NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
سُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ
الْعَتَكِيُّ
حَدَّثَنَا
إِسْمَعِيلُ
بْنُ
جَعْفَرٍ
عَنْ
الْعَلَاءِ
بْنِ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ مَنْ
صَلَّى
عَلَيَّ
وَاحِدَةً
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
عَشْرًا
Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bana bir defa
salevât getirene Allah (c.c.) on salevât sevabı verir."
İzah:
Müslim, salat; Tirmizî,
vitir; Dârimî, rikak; Ahmed b. Hanbel, III, 102, 261; II, 172, 178.
Nebi s.a.v.’e salevat
getirmek "Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ ali Muhammed" demek
suretiyle olur.
Hadis-i şerifte bu
şekilde bir defa salevât getirene Allah'ın rahmetinin on misli olacağı yani
Allah'ın o kimseye on kat sevab vereceği anlaşılmaktadır. Bu mana "- Bir
iyilik yapan kimseye on katı verilir..."[En'âm 160.] âyet-i kerimesindeki
va'dle ilgilidir.
Bazı âlimler âyet-i
kerimedeki "on kafin belirli bir adede delâlet etmeyip katlanmadan kinaye
olduğunu söylerler. "Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu her
başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah
dilediğine kat kat verir, Allah'ın lutfu geniştir. O, herşeyi
bilendir."[Bakara 261.] mealindeki
âyet-i kerime bu görüşe delildir. Bazı âlimler ise, âyet-i kerimedeki "on
kat"ın en azın beyân olduğunu, iyilik işleyenlere on katından az olmamak
üzere kat kat sevap verileceğini söylemişlerdir.
Hz. Peygamber'e bir
salevât getirene on salevât sevabı verileceğini bildiren bu hadisin yukarıdaki
izahlar muvacehesinde düşünülmesi gerekir.
Tıybî: “ =
Allah ona on defa rahmet eder," sözünün "Ona on salevât sevabı
verir" mânâsının yanı sıra, Allah'ın söz olarak salevât getirmesi mânâsına
da gelebileceğini söyler. Buna göre Allah (c.c.) salevât getiren kuluna ikram
olarak salevât ile mukabele eder ve onu melekler dinler, bu anlayış "Eğer
kulum beni bir topluluk içerisinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk
içinde anarım" mealindeki kutsî hadise uygun düşmektedir.
Hadis-i şerif
Resurüllah (s.a.v.)'e salevât getirmenin ne kadar büyük ecirlere vesile
olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı mevzuda birçok hadis-i şerif vârid olmuştur.
Bazı vesilelerle şimdiye kadar bir kısmına temas edilmiş olan bu hadislerden
bir kaçını meal olarak naklediyoruz:
"Kıyamet gününde
bana insanlann en yakını en çok salevât getirenidir."
"Şüphesiz dua yer
yüzü ile gök yüzü arasında durdurulur, sen Peygamberine salevât getirinceye
kadar o duadan hiçbir şey (Allah katına) yükselmez.”
"Cuma günü bana
çok salevât getiriniz. Çünkü ona melekler şahidlik ederler. Salevât getiren
sözünü bitirir bitirmez, salevâtı bana arz olunur." Râvi der ki:
"Ölümünden sonra da mı?" dedim. "Şüphesiz Allah (c.c.) Peygamberlerin
cesetlerini çürütmeyi yeryüzüne haram kıldı" buyurdu.
"Cuma günleri bana
çok çok salevât getiriniz. Çünkü her cuma ümmetimin salevâtı bana arz
olunur."
"Allah tebareke ve
teâla Hazretleri benim kabrimde bir melek görevlendirip ona tüm yaratıkların
isimlerini öğretti. O melek kıyamet gününe kadar bana salevât getiren herkesi
babasının ismiyle birlikte "Falan oğlu falan sana salevât getirdi"
diye haber verir."
Hz. Peygamber'e salevât
getirmenin fazlına delâlet eden hadisler, buraya yazılmayacak kadar çoktur.
Ancak yukarıda aktardıklarımız salevâtın faziletine delâlet için yeterlidir,
zannediyoruz.
