teala şöyle buyurdu:

 

'Her kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona savaş ilan ederim. Kulum bana kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulum u sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Diliyle de her ne isterse muhakkak onlarz kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulum u sığındzrzr, korurum. Ben yapmasını dilediğim hiçbir şey hakkında, mu'minin ölümü karşısındaki tereddütüm gibi tereddüt etmedim. Bana bunda kulum ölümden hoşlanmıyordu. Ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum."

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Başlıkta geçen "tevazu" kendisine tazim edilmesi istenen kişiye karşı insanın mertebesinden aşağıya indiğini ortaya koyması demektir. Bazılarına göre tevazu, bir kimsenin faziletinden dolayı kendinden daha üstün olana tazim etmesidir.

 

İmam Buhari bu başlık altında iki hadise yer verdi. Bunlardan biri kendisi geçilen devenin konu edinildiği Enes hadisidir. Bu hadisin açıklaması Cihad Bölümünde "Hz. Nebi'in (s.av) Devesi" başlığı altında geçmişti. Bazıları bu hadisin yukarıdaki başlıkla herhangi bir ilişkisinin olmadığını ileri sürmüşler ve hadisin Nesailde yer alan rivayet yollarından birisinde geçen ifadeyi gözden kaçırmışlardır. Nesailde şöyle denilmektedir: "Bir şeyin dünyada kendi nefsini yükseltir, yükseltmez onu aşağıya indirmesi Allah üzerinde bir haktır. "(Nesai, Hayl) Çünkü bu hadiste kibirlenmemeye, tevazuya teşvike işaret vardır. Hadis dünyadaki işlerin kamil olmayıp, nakıs olduğunu bildirmektedir.

 

İbn Battal şöyle demiştir: Hadisten dünyanın Allahu Tealalın nezdinde değersiz olduğu anlaşılmakta ve insanların birbirine karşı övünme ve gururlanmamaları gerektiğine uyarı vardır. Hadise göre Allah'ın nazarında değersiz olan her şey düşük bir seviyededir ve aklı olan herkesin bundan kaçınması, onu talep ederken yarışmayı ve rekabeti azaltması uygundur.

 

Taberi şöyle demiştir: Alçak gönüllülükte din ve dünya açısından masıahat vardır. Çünkü insanlar dünyada alçak gönüllü oldukları takdirde aralarındaki kin, nefret ortadan kalkar, birbirlerine karşı övünme ve gururlanmanın yorgunluğundan rahata kavuşurlar. Biz de şunu ekleyelim: Hadis aynı zamanda Hz. Nebi'in (s.av) güzel ahlaklı ve alçak gönüllü olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Resulullah s.a.v. bu hadise göre bedevinin kendisiyle yarışmasına razı olmuştur. Bu da müsabakanın caiz olduğunu göstermektedir.

 

6502"Kim benim dostuma düşmanlık ederse." Burada "Allah dostu"ndan maksat Allah'ı bilen, O'na itaate devam eden ve ibadetinde ihlas içinde olan kimse demektir.

 

Allah dostlarına düşmanlık edecek kimsenin bulunabileceği meselesi bir anlaşılması zor problem olarak ortaya çıkmıştır. Zira düşmanlık ancak iki taraftan gelir. Allah dostu olan kimsenin ise ağır başlı, kendisine bilmeden bir harekette bulunanı bağışlayan bir kişilikte olması esastır. Bu problem e şöyle cevap verilmiştir: Buradaki "muadM" sadece husumetle, dünyevi muameleyle kısıtlı değildir. Tam aksine bazen taassubtan kaynaklanan bir kinden de meydana gelebilir.

 

Rafızı'nin Hz. Ebu Bekir'e kini, bid'atçinin sünniye olan nefreti buna örnektir. Bunun neticesinde her iki taraftan düşmanlık meydana gelir. Allah dostu tarafından olan Allah için ve Allah hakkında olurken karşı taraftan olan, -yukarıda değindiğimiz üzere- taassub kaynaklıdır. Allah hakkında dost olana kinini açıktan ortaya koyan fasık da böyledir. Velinin ona olan kini ise yaptıklarına tepki gösterdiğinden ve Allah'ın, şehvetlerine uyma yasaklığına riayet etmesinden dolayıdır.

 

İbn Hübeyre şöyle demiştir: Bu hadisten mazur olmanın uyarıdan önce geldiği anlaşılmaktadır ki bu gayet açıktır.

