NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَبُو بَكْرِ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
وَابْنُ
السَّرْحِ
قَالَا
حَدَّثَنَا سُفْيَانُ
عَنْ ابْنِ
أَبِي
نَجِيحٍ عَنْ
ابْنِ
عَامِرٍ عَنْ
عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَمْرٍو
يَرْوِيهِ قَالَ
ابْنُ
السَّرْحِ
عَنْ
النَّبِيِّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ مَنْ
لَمْ
يَرْحَمْ
صَغِيرَنَا
وَيَعْرِفْ حَقَّ
كَبِيرِنَا
فَلَيْسَ
مِنَّا
(Hadisi Ebû Davud'a
rivayet edenlerden biri olan) Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ("Nebi buyurdu"
demeden) Abdullah b. Amr'dan (diyerek) rivayet ettiği (halde; diğer ravi olan
İbnu's-Serh'in rivayeti ise şöyledir: ...Abdullah b. Amr'dan Nebi (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Küçüğümüze
acımayan ve büyüğümüzün hakkını tanımayan bizden değildir."
İzah:
Tirmizî, Birr
Hadis-i şerifte,
küçüklere merhametli, büyüklere saygılı olmayan kimselerin, Hz. Nebiin
sünnetini terk etmiş oldukları ve Hz. Nebiin sünnetinden kılpayı dahi
ayrılmayan hass kullar zümresine giremedikleri, ifade edilmektedir. Bilindiği
gibi Hz. Fahr-i âlem efendimiz, çocuklara karşı çok şefkatli idi. Yolda
rastgeldiği çocukları alır, devesine bindirir, onları sevindirir, çocuklara
sevgisinden onlara tesadüf ettikçe daima selamlardı.
Birgün Halid b. Said,
Rasûlü Ekrem-i ziyarete gelmiş, kızını da beraber getirmişti. Rasûl-i Ekrem
onu Habeş lisanında güzel manasına gelen bir deyimle çağırırdı. Çünkü Halid'in
kızı Habeşistan'da doğmuştu. Çocuk Rasul-i Ekrem ile oynamış, O'nun Nebilik
mührünü okşamış, babası onu bu hareketten men'etmek istemiş fakat Rasûl-i Ekrem
çocuğun bırakılmasını söylemişti. Birgün Rasûl-i Ekrem'e müteaddit kumaş
parçaları hediye edilmişti. Bunların arasında kenarları işlenmiş ve bir parça
vardı. Rasul-i Ekrem "Bunu kime vereyim" demiş ve herkes susmuştu.
Rasul-i Ekrem, "Halid'in kızını çağırınız" dedi ve bu parçayı ona vererek
çocuğu sevindirdi.
Rasul-i Ekrem, anne ve
baba ile çocuklara dair olaylardan son derece mütehassis olur ve bunları
dinlemek isterdi. Birgün fakir bir kadın, iki kızı ile Hz. Aişe'yi ziyaret
etmiş ve Hz. Aişe onlara ikram için bir hurmadan başka bir şey bulamamıştı.
Hz. Aişe hurmayı anneye vermiş, anne, hurmayı ikiye bölerek çocuklarına
yedirmişti. Hz. Aişe bu hadiseyi Rasul-i Ekrem'e anlatınca Rasul-i ekrem şu
sözleri söyledi: "Çocukları hakkıyla sevmek ve onları korumak cehennemden
kurtuluştur,"
Hz. Enes diyor ki:
Rasul-i Ekrem şöyle buyurdular: "Namazımı uzatmak niyetiyle namaza durduğum
zaman bir çocuğun ağladığını duyarsam namazımı kısaltırım. Çünkü çocuğun
feryadı, arkamda namaza durmuş olan annesini huzursuz eder."
Rasul-i Ekrem'in
çocuklara sevgisi, yalnız müslüman çocuklarına mahsus değildi. Kendisi
müşriklerin çocuklarına da aynı derecede sevgi ve şefkat gösterirdi. Bir savaş
esnasında birkaç çocuk iki tarafın arasında kalmış ve öldürülmüşlerdi. Rasul-i
Ekrem, bu faciadan haberdâr olunca derinden müteessir oldu. Askerler Nebi'in
teessürünü görerek: -Ya Rasûlullah neden bu kadar müteessir oluyorsunuz? Bunlar
nihayet müşrik çocukları değil mi, dediler. Rasul-i Ekrem:
Bu çocuklar müşrik
çocukları da olsa masumdurlar, dikkat ediniz çocuk öldürmeyiniz. Zinhar çocuk
öldürmeyiniz! Her can ilk yaratılışta tertemiz olarak yaratılmıştır"
buyurmuştu.
Rasul-i Ekremin adeti,
turfanda meyveleri en küçük çocuklara vermekti. Kendisi çocukları sever, okşar
ve öperdi. Birgün Rasul-i Ekrem bir çocuğa seviyorken bir bedevî gelmiş ona:
Siz çocukları bu kadar
seviyorsunuz, benim on torunum olduğu halde bir defa bile kucağıma alıp
sevmedim, demiş.
O halde cenab-i hak
seni şefkat hissinden mahrum etmiş, cevabını almıştır.
Ashabtan Cabir bin
Semure diyor ki: "Bir gün Rasul-i Ekremle namazımı kıldım, namazdan
sonra, Rasul-i Ekrem, evine gidiyordu. Ben de kendisini takib ettim. Rasul-i
Ekrem yolda bazı çocuklara rast geldi. Hepsini okşadı. Beni de onlarla beraber
okşadı.
Hicret esnasında
Medine'ye gidilirken Ensar'ın kızları Nebii karşılamağa çıkmışlar ve neşideler
okumuşlardı. Nebi çocukları okşamış ve "Beni sever misiniz?" diye
sormuş. Onlar da "Severiz" demişler, Rasul-i Ekrem'de "Ben de
hepinizi severim" buyurmuştu.
Büyüklere Saygı: İslam
insanları hakir görmeyi değil, onlara hürmet etmeyi emretmiştir. Özellikle de
takdir ve saygıya lâyık iseler. İslam büyüğe, âlime, fazilet sahiplerine
saygıyı İslam toplumunda müslümana şahsiyetini kazandıran temel ahlâkî
kurallardan saymıştır. Bu özelliğini kaybeden toplum kendisini ayakta tutan en
önemli değerlerden birini yitirmiş, asliyetinden sıyrılmış demektir. Nebiimiz
şöyle buyuruyor:
Büyüğümüze saygı
göstermeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen ve âlimlerimizin hakkını bilmeyen
benim ümmetimden değildir.[Ahmed, Taberanî.]
Bir toplumda büyüğe
saygı gösterilmesi, o toplum fertlerinin insanî ahlak kaidelerini
anladıklarının bir işaretidir. Nefislerinin yüceliği ve terbiyesinin bir
alametidir. Bunun için Rasûlullah (s.a.v.) bu manayı müslüman-ların nefislerine
yerleştirmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de müslüman, İslam toplumunun temelini
yükseltmiş ve ahlak direklerini de yerine oturtmuştur...
Görüldüğü gibi hadisi
musannif Ebû Dâvûd, biri Ebu Bekr b. Ebî Şeybe, diğeri Îbnu's-Serh diye bilinen
iki hocadan rivayet etmiştir. Ancak Ebu Bekr bunu, Nebi'e nisbet etmeksizin
Abdullah b. Amr'a kadar ulaşan mevkuf bir rivayet olarak nakletmiş; İbnu's-Serh
ise açıkça Nebie nisbet ederek, merfû' bir hadis olarak rivayet etmiştir. Hadis
âlimlerimizin hadis ilmindeki şu emanetine bakınız ki; merhum musannıb,
bunlardan yalnızca birini zikretmeyip her iki ravînin rivayet keyfiyetlerini
açıkça belirtmiştir.
Biz müslümanlar, böyle
bir ilmi mirastan dolayı kendimizi gerçekten bahtiyar kabul etmeliyiz.