NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
الْحَسَنُ
بْنُ عَلِيٍّ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الرَّزَّاقِ
أَخْبَرَنَا
مَعْمَرٌ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ
حُمَيْدِ
بْنِ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ قَالَ
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَنْ حَلَفَ
فَقَالَ فِي
حَلْفِهِ
وَاللَّاتِ
فَلْيَقُلْ
لَا إِلَهَ
إِلَّا اللَّهُ
وَمَنْ قَالَ
لِصَاحِبِهِ
تَعَالَ أُقَامِرْكَ
فَلْيَتَصَدَّقْ
بِشَيْءٍ
Ebû Hureyre (r.a)'den,
Hz. Nebi (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Yemin edip,
yemininde "Lât'a yemin ederim ki" diyen kimse, hemen "Lâ ilahe
illallah" desin. Arkadaşına; "Gel seninle kumar oynayalım" diyen
kişi, sadaka olarak bir şey versin"
İzah:
Buhari, tefsiru
sureti'rı-Necm, edeb, eymân; Müslim, eymân; Tirmizî, nuzur; İbn Mâce, keffârât;
Nesâî, eymân; Ahmed b.Hanbel, II, 309.
Hadisin Buharî'deki
rivayetinde, Lâfın yanı sıra Uzza da amlmaktadır. Yanı, "Lat ve Uzza'ya yemin
ederim ki derse...” denilmektedir. Müslim'deki rivayet ise aynen Ebû Dâvûd'taki
gibidir.
Lât: Cahiliye devrinde
Arapların taptıkları üç büyük puttan birisinin adıdır.
Sa'Iebî; Lât isminin
Allah isminden alındığını, lafzatullah'ın sonuna bir tâ ilâve edilerek bu hale
getirildiğini söyler. Putperestler, bu hareketleriyle, kendi ilahlarının adını
Allah'ın adına benzetmek istemişlerdir. Sonra Allah (c.c) ismi celalini korumak
için anılan putun adını "Lât" şekline çevirmiştir. Mücâhid; Lât'm,
Tâif'te bir taş; Ebû Zeyd, Nahle'de Kureyşlilerin ibadet ettikleri bir ev
olduğunu söyler. Bu kelimenin, hacılar için, unu yağ ile karıştırarak yemek
yapan bir adamın hatırasından alındığı da söylenir. Çünkü, unu yağ ile
karıştırma işine "lett" denilir. Bu görüşe göre hacılar için
yukarıdaki şekilde yemek yapan bir adam vardı. O adam ölünce, kabri üzerine
durup, ona ibadet etmeye başladılar.
Bu puta "Lât"
adının verilişine sebep olarak başka hâdiselerden de bahsedilir. Ancak bunlar
o kadar önemli değildir. Önemli olan "Lâfın; Arapların tapındıkları bir
put olduğunu bilmektir.
Bu hadiste; Lâfın adını
anarak yemin eden kişinin yemininin sonunda "Lâ ilahe illallah"
demesi emredilmek t edir. AIiyyül'1-Kârî bu meseleye iki açıdan bakılabilecğini
söyler:
1- Kişinin sehven
cahiliyye devrinden kalma bir âdet olarak "Lât" üzerine yemin
etmesi. Bu durumda "Lâ ilahe illallah" demesinden maksat; tevbe
etmesi, tevhid kelimesini, günahına keffaret kılmasıdır. Çünkü iyilikler,
kötülükleri siler. Bu, gafletten dolayı tevbedir.
2- Bu yemini ile
"Lâfı ta'zim etmesi. Böyle olursa; anılan.veminden sonra tevhid kelimesi
söylenmesinden maksat, iman tazelemektir. Çünkü bu yemin kişiyi dinden çıkarır.
Bu durumda tevbe, ma'siyetten tevbedir.
Aliyyün-Kârî devamla,
Şerhu's-Sünne'den şu sözleri nakleder:
"Bu hadiste;
İslâm'dan "başka bir şeyle yemin edene keffaret gerekme-yip, günahkâr
olduğuna ve tevbe etmesi gerektiğine delil vardır. Çünkü Hz.Nebi (s.a.v.) bu
yeminin cezasını kişinin dininde kılmıştır, malında değil, sadece kelime-i
tevhid'i emretmiştir. Çünkü yemin ma'kud ile olur. Lât ve Uzza'ya yemin edince
bu konuda kâfirlere benzemiş olur. Onun için Rasûllah kelime-i tevhidle bunu
telâfiyi emretmiştir."[Mirkâtu'l-Mefâtih Şerhu Mişkâtri-Mesâbih, III,
554.]
Aliyyül'l-Kârî'nin
anlayışına göre; bu hadiste putlar adına yemin etmenin caiz olmayışından başka
bir hükme işaret yoktur.
Nevevî ise, "Şöyle
yaparsam ben yahudi veya hristiyan olayım, İslâm'dan veya Nebi'den beri
olayım" ve benzeri sözlerle yemin eden kişiyi de putlar adına yemin etmeye
benzetmiş ve bunlarla yemin olmayacağını, dolayısıyla bu sözlerin keffareti
gerektirmeyeceğini söylemiştir.İmam Şafiî, İmam Mâlik ve alimlerin cumhurunun
görüşü Nevevî'nin dediği gibidir. Bu sözleri söyieyen kişiye keffaret değil
tevbe istiğfar gerekir.
Hanefîlere göre; bir
şeyi yapıp veya yapmamak için, "yahudi olacağına veya hristiyan
oîacağna" dair yemin eden kişiye sözünü yerine getirmediği takdirde
keffaret gerekir. Çünkü kişi bu sözünde; şartı küfre alâmet kılınca, o şarttan
kaçınmanın gerekli olduğuna inanmıştır. O halde bunu yemin olarak söylemiştir.
Ama kişi şart koştuğu şeyi yapmadığı takdirde gerçekten yahudi veya hristiyan
olacağına inanır ve sözünü tutmazsa dinden çıkmış olur. İman ve nikâh
tazelemesi gerekir.
Nevevî, Hanefîlerin şu
mantıkî delille görüşlerini desteklediklerini söyler:
Aüah (c.c), zıhar
yapana keffareti emretmiştir. Çünkü bu günah bir söz ve yalandır. Anılan
sözlerle yemin etmek de aynı şekilde günahtır. Öyleyse bunlardan dolayı da
keffaret gerekir.[Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi,XI, 107.]
Hattâbî; Nehaî, Evzaî,
Süfyân-ı Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûyeh'in de Hanefîlerin görüşünde
olduklarını söyler.
Hadis-i şerifte
sözkonusu edilen diğer bir mesele de; arkadaşını kumar oynamaya davet eden kişinin
durumudur. Hz. Nebi (s.a.v.), arkadaşını kumar oynamaya davet eden kişiye hemen
sadaka vermesini emretmiştir. Bu,, günaha keffaret olarak peşinden sadaka verme
esasını gerektirir.
Bu durumda olan kişinin
vereceği sadakanın mikdarı konusunda farklı görüşler vardır. Hattâbî,
arkadaşına kumar oynamayı teklif ettiğinde düşündüğü mikdarı sadaka olarak
vereceğini söyler. Nevevî ise; muhakkik âlimlerin anlayışına göre, hadiste
böyle bir kaydın olmadığını, sadaka denilebilecek miktarda olmak kaydıyla imkânına
göre sadaka verebileceğini söyler. Nevevî, Sahih-i Müslim'deki, "Bir şey
tasadduk etsin" şeklindeki ifadenin bu görüşü dekteklediğini kaydeder.
Kadı Iyaz da; bu
hadisin; kalpte yerleştiği zaman, masiyete azmetmenin günah olduğu tarzındaki
cumhurun görüşüne delil olduğunu söyler. Kalbe yerleşmeden akla gelip geçen
masiyet ise günahı gerektirmez.
Aynî; kumara davetten
sonra verilecek olan sadakanın vacip değil mendup olduğunu, fakihlerin
hadisteki emri.nedbe hamlettiklerini bildirmektedir.