SAHİH-İ MÜSLİM

     Konular Numaralar  

 

 

758 nolu Hadis’in İzahı:

 

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Teheccüd» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de; Ebû Dâvûd «Namaz» ve «Sünnet» bahislerinde, Tirmizî «Namaz» bahsinde;  Nesâî «Kitâbu'l-Nuût» da; İbni Mâce de «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

 

Tirmizî: «Ebû Hureyre hadîsi sahîh bir hadîsdir.» demişdir.

 

Müslim'in buradaki rivayetlerinden de anlaşılacağı vecihle Teâlâ Hazretlerinin alt semâya nüzulü muhtelif şekillerde ifâde olunmuşdur. Birinci rivâyetde bunun gecenin son üçte biri kaldığı zaman, ikincide ilk üçte biri geçtiği zaman, üçüncüde yarısı veya üçte ikisi geçtiği zaman, dördüncüde yarısında yahut son üçte birinde, beşincide ilk üçte biri geçtiği zaman vuku' bulduğu bildirilmektedir. Biribirine muarız görünen bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuşdur. Muhaddisinden Tirmizi gibi bazıları birinci rivayeti tercih etmiş; ve bu rivayet için esah tâbirini kullanmışdır. Rivayetlerden biri esâh olunca, diğerleri sahih olarak kalır. Binâenaleyh hepsi doğrudur.

 

Kadı İyâz tercih ettiği rivayet hakkında: «Sahih» tâbirini kullanmışdır. Bu tâbir, geri kalan rivayetlerin zayıf olmasını iktizâ eder. Ancak Nevevî hadîsin muhtelif rivayetlerini İmam Müslim'in sahih senedlerle tahrîc ettiğini söyliyerek Kadi'nin sözünü reddetmişdir. Nevevî'ye göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bu rivâyetlerdeki vakitlerin birini bir defâ, diğerini de başka bir def'â söylemiş olmasını; Ebû Hureyre 'nin bunların hepsini işiterek nakletmiş olmasını muhtemel görmektedir.

 

Tirmizî bu hadîsi tahrîc ettikden sonra bu bâbda Alî b. Ebî Tâlib, Ebû Saîd-i Hudrî, Rifâatü'l-Cühenî, Cübeyr b. Mut'im, İbni Mes'ûd, Ebû'd-Derdâ' ve Osman b. Ebî'l-Âs bunlardan başka Câbir b. Abdillâh, Ubâde b. Sâmit, Ukbetü'bnü Âmir, Amru'bnü Anbese, Ebû'l-Hattâb, Ebû Bekr-i Sıddîk, Enes b. Mâlik, Ebû Mûse'l-Eş'arî, Muâz b. Cebel, Ebû Sa'Iebe, Âişe, ,İbni Abbâs ve diğer ashâb-ı kirâm'dan da rivayetler bulunduğunu söylemiş, bunların hadîslerini şöyle sıralamışdır:

 

1- Hz. Alî (Radiyallahu anh) hadîsini Dârakutnî «Kitâbü's-Sünne» de tahric etmişdir. Bu hadîsde Ali (Radiyallahû anh) :

 

«Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i: Eğer ümmetime meşakkat vermiş olmasaydım her namazda onlara misvak tutunmalarını emreder; yatsıyı gecenin üçte birine geciktirirdim. Çünkü gecenin üçte biri geçtiği vakit Allah alt semâya

hübût eyler ve tâ fecir doğuncaya kadar orada bulunarak bir sözcü: isteyen yok mu? isteği verilsin! Duâ eden yok mu? icabet buyurulsun! der; buyururken  işittim,» demişdir.

 

Aynı hadîsi îmam Ahmed b. Hanbel dahî « Müsned » inde rivayet etmişdir. Dârakutnî 'nin başka bir rivayetinde. gece yerine: «Her cum'a gecesi...» denilmişdir.

 

2- Ebû Saîd hadîsini Müslim ile Nesâî tahrîc etmişlerdir. Babımızın son hadîsi budur.

 

3- Rifâatü'l-Cühenî hadîsini İbni Mâce rivayet etmişdir. Mezkûr hadîsde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

 

«Şüphesiz ki Allah mühlet verir; tâ ki gecenin yarısı yahut üçte ikisi gittîmi kullarım benden başka hiç bir kimseden bir şey dilemezse ilâ ah...» buyurmuşdur. Aynı hadîsi Nesâî dahî rivayet etmişdir.