 

"Fe kad azentuhu" ona ilan ederim. "Izan", ilan etmek demektir. "Ezan" kelimesi bu kökten alınmadır.

 

"Bi'l-harbi =savaş ilan ederim." Savaşın meydana gelmesi problemli bir durum olarak görülmüştür. "Muharebe", "mufa'ale" kalıbından olup, her iki taraftan kaynaklanan fiiller için kullanılır. Oysa mahluk yaratanın hakimiyeti altındadır. (Nasıl olur da Allah'a savaş açabilir?) Buna' şöyle cevap verilmiştir: Bu ifade, insanlara anladıkları bir şeyle hitap kabilindendir. Çünkü savaş düşmanlıktan, düşmanlık muhalefetten kaynaklanır. Savaşın sonu helaktir. Allahu Teala'ı hiçbir şey yenemez. O zaman mana adeta şöyle olur: Kim benim bir kuluma düşmanlık ederse kendisini benden kaynaklanacak helake maruz bırakmış olur.

 

Böylece hadiste savaş kelimesi kullanılmış, bununla onun lazımı (savaş bulununca bulunacak olan şey yani helak) kastedilmiştir. Bunun manaya yansıması şöyledir: Kim benim kuluma savaş açarsa ben de ona savaşçı bir düşmanın yaptığı muameleyi yaparım.

 

Fakihanı şöyle demiştir: Bu hadiste şiddetli bir tehdit vardır. Çünkü Allah'a savaş açanı Allah helak eder. Bu ifade beliğ bir mecazdır. Zira Allah'ı sevenden hoşlanmayan kimse, Allah'a muhalif olmuş demektir. Allah'a muhalif olan ona inatla karşı çıkıyor demektir. Allah'a inatla karşı çıkanı o helak eder. Bu kural düşmanlık tarafında bu şekilde işlediğine göre, dostluk tarafında da böyle sabittir. Her kim Allah'ın dostlarını severse Allah ona ikramda bulunur demektir.

 

TCıfi şöyle der: Allah'ın dostu itaat ve takva ile Allah'ı dost edindiğine göre Allah da onu koruyarak ve yardımda bulunarak dost edinir. Allahu Teala şöyle bir kanun koymuştur: Düşmanın düşmanı dosttur, düşmanın dostu düşmandır, Allah'ın dostunun düşmanı Allah'ın düşmanıdır. Her kim ona düşmanlık ederse tıpkı kendisine savaş açmış gibi olur. Her kim ona savaş açarsa sanki Allah'a savaş açmış gibidir.

 

"Kulum bana kendisine farz kzldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz." Bütün farz-ı ayn ve kifayeler bu sözcüğün hÜkmüne dahildir.

 

Bu ifadeden farzları eda etmenin Allah'a amellerin en sevimlisi olduğu anlaşılmaktadır.

Tufi der ki: Farzların emredildiği kesindir ve bunların terk edilmesine ceza tahakkuk eder. Nafileler ise sevap elde etmede farzlarla aynı olmakla birlikte her iki açıdan bunlardan farklıdır. Dolayısıyla farzlar en mükemmelolmaktadır. Bundan dolayı Allah'a en sevimli ve en yakınlaştıncı ibadet farzlar olmaktadır. Öte yandan farz asıl ve temel, nafile onun uzantısı ve binası gibidir. Farzları emredildiği şekilde ifa etmek emre sarılma, emredene boyun eğmek suretiyle onu ululamak ve hürmet etmek anlamı taşır. Bu harekette rububiyyete tazim gösterme ve ubudiyyetin zilletini ortaya koyma vardır. Netice olarak bunlarla Allah'a yaklaşmak amellerin en büyüğü olmaktadır. Farzı ifa eden kimse bunu bazen ceza korkusuyla yapar. Nafileyi ifa eden ise bunu ancak Rabbine hizmeti tercih ettiği için yapar. Dolayısıyla muhabbetle karşılık görür. Bu muhabbet kendisine hizmetle yaklaşan kimsenin hedeflediği bir gayedir.

 

"Yetekarrabu ileyye = Bana yaklaşıyor" "takarrub" yaklaşmayı talep etmek demektir. Ebü'l-Kasım el-Kuşeyri şöyle demiştir: Kulun Rabbine yaklaşmasıönce ona imanla, sonra ihsanıyla olur.

 

Rabbın kuluna yaklaşması dünyada kendisine irfan vermesiyle olur. Ahirette ise ondan hoşnutluğuyla meydana gelir. Bu ikisi arasında onun lutfunun ve nimetlerinin çeşitli şekilleri bulunmaktadır.

 

"Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim." Keşmiheni rivayetinde "ahbabtuhu" yerine "uhibbuhu" kelimesi yer almaktadır. Bu cümle Allah'ın kulunu sevmesinin, kulun nafilelerle ona yaklaşmayı bırakmamasıyla olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak daha önce geçtiği üzere farzların kendisiyle Allah'a yaklaşılan ibadetlerin en sevimlisi olması, sonra da muhabbeti doğurmaması problemli bir husus olarak görülmüştür. Buna şöyle cevap verilmiştir: Nafilelerden maksat farzların bitişiğinde olan, onları ihtiva eden ve tamamlayan ibadetler demektir. İbn Ebi Umame İbn Adem'in rivayeti bu anlayışı teyit etmektedir: "Sen benim yanımda olanı ancak sana farz kıldığım şeyleri ifa ederek elde edebilirsin." Fakihani şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Kul farzları ifa edip, namaz, oruç ve başka ibadetler gibi nafileleri yerine getirmeye devam ettiğinde bunlar o kulu Allah'ın sevgisine ve muhabbetine götürür.

 

İbn Hübeyre şöyle demiştir: "Ma tekanabe" fiilinden nafile leri n farzdan önce olamayacağı hükmü anlaşılmıştır. Çünkü nafilenin "nafile" olarak isimlendirilmesi farz üzerine fazladan gelmesinden dolayıdır. Farz ifa edilmediğinde nafile hasıl olmaz. Farzı ifa eden kimse sonra üzerine nafile ilave ettiğinde ve bunu sürekli yaptığında kendisinde Allah'a yaklaşma iradesi tahakkuk eder.

 

Öte yandan örf ve adete göre birine yaklaşma, genellikle hediye ve armağan gibi o kişi üzerine verilmesi vacip olan şeyler dışında bir şey vermekle olur. Böyle bir kimse vermekle yükümlü olduğu haracı ödeyen veya zimmetinde olan bir borcu ifa eden kimsenin aksinedir.

 

Diğer taraftan farzları telafi etmek, nafilelerin getirilme amaçları arasında yer alır. Nitekim Müslim'in naklettiği sahih bir hadise göre Resulullah s.a.v. Allahu Teala'ın "Bakınız! Kulumun tatavvu ibadeti var mıdır? Varsa onunla birlikte farzı tamamlanır" buyurmuştur.(Tirmizi, salat; Ebu Davud, Salat) Buradan anlaşılan nafilelerle Allah'a yaklaşan, farzları ihlal eden değil, onları ifa eden kimselerdir. Nitekim büyüklerden biri şöyle demiştir:

 

Her kim farzları ifa ettiği için nafileleri işleyemezse mazurdur, ama nafilelerle meşgulolup, farzı ihmal eden aldanmıştır.

 

Hattabi şöyle demiştir: Bütün bunlar, temsili anlatımdır. Manası; Allah'ın kulunu bu organlarla yapmaya başladığı amellerinde başarılı kılması ve kendi sevgisini ona kolay kılmasıdır. Allahu Teala bunu kulun organlarını koruyarak ve onu çirkin gördüğü şeylere düşmekten muhafaza ederek yapar. Kulun kulağıyla eğlenceyi dinlemesi, gözü ile Allah'ın yasak ettiği şeye bakması, dokunulmasını haram kıldığı şeyleri eliyle tutması ve ayağıyla batıla yürümesi, korunmanın söz konusu olduğu alanlardır. Davudi de bu görüşe meyletmiştir. Kelabazi'nin yaklaşımı da böyledir. Allahu Teala şunu söylemektedir: O kulumu korurum ve sadece beni sevenlerle birlikte münasebette bulunur. Çünkü kul Allah'ı sevdi mi onun hoş görmediği hususlarda tasarrufta bulunmak hoşuna gitmez.

 

(Allahu Teala'ın nasılolup da kulun işiten kulağı ve gören gözü olduğu meselesinde ileri sürülen görüşlerden) yedincisini açıklarken Hattabi şöyle demiştir:

 

Allahu Teala bununla kulun duasını hızlı bir şekilde kabul ettiğini ve talep ettiği şeyde kendisini başarılı kıldığını ifade etmektedir. Şöyle ki insanın çabalarının tamamı ancak burada sözü geçen organlarla yapılmaktadır.

