NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عُبَيْدُ
اللَّهِ بْنُ
عُمَرَ حَدَّثَنَا
هُشَيْمٌ
عَنْ يَحْيَى
بْنِ سَعِيدٍ
عَنْ عَمْرِو
بْنِ
شُعَيْبٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ جَدِّهِ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
ذَكَرَ
نَحْوَ
حَدِيثِ عَلِيٍّ
زَادَ فِيهِ
وَيُجِيرُ
عَلَيْهِمْ
أَقْصَاهُمْ
وَيَرُدُّ
مُشِدُّهُمْ
عَلَى
مُضْعِفِهِمْ
وَمُتَسَرِّيهِمْ
عَلَى قَاعِدِهِمْ
Amr b. Şuayb, babası vâsıtasıyle
dedesinden, şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
buyurdu, deyip yukarıdaki (4430.) Hz. Ali hadisinin benzerini zikretti.
Amr, rivayetinde şunları
da ilâve etti:
"Onların
(müslümanlann) en alt seviyesindeki kişi hepsi adına eman verebilir, en
güçlüleri (aldığı ganimetten) zayıflarına da verir, savaşa giren mücâhitler,
katılmayan askerlere de (ganimet) verirler.”
İzah:
İbn Mâce, diyet
Bu babdaki hadislerden
ikincisi, birincisi ile hemen hemen
aynıdır. Ancak onda metinde zikredilen bazı ilâveler vardır. Onun için ikisini
birlikte izah etmeyi uygun bulduk.
Birinci (4530 no'lu)
hadisin Buhârî, İbn Mâce ve Tirmizi'deki rivayetleri, Ebû Cuhfe'den
gelmektedir. Bu kitaplardaki rivayetin, Ebû Davud'daki ile benzerliği sâdece
Hz. Ali'ye sorulan soru ve Hz. Ali'nin cevâbının; "bir müslümamn, kâfire
karşılık öldürülemeyeceğini" bildiren
kısmıdır.
İkinci hadisin (4531)
İbn Mâce'deki rivayeti de Amr b. Şuayb'ın babası ve dedesindendir. Ancak
oradaki ifâdelerde de bazı farklar vardır. İbn Mâce'deki rivayette, Ebû
Davud'un rivayetinde atıfta bulunulan, Hz. Ali'nin hadisine benzeyen kısma
işaret edilmemiştir.
Hadisin diğer
kitaplardaki rivayetlerle ilgili bu tesbitten sonra, hadiste izaha ihtiyaç
duyduğumuz nokta ve ahkâma geçebiliriz. İzahımızı, anlaşılması daha kolay
olması için maddeleştirerek sunmak istiyoruz:
1- Hz. Ali (r.a); Kays
b. Ubâd ve Eşter'in, "Rasûlullah (s.a.v) diğer müslümanlara tavsiye
etmediği bir şeyi sana vasiyet etti mi, öğretti mi?" tarzındaki
sorularına, "Hayır, ama şu kitabımdakiler hariç" cevâbını vermiştir.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ali kitabım -maksat: üzerinde bazı
şeyler yazılı olan bir kağıt parçası veya başka bir yazı malzemesidir- kılınç
torbasından çıkarmıştır. Kılınç torbası dediğimiz şey; deriden yapılan,
yolculuk esnasında kılınan kını ile birlikte içine konulduğu bir dağarcıktır.
Kays b. Ubâde ve
Eşter'in Hz. Ali'ye böyle bir soru yöneltmelerinin sebebi şu olsa gerektir:
Bâzı şiîler, Hz. Ali'de, Hz. Nebi (s.a.v) in başkalarına duyurmayıp özellikle
ona söylediği bazı sırlar ve bilgilerin mevcut olduğunu iddia ediyorlar ve
bununla hasımlarını ilzam etmek istiyorlardı. Anılan zatlar, bu iddianın
doğruluk derecesini öğrenmek maksadı ve içlerindeki merak sâikasıyla bu sorulan
yöneltmişlerdi.
Hz. Ali (r.a) da
verdiği cevapta işaret edilen iddiaları reddetmiş, halkın elindeki Kur'an'dan
başka kendi yanında da birşey olmadığını, Rasûlullah'ın risâlet ve tebliğinin
umûmi olduğunu ihsas etmiş ve metinde anılan birkaç noktayı haber vermiştir.
