بَاب
صَلَاةِ
الْخَوْفِ
12. Korku Namazı
KORKU NAMAZINA DAİR BİLGİ İÇİN TIKLA
حَدَّثَنَا
سَعِيدُ بْنُ
مَنْصُورٍ
حَدَّثَنَا
جَرِيرُ بْنُ
عَبْدِ
الْحَمِيدِ
عَنْ
مَنْصُورٍ
عَنْ
مُجَاهِدٍ
عَنْ أَبِي
عَيَّاشٍ
الزُّرَقِيِّ
قَالَ كُنَّا مَعَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
بِعُسْفَانَ
وَعَلَى الْمُشْرِكِينَ
خَالِدُ بْنُ
الْوَلِيدِ
فَصَلَّيْنَا
الظُّهْرَ
فَقَالَ
الْمُشْرِكُونَ
لَقَدْ
أَصَبْنَا
غِرَّةً
لَقَدْ
أَصَبْنَا
غَفْلَةً لَوْ
كُنَّا
حَمَلْنَا
عَلَيْهِمْ
وَهُمْ فِي الصَّلَاةِ
فَنَزَلَتْ
آيَةُ
الْقَصْرِ بَيْنَ
الظُّهْرِ
وَالْعَصْرِ
فَلَمَّا حَضَرَتْ
الْعَصْرُ
قَامَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مُسْتَقْبِلَ
الْقِبْلَةِ
وَالْمُشْرِكُونَ
أَمَامَهُ
فَصَفَّ خَلْفَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
صَفٌّ
وَصَفَّ
بَعْدَ ذَلِكَ
الصَّفِّ
صَفٌّ آخَرُ
فَرَكَعَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَرَكَعُوا
جَمِيعًا
ثُمَّ سَجَدَ
وَسَجَدَ
الصَّفُّ
الَّذِينَ
يَلُونَهُ
وَقَامَ
الْآخَرُونَ
يَحْرُسُونَهُمْ
فَلَمَّا
صَلَّى
هَؤُلَاءِ السَّجْدَتَيْنِ
وَقَامُوا
سَجَدَ
الْآخَرُونَ
الَّذِينَ
كَانُوا
خَلْفَهُمْ
ثُمَّ
تَأَخَّرَ
الصَّفُّ
الَّذِي
يَلِيهِ إِلَى
مَقَامِ
الْآخَرِينَ
وَتَقَدَّمَ
الصَّفُّ
الْأَخِيرُ
إِلَى مَقَامِ
الصَّفِّ
الْأَوَّلِ
ثُمَّ رَكَعَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَرَكَعُوا
جَمِيعًا
ثُمَّ سَجَدَ
وَسَجَدَ
الصَّفُّ
الَّذِي
يَلِيهِ وَقَامَ
الْآخَرُونَ
يَحْرُسُونَهُمْ
فَلَمَّا
جَلَسَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَالصَّفُّ
الَّذِي
يَلِيهِ
سَجَدَ الْآخَرُونَ
ثُمَّ
جَلَسُوا
جَمِيعًا
فَسَلَّمَ
عَلَيْهِمْ
جَمِيعًا
فَصَلَّاهَا
بِعُسْفَانَ
وَصَلَّاهَا
يَوْمَ بَنِي
سُلَيْمٍ قَالَ
أَبُو دَاوُد
رَوَى
أَيُّوبُ
وَهِشَامٌ
عَنْ أَبِي
الزُّبَيْرِ
عَنْ جَابِرٍ
هَذَا الْمَعْنَى
عَنْ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَكَذَلِكَ
رَوَاهُ
دَاوُدُ بْنُ
حُصَيْنٍ
عَنْ
عِكْرِمَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
وَكَذَلِكَ
عَبْدُ
الْمَلِكِ عَنْ
عَطَاءٍ عَنْ
جَابِرٍ
وَكَذَلِكَ
قَتَادَةُ
عَنْ الْحَسَنِ
عَنْ
حِطَّانَ
عَنْ أَبِي
مُوسَى فِعْلَهُ
وَكَذَلِكَ
عِكْرِمَةُ
بْنُ خَالِدٍ
عَنْ
مُجَاهِدٍ
عَنْ
النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَكَذَلِكَ
هِشَامُ بْنُ
عُرْوَةَ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَهُوَ
قَوْلُ
الثَّوْرِيِّ
Ebû Ayyaş ez-Zürâkî'den;
demiştir ki: Biz Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Usfân'da bulunuyorduk.
