SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

ET’İME BAHSİ

<< 3829 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا ح و حَدَّثَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ عَنْ بَحِيرٍ عَنْ خَالِدٍ عَنْ أَبِي زِيَادٍ خِيَارِ بْنِ سَلَمَةَ أَنَّهُ سَأَلَ عَائِشَةَ عَنْ الْبَصَلِ فَقَالَتْ إِنَّ آخِرَ طَعَامٍ أَكَلَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَعَامٌ فِيهِ بَصَلٌ

 

Ebû Ziyâd Hıyar b. Seleme'den rivayet olunduğuna göre; Kendisi Âişe (r.anha)'ya soğanı sormuş da (Hz. Âişe):

 

"Rasûlullah (s.a.v.)'in yediği son yemek, içinde soğan olan bir yemekti" cevabını vermiş.

 

 

İzah:

Her ne kadar Arapçada, "Şecer" kelimesinin gövdesi ve da­lı olan ağaçlar için kullanıldığı bilinmekte ise de efsahu'l-fusahâ olan Fahr-i Kâinat Efendimiz'in bu kelimeyi soğan ve sarmısak için de kullanması; bu kelimenin gövdesi, dalı budağı olmayan sarmısak ve so­ğan gibi bitkilere de şamil olduğunu gösterir.

 

"Bedr" kelimesi ise, aslında dolunay anlamına geldiği halde burada ay gibi yuvarlak olması sebebiyle mecazen "tabak" anlamında kullanılmıştır.

 

kelimesi, "göğsü isâbe, yani sargı ile sarılı" demektir.

 

İbnü'l -Esîr'in en-Nihâye isimli eserinde açıkladığı gibi, araplar acıkıp da açlıklarını giderecek bir çare bulamadıkları zaman karınlarına bir sargı bağlayıp sargının altına birtaş koyarlardı. Aşağıda da açıklayacağımız gibi burada karnı sanlı denmeyip göğsü sanlı dendiğine göre bu sargıyı sarma­nın sebebinin karın açlığı olmayıp tansiyon yükselmesi gibi kalp atışlarının düzensizliği ile ilgili bir rahatsızlık olması gerekir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efen­dimizin, "Senin mazeretin var" buyurması da bunu gösterir.

 

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, 3822 numaralı hadis iki ayrı ha­disi ihtiva etmektedir. Ancak her iki hadis de birbiri ile ilgili oldukları ve ravileri de aynı olduğu için bir arada ve bir senet altında rivayet edilmişlerdir.

 

Aslında hadisin başından kelimesine kadar olan kısımda zik­redilen olay Hayber'de; daha aşağı kısımda zikredilen olay da hicretin ilk zamanlarında olmuştur ki iki olay arasında en az altı yıl vardır.

 

Bu, hicretin ilk zamanlarında Hz. Nebi'e sarmısak yemenin hük­mü ile ilgili olarak soru yöneltilmesi hadisesi Hafız İbn Hacer'e göre Hz. Nebidin Ebû Eyyub el-Ensârî'nin evinde kaldığı sırada ve onun evin­de olmuştur.

 

Görüldüğü gibi bu gelen hadisler sarmısak yemenin yasaklandığını İfa­de etmektedirler.

 

Ancak hadisler bazı Zâhirîlerce farklı anlaşıldıklarından onlar sarmı­sak yemenin hükmü konusunda farklı bir neticeye vararak çiğ sarmısak ye­menin haram olduğunu söylemişlerdir. Bunların dışında kalan fıkıh ulemasına göre, çiğ sarmısak yemek haram değil mekruhtur. Bu kerahatin illeti insanlan rahatsız eden kokusudur. Hatta Câbir'den gelen, "İnsanların rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur"[Müslim, mesâcid] meâlindeki hadis-i şerifte de ifa­de edildiği üzere bu koku sadece insanlara ulaşmakla kalmaz meleklere ka­dar ulaşır.

 

Nitekim 3822 numaralı hadis-i şerifte geçen, "Çünkü ben senin konuş­madığın kimselerle konuşurum" mealindeki cümlede meleklerin sarmısak ko­kusundan rahatsız oldukları ifade edilmektedir.

 

'Sarımsağın haram olmadığının delili ise, "Ey cemaat, Allah'ın bana helâl kıldığı bir şeyi haram etmek benim elimde değildir. Şu var ki ben bu bitkinin kokusundan hoşlanmıyorum[Müslim, mesâcid] meâlindeki hadistir.

 

Çiğ sarımsağın hükmü böyle olmakla beraber pişmişi mekruh değildir. Nitekim 3827-3829 numaralı hadislerin üçü de bunu açıkça ifade etmektedir. Merhum Ahmed Naim Efendi'nin açıklamasına göre, "soğan, pırasa, turp gibi fena kokulu sebzeler de sarmısak gibidir."[Ahmed Naim, Tecridi Sarih, II, 751.] Nil.ekim 3822 numa­ralı hadis ile, "Rasûlullah (s.a.v.) soğan ve pırasa yemeyi yasakladı"[Müslim, mesâcid] mea­lindeki hadis-i şerif ve Tabaranî'nin Câbir'den rivayet ettiği bir hadis-i şerif[el-Müttakî, Kenzu'l-Ummâl, XV, 270. Hadis No: 40928.] de bunu ifade etmektedir.

 

İmam Mâlik'den rivayet olunduğuna göre, turp kokusu duyulursa sar­mısak gibidir. Mâlikî fukahasından Kadı Iyâz, "geğirme ile kokusu çıkarsa" kaydını koymuştur.

 

Binaenaleyh sarmısak gibi çirkin kokulu sebzeleri çiğ olarak yemek mek­ruhtur. Bunları yiyenler kokuları kayboluncaya kadar, mescide giremezler. Zâhirİyye ulemasına göre, bu gibi sebzeleri yemek cemaati terke sebebiyet vereceğinden haramdır.

 

Sarmısak gibi fena kokulan yiyen kimselerin, bu koku kendilerinden gidinceye kadar mescide gitmeleri caiz olmadığı gibi, ilim ve zikir meclisi gi­bi toplantılara gitmeleri de caiz değildir. Mescidin çevresi de bu mevzuda mescid gibidir. Ancak bu nehiy sokağa, çarşı ve pazara şamil değildir.

 

Kadı Iyaz, "Cemaatte hazır olanların hepsi de bu gibi sebzeleri yemiş iseler bu kerahat kalkar" demiş ise de aslında mescid boş olsa bile melâike-ye hürmet etmek gerekir.

 

Bu gibi sebzeleri yiyenlerin mescide girmelerinin yasaklanması sebebi, oradaki insanları ve melekleri rahatsız etmek olduğundan, kıyas yoluyla; ağzı ve yarası ağır kokanların, kasap, balıkçı, cüzzâmlı, alaca hastalığına yaka­lanmış kimselerin cemaata devam etmemelerine fetva verilmiştir.[Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih, II, 751-752 (Hadis no: 472).]

 

3824 ve 3825 numaralı hadislerde sarmısak yiyenin mescidlerden uzak durması emredildiğinden mescidlerle ilgili bu emrin sadece Hz. Nebi'in mescidine mahsus olmayıp bütün mescidlere şamil olduğu anlaşılır.