DEVAM: 117-118.
Namazda Sağ Elin Sol El Üzerine Konulması
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ
مَحْبُوبٍ
حَدَّثَنَا
حَفْصُ بْنُ
غِيَاثٍ عَنْ
عَبْدِ الرَّحْمَنِ
بْنِ
إِسْحَقَ
عَنْ زِيَادِ
بْنِ زَيْدٍ
عَنْ أَبِي
جُحَيْفَةَ
أَنَّ
عَلِيًّا
رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهُ قَالَ
مِنْ
السُّنَّةِ
وَضْعُ الْكَفِّ
عَلَى
الْكَفِّ فِي
الصَّلَاةِ تَحْتَ
السُّرَّةِ
Ebu Cuhayfe'den rivayet
edildiğine göre, Ali (r.a.); "Namaz kılarken göbeğin altında (sağ) eli
(sol) elin üzerine koymak sünnetdendir" demiştir.
Sadece Ebu Davud
rivayet etmiştir.
AÇIKLAMA: Bu hadis-i şerif namaz kılarken ellerin
göbeğin altında bağlanacağına delalet etmektedir. Nitekim Ebu Hanife, es-Sevrî,
İmam Şafiî'nin taraftarlarından İshak b. Rahîye ve Ebu İshak el-Mervezî (r.a.)
bu görüştedirler. Fakat bu hadis delil olma niteliğinden uzaktır. Çünkü
ravileri arasında Abdurrahman b. İshak ile Ziyad b. Zeyd bulunmaktadır.
Bilindiği gibi bunlar aleyhinde çeşitli tenkitler vardır.
Şafiîlerin
çoğunluğuna, Davud'a ve Said b. Cübeyr'e göre elleri göğsün üzerine koymak
müstehabtır.
Bu
mevzuda İmam Ahmed'den üç görüş rivayet edilmiştir:
1.
Eller göbeğin üstüne konur,
2.
Göbeğin altına konur,
3.
Kişi ellerini göbeğin altına ve üstüne koymakta muhayyerdir. Bu ikisinden
dilediğini uygular. Nitekim Evzaî ile İbn Münzir de bu üçüncü görüştedirler.
Maliki
ulemasına göre bu mevzuda belli bir yer yoktur. Ellerin konuluş şekli hakkında
çeşitli görüşler varsa da kuvvetli ve sahih olan görüşe göre sağ el sol el
üzerine konur.
Nitekim
bu mevzuda Muhammed Zihnî Efendi şunları söylemiştir: "Erkekler sağ
ellerini sol elleri üzerine koyup, göbeği altına tutmaktır. Bunun usulü ise
sağ elin serçe ve baş parmaklarını sol bileğin iki tarafından halkalamak üzere,
sağ elin içini sol elin üstüne koymaktır. Namazda elbağlamak iftitah tekbirini
müteakib elleri aşağıya sarkıtmadan yapılır."[Nimet-i İslam, s.2I6]
Kadınlar
da halka etmeksizin sağ elleri göğüsleri üzerinde tam sol elleri üzerine
koymaları sünnettir.[Ö.Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.135]
"Sünnet"
lügatte yol demektir ki, mutlak gidilen yol anlamına gelir ve iyiye de
kötüye de denebilir.
Nitekim Taberanî'nin bu
hadisinde "Kim İslam'da iyi bir yol açar ve ona sülük ederse (o yolda
gittiği müddetçe hayatında) sevab kazanır. Öldükten sonra da o iyilik ile amel
edenler gibi -ecirlerinden birşey eksiltmeksizin- ecir alır. Kim de İslam'da
kötü bir çığır (yol) açarsa (sağlığında) onun günahını yüklendiği gibi,
öldükten sonra da o kötülükle amel edenlerin günahı kadar günah kazanmaya devam
eder ve onların günahlarından da hiçbir şey eksiltilmez"[bk. Müslim, zekat] buyrulmuştur.
Burada
geçen sünnet kelimeleri lügat manasında "mutlak yol" anlamında
kullanılmıştır. Fıkıh ilminde sünnet: Farz ve vacib olmayarak Efendimizin devam
ettikleri bir yoldur. Bazen terk buyurmaları bu devamlılığa aykırı değildir.
Zira itibar eksere göredir. Bunlara sünnet-i müekkede ve sünnet-i hüda denir ki
ezan, ikamet, cemaat, farzların ilk ve son sünnetleri, mazmaza ve istinşak
gibi.
Sünnet-i
müekkede'nin hükmü dünyada istenilmesi itibariyle vacib gibidir. Şu farkla ki
vacibin terkinden ceza gerekir. Cevhere'de der ki sünnet-i müekkedeyi terk eden
fasık, inkar eden bid'atçi olur.
Zeynüddîn
Menar Şerhi'nde demiştir ki: Müekked sünneti terk eden günahkar olur. Zira bu
sünnet vacib hükmündedir. Şu kadar ki vacibin terkinin günahı ile bunun
terkinin günahı aynı olmayıp farklıdır.
Efendimizin
ekseriya terk edip de bazan işlediklerine mendub, gayr-ı müekked ve sünnet-i
zevaid adları da verilir. Müekked olmayan sünnetler: Münferidin ikameti,
namazda vacib miktardan ziyade kıraet ile namazı uzatmak, abdestte boyuna mesh
etmek, yıkamaya sağdan başlamak, nafile oruç tutmak ve sadaka vermek gibi...[M.Zihni Efendi,
Ni'met-i İslam, s.34-35.]
Ancak
ikindi ile yatsı namazlarının ilk sünnetlerinin de sünnet-i gayr-i müekkede
olduğunu unutmamak gerekir. Bu mevzuya yine M.Zihnî Efendi merhumun mezkur
eserinde naklettiği fetvaları zikrederek son veriyoruz: Şeriati istihfaf
(küçük görmek) küfürdür. (Halebî) Sünneti hak görmemek küfürdür. (Bezzaziyye)
Sünnetin şeriat ahkamından biri olmasında ulemaanın ittifakı vardır. Böylesine
önemli olan bir hükmü istihfaf etmek, onu küçümsemek küfürdür (İbn Abidîn).