Resulü İlah'a Salevât
Getirmenin Hükmü:
Tenvirü'l-Ebsâr'da
belirtildiğine göre bir kimsenin ömründe en az bir defa salevât getirmesinin
farz olduğunda tüm âlimler müttefiktir. Durru'l-Muhtâr'da Hz. Peygamber'in
isminin her anıhşında anan ve işitene salevâtın vâcîb olup olmaması konusunda
Tahâvî ve Kerhî'nin ihtilaf ettikleri Ta-hâvî'ye göre vâcib olduğu kaydedilir.
Durru'l-Muhtâr,
Tenvir'deki "Muhtar olan vücubudur" ifâdesini "Tahâvi'ye
göre" diye kayıtlamış fetvanın müstehap olduğuna göre verileceğini
söylemiştir.
Yine Dürrû'l-Muhtâr'da
aynı mecliste Hz. Peygamberdin adının tekrarlanması halinde esah olan görüşe
göre, salevâtm tekrarlanmasının gerekli olduğu belirtilmektedir. Kâfî'de ise,
salevât tilavet secdesine benzetilerek bir mecliste bir salevâtın yeterli
olduğu söylenmiştir.
İbn Abidîn, Hanefi
mezhebinde muteber görüşün Efendimizin adının her anıhşında salevât getirmenin
müstehaplolduğunu belirttikten|sonra Hanefi ve Şafiîlerden bir grub âlimin
Mâlikîlerden el-Lahmî ve Hanbelilerden İbn Batta'nın da Tahâvî'nin görüşünde
olduklarını söyler. Bahr'de salevâtın ömürde bir defa farz, Hz. Peygamberin
adı her anıhşında esah görüşe göre vâcib, namazda sünnet, sair vakitlerde
müstehab, müşteriye mal satarken haram olduğu söylenilir.
Mâlikîlerden
İbnu'l-Arabî de "Resulüllah'ın adının her anıhşında salevât getirmek daha
ihtiyatlıdır" der.
Bir topluluk içerisinde
Peygamberimizin ismi anıldığında salevâtı vâcib gören Tahâvî'ye göre, bu vâcib
kifâîdir. Yani içlerinde bir veya bir kaç kişi salevât getirdiği takdirde
diğerlerinden sorumluluk düşer.
İbn Âbidin'in
Merzûkî'den naklettiğine göre salevatta söylenecek sözlerin en efdali
"AHahümme sallı ala Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed" şeklinde
olanıdır. Hamevî'nin ifâdesine göre, "Ve seli eme aleyhi" ya da
"Ve sel I i m aleyhi" sözünü eklemek âdaba uygundur. Çünkü
Resulullah'a salevât getirirken salât ve selâmı birleştirmenin şart olup
olmadığı konusunda ihtilâf vardır. Bu ihtilaftan korunmak için en iyisi salât
ve selâmı birleştirmektir.
Fetevây-i Hindiye'de
bildirildiğine göre sadece selâm yani "aleyhisselâm" demek de salevât
yerine geçer.
Yukarıda Bahr'den
naklen imkân bulunan her vakitte salevât getirmenin müstehab olduğu
söylenmiştir. Ancak bunun "bir mâninin olmadığı hallerde" müstehap,
diye kayıtlanması gerekir. Çünkü şu yedi halde salevât getirilmesi mekruhtur:
Cinsî temas esnasında,
abdest bozarken, ticâret malını övmek için hayret ifâdesi olarak, hayvan
keserken, tıksıran kişi "elhamdülillah" yerine ve yanılma
esnasında...
Kur'an-ı Kerim okurken
ve hutbe esnasında Hz. Peygamber'in adını söyleyen veya duyan kişinin salevât
getirmesi gerekmez. Sonradan getirirse, iyi olur. Namaz kılarken son teşehhüdün
haricinde de mekruhtur.
Diğer amellerin kabul
veya reddedilmesi muhtemel olduğu halde salevât mutlaka kabul edilir,
reddedilmez. el-Bâcî, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakleder: "Allah azze ve
celleye dua ettiğin zaman, içerisinde Hz. Peygam-ber'e salevât da bulundur.
Çünkü salevât makbuldür."