NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مَسْلَمَةَ
عَنْ مَالِكٍ
عَنْ أَبِي
النَّضْرِ
مَوْلَى
عُمَرَ بْنِ
عُبَيْدِ
اللَّهِ
التَّيْمِيِّ
عَنْ نَافِعٍ
مَوْلَى
أَبِي
قَتَادَةَ
الْأَنْصَارِيِّ
عَنْ أَبِي
قَتَادَةَ أَنَّهُ
كَانَ مَعَ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
حَتَّى إِذَا
كَانَ
بِبَعْضِ
طَرِيقِ مَكَّةَ
تَخَلَّفَ
مَعَ
أَصْحَابٍ
لَهُ مُحْرِمِينَ
وَهُوَ
غَيْرُ
مُحْرِمٍ
فَرَأَى
حِمَارًا
وَحْشِيًّا
فَاسْتَوَى
عَلَى فَرَسِهِ
قَالَ
فَسَأَلَ
أَصْحَابَهُ
أَنْ يُنَاوِلُوهُ
سَوْطَهُ
فَأَبَوْا
فَسَأَلَهُمْ
رُمْحَهُ فَأَبَوْا
فَأَخَذَهُ
ثُمَّ شَدَّ
عَلَى الْحِمَارِ
فَقَتَلَهُ
فَأَكَلَ
مِنْهُ بَعْضُ
أَصْحَابِ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
وَأَبَى
بَعْضُهُمْ
فَلَمَّا
أَدْرَكُوا
رَسُولَ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
سَأَلُوهُ
عَنْ ذَلِكَ
فَقَالَ
إِنَّمَا
هِيَ
طُعْمَةٌ
أَطْعَمَكُمُوهَا
اللَّهُ
تَعَالَى
Ebû Katâde'den rivayet
olunduğuna göre,
Kkendisi Resulullah
(S.A.V.) ile beraberdi ve Mekke yolunun bir bölümünde bir kaç ihramlı
arkadaşıyla birlikte geri kaldı. Kendisi ihramlı değildi. Derken bir yaban
eşeği gördü ve atının üstünde doğrularak arkadaşlarından kamçısını kendisine
vermelerini istedi, vermek istemediler. Onlardan mızrağını istedi, kabul
etmediler. Bunun üzerine onu kendisi aldı sonra eşeğin üzerine, saldırarak onu
öldürdü. Resûlullah (S.A.V.)'in ashabından bazıları ondan yediler. Bazıları da
yemediler. Resûlullah (S.A.V.)'e ulaşınca bu meseleyi O'na sordular da (Resul-i
Ekrem);
"Bu Allah'ın size
ikram ettiği bir rızıktır," buyurdu.
İzah:
Buhârî, cihâd, zebâih;
Müslim, hac, Tirmizî, hac; Nesâî, menâsik; Dârimî, ferâiz; Muvatta, hac; Ahmed
b. Hanbel, V, 301.
Buharî, Nesâî ve
Dârekutnî'nin rivayetlerinden açıkça anlaşıldığına göre metinde anlatılan
hâdise Hudeybiye umresinde cereyan etmiştir. Her ne kadar Ebû Katâde hadisinde
bu hâdise anlatılırken "Rasûlullah (S.A.V.) hac niyyetiyle yola
çıktı"[Buhârî, cezau's-sayd; Müslim, hac] deniyorsa da gerçek olan budur.
Hacc kelimesiyle mecazî umre kast edilmiştir. Beyha-kî'nin rivayetinde ise bu
cümle "Resûlullah (S.A.V.) hac veya umre niyetiyle (yola)
çıkmıştı"[Beyhakî; es-Sünenu'l-kübrâ, V, 189.] şeklindedir. Hafız İbn
Hacer'in beyânına göre, "Beyhakî'nin bu rivâyetindeki şüphe ravî Ebû
Avâne'ye aittir. Oysa Yahya b. Ebi Kesîr bu hâdisenin kesinlikle Hudeybiye
umresinde vuku bulduğunu ifade ediyor ki, işin doğrusu da budur."[İbn
Hcer, Fethu'1-Bârî, IV, 400]
Ebu Katâde hadisinde
açıklandığına göre bu yolculukta Ebû Katâde (r.a.) ile bazı arkadaşlarının
geride kalmalarının sebebi, "Resûl-i Ekrem'in, içlerinde Ebû Katâde'nin
de bulunduğu bazı sahâbileri ayırarak;
"Bana kavuşuncaya
kadar deniz sahilini takib edin" buyurmasıdır.[Müslim, hac] Arkadaşları
ihrama girdiği halde bu yolculukta Ebû Katâde (r.a.)'nin ihrama girmemesi,
henüz o tarihlerde mikatlerin tayin edilmeyişinden ileri gelmiş olabilir. Ebû
Katâde kamçısını ve mızrağım ahvermelerini rica ettiği halde arkadaşlarının
bundan kaçınmasının sebebi ise, onların ihramlı bulunmalarıdır. Hafız İbn
Hacer'in beyânına göre bu hâdise Muhammed b. Cafer'in rivayetinde şöyle
anlatılıyor: "Atın yanına varıp onu eğerleyip üzerine bindim. Fakat,
kamçıyı ve mızrağı unutmuştum. Onlara (arkadaşlarıma), "bana kamçıyı ve
mızrağı alıverin" dediysem de; "Vallahi biz sana hiçbir işte yardım
etmeyiz" cevabını verdiler. Bunun üzerine ben de kızarak indim, ikisini de
kendim aldım. Ve (hayvana bindim).[İbn Hacer, Fcthu'l-Bâri, IV, 395.] Müslim'in
rivayetinde ise, "bir ara baktım ki arkadaşlarım bir şey görmeye
çalışıyorlar. Ben de baktım, bir de ne göreyim bir yaban eşeği... Derhal atımı
eğerleyerek mızrağımı aldım sonra hayvana bindim kırbacım düştü de ihramh
bulunan arkadaşlarıma:
Şu kırbacı bana
alıverin, dedim. Onlar:
Vallahi bu hususta sana
hiç bir yardım yapamayız dediler,[Müslim, hac] şeklindedir. Bu iki rivayet
arasında bir çelişki olduğu zannedilmemelidir.. Çünkü birinci hadisteki
"kamçımı ve mızrağımı unuttum" sözü mecazen "kırbacımı ve
mızrağımı düşürdüm" anlamında kullanılmıştır. Bilindiği gibi unutmak,
düşürmenin sebebi olduğundan aralarında sebep-sonuç alâkası bulunmaktadır.
Ebû Katâde'nin avladığı
avın etinden arkadaşlarının yememeleri ise, şüpheli işlerden kaçınmak gayesine
matuf olabileceği gibi "ihramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram
kılınmıştır."[Mâide 96.] âyeti
kerimesinin genel hükmüyle amel etmek istemiş olmalarından kaynaklanmış da
olabilir. Resûl-i Ekrem'in, "Bu ancak Allah'ın size ikram ettiği bir
rıziktır" buyurması yakalayıp kesmek mümkün olmayan bir hayvanı
yaralayarak öldürmenin onu boğazlamak yerine geçtiğini ifâde eder.