Müşriklerin başında da Hâlid b. el-Velîd bulunuyordu. Öğleyi kıldık. Müşrikler
"gerçekten çok gafil davrandık, çok hatalı davrandık onlar namazda iken
üzerlerine bir yüklenseydik (ne güzel olurdu)!" demeye başladılar. Bunun
üzerine öğle ile ikindi namazı arasında "Kasr âyeti" nazil oldu.
ikindi (vakti) gelince Resûlullah (s.a.v.) kalkıp kıbleye karşı durdu.
Müşrikler de karşısında idiler. Arkasında bir saf teşekkül etti. Bu saffın
arkasında da başka bir saf (vardı). Resûlullah (s.a.v.)'in rükû'a varmasıyla
hepsi birden rükû'a vardılar. Sonra arka saftakiler cemaati ayakta beklerken
imam arkasındaki (birinci) safla beraber secdeye vardı. Bunlar secdeleri yapıp
kalkınca arkalarında bulunan diğerleri secdeye vardılar, sonra (Resûl-i
Ekrem'in) arkasındaki saf geri çekilerek arkadakilerin yerini, arka saftakiler
de ilerleyerek ön saftakilerin yerini aldı. Sonra Resûlullah (s.a.v.) rükû'a
varınca (her iki saftakiler) birlikte rükû'a vardılar. (Resûl-i Ekrem) secdeye
varınca, hemen arkasında bulunan (birinci saf) da secdeye vardı. Diğerleri ise
bunları (ayakta) bekliyorlardı. Rssûİ-i Ekrem (s.a.v.) oturunca hemen
arkasındaki saf da oturdu, sonra da hep beraber oturdular ve (Resûl-i Ekrem
-s.a.v.-) hepsine birden selâm verdi. (Resûl-i Ekrem) Usfan'da kıldığı bu
namazı bir de Beni Süleym'de kıldı.
Ebû Dâvûd dedi ki:
(Hadisin metninden anlaşılan) bu mânâyı, Eyyûb ile Hişâm da Ebu'z-Zübeyr, ve
Câbir vasıtasıyle Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmişlerdir.
Yine (mana olarak) bû
hadisi Dâvûd b. Husayn, îkrime vasıtasıyla İbn Abbâs'dan rivayet etti.
Aynı şekilde (bu hadisi)
Abdülmelik, Atâ vasıtasıyle Câbir'den rivayet etti. Katâde de el-Hasen ve
Hıttân vasıtasıyle Ebû Mûsâ"dan (Ebû Mûsâ'nın fiili olarak rivayet etti.
Yine aynı şekilde (mânâ olarak) îkrime b. Hâlid, Mücâhid vasıtasıyla Peygamber
(s.a.v.)'den rivayet ettiği gibi Hişâm b. Urve de babası vasıtasıyla Peygamber
(s. a.) 'den rivayet etmiştir ve bu (tatbikat) es-Sevr’nin görüşüdür.
Diğer tahric: Nesaî,
havf; Ahmed b. Hanbel, IV, 59-60.
AÇIKLAMA:
Usfân; Mekke ile Medine
arasında ve Mekke'ye üç konaklık bir mesafededir. Bugün buraya "Medrecu
Osman" ismi verilmiştir. Sellerin bastığı bir yer olduğu için
"Usfan" denildiği söylenir. Hendek savaşından sonra hicretin altıncı
senesinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buraya bir sefer yapmış ve o zaman burada
korku namazı kılmıştı. O zamanlar daha Hz. Hâlid şeref-i İslâm ile müşerref
olmamıştı. Vâkıdî'nin beyânına göre bu vak'a Hudeybiye musâlahasında cereyan
etmiş, müslümanlar öğle namazını kılınca müşrikler "çok yazık oldu, çok
gaflet ettik" demişler. Bunun üzerine Hâlid b. Velid onlara; "merak
etmeyin, bu namazdan sonra gün batmadan evvel onların kılacağı bir namaz daha
vardır ki, nazarlarında mallarından, evlâdlarmdan ve ıyallerinden daha
sevgilidir. O zaman yine işimizi görürüz" demiş. İşte o gün Öğle ile
ikindi arasında mevzuu bahsimiz olan "korku namazı" ile ilgili âyet-i
kerime nazil olmuştur. Her ne kadar hadisin metninde "kasr âyeti nazil
olmuştur" ifâdesi geçiyorsa da "Kasr âyeti" sözüyle aşağıda
tercemesini sunduğumuz korku namazı
âyeti kast edilmiştir.
