NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عَمْرُو بْنُ
عُثْمَانَ
الْحِمْصِيُّ
حَدَّثَنَا
أَبِي
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
بْنِ عِرْقٍ
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
بُسْرٍ قَالَ
كَانَ
لِلنَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَصْعَةٌ
يُقَالُ لَهَا
الْغَرَّاءُ
يَحْمِلُهَا
أَرْبَعَةُ
رِجَالٍ
فَلَمَّا
أَضْحَوْا
وَسَجَدُوا الضُّحَى
أُتِيَ
بِتِلْكَ
الْقَصْعَةِ
يَعْنِي
وَقَدْ
ثُرِدَ
فِيهَا
فَالْتَفُّوا
عَلَيْهَا
فَلَمَّا كَثَرُوا
جَثَا
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ
أَعْرَابِيٌّ
مَا هَذِهِ
الْجِلْسَةُ
قَالَ النَّبِيُّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
إِنَّ
اللَّهَ
جَعَلَنِي
عَبْدًا
كَرِيمًا
وَلَمْ
يَجْعَلْنِي
جَبَّارًا
عَنِيدًا
ثُمَّ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
كُلُوا مِنْ
حَوَالَيْهَا
وَدَعُوا ذِرْوَتَهَا
يُبَارَكْ
فِيهَا
Abdullah b. Büsr dedi
ki:
Nebi (s.a.v.)'in
"el-Garrâ" isimli bir yemek kabı vardı ki onu (ancak) dört kişi
taşıyabilirdi. (Müslümanlar) kurban bayramı gününe girip de kurban bayramı
namazını kıldıkları vakit, bu kab içine tirit konmuş olduğu halde getirildi.
(Halk) hemen onun etrafında toplandı. (Yemeğin etrafında toplanan halk)
çoğalınca Rasûlullah (s.a.v.) da diz çöküp oturdu. Bunun üzerine (orada
bulunan) bir bedevi (Hz. Nebi'e):
Bu şekilde oturuş(un
manası) nedir? diye sordu. (Hz. Nebi de):
"Şüphesiz ki Allah
beni mütevazi bir kul olarak yetiştirdi. Zalim ve inatçı (bir insan) olarak
yetiştirmedi." cevabını verdi. Sonra;
"(Haydi, yemeğin)
kenarlarından yeyiniz. Bereketin üzerine indiği tepesin(den yemey)i
bırakınız" buyurdu.
İzah:
İbn Mâce, et'ime
el-Garrâ kelimesi,
aslında beyaz anlamına gelir. Hz. Nebi'in bu isimle anılan ve dört kişi
tarafından taşınabilen bu kabının beyaz renkli, kazan büyüklüğünde hacimli bir
tencere olduğu anlaşılıyor.
3773 numaralı hadis-i
şerifte geçen kelimesini cimin kesri ile okumak gerekir. Çünkü bu kelime
masdar-ı nevidir ve dolayısıyla "bir oturuş çeşidi" anlamına gelir
ki, diz çökerek oturmak kastedilmektedir.
Avnü'l-Ma'bûd yazarı bu
hadis-i şerifler hakkındaki açıklamasında şöyle diyor: "Bu hadis yemeği
ortasından değil de kenarından yemenin meşruluğuna delâlet etmektedir. Râfiî
ve başkalarının açıklamasına göre, yemeği tabağın ortasından ve başkalarının
Önüne gelen yerden yemek mekruhtur. Fakat meyvelerde başkasının önünden alıp
yemekte bir sakınca yoktur. Esnevî ise bu görüşe itiraz ederek, yemeği tabağın
ortasından veya başkalarının önünden yemenin mekruh değil haram olduğunu
söylemiştir. Bu mevzuda İmam Gazali şunları da ilâve ediyor: Aynı şekilde bir
ekmeğin kenarını bırakıp da ortasından yemek de meşru değildir. Fakat ekmek
küçükse onu ortasından kırıp yemek caizdir. Yemeği ortasından yemeyerek
kenarından yemenin hikmeti ise bereketin yemeğin ortasına inmesidir. Bereket
oraya indiği için yemeğin ortasından alınmaz, bu sayede bereket sofranın
ortasından her tarafına dağılır."
Hattâbî'nin
açıklamasına göre, yemeği ortasından yemenin yasaklanmasındaki hikmet üzerine
bir başka görüş daha vardır. Bu ikinci görüşe göre bu yasak yalnız başına
yemek yiyenler için geçerli değildir. Toplu halde yemek yiyenler için
geçerlidir. Genellikle yemeğin en güzel yeri orta kısmıdır. Toplu halde yemek
yiyenlerden birisi kabın ortasından yemeye başlayacak olursa yemeğin en
iyisini almış ve kendisini yemek arkadaşlarına tercih etmiş durumuna düşer. Bu
tutumunsa âdabı muaşeret kaidelerine aykırı olduğunda şüphe yoktur.
İşte bu, âdaba aykırı
olduğu için yemeği ortasından yemek yasaklanmıştır. Fakat yalnız başına yemek
yiyen kimse için böyle bir âdaba riayet sözkonusu olmadığından bu yasak yalnız
başına yemek yiyenler için geçerli değildir.