 

4 - Cübeyrü'bnü Mut'im hadîsini Nesâî tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

 

«Şüphesiz ki Allah her gece alt semâya nüzul ederek : Acaba bir isteyen varmı ki, lediğini ona vereyim! istiğfar eden varmı ki, onu affedeyim! der.» buyurmaktadır.

 

Aynı hadîsi imam Ahmed dahî «Müsned» inde tahrîc etmişdir. Onun hadîsinde «Tâ fecr doğuncaya kadar...» ziyâdesi de vardır.

 

5- İbni Mes'ûd hadîsini İmam Ahmed tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlullah  (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 

«Gecenin son üçte biri oldumu Allah (Azze ve Ceile) alt semâya hübût buyurur. Sonra gök kapıları açılır; sonra yed-i kudretini yayarak : Acep bir şey isteyen varmıki, dilediği verilsin! der. Fecir doğuncaya kadar bu minval üzere devam eder.» buyurmaktadır.

 

6- Ebû'd-Derdâ' hadîsini Taberânî «Mu'cem-i Kebîr» inde rivayet etmiştir. Mezkûr hadîsde Resûl-ü Zîşân (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz;

 

«Allah Teâlâ gecenin geri kalan üçte bir saatlerinin sonunda nüzul eder ve ilk saatde kendinden başka kimsenin bakmadığı kitaba bakar ve dilediğini siler, dilediğini bırakır; ikinci saatde cennet-i adn'e bakar. Bu cennet onun sakin olduğu cennetcjir. Orada Nebilerle şehidlerden ve sıddîklerden başka onunla beraber kimse yokdur. Yine orada kimsenin görmediği ve insan kalbinden geçmeyen şeyler vardır. Nihayet gecenin son saatinde hübût eyler de benden af dileyen istiğfarcı yok mu ki, onu affedeyim! Benden hacet dileyen kimse yokmu

ki dileğini vereyim! Bana duâ eden yokmu ki, duasını kabul eyleyeyim! der. Bu fecre kadar (böyle) devam eder...» buyurmşdur. Fakat Taberânî : «Bu hadîs münkerdir.» demişdir.

 

7- Osman b. Ebî'l-Âs hadîsini imam Ahmed ile Bezzâr rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîs Ebû'd-Derdâ' hadîsinin sonuna benzemektedir.

 

8- Câbir hadîsini Dâraku'tnî «Kitâbu's-Sünne» de tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

 

«Şüphesiz ki Allah her gece; gecenin üçte birinde alt semâya nüzul ederek : Acaba kullarımdan bana duâ eden hiç bir kul yokmu ki, duasını kabul edeyim! Acep nefsine zulmeden hiç bir kimse yokmu ki, bana duâ etsin de onu affedeyim! Acep geçim sıkıntısına mâruz kalan yokmu ki, ona rızık vereyim! Benden yardım isteyen mazlum yokmu ki, ona yardım edeyim! Başı darda olan yokmu ki, başını çözeyim!... der. Fecir aydınlayıncaya kadar orası Allah'ın rizâ yeri olur. Sonra Rabbİmiz Azze ve Celi üst semâya kürsîsine teâlî eyler.» buyurmuşdur. Fakat bu hadîs dahi münkerdir. Ebû Nüaym onun hakkında: «Metrûkdur...» demişdir.

 

9- Ubâdetü'bnu's-Sâmit hadîsini Taberânî Mu'cem-i Kebîr» ile «Evsat» ında Hz. Câbir hadîsi tarzında rivayet etmişdir. Bu hadîsin bâzı râvîleri hakkında dahî söz edilmişdir.

 

10- Ukbetü'bnü Âmir (Radiyallahu anh) hadîsini Dârakutnî rivayet etmişdir, Fakat yine Dârakutnî: «Bu hadîs söz götürür.» demişdir.

 

11- Amr b. Anbese hadîsini yine Dârakutnî «Kitâbu's-Sünne» nâm eserinde rivayet etmişdir.

 

12- Ebû'l-Hattâb hadîsini Abdullah b. Ahmed «Kitâbu's-Sünne» de rivayet etmişdir. Bu hadîse göre ashâbı Resûlullâh'dan Ebû'l-Hattâb isminde bir zât Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize vitr'i sormuş, o da :

 

«Gece yarısı vitir yapmam benim için matlûpdur. Çünkü Allah üst semadan, alt semâya hübût eylerde: Günahkâr var mı? istiğfar var ırtı? duâ eyleyen var mı?... der, nihayet fecir doğdumu teâlî eyler.» buyurmuşlar.