"Böyle korku
hâlinde sen onların arasında bulunup onlara namaz kıldıracağın vakit onların
yalnız bir takımı seninle namaza dursunlar, silahlarım da üzerlerinde
bulundursunlar. Secde ettiler mi hemen sizin arka tarafınıza geçsinler ve daha
namaz kılmamış olan diğer takım gelip seninle namazlarını kılsınlar. Bunlar da
hem müteyakkız davransınlar, hem silâhlarını elden bırakmasınlar. Çünkü
kâfirler silâhlarınızla emtianızdan gafil kalmanızdan istifade ederek üzerinize
yeniden hücum etmeği arzu ederler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta
olursanız silâhlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur. Fakat dikkatli olun.
Şüphesiz ki Allah kâfirler için ağır bir azab hazırlamıştır"[Nisâ 102.] Çünkü korku âyetiyle kasr ayeti,
birbirini takip etmektedir ve her ikisinin de birbiriyle alakası vardır.
Müellif Ebû Davud'un
metnin sonuna bu taliki ilâve etmekden maksadı hadisin başka rivayetlerle
kuvvet ve sıhhat kazandığına dikkati çekmektir. Bu taliklerden Ebû Eyyûb'un
rivayetini aynı zamanda İbn Mâce de Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'e kadar
ulaştırmaktadır.[İbn Mâce, İkame] Aynı şekilde bu rivayeti Beyhakî de Resûl-i
Ekrem (s.a.v.)'e ulaştırmakta ve; "bu hadisin senedi şahindir" demektedir.[Beyhaki,
es-Sünenıi'l-kübrâ, III, 257.]
"Dâvud b.
Husayn'dan..." diye başlayan ikinci talik ise, aynı zamanda Nesâî
tarafından da şu lâfızlarla rivayet edilmiştir. "İbn Abbas'dan korku
namazı bugün imamlarınızın arkasında dilsizlerinizin kıldığı iki secdeli namaz
gibidir. Grupların ayrı ayrı secde etmesinden başka bir fark da yoktur.
Resûlullah (s.a.v.) ile beraber namaz kılarlarken bir grup kıyamda bekler,
diğer grup Resûlullah (s.a.v.)'Ie beraber secdeye varır. Sonra Resûlullah
(s.a.v.) kıyama kalkar, böylece bütün cemaat kıyamda olmuş olur. Sonra Resûlullah
(s.a.v.) rükû'a varır, cemaat de topluca rükû'a varır. Sonra Resûlullah
(s.a.v.) secdeye varır, ilk rekâtta kıyamda bekleyenler, bu sefer Resûlullah
ile secdeye varırlar. Resûlullah ve onunla secdeye varanlar namazın sonunda
oturduğu zaman kıyamda bekleyenler kendi kendilerine secdeye varıp otururlar.
Resûlullah (s.a.v.) bütün cemaatin namazım selâm ile tamamlar.[Nesâî, havf]
Abdulmelik'in rivayeti
ise merfû olarak aynı zamanda Nesaî, Müslim ve Beyhakî tarafından da rivayet
olunmuştur.[Nesai, havf. Müslim. müsâfirîn]
Katâde'den gelen
rivayet de mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisini te'yid etmektedir. Bu
rivayet aynı zamanda Beyhakî, İbn Ebî Şeybe ve İbn Cerîr tarafından rivayet
olunmuştur. Bu hadis Ebû Yûsuf, İbn Ebi Leylâ ile Sevrî'nin delilidir. Ancak bu
şekilde kılınan korku namazında düşman iyi gözetlenemediğinden ve Nisa Sûresinin
102. âyet-i kerimesindeki; "Onlardan bir kısmı seninle beraber dursun..
Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelip seninle beraber dursun.
Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer kısım gelip seninle beraber
namazlarını kılsınlar" şeklindeki tarife uymadığından Hanefîlerce tercih
edilmemiştir. Ancak düşmanın kıble cihetinde bulunması halinde caiz
görülmüştür.[Davudoğlu, Sahili-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 456; Bedâi', I.
244.]