NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ دَاوُدَ
بْنِ سُفْيَانَ
وَخُشَيْشُ
بْنُ
أَصْرَمَ
قَالَا
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الرَّزَّاقِ
أَخْبَرَنَا
مَعْمَرٌ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ ابْنِ
الْمُسَيِّبِ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
خَمْسٌ
تَجِبُ
لِلْمُسْلِمِ
عَلَى أَخِيهِ
رَدُّ
السَّلَامِ
وَتَشْمِيتُ
الْعَاطِسِ
وَإِجَابَةُ
الدَّعْوَةِ
وَعِيَادَةُ
الْمَرِيضِ
وَاتِّبَاعُ
الْجَنَازَةِ
Hz Ebu Hureyre'den
(rivayet edildiğine göre)
Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Bir müslümanın (muslüman) kardeşi üzerinde (ki hakkı)
beştir:
1. Selamı almak
2. Aksırana
(elhamdülillah demesi halinde) teşmît etmek (yerhamukallah demek).
3. Davete icabet etmek,
4. Hastayı ziyaret
etmek,
5. Cenazeyi
uğurlamak."
İzah:
Buhârî cenaiz; Müslim,
selam; Tirmizî, edeb; Nesâî, cenaiz; İbn Mâce, cenaiz; Darimî, istizan; Ahmed
b. Hanbel, I, 89, II, 68, 332, 388, 412, 540, V. 272.
Müslim'in rivayet
ettiği diğer bir hadis-i şerifte ise
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte sayılan haklardan fazla olarak bir
de: "Senden nasihat istediği zaman ona nasihat et"[Müslim; selâm]
anlamında bir cümle daha yer almaktadır. Bu cümle ile bir müslümanın bir
müslüman üzerindeki hakkı altıya çıkmaktadır.
Netice itibariyle bu
haklardan:
1. Birinci hak selamını
almaktır ki biz bu konuyu 5193-5210 numaralı hadislerin şerhinde açıklayacağız,
inşaallah.
2. İkinci hak aksırana
"elhamdülillah: Allah'a hamd olsun" demesi halinde
"yerhamükellahü: Allah sana merhamet etsin" diye dua etmektir,
şeklinde teşmitte bulunmaktır.
Bilindiği gibi teşmît:
Aksıran kimseye "yerhamükellah: Allah sana merhamet etsin" diye dua
etmektir.
Teşmit ve tesmit
kelimeleri aslında hayır ve bereketle dua etmek anlamına gelir. Fakat bu mana
teşmit kelimesinde, tesmit kelimesinden da-hada fazladır. Bazıları teşmit
"Allah seni düşmanlarına gülünç duruma düşmekten korusun" anlamına
gelir demişlerdir.
Bu mevzuda Avnü'l-Mabud
yazarı şöyle diyor: "Teşmît, düşmanın sevinmesinden uzak kalmayı
dilemektir. Tesmît ise hidayetin en güzelini dilemektir." Aksıran kimseye
teşmit'in nasıl yapılacağı konusunda Hz. Ebu Hureyre'den gelen bir hâdis-i
şerif şu mealdedir:
"Biriniz aksırdığı
vakit "elhamdülillah" desin, din kardeşi veya arkadaşı da
"Yerhamükellah" diye mukabele etsin. O da bu sefer "Allah size
hidayet versin ve halinizi ıslah etsin" desin." Buharî, edeb; Tirmizî, edeb; İbn Mâce, edeb;
Ahmed b. Hanbel, I, 120. 122, II, 353, V, 419, 422, VI, 8; Ebû Dâvud, 5033
no'lu hadîs.
Cumhuru ulema bu
hadis-i şerife dayanarak "aksırdıktan sonra "Elhamdülillah"
diyen bir kimseye "Yerhamükellah" diye dua edilir. Aksıran kimsenin
de kendisine bu şekilde dua eden kimseye "yehdikümüllah ve yüslihu
belaküm1' diye dua etmesi vacibdir" demişlerdir. Küfe ulemasına göre
aksırınca "Elhamdülillah1' dediği için kendisine "yerhamükellah: Allah
sana merhamet etsin" diye dua edilen kimse "Yağfirullahü lena ve
le-küm (Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun)" diye mukabele eder. Delilleri
ise Taberanî'nin ibn Mes'ud (r.a.)'dan rivayet ettiği "yağfirullahü lenâ
ve leküm (Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun)" hadisidir.
