NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عُبَيْدُ
اللَّهِ بْنُ
عُمَرَ بْنِ
مَيْسَرَةَ
حَدَّثَنَا
حَمَّادُ بْنُ
زَيْدٍ
حَدَّثَنَا
سَلْمٌ
الْعَلَوِيُّ
عَنْ أَنَسٍ
أَنَّ
رَجُلًا
دَخَلَ عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
وَعَلَيْهِ
أَثَرُ
صُفْرَةٍ وَكَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَلَّمَا
يُوَاجِهُ
رَجُلًا فِي
وَجْهِهِ
بِشَيْءٍ
يَكْرَهُهُ
فَلَمَّا
خَرَجَ قَالَ
لَوْ
أَمَرْتُمْ
هَذَا أَنْ
يَغْسِلَ ذَا
عَنْهُ
قَالَ
أَبُو دَاوُد
سَلْمٌ
لَيْسَ هُوَ
عَلَوِيًّا
كَانَ
يُبْصِرُ فِي
النُّجُومِ
وَشَهِدَ
عِنْدَ
عَدِيِّ بْنِ
أَرْطَاةَ
عَلَى
رُؤْيَةِ
الْهِلَالِ
فَلَمْ يُجِزْ
شَهَادَتَهُ
Hz. Enes'den (rivayet
edildiğine göre)
(Bir gün) üzerinde
(kadınlara mahsus bir allık olan ve zaferandan yapılan) bir sarı boya izi
bulunan bir adam Rasûlullah (s.a.v.)'in yanına girdi. Rasûlullah (s.a.v.) de
üzerinde insanın hoşlanmayacağı bir şey bulunan insanın yüzüne az bakardı.
Adam çıkınca (Hz. Nebi):
"Adama
söyleseydiniz de üzerinden bu izi yıkasaydı (kendisi için daha hayırlı
olurdu)" buyurdu.
Ehu Dâvud der ki: Seîm
Hz. Ali evladından değildir. (Fakat o yükseklerde bulunan) yıldızlara bakardı.
(Bu yüzden yükseklere nishet edilerek kendisine alevî denildi, kendisi) Adiy b.
Eriat'ın yanında hilali gördüğüne dâir şahitlik etmişti de (Adiy onun bu)
şahitliğini geçerli saymamıştı.
İzah:
Bütün ahlakî
faziletleri kendisinde toplanmış olan A1lah Rasul hayatı boyunca insanların
gönlünü hiçbir zaman kırmadığı gibi, onların kusurlarını görmemezlikten gelmiş,
kaba ve kırıcı davranışlarına tahammül etmiş, onlarla iyi ilişkiler içinde olup
güzel geçinmeyi kendisine usul ittihaz etmiştir. Çünkü yüce Allah insanları bir
biriyle görüşüp tanışmaları için yaratmıştır.[Hucurat 13]
Nitekim kendisi de bir
hadis-i şeriflerinde: "Mü'min ülfet eden (dostluk kuran ve iyi geçinen)
ve kendisi ile ülfet edilendir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet edilmeyen
kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olanıdır"
buyurmuştur. Ahmed b. Hanbel, II, 4-5. 334.
Hz. Ali Hz. Nebi'in
ahlâkını şöyle özetlemiştir:
Hz. Nebi güler yüzlü,
güzel huylu, nazik kalpli idi. Hiçbir vakit sert ve kaba değildi. Onun ağzından
hiçbir müstehcen kelime çıkmazdı. Başkalarının hareket tarzını tenkid veya
takbih etmez, sevmediği bir hareket veya durum karşısında birşey söylemez, ona
göz yummakla iktifa ederdi. Şayet böyle bir harekette bulunan adam, kendi
hareket tarzının tasvibini isteyecek olursa Rasûlullah onu, kınamadan, kalbini
kırmadan bundan vazgeçirir, yahut susarak muhatabına memnun olmadığını
hissettirirdi.
Resul-i Ekrem kendi
hesabına üç şeyden sakınırdı:
1. Münakaşa ve
mücâdele,
2. Lüzumundan fazla söz
söylemek,
3. Kendisini alakadar
etmeyen işlerle meşgul olmak. Başkaları hesabına da üç şeyden uzak dururdu:
1. Kimseyi tenkid
etmezdi.
2. Kimseye hakarette
bulunmazdı.
3. Başkalarının
sırlarına muttali olmak istemezdi.
Her ne kadar Resul-i
Zişan efendimiz insanların eziyetlerine katlanıp onların kaba davranışlarını,
müsamaha ve olgunluk ile karşılarsa da, bunu asla müdahene (yağcılık)
sınırlarına vardırmaz. Müdârâ (güler yüzlülük) sınırlarından dışarı çıkmaz ve
"güzel söz de sadakadır"[Ahmed b. Hanbel, II, 400.] buyururdu.
Hakkın çiğnenmesi söz konusu olduğu zaman susmayı ise şeytanlık sayardı.
Uygunsuz haller ve
davranışları düzeltirken de son derece ince ve hassas hareket eder, bu hususta
tenkid ve uyanlarını şahısların bizzat kendilerine yöneltme yerine, üslubu
hakimane denilen bir uslub ile fiillere yöneltir ve bu sayede şahısların
gönlünü kırmaktan uzak kalırdı.
Fakat dinî meselelerde
gösterilen laubali davranışlarda ise tam bir salâbet-i diniyye sahibi idi. Bu
hususta ".... Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmazlar..."[Maide 54] emr-i
ilâhisinden ayrılmazlardı. Binaenaleyh bir kimsenin kendisine ya da başkasına erişmek
üzere olan şiddetli bir zararı önlemek için güler yüz göstermesi, hatta bazı
yerlerde müstehab olmakla beraber böyle şiddetli bir zararın erişmesi söz
konusu olmayan yerlerde müdara caiz değildir.
Şiddetli zarardan
maksat, şiddetli dayak, sürgün, görevden azil, öldürme gibi işlerdir.
(4789) no'lu hadis
hakkında daha geniş açıklama için (4182) numaralı hadisin şerhine de
bakılabilir.