 

Hâkim ile İbni Abdilberr: «Ebû'l-Hattâb' sahâbî değildir, İsmini bilen de yokdur.» demişlerdir.

 

Aynî geri kalan râvîlerin hadîslerinin nerede olduğnu zikretmemişdir.

 

Hadîsin mânâsına gelince görülüyor ki, bu hadîsin muhtelif rivayetlerinde Allah Teâlâ hakkında: Nüzul, hübût, yed, sakin olmak, yukarı çıkmak gibi ta'birler kullanılmışdır. Nuzul ve hübüt: Aşağı inmek, mânâsınadırlar. Yed ; El demekdir. Bunların hiçbirinin hakikati Allah Teâlâ hakkında caiz değildir. Şu hâlde bu tâbirler müteşâbihâtdandır. Onun için tercümede vârid oldukları lâfzı muhafazaya çalıştık. Bâzıları buradaki nüzül'den murâd, manevî nüzuldür, demiş; bir takımları «Yenzilû» fiilini «Yünzîlû» şeklinde rivayet etmişlerdir. «Yünzilû» : indirir, mânâsına geldiğinden, ona bir de mef'ûl takdir edilmiş ve: «Allah bir melek indirir,» denilmişdir.

 

Hadîsin bir rivayetinde mezkûr fiil «Yetenezzelû» şeklinde zaptedilmişdir. Bu kelime manevî nüzul hakkında zahirdir ve «Yenzilû» rivayeti ile aynı mânâya gelir. Türkçemizde «Tenezzül eder.» şeklinde kullanılır, burada da o mânâya alınır. Yâni Allah'ın azamet ve celâli fakîr ve hakîr kimselere ehemmiyet vermemeyi iktizâ ederse de Allah Teâlâ lütf-u kereminden onların hâllerine rahmet buyurmaya tenezzül eder de: «Yoksul ve zâlim olmayan Allah'a kim ödünç verecek?» yâni Allah'a ödünç verir gibi kim ibâdet ve tâatda bulunacak? der. Bu söz Allah'ın, kullarına bir latifesi ve onları ibâdete bir teşvikidir. Alt semâ da bize yakın olan hâlden kinaye olur.

 

Aynî 'nin beyânına göre bu hadis üzerinde muhtelif yönlerden söz edilmişdir. Şöyle ki :

 

1- Bâzıları bu hadîsle istidlal ederek Allah Teâlâ'ya cihet isbâtına kalkışmışlardır. Hattâ hadîs ulemâsından İbni Kuteybe ile İbni Abdilberr dahî buna kail olmuşlardır. Cumhûr'u ulemâ, Allah'a cihet isbâtından kaçınmışlardır. Çünkü buna kaiî olmak Allah'ın  -Hâşâ-  yeri mekânı ve haddi hudûdu olduğunu tecviz etmek demekdir. Hâlbuki Allah'u Teâlâ böyle şeylerden münezzehdir.

 

2- Haricîler ile Mu'tezilîler yahut Cehm b. Safvân,  İbrâhîm b. Salih ve Mansûr b. Tâlha gibi mu'tezilenin ileri gelenleri bu bâbda vârid olan hadîsleri inkâr etmişlerdir. Fakat bu yaptıkları kuru bir inad'dan ibâretdir. Kendileri Kur'ân-ı Kerîm'in buna benzer müteşâbin âyetlerini te'vîl etmişler, hadîslerdeki müteşâbihleri ise yâ cehalet yahut inadlık saikası ile büsbütün inkâr etmişlerdir,

 

Mu'tezile'den İbrâhîm b. Salih ile hadîs ulemâsından İshâk b. Râhuye arasında bu husûsda münâkaşa geçtiği rivayet olunur. Bu münâkaşayı İshâk b. Râhuye şöyle anlatmışdır:

 

«Emîr Abdullah b. Tâhir'in meclisi beni şu bid'atçı yâni İbrâim b. Salih ile bir araya getirdi. Emîr, Allah'ın nüzulüne dâir malûmat istedi. Ben de buna dâir haberleri kendisine sayıp döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semadan bir semâya inen Allah'a küfrediyorum! dedi. Ben cevaben: Ben de dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum! dedim. Neticede emîr Abdullah benim sözümü kabul; İbrahim'inkini reddetti.»

 

Aynî, İshâk'ın bu sözünü aynen Fudayl b. Iyâd 'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyâd: «Cehmîler 'den biri: Ben, aşağı inen ve yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum; derse, ben de: Ben dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum; cevâbını veririm.» dermiş.

 

Bunu îbni Hibbân'ın babası «Kitâbu's-Sünne» adlı eserinde nakletmiş ve yine Aynı eserde Ebû Zür'a'nın şunları söylediğini bildirmişdir:

 

«Bu hadîsler, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den tevâtüren sabit olmuşdur. (Allah, her gece alt semâya nüzul eder.) Bunu, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ashabından birçokları rivayet etmişlerdir. Böyle hadisler bizce sahih ve kavidirler. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ'nın nüzul buyurduğunu söylemiş; fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamışdır. Binâenaleyh biz de (Allah alt semâya iner; deriz; fakat nasıl indiğinden bahsetmeyiz.)

 

Ebû Muhammed b. Ahmed El-Müzenî'nin: «Allah'ın indiğini bildiren hadîs Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den sahîh yollarla sabit olmuş, Kur'ân-i Kerîm'de de bunu tasdik eden şu âyet nazil olmuşdur:

 

Rabbim ve melekler de saff saff olarak geldikleri vakit ,..[ Fecr 22 ] » dediğini    Beyhakî «Kitâbu'I-Esmâ» sında rivayet etmişdir.

 

3- Bâzıları bu hadîsleri te'vîl hususunda ifrata gitmiş, hattâ bir nev'î tahrife yaklaşmadır. Birtakımları te'vîl hususunda tafsilât cihetine gitmiş; arap lisânında kullanılan şekillere yakın bulunan müteşâbihleri te'vîl etmiş; uzak olanları te'vîlden kaçınmışlardır.

 

4- Cumhûr-u ulemâ bu husûsda en aşikâr ve salim olan yolu tutarak müteşâbih âyet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş; onlara îmân ile Allah Teâlâ'yı mahlûkatına benzemekden, ona keyfiyyet ve kemmîyet isbâtından tenzih eylemişlerdir.

 

Zührî, Evzâî, İbni'l-Mubârek, Mekhûl, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân b, Uyeyne, Leys b. Sa'd, Hammâd b. Seleme ile mezhep imamlarından Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtının kavilleri de budur.

 

İmam A'zam'a, Allah Teâlâ'nın alt semâya nasıl indiği sorulmuş, Hz. İmam:  «Keyfiyyetsiz olarak inmişdir.» cevâbını vermişdir.

 

Hammâd b. Zeyd: «Allah'ın nüzulü, ikbâl ve teveccühüdür.» demişdir.

 

Ayni: «Şüphesiz ki nüzul: Cismin yukarıdan aşağıya intikalidir. Allah Teâlâ ise bundan münezzehdir. Binâenaleyh bu mânâda varid olan hadîsler müteşâbihâtdandır. Müteşâbihât hususunda ulemâ ikiye ayrılmışlardır. Birinci kısma «Müfevvida» derler. Müfevvida : Havale edenler manasınadır. Bunlar müteşâbih âyet ve hadîslere îmân eder, mânâlarını Allah Teâlâ'ya havale kılarlar. Allah Teâlâ'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna da cezm'en i'tikatda bulunurlar.

 

İkinci kısma: «Müevvile» denilir. Müevvile; te'vîl edenler demekdir. Bu zevat müteşâbihleri yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabilden olmak üzere Allah'ın alt semâya inmesini dahî «Allah'ın emri yahut melekleri iner.» şeklinde ve «Bu bir istiaredir; mânâsı: Allah, duâ edenlere lütuf buyurur da dualarını kabul eyler; demekdir.» Veya buna benzer tarzlarda te'vîl etmişlerdir.

 

Hattâbî diyor ki: «Bu hadîs, sıfat hadîslerindendir. Selef'in bu husûsdaki mezhebi Allah'ın sıfatlarına îmân etmek, o sıfatları zahirî mânâları üzerine bırakmak ve Allah Teâlâ'dan keyfiyeti nefyetmekdir...»

 

Kadı Beyzâvî de şunları söylemişdir: «Allah Teâla'nın cism olmakdan, boşlukda yer tutmakdan münezzeh bulunduğu kat'î olan aklî deliller ile sübût bulunca, onun hakkında yukarıdan aşağı intikâl mânâsına gelen nüzul imkânsızdır. Şu hâlde onun hakkındaki nüzul'den murâd, rahmetinin nurudur. Filhakika (Allah üst semadan alt semâya iner.) diye hadîs vârid olmuşdur. Bunun mânâsı, celâl sıfatlarının muktezâsı olan düşmanı kahır ve âsîlerden intikam gibi şey'lerden ikram sıfatı olan rahmet, merhamet ve afve intikaldir.»

 

Nüzul, ityân ve mecî' gibi kelimeler hareket ve sükûnu kabul eden bir cisme izafe edilerek kullanılıriarsa mânâları arasında fark yokdur. Fakat bunlar intikal ve hareketi lâyık olmryan Allah Teâlâ'ya izafe edilirlerse, onun sıfatına göre te'vîl olunurlar.

 

 

Nüzul : Lûgatda beş muhtelif mânâda kullanılır. Bunlar : Bir yerden bir yere intikal. Bir şey'i bildirmek, bir şey'e yönelmek, bir şey'i söylemek ve hükmetmekdir.

 

a) «Biz, gökyüzünden temiz su indirdik.» âyet-i kerimesindeki inzalden murâd, intikâldir.

 

b) «Onu, Cebrâîl indirdi.» âyet-i kerimesindeki inzal, i'lân yani bildirmek manasınadır.

 

c) Araplar «Filân iyi huylardan, ne tenezzül etti.» derler ki, iyilerden kötülere yöneldi; mânâsını kasdederler.

 

d) «Allah'ın inzal ettiğinin mislini, ben de İnzal edeceğim.» âyet-i kerîmesindeki inzâl'den murâd, sözdür. Yâni «Ben de Allah'ın söylediği gibi söyliyeceğim» demekdir.

 

e) Araplar «Biz filân oğulları bize nüzul edinceye kadar hayır ve adalet içinde yaşardık.» derler ki, buradaki nüzül'den maksad, hükmetmekdir. Yânı: «Bize, filân oğulları hükmetmeye başlayıncaya kadar hâlimiz ve rahatımız iyi idi.» demekdir.

 

Böylece kelime birkaç mânâ arasında müşterek olunca Allah Teâlâ hakkındaki nüzulün, onun sânına yakışır bir şekilde te'vîli icâb eder. Mezkûr mânâlar arasından onun sânına yakışanı ise yeryüzünde yaşıyanlara ikbâl ve teveccüh buyurmasıdır.

 

Hadîsin bütün rivayetlerinde Allah Teâlâ'nın :

 

«Var mı duâ eden, kabul edeyim! Bir isteği olan var mı, vereyim! istiğfar eden var mı, affedeyim.» buyurur, denilmişdir. Bu üç şey arasında ulemâ şöyle, fark görürler: İstenilen bir şey ya zararın defi yahut menfaat'in celbine âiddir. Menfa'at dînî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır, îşte rivâyetlerdeki istiğfar ile zararın define; istek ile dünyevî hayırın celbine, duâ ile de dîni hayrın celbine işaret buyurulmuşdur.

 

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Allah kat'iyyen vaadinden dönmez. Böyle olmakla beraber acaba niçin bir çok duâ edenlerin duaları kabul edilmiyor?

 

Bu suâle Aynî şu cevâbı vermektedir: «Duanın kabul edilmemesi yâ duanın şartlarından bâzısı bulunmadığı yahut duâ eden kimse acele ettiği veya duası, günâha ve kat-ı rahime âid olduğu içindir. Yahut Allah, duayı kabul eder de istenilen şey'in olması Allah'ın dilediği vakte gecikir...»

 

«Sonra Allah iki yedini yayarak...» cümlesinin asıl mânâsı: «iki elini yayarak...» demek ise de müteşâbih olan yed kelimesi, tercümeye imkân görülemiyerek olduğu gibi zikredilmiştir, Müteşâbihleri te'vîl yoluna gidenlerce bu cümleden murâd: «Sonra Allah Teâlâ rahmet, nimet ve ihsanını yayarak, yoksul ve zâlim olmayan Allah'a adetâ ödünç verircesine sadaka, namaz, oruç ve zikir gibi ibâdetlerde bulunan yok mu! Bu ihsanlarımı, onlara dağıtayım!..» denıekdir.

 

Hadîs-i şerif rahmet saatinin tanyeri ağarıncaya kadar devam ettiğine delildir. Bu rivayetler, geceleri tanyeri ağarıncaya kadar duâ ve istiğfarda bulunmaya teşvik; duâ ve istiğfar gibi tâatlar için gecenin sonu evvelinden daha hayırlı olduğuna tenbîh etmektedirler.