NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF’İN DEVAMI:
100 - (1037) وحدثني
حرملة بن
يحييى. أخبرنا
ابن وهب. أخبرني
يونس عن ابن
شهاب. قال:
حدثني حميد بن
عبدالرحمن بن
عوف قال: سمعت
معاوية بن أبي
سفيان، وهو
يخطب يقول:
إني سمعت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
يقول
"من
يرد الله به
خيرا يفقهه في
الدين. وإنما
أنا قاسم
ويعطى الله".
{100}
Bana Harmeletü'bnü Yahya
rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dediki): Bana Yûnus, ibni
Şihab'dan naklen haber verdi; (Demişki): Bana Humeyd b. Abdirrahman b. Avf
rivayet etti. (Dediki): Muaviyetü'bnü Ebî Süfyan*ı hutbe okurken dinledim;
şöyle diyordu:
Ben, Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i
«Her kim'e Allah çok
hayır vermek murad ederse onu dînde fakîh kılar. Ben, ancak taksimciyim, veren
ise Allahdır.» buyururken işittim.
Bu sayfanın devamı da var! O sayfa için buraya tıkla
AÇIKLAMA:
Fıkıh hadîsini Buhari
«İlim» bahsinde tahric etmiştir. Onu Nesaî dahî rivayet eder.
Buharî'nin rivayetinde
şu cümle de vardır: «Bu ümmet Allah'ın emri gelinceye kadar muhalifleri
tarafından bir zarar görmeden Allah'ın emri üzere taata devam edecektir.»
Birinci ve üçüncü
hadîslerdeki «hayır»'dan murad: Ya bütün hayırlar yahut çok hayırdır. Bu
kelimenin nekîre olarak zikredilmesi, umûm ifade etsin diyedir. Çünkü şart
siyakında varid olan nekîreler, siyak-ı nefîde varid olanlar gibi umûm ifade
ederler. Kelimenin nekire olarak zikrinden ta'zîm kastedilmiş de olabilir.
Fıkıh: Bir şey'i bilmek
veya hakkıyla bilmek, demektir. Şeriat İstılahında ise şeriatın fer'î
hükümlerini tafsili delillerden istidlal yoluyla çıkararak bilmektir. Burada
münasib olan birinci manadır. Zîra dîn ilimlerinin hepsine şamildir.
Fıkıh ilmi ile meşgul
olan alime «Fakîh» derler.
Hasan-ı Basrî: «Fakîh:
dünyadan el çeken ve ahirete rağbet gösteren, dîn işlerinde basiretle hareket eden
Allah'ına ibadet eden kimsedir.» demiştir.
Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) bir rivayette: «Ben, ancak hazinedarım...»; diğer rivayette:
«Ben, ancak taksimciyim; veren ise Allah'dır.» buyurmakla kendisinin getirdiği
vahyi hiç bir kimseye hassaten tebliğ etmediğini bil'akis umûmi olarak herkese
tebliğde bulunduğunu, hakikatte her şey'i veren de alan da Allah Teala
olduğunu, iradesine göre akıl ve idraki insanlara o bahşettiğini anlatmak
istemiştir. Ashab-ı kiram'ın hadîs ve ayetlerden mana anlayışları bir seviyede
değildi. Bazıları bir hadis veya ayetin yalnızca açık olan zahirî manasını
anlar; diğer bazıları ise onların inceliklerine nüfuz ederlerdi.
Ashab-ı kiram'ın
halleri böyle olunca, ümmetin diğer efradının da anlayış dereceleri bir olmayacağı
evleviyetle sabit olur. Çünkü ashab nûr-u nübüvvetten kana kana içen
bahtiyarlardır. Sair ümmet efradı bu şerefe nail olamamışlardır. Ancak onların
arasında da şer'i mes'eleleri delillerinden çıkaracak kudreti haiz müctehidler
yetişmiş şer'i mes'eîerleri hallederek bütün ümmetin enzar-ı itlaına
arzetmişlerdir. Şüphesiz ki bu, Allah'ın büyük bir fadl-u ihsanıdır. Teala
Hazretleri onu dilediği kullarına verir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir: «Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in Resul, mübeşşir
ve nezir gibi nice sıfatları varken burada neden kendisine (Ben ancak bir
hazinedarım!) yahut (Ben, ancak bir taksimciyim.) buyurarak hasr yapmıştır?»
Cevap: Buradaki hasr,
muhatabın itîkaadına göredir. Muhatab onun hem taksimci hem de verici olduğuna
îtîkaad ediyordu. İşte kendisinin verici değil yalnız bir taksimciden ibaret
olduğunu anlatmak için (Ben, ancak bir taksimciyim.) diyerek kasr-ı ifrat
yapmıştır. Bu sözün manası: «Benim vazifem yalnız sizin aranızda taksim
yapmaktan ibarettir, dilediği miktarda akıl, fikir ve anlayış ihsan eden ise
Allah Teala'dır.» demektir.
Bu cümleyi şeyh
Kutbuddin şