MÜRTED VE KAFİRLERDEN TEVBE İSTEME VE ONLARLA SAVAŞ
باب: قتل من
أبى قبول
الفرائض، وما
نسبوا إلى الردة.
3. FARZLARI KABUL ETMEKTEN KAÇINANLARIN VE DİNDEN DÖNDÜĞÜ
SÖYLENENLERİN KATLEDİLMESİ
حدثنا يحيى
بن بكير:
حدثنا الليث،
عن عقيل، عن
ابن شهاب:
أخبرني عبيد
الله بن عبد
الله بن عتبة:
أن أبا هريرة
قال:
لمَّا
توفي النبي
صلى الله عليه
وسلم واستخلف
أبو بكر، وكفر
من كفر من
العرب، قال
عمر: يا أبا
بكر، كيف
تقاتل الناس،
وقد قال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم:
(أمرت أن
أقاتل الناس
حتى يقولوا:
لا إله إلا الله،
فمن قال: لا
إله إلا الله،
عصم مني ماله
ونفسه إلا
بحقه، وحسابه
على الله).
[-6924-] Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem vefat edip, Ebu Bekir halifelik görevine getirildiğinde ve
Araplardan bazıları kafir olduğunda Hz. Ömer şöyle dedi:
Ey Ebu Bekir! Bu insanlara karşı nasıl savaş açar, çarpışırsm?
Halbuki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"İnsanlarla la ildhe illallah deyineeye kadar savaşmakla
emrolundum. Her kim bu 'la ilahe illallah'ı söylerse, haklı olmak hariç benden
malını ve canını korumuş olur ve onun hesabı Allah'a aittir" buyurmuştu,
dedi.
قال أبو بكر:
والله
لأقاتلنَّ من
فرَّق بين الصلاة
والزكاة، فإن
الزكاة حق
المال، والله
لو منعوني
عناقاً كانوا
يؤدونها إلى
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم
لقاتلتهم على منعها.
قال عمر:
فوالله ما هو
إلا أن رأيت
أن قد شرح
الله صدر أبي
بكر للقتال،
فعرفت أنه
الحق.
[-6925-] Ebu Bekir şöyle cevap verdi: "VaIlahi ben namaz ile zekat
arasını ayıran kimselerle çekinmeden savaşırım. Çünkü zekat mali bir haktır.
Allah'a yemin ederim ki bunlar Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
veregeldikleri bir dişi oğlağı benden esirgerlerse bundan dolayı onlarla
çarpışırım" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:
"VaIlahi şunu gördüm ki halifenin bu hükmü, Allah'ın Ebu
Bekir'in gönlünde yarattığı genişliğin eseridir." Bu sayede onlarla savaş
etmenin hak olduğunu öğrendim!
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Farzları kabul etmekten kaçınanların katledilmesi."
Yani vacip olan flh1<aJil11 üstlenip, gereğince amel etmekten kaçınan
kimselerin katledilmesinin caizliği. Mühelleb şöyle demiştir: Herhangi bir
kimse farzları kabul etmekten kaçınırsa bakılır. Eğer sözgelimi zekatın
farzlığını kabul ediyorsa, kendisinden zorla zekatı alınır ve öldürülmez. Farzları
kabul etmemesine bir de çarpışmayı eklediği takdirde kendisiyle bundan
vazgeçinceye kadar savaşılıf. İmam Malik e/-Muuatta'da şöyle der: Allahu
Teala'ın farzlarından herhangi birisini kabul etmeyen kimse hakkında bizim
görüşümüz şudur: Müslümanlar bu farizayı kendisinden almaya güç
yetiremiyorlarsa onunla cihad etmek zorundadırlar. İbn Battal şöyle demiştir:
İmam Malik'in maksadı şudur: Kişi o farizanın farzlığını kabul
ediyorsa bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktU!'.
"Dinden döndüğü söylenenlerin katledilmesi." Kadi İyad
ve başkaları şöyle demişlerdir: Dinden dönenler üç sınıftı:
a- Tekrar putlara tapmaya dönenler,
b- Müseylime el-Kezzab ve Esved el-Ansı' ye tabi olanlar. Bu iki
kişiden her biri Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' in vefatından önce
Nebilik iddiasında bulundular. Yemamelilerle onların dışında bir grup onun Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem olduğunu tasdik etti. San'a halkı ile onların
dışında bazıları da Esved'in Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olduğuna inandı.
Esved, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından kısa bir süre önce
katledildi. Ona iman edenlerden bazıları hayatta kaldı. Hz. Ebu Bekir'in
halifeliği döneminde Resulullah s.a.v.'in tayin ettiği valiler onlarla
çarpıştı. Müseylime'ye gelince, Hz. Ebu Bekir onun için başında Halid b.
el-Velid'in bulunduğu bir ordu hazırladı.
c- Müslümanlığa devam edip, ancak zekatı inkar edenler ve bu
ibadetin Hz.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanına mahsus olduğu
yorumunu yapanlar. Yukarıdaki hadiste belirtildiği üzere Hz. Ömer'in
kendileriyle çarpışmak için Ebu Bekir'le tartıştığı kimseler bunlardır.
Muhammed b. Hazm, el-Milel ve'n-Nihal isimli eserde şöyle der:
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra
Araplar dörde bölündüler.
a- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatında nasıl
idiyseler öyle kalmaya devam edenler. Bunlar çoğunluğu oluşturanlardır.
b- Müslüman olarak kalıp, zekat hariç diğer dini vecibeleri
yerine getiririz diyenler. Bunlar da çoktu, fakat birinci zümreye nispetle az
idiler.
c- Tulayha ve Secah'a tabi olanlar gibi kafir olup, dinden
döndüğünü ilan edenler. Bunlar da kendilerinden önceki zümreye nispetle
azınlıkta idiler. Ancak her kabile de dinden dönene mukavemette bulunanlar
vardır.
d- Beklemede olanlar. Bunlar ilk üç zümreden hiçbirine itaat
etmediler ve kimin galip olacağını beklediler. Ebu Bekir bunların üzerine
elçiler gönder6li. Feyruz ve onunla bulunanlar Esved'in beldesine galip oldular
ve onu katlettiler. Müseylime, Yemame'de katlediidi. Tulayha İslam'a geri
döndü. Secah da onun gibi İslam'a döndü. Dinden dönenlerin ekseriyeti İslam'a
geri döndü. Bir yıl geçmeden bunların tümü -hamd olsun Allah'a- İslam dinine
geri döndüler.
"İnsanlarla la i/ahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum."
Mazeri şöyle der: Bu ifadenin zahiri Hz. Ömer'in namazı inkar
edenlerle çarpışılacağı görüşüne katıldığını göstermektedir. Hz. Ebu Bekir
zekat konusunda böyle bir hükümle onu ikna etti. Çünkü namaz ve zekat kitap ve
sünnette aynı ayette yer almaktadır.
"Çünkü zekat mal1 bir haktır." Hz. Ebu Bekir bu
ifadesiyle sözünü ettiği namaz ve zekat arasındaki tefrikanın yasaklığı
deliline işaret etmektedir. Buna göre nefs! hak namaz, mali hak zekattır. Kim
namazını kılarsa canını kurtarır, kim de malının zekatını verirse malını
kurtarır. Namaz kılmazsa namazı terk ettiği için kendisi ile mücadele edilir.
Zekatını vermezse malından zorla alınır. Bunun için savaşmaya kalkışırsa
kendisiyle savaşılır.
"Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e veregeldikleri
bir dişi oğlağı benden esirgerlerse bundan dolayı onlarla çarpışırım."
Müslim'de Kuteybe'nin Leys'ten naklettiği haberde "anak" yerine
"ikal" kelimesi yer almaktadır. "Anak" dişi oğlak demektir.
İbnü't-Teym!, et-Tahrfr isimli eserinde şöyle der:
Doğru olanı "ikal"in devenin ayağını bağlamakta
kullanılan ip olduğudur. Bu hadisten İman bölümünde geçenlerin dışında başka
hükümler de çıkarılmaktadır: Bir yerde yeni yeni olaylar meydana çıktığında bu
konuda içtihad edip, meseleyi temel kaynaklara göre çözmek ve konuyla ilgili
olarak karşılıklı münazaralarda bulunup, ağır basan görüşü esas almak gerekir.
Münazarada açıktan açığa hata ettin dememek ve lütufk3r davranmak, münazarada
bulunan kimse gerçeği görünceye kadar ona delil' sunmak bir edep gereğidir.
Gerçek ortaya çıktıktan sonra hala inat ederse bu takdirde durumuna göre
kendisine ağır konuşmayı hak eder. Sözü pekiştirmek için bir şeyin üzerine
yemin edilebilir. La. ilah e illaIlah diyen bir kimse bundan daha fazlasını
söylemese bile kat/edilemez. Hüküm budur, ancak sadece bunu demekle bir kimse
Müslüman olabilir mi? Tercih edilen görüşe göre olamaz. Aksine denenip, gerçek
yüzü anlaşılması için öldürülmemesi gerekir. Kişi Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in Nebiliğine şehadet eder, İslam'ın ahkamını üstlenirse Müslümanlığına
hükmedilir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ")ii i JL..)l1 = İslam hakkı ile olmak hariç"
ifadesiyle buna işaret etmektedir. Beğavı şöyle der:
Bir kafir putperest veya dualist olduğunda vahdaniyeti kabul
etmiyor demektir. La. i1ahe illaIlah dediğinde Müslüman olduğuna hükmedilir.
Sonra İslam'ın bütün ahkamını kabule ve İslam dinine aykırı olan bütün
dinlerden uzak olduğunu ikrara zorlanır. Vahdaniyeti ikrar edip, Nebiliği inkar
ediyorsa "Muhammedun Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem"
deyinceye kadar Müslüman olduğuna hükmedilmez. Nebi Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in Nebiliğinin sırf Araplara mahsus olduğuna inanıyorsa bunun bütün
insanlığa mahsus olduğunu söylemesi gerekir. Bir vacibi inkar etmek veya bir
haramı mubah görmek suretiyle küfre girerse inandığı şeylerden geri dönmesi
gerekir.
Bu hadis zekat farizasının mürtedden düşmeyeceğine delil olarak
gösterilmiştir. Ancak bu görüş "Mürted kafirdir, kafirden zekat talep
edilmez. Ondan iman etmesi istenir. Hz. Ebu Bekir'in uygulamasında zikredilen
görüşü destekleyen bir delil yoktur. Bu haberde zekatı vermeyenlerle
çarpışılacağı hükmü yer almaktadır" denilerek tenkide uğramıştır. İslam'ın
aslına sarılıp, zikrettikleri şüphe ile zekatı vermeyenıerin kafir olduklarına kendilerine
delil sunulmadan önce hükmedilmez. Sahabiler, "Mürtedler ele geçirildikten
sonra malları ganimet olarak alınabilir mi? Çoluk-çocukları kafirler gibi esir
edilebilir mi ya da onlar bağıler gibi mi mütalaa edilir?" şeklinde
ihtilaf etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir bu görüşlerden birincisini benimsemiş ve
buna göre amel etmiştir. Hz. Ömer, Ahkam bölümünde inşallah açıklanacağı üzere
bu konuda onunla tartışmıştır ve o ikinci görüşü benimsemiştir. Hz. Ömer'in
halifeliği döneminde başkaları da ona katılmışlar ve herhangi bir şüpheye
kapılarak farzlardan herhangi birini inkar eden kimse hakkında icma hasıl
olmuştur. Buna göre böyle bir kişiden görüşünden dönmesi talep edilir.
çarpışmaya kalkışacak olursa kendisiyle savaşılır ve ona delil getirilir.
Bundan sonra görüşünden dönerse ne ala! Dönmezse kendisine kMir muamelesi
yapılır.
Kadi İyad şöyle der:
Bu olaydan şöyle bir hüküm çıkar: Bir idareci hakkında nass
olmayan meselede herhangi bir yönde içtihad etmek istediğinde -bazı müçtehidler
bunun aksine inanıyor olsa bile- kendisine itaat etmek gerekir. Aksi yönde
inanan müçtehid idareci olduğunda onun içtihadının sonucuna göre amel etmek
gerekir ve bu konuda kendisinden önceki idareciye muhalif davranmak caizdir.
Çünkü Hz. Ömer aksine inanıyor olmakla birlikte zekat vermeyen kimseler
hakkında Hz. EbG Bekir'in görüşüne itaat etmiş, sonra kendi hilafeti döneminde
kendi içtihadına göre amelde bulunmuştur. Kendi asrındaki sahabiler ve
başkaları da ona uymuştur. Bu, sükGti iemanın delilolarak kullanılabileceğine dikkat
çekilen hususlardandır. SükGti iemanın delil olarak kullanılmasında inkar
engellerinin bulunmaması gerekir. Bu o engellerden biridir. Hattabi şöyle
demiştir:
Hadise göre Müslüman görünen bir kimseye -aslında gizlice kafir
bile olsaİslam'ın zahiri ahkamı icra edilir. İhtilaf noktası, fas it inancı
tespit edilen ve o inancından döndüğünü gösteren kimsenin bu yaptığı kabul
edilebilir mi, edilmez mi konusudur. İçyüzü bilinmeyen bir kimse açısından
İslamın zahiri ahkamının uygulanacağı noktasında herhangi bir ihtilaf yoktur .