Ulemadan bazıları,
aksıran kimse kendisine dua eden kimseye bu iki duadan biriyle mukabele
edebilir, derken bazıları da her ikisiyle birden mukabele etmesi gerektiğini
söylemişlerdir.
Zahirilerle,
Malikilerden İbn eî-Arabî, Müslim'in rivayet ettiği "Allah'a hamd ederse
dua et.."[Müslim, selam] mealindeki hadisteki "dua et", emrine
dayanarak aksırdıktan sonra "elhamdülillah" diyen kimseye dua etmenin
vâcib olduğunu söylemişlerdir.
İmam Nevevî'nin
açıklamasına göre, ulema aksıran kimsenin: "elhamdülillah" demesinin
müstehab olduğunda ittifak etmişlerdir. Aksıran kimse hamdetmezse yanında
bulunan kimselerin bunu kendisine hatırlatmaları müstehaptir. Bu sebeple de
ona... hamd eder ve yanındakilerde ona tekrar dua etme fırsatı bulmuş olur. Bu
emr-i bilma'rûf kabilinden hayırlı bir iştir. Bu mevzuda Tuhfe yazarı da şu
görüşlere yer vermektedir: "Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre mevzumuzu
teşkil eden hadiste geçen "aksırana dua eder" sözünün zahiri İbn
Dakiki'l-İ'd'e göre vücûb ifade eder. Nitekim Hz. Ebû Hureyre'nin rivayet
ettiği "Biriniz aksınr da Allah'a hamdedecek olursa onu işiten her
müslümamn ona: "Rahimekallah: Allah sana merhamet etsin" diye dua
etmesi üzerine vacib olur"[Buharî, edeb; Müslim, selam; Ebû Dâvud, sala]
mealindeki hadis de bu görüşü desteklemektedir.
Ayrıca Maliki
ulemasından İbn Mezin ile Zahiri ulemasının büyük çoğunluğu da bu
görüştedirler.
İbn Ebi Cemre:
"Ulemamızdan bir cemaat, aksırıp "elhamdülillah" diyen kimseye
dua etmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir." demektedir. İbn el
Kayyım el-Cevzî de bu görüştedir. îbn Kayyım'e göre gerek aksırınca
"elhamdülillah" diyen kimseye dua etmeyi açıkça emreden hadisler ve
gerekse bu konudaki şahabı sözleri aksıran kimseye dua etmenin farz-ı ayn
olduğunu ifade etmektedir. Halbuki fıkıh uleması bazan bu kadar bol delili bir
arada bulamadıkları halde, daha az delille bazı hükümleri tesbit etmişlerdir.
Görüldüğü gibi bu mes'elede sözü geçen hükmün is* batı için pekçok delil bir
arada bulunmaktadır.
Ebu'l-Velid İbn Rüşd ve
Ebu Bekir İbn el-Arabî ile Hanefi ulemasına ve Hanbelîlerin büyük çoğunluğuna
ve Malikilerden bir cemaate göre ise müstehabtır. Ve bir topluluktan birinin bu
görevi yapmasıyla diğerleri sorumluluktan kurtulmuş olurlar.
Şafiî ulemasının görüşü
de budur.
İbn el-Kayyim, Zâdü'I
Meâd isimli eserinde: "Muhakkak ki Allah aksırmayı sever, esnemektense
hoşlanmaz. Binaenaleyh aksırınca Allah'a hamdeden bir kimseyi işiten herkese
onun için dua etmek vacibdir."[Buhari edeb; Tirmizî, edeb; Ahmed b. Hanbel,
II, 265. 428, 517.] mealindeki hadisi delil getirerek aksırınca:
"Elhamdülillah" diyen kimseye dua etmenin farz-ı ayn olduğunu İbn Ebî
Zeyd ile Malikilerden İbn el-Arabî'nin de aynı görüşü paylaştığını
söylemiştir.