 

Bazıları şöyle demiştir: Bu anlam daha önce geçen "Hiçbir organı yoktur ki Allah'la Allah için hareket etmiş olmasın" hadisinden alınmadır. Böyle bir kulun bütün organları hakkın sayesinde hak için amel eder.

 

"Bana sığınmak isteyince." Ebu Ümame'nin rivayet ettiği bir hadiste bu ifade "Benden yardım dilediğinde ona yardım ederim" şeklinde geçmektedir. Bu cümleden nafilelerden maksadın mendub olan tüm söz ve fiiller olduğu anlaşılmaktadır.

 

Bazı kulların ve salih kimselerin dua ettikleri ve bunda ısrarlı oldukları ama buna rağmen dualarının kabul edilmediği ileri sürülerek burada anlaşılmaz bir nokta olduğu ifade edilmiştir. Buna verilecek cevap bir değil, bir çoktur. Bazen kulun talep ettiği şeyin bizatihi aynısı derhal gerçekleşir. Bazen talep edilen şey gerçekleşir, fakat bir hikmetten dolayı bu zaman alır. Bazen kulun duası kabul edilir, fakat talep ettiği şeyin bizatihi aynısı verilmeden kabul edilir. Çünkü talep edilen şeyde peşin bir masıahat olmaz, gerçekleşende peşin masıahat olur veya bu diğerine göre daha çok masıahat sağlar.

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Bu hadisten namazın ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Zira Allah'ın kendisine yaklaşmaya çalışan kula sevgisi namazdan kaynaklanmaktadır. Sebebine gelince; namaz Allah'a yakar ma (münacat) ve yaklaşma mahallidir. Namazda kul ile Rabbi arasında bir vasıta yoktur. Kulun gözünü namazdan daha çok aydınlık kılacak bir şey yoktur. Bundan dolayı Enes'in naklettiği bir hadiste Hz. Nebi (s.av) şöyle demiştir: "Namaz gözümün nuru kılındı" hadisi Nesaı ve başka muhaddisler nakletmişlerdir.(Nesai, işretu'n-Nisa) Kimin gözü ne de aydın oluyorsa kişi ondan ayrılmayı istemez ve ondan dışarı çıkmayı talep etmez. Çünkü onun mutluluğu bu şeydedir ve hayatı bununla amacına ulaşır. Kul bunları ancak çalışıp didinmeye iyi sabretmekle elde eder. Çünkü sülCık ehli, afetlerin ve gevşekliğin hedefidir.

 

2- Bu hadis üzerine vacip olanları ifa eden ve nafilelerle yaklaşmaya çalışan kimsenin duasının reddedilmeyeceğini ifade etmektedir. Çünkü bu doğru ve yeminle pekiştirilmiş olan vaadin gereğidir. Duanın hemen kabul edilmemesine verilecek cevap az önce geçmişti.

 

3- Kul en yüksek derecelere ulaşsa ve Allah'ın sevgili bir kulu haline gelse bile ondan talep etmeyi bir kenara bırakmaz. Çünkü talepte Allah'a boyun eğme ve kulluk izharı vardır. Bu konunun açıklaması Deavat Bölümünün baş taraflarında geçmişti.

Alçak gönüllülüğe teşvik hususunda birçok sahih hadis gelmiştir. Fakat bunlardan Buhari'nin şartını taşıyan hiçbir hadis yoktur. Bundanolayı İmam

 

Buhari yukarıda zikredilen iki hadise yer vererek diğerlerini zikretmeye ihtiyaç duymamıştır. Sözkonusu hadisIerden bazıIarı şunIardır: [yaz İbn Himar'ın nakline göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allahu Teala bana alçak gönüllü olunuz, kimse kimseye karşı övülmesin diye vahyetti"(Müslim, Cennet; Ebu Davud, Edeb) demiştir. Bu hadisi Müslim, Ebu Davud ve başkaIarı nakIetmişIerdir.

 

Ebu Hureyre'nin nakIine göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Herhangi bir kimse Allah için mütevazi olursa Allah onu yüceltir" buyurmuştur. (Müslim,Birr; Tirmizi, Birr ve's-Sıla) Bu hadisi de Müslim ve Tirmizi nakIetmişIerdir.

 

Ebu Said'in nakline göre ResuIuIlah s.a.v. "Kim Allah için tevazu gösterirse Allah onu yüceltir ve ruhlar aleminin en yüksek mertebesine koyar" buyurmuştur. Hadisi İbn Mace nakIetmiş, İbn Hibban sahih oIduğunu belirtmiştir.(İbn Mace, Zühd; İbn Hibban, Sahih, XII)