Hz. Ali'nin haber verdiği bu noktalar sır olmadığı gibi, siyâsi mâhiyet arzeden
ve hasımlarını ilzama yönelik olan şeyler de değildir,
2- "Müslümanların
kanlan eşittir" ifadesine gelince Şerhu's-Sün-ne'deki izaha göre bundan maksat,
kısas ve diyet konusundaki eşitliktir. Yâni en üst makamdaki bir müslüman ile
en alt seviyedeki bir müslüman, erkekle kadın, yetişkinle çocuk, âlimle câhil
yaşama hakkı itibariyle eşittir. Dolayısıyla katil ve maktul bunlardan hangisi
olursa olsun kısas yada diyet uygulanır. Meselâ en üst seviyedeki birisi, en
aciz bir müslümanı öldürse cezası ne ise (kısas veya diyet) mevki ve varlığına
bakılmaksızın cezalandırılır.
İslâmın koyduğu bu
eşitlik, eşine ender rastlanan bir adalet örneğidir.
3- n"Mü'minler,
başkalarına karşı tek bir el gibidirler." Yani düşmanlarına karşı
biribirleri ile yardımlaşırlar. Aralarına düşmanlık ve ayrılık girmez.
Karşılarındaki hangi millet, hangi* din mensubu olursa olsun müslümanlar tek
bir yürek, tek bir el gibi davranırlar.
Şüphesiz bu,
Rasûlullah'ın istediği, gerçek mü'min'in özelliğidir. Bu günkü değişik
ideolojilere kapılan, gayr-i müslimlerin peşinde koşarken nerede ise biri
birlerinin kanını içecek duruma gelen müslümanların durumuna bakınca İslâm'a
ne ölçüde yakın olduklarını anlamak hiç de güç değil.
4- "En alt
seviyedekinden de olsa enıanlarını tanırlar." Aslında, İs-lâmda sınıflar
ve sınıfçılık yoktur. Değişik mertebedeki insanların biribir-lerine karşı bir
önceliği, bir üstünlüğü yoktur. Ancak bir devlet başkanı ile, ücra bir köydeki
koyun çobanı (hukuk karşısında eşit olmakla birlikte) aynı seviyede sayılmaz.
İşte bu cümledeki alt seviyedeki insandan maksat budur. Buna göre; demek oluyor
ki; meselâ bir koyun çobanı, memlekete gelen bir yabancıya emân verse, bu emân
tüm müslümanlan bağlar. Emân verilen kişi İslâm ülkesinde can ve mal emniyetine
kavuşmuş olur.
Tabi devrimizde şartlar
değişmiş, memlekete gelecek yabancılara izin verme yetkisi devletlerin
insiyatifine tahsis edilmiştir. Suudi Arabistan ve Pakistan gibi İslâmî esaslar
çerçevesinde idare edildikleri Anayasalarında ifade edilen ülkelerde de durum
farklı değildir.
5- "Bir müslüman
bir kâfire karşılık, and sahibi bir gayr-i müsIim'de bir kâfire karşılık (kısas
yoluyla) öldürülmez"
Bu cümlelerden ilki;
gayr-i müslim birisini öldüren bir müslümamn kısas yoluyla Öldürülmeyeceğine
delâlet etmektedir. Öldürülen müslümamn harbî (müslümanların idaresi altında
olmayan ve kendisine İslâm ülkesinde serbestçe dolaşma izni verilmeyen gayr-i
müslim) halinde, onu öldüren müslümamn kısasen öldürülmeyeceğinde İslâm
uleması arasında bir görüş ayrılığı bilmiyoruz. Yani ittifakla, böyle bir
müslüman öldürülmez. Ama öldürülen gayr-i müslimin zimmî (İslâm ülkesinde
yaşayan gayr-i müslim vatandaş) olması halinde öldüren müslümana kısas
uygulanıp uygulanmayacağı ihtilaflıdır.
Hattâbi'nin tesbitine
göre; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit (Allah hepsinden razı
olsun), Atâ b. Ebî Rebah, iklime, Hasenü'I-Bas-rî, Ömer b. Abdil-Aziz, Süfyân-ı
Sevrî, İbn Şübrüme, İmam Mâlik, İmam Şafiî , Evzaî, Ahmed b. Hanbel ve îshâk b.
Rahûye'ye göre zimmi karşılığında müslüman Öldürülmez. Yâni bir zimmiyi
öldüren müslümana kısas uygulanmaz, başka bir ceza verilir.
Şa'bî, İbrahim
en-Nehâî, İmam-ı Azam Ebû Hanife ve talebeleri Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre
bir zimmiyi öldüren müslümana kısas uygulanır ve katil öldürülür. Bu görüşte
olanlar, " Rasûlullah (s.a.v) bir kâfire karşılık, bir müslümanı kısâsen
öldürdü" hadisi ile istidlal ederler. Bu görüşte olanların, üzerinde durduğumuz
hadisi izahları da şu şekildedir:
Hadiste Nebi (s.a.v)
önce; "bir müslüman bir kâfire karşılık öldürülmez" buyurmuş sonra da
bu cümleye atıf yoluyla ahd sahibi bir gayr-i müslimin de (ki o zimmîdir) bir
kâfire karşılık öldürülmeyeceğini bildirmiştir. Bundan anlaşılıyor ki hadiste
zikri geçen kâfirle, ahd sahibi gayr-i müslim (zimmi) ayrı ayrı guruplardır.
Çünkü eğer birinci cümledeki "kâfir" kelimesi zimmî ve harbî tüm
kâfirlere şâmil olsaydı. Rasûlullah'ın ikinci cümleyi söylemesine gerek olmazdı.
Başka bir ifâde ile ikinci cümlenin gelmesi abes olurdu. Rasûlullah'a böyle
bir kusurun nisbeti mümkün olmadığına göre bunların ayrı ayrı guruplardaki
gayr-i müslimler olması gerekir. Yoksa ikinci cümlenin manâsı "ahid sahibi
ahdi esnasında öldürülmez" demek değildir. Çünkü bu zaten belli olan ve
herkesçe bilinen açık bir şeydir.
Bu nokta sabit olunca
hadisin mefhûmu muhalifinden, zimmîyi öldüren bir müslümanın kısas yoluyla
öldürülebileceği sonucu çıkar. Yani bu hadisin manâsı: "Bir müslüman ve
ahid sahibi gayr-i müslim, ahid sahibi olmayan harbî bir gayr-i müslimi
öldürürlerse kendilerine kısas uygulanmaz. Ama bir zimmîyi öldürürlerse kısas
uygulanır."
Tabi karşı görüşte
olanların bu anlayışa karşı verdikleri cevâplar var. Zâten onlar hadîsin zahirine
baktıkları için sözü fazlaca uzatmış olmamak bakımından bu cevâplara girmek
istemiyoruz. Arzu eden kişi bu hadisin Avnu'l-Ma'bûd'daki şerhine bakabilir.
6- "Bir kimse bir
şey ihdas ederse..." Hattâbi bundan maksad "bir kimse cinayet işlerse
cinayetinin cezasını sadece kendisi çeker. Başkası bundan sorumlu
tutulamaz" der. Bu izaha göre, buradaki cinayetten mu-rad, teammiiden
işlenen cinayettir. Ama hata veya Şibh amd yollarıyla işlenen cinayetlerde,
katilin âkilesi diyeti öder.
Hattâbi'nin bu izahına
göre, bundan sonraki cümle de "bir caniyi koruyana Allah, melekler ve tüm
müslümanlar lanet etsin" manasınadır. AvnûI-Ma'bûd müellifi de Hattâbi'nin
anlayışını benimsemiştir.
Bezlü'I-Mechûd müellifi
ise cümleyi "bir kimse bir bid'at koyarsa..." şeklinde anlamıştır.
Aslında bu anlayış hadisin zahirine daha muvafıktır. Biz tercemeyi Hattâbi'nin
izahı istikâmetinde yaptık.
İkinci hadiste (no
4531) Efendimizin, yukarıdakilere ilâveten;
a- "Güçlülerinin
zayıflara (ganimetten) vereceklerini;
b- Savaşa katılanların,
katılmayan askerlere de ganîmet vereceklerini" beyan buyurmuştur.
İbnü'I-Esîr Nihâye'de
birinci cümleyi: "Hayvanı kuvvetli olan, hayvanı zayıf olan savaşçıya
ganimetten elde ettiğinden verir" şeklinde izah etmiştir.
İkinci cümledeki
"savaşa katılan" diye terceme ettiğimiz "müteserri" yine
İbnü'l-Esir'in izahına göre; geceleyin düşman üzerine yürüyen birliktir.
Bunların sayısı dört yüzden fazla olmaz.
Hadisin bu bölümünden
anlaşılan şudur: Komutan veya devlet başkanı bir birliği düşman üzerine
gönderseler ve o birlik bir ganimet elde etse bu ganimet tüm askere
paylaştırılır.