NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
سَعِيدُ بْنُ
مَنْصُورٍ
حَدَّثَنَا
سُفْيَانُ
عَنْ عَمْرٍو
أَنَّهُ سَمِعَ
جَابِرًا
أَنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ الْحَرْبُ
خُدَعَةٌ
Amr'dan rivayet
olunduğuna göre, Kendisi Câbir'i (r.a.) şöyle derken işitmiş;
"Rasûlullah
(s.a.v.) "Harb hud'a dır" buyurdu.
İzah:
Buhârî, cihad; Menakib;
istiâbe; Müslim, cihâd, zekât; Tirmizi, cihâd; İbn Mâce, cihâd; Ahmed b. Han
bel, I, 81, 90, 113, 126, 131, 134; II, 312, 314; III, 224, 297, 308, IV, 387,
459.
Hud'a; aldatmak, hile
yapmak niyetinin aksini göstermek manalarına gelir. Hattâbî'nin açıklamasına
göre kelimeyi şekillerinde okumak mümkündür. Bunlardan en fasîhi,
"hud'a" şeklinde okunanıdır. Hz. Nebi de bu kelimeyi
"hud'a" şeklinde okumuştur.
Bu kelime had'a
şeklinde okunduğu zaman masdar-ı merre olur. Bu takdirde hadis-i şerife şöyle
mânâ vermek icabeder: "Savaş bir defa hile yapmaktan ibarettir" Bunu
yapabilen, harbi zaferle sona erdirir. İkinci bir hileye ihtiyaç kalmaz.
"Hud'a" şeklinde kullanıldığı zaman "hile" anlamında bir
isim olur. Bu takdirde hadis "Harbin en önemli tarafı ve rüknü düşmana
hile ve oyun yapmaktır" anlamına gelir.
Hudea şeklinde okunduğu
zaman çok hilekar ve aldatıcı anlamına gelir. Bu takdirde hadis-i şerif
"Harb çok aldatıcıdır. Hilelerle doludur" her zaman için karşı
tarafın iki tuzağına düşmek mümkündür. Dolayısıyla çok dikkatli hareket etmek
gerekir." anlamına gelir.
Bu hadis-i şerif harpte
düşmana her fırsatta hile yapmanın meşru olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Ancak ulema, 2756 ve
2760 numaralı hadisler gibi, verilen ahdi bozmanın vebalini ve ahde riâyet
etmenin lüzum ve önemini belirten hadisleri göz önüne alarak "ahd ve
emân" bozmamak şartıyla harpte düşmana karşı hile yapmanın caiz olduğunu
ittifakla kabul etmişlerdir.
Hanefi ulemasından İmam
Muhammed bu mevzuda şunları söylüyor:
Burada mücâhidin savaş
anında kendisiyle savaştığı kimseyi aldatabileceğine ve bunun ihanet olmadığına
delil vardır.
Bazı alimler, bu sözün
zahirini alarak savaş durumunda yalana izin verildiğini söylemişler ve
Rasûlullah (s.a.v.)'in Ebu Hüreyre'den nakledilen: "Yalan ancak üç yerde
caiz olur: tki kişinin arasını barıştırmada, savaşta ve bir kimsenin hanımının
gönlünü almasında"[bk. Müslim, birr; Ahmed b. Hanbel, VI, 403, 404, 459,
461.] Hadisini de buna delil olarak göstermişlerdir.
Lâkin mezhebimiz odur
ki, hadîs-i şerifte kastedilen, mahza yalan değil, tevriye yapmak ve üstü
kapalı söz söylemektir. Bunun benzeri, İbrahim (s.a.v.)'in üç yalan
söylediğini belirten hadistir. Bundan maksat onun üç yerde üstü kapalı söz
söylediğidir. Çünkü Nebiler, mahza yalan söylemekten ma'sumdurlar.
Hz. Ömer "üstü
kapalı söz söylemede (tevriye yapmada) yalandan kurtuluş vardır," demiştir.
İmam Muhammed
(Rahimehullah) kitabın metninde bu sözü şöyle açıklar:
Kişinin kendisiyle
savaştığı kimseye, zahirin hilâfına bir şey söylemesidir ki, hakikatte, ona
açıkladığı şeyin hilafını gizlemesidir.
Hz. Ali'nin, Hendek
günü kendisiyle mübareze yaptığı Amr b. Abdu Udde'ye yaptığı gibi Hz. Ali (r.a)
ona: "Hani, kimsenin sana yardım etmeyeceğine dair bana garanti
vermiştin? Peki, sana şu yardım edecekler kimlerdir?" demişti. Amr,
kendisine bu söylenenleri garipser gibi arkasına bakınca, Hz. Ali, birden iki
ayağına vurup ikisini de kesmişti.
Mücahidin,
arkadaşlarıyla konuşup onu duyan kimseye kendilerinin zafere ulaştığını yahut
daha güçlü olduklarını vehmettirmesi de aldatmadır. Hakikat kendisinin
söylediği şekilde olmadığı halde, sözün zahirine göre yalancı duruma düşmeyecek
şekilde konuşur. Nitekim rivayet edilir ki, Hz. Ali (r.a.) katıldığı savaşlarda
başını önüne eğerek bir kere yere ve sonra yukarı kaldırıp bir defada göğe
bakıyor ve şöyle diyordu: "Ne sen yalan söyledin ve ne de ben" Bu davranışıyla
çevresinde bulunanlara sanki Rasûlullah (s.a.v.) kendisine bu durumu haber
vermiş ve ashabına da bunu emretmiş intibaını veriyordu. Halbuki onun vukuu
mümkün olduğu gibi olmaması da mümkündür. Bu ve buna benzer söz ve davranışlarda
bir sakınca yoktur.
Aldığımız bir nakil'e
göre, Hendek günü adamın biri Rasûlullah (s.a.v.)'e gelerek;
"Ya Rasûlallah!
Benû Kurayza size ihanet edip antlaşmayı bozarak Ebu Süfyan tarafına bey'at
etti, dedi. Rasûlullah (s.a.v.)
"Belki de biz
onlara bunu emretmişizdir." buyurdu. Bu sefer adam, Ebu Süfyan'a gidip;
Benû Kurayza'nın sana
tabi olmalarını Muhammed istemiş, dedi. Ebu Süfyan;
Bunu kendi kulaklarınla
mı duydun? diye sordu. Adam:
Evet deyince Ebû
Süfyan:
Yalana yemin ederim ki Muhammed
yalan söylememiştir, dedi.[Şimşek M.Said Siyer-i kebir I, 135-136.]