Rivayete göre:
"Ebu Dâvud, bir gemide bulunuyormuş. Derken sahilde birinin akşınlığını
işitmiş ve hemen bir dirheme bir kayık kiralayarak ak-sıranın yanına gitmiş.
Ona teşmiti yaptıktan sonra tekrar geriye dönmüş. Kendisine neden tâ oraya
kadar gittiği sorulunca:
Olur ki o zat duası
makbul bir kimsedir. Diye cevap vermiş. Gemide-kiler o akşam uyudukları vakit
bir ses işitmişler, birisi onlara:
Hiç şüphe yok ki Ebu
Davûd, Allah'dan cenneti bir dirheme satın aldı, diyormuş.
Aksıranın riâyet etmesi
gereken bazı edebler vardır ki onları şu şekilde özetlemek mümkündür:
Aksıracağı zaman elini
ya da elbisenin bir tarafını ağzına tutarak sesini kısmalıdır. (Bk. 5029
numaralı hadis-i şerif)- Aksırınca hemen akabinde "Elhamdülillahi
rabbi'î-âlemin" demelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte "Biriniz,
aksırır da: Elhamdülillah derse melekler: Rabbilâlemîn derler. O kimse:
Rabbilâlenıin de derse, melekler: Allah sana rahmet buyursun, derler"
buyurulmuştur. Heytemî, Mecmeuzzevâid,
VIII. 57; Eddûrî Kahtan Abdurrahman, Safvetü'l-Ahkâın inin Neyli'I Evtar ve
Sübüli's Selam 234.
c. Aksırık üç defa
tekerrür ederse teşmit de tekrarlanır. Daha fazlası için teşmit yapılmaz. Çünkü
daha fazlası nezledendir. (Bk. 5034 nolu hadis).
d. Etrafında bulunan
kimselerin üzerine doğru aksırmaktan kaçınmalıdır.
3. Üçüncü Hak: Davete
icabet etmektir.
Mevzumuzu teşkil eden
hadisin zahiri, her davete icabet etmenin farz olduğunu ifade etmektedir. Ancak
ulema: "Sizden biriniz düğün yeme-ğine'çağrildiği zaman, ona mutlaka
gitsin" hadis-i şerifini gözönüne alarak, bu farziyyeti düğün yemeğine
tahsis etmişlerdir. Nitekim:
Buhari, nikah; Müslim,
nikah; Ebu Davud, et'ime; İbn Mace, nikah; Darimî, nikah; Muvatta. nikah; Ahmed
b. Hanbel. II, 20. 22. 37.
"Bu davete icabet
etmeyen kimse Allah'a ve Rasûlüne isyan etmiş olur" [Buhari, nikah,
Müslim, nikah;; Ebu Dâvud. et'ime; Darimî, et'ime; Muvatta, nikah; Ahmed b.
Hanbel, 11-61.] hadisi de buna delalet
etmektedir. Çünkü Nebi (s.a.v.)'in bu hadiste geçen davet sözüyle düğün
yemeğini kast ettiği bilinmektedir.
Hanefilerin el-İhtiyar
isimli fıkıh kitabında bu konuda şöyle deniyor:
"Eğer davetli
oruçlu ise davete gider ve dua eder, oruçlu değilse yemek yer ve dua eder,
yemezse günaha girer ve ev sahibine eziyet etmiş olur.
Çünkü bu tutum onunla
alay etmek demektir" düğüne davet edilenin bu davete uyması gerekir. Eğer
düğüne gitmezse günahkâr olur.
San'anî'nin
açıklamasına göre bu mevzuda söylenecek en isabetli söz şudur: "Düğün
yemeği dâvetine uymak farz, diğer davetlere uymaksa menduptur."
4. Dördüncü hak: Bir
müslüman nasihat istediği zaman kendisine nasihat etmektir.
Ulema mevzumuzu teşkil
eden hadîsin Müslim'in Sahih'inde yer alan rivayetindeki:
"Senden nasihat isterse nasihat et" emrine bakarak nasihat isteyene
nasihat etmenin ve onu asla aldatmamanın farz; nasihat istemeden nasihatta
bulunmanın da mendup olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu hayra ve iyiliğe önder
olmlak demektir.
5. Beşinci hak ise, hastayı
ziyarettir. Mevzumuzu teşkil eden hadisin Müslim'in Sahih'inde bulunan
rivayetindeki: "Hastalandığı zaman ziyaret" anlamındaki emir bunu
ifade eder.
Buharî'ye göre söz
konusu emir farziyet ifade ettiğinden hastalanan bir müslümanı ziyaret etmek farzdır.
Farz-ı kifâye olduğunu söyleyenler de olmuştur. Cumhur-i ulemaya göre ise
mendubtur Şafiî ulemasından İmam Nevevî bu ziyaretin farz olmadığına dair icma
bulunduğunu söylemiştir. İbn Hacer el-Askalanî'ye göre İmam Nevevî bu sözüyle
bu rivayetin farz-ı ayn olmadığına dair icmâ olduğunu söylemek istemiştir.
Hastalanan bir
müslümamn ziyaret edilmesi konusunda, hastanın tanıdık olmasıyla tanıdık
olmaması arasında bir fark olmadığı gibi, hastanın yakınlardan olup olmaması
arasında da bir fark yoktur. Hatta hastalığın fazla acılı ve ağrılı olup
olmaması da önemli değildir. Her ne kadar bazıları göz ağrısına tutulan bir
kimseyi ziyaret etmek gerekmez diyerek, göz ağrısı hastalığını bu hükmden
istisna etmek istemişlerse de bu doğru değildir. O da bu hükmün şümulüne
dahildir. Çünkü Hz. Zeyd İbn Erkam: "Rasûlullah (s.a.v.) gözüm ağrıdığı
için beni ziyaret etti" (bk. Ebu Davud 3102 numaralı hadis) demiştir.
Mevzumuzu teşkil eden
hadiste yer alan: "Hastayı ziyaret" kelimesi ve bu hadisin
Müslim'deki rivayetinde yer alan "Hastalandığı zaman ziyaret et"
cümlesi, hastalanan bir müslümamn hastalığının ilk gününde bile ziyaret
edilebileceğine delalet etmektedir.
Her ne kadar "Nebi
(s.a.v.) bir hastanın hastalığının üstünden üç-gün geçmedikçe onu ziyaret
etmezdi"[İbn Mâce, cenaiz] anlamında bir hadis-i şerif varsa da bu hadis
sahih bir hadis değildir. Çünkü senedinde güvenilmeyen bir râvi vardır.
Hadisin metninde geçen
"Müslüman üzerindeki hakkı" kelimesinden zimmilerin (gayr-i
müslimlerden olan vatandaşların) hastalandıkları zaman kendilerinin ziyaret
edilmelerini beklemeye haklan olmadığı gibi bir mana anlaşılmakla beraber, Hz.
Nebi'in zimmî olan bir hizmetçisini hastalığı esnasında ziyaret ettiği ve
duası bereketiyle onun da müs-lüman olduğu bilinmektedir.
Yine bilinen bir
gerçektir ki Nebi efendimiz ölüm döşeğinde yatmakta olan amcasını ziyaret edip
onu müslüman olmaya davet etmiştir.
6. Bir müslümamn bir
müslüman üzerindeki haklarından biri de cenazesinin kaldırılıp uğurlanmasıdır.
Mevzumuzu teşkil eden hadisin son cümlesi bu görevin yerine getirilmesinin farz
olduğuna delalet etmektedir. Bu hususta cenazenin tanıdık olmasıyla olmaması
arasısında bir fark yoktur.
Bilindiği gibi Hanefi
ulemasına göre, bir müslümamn cenaze namazım kıldırıp defnetmek farz-ı
kifâyedir. Müslümanlardan bazılarının bu görevi yapmasıyla diğerleri bu
görevden kurtulur.
Tirmizî'nin rivayetinde
müslümamn müslüman üzerindeki hakları sayılırken: "Kendisi için
sevdiğini, onun için de sevmektir"[Tirmizî, edeb] şeklinde bir yedinci hak
daha yer almaktadır. Ancak iyi dikkat edilirse sözü geçen bu cümlenin yeni bir
hüküm ve hak getirmediği, ancak daha önce geçen altı maddeyi özetleyen ve altı
maddeyi de kapsayan kapsamlı bir cümle olduğu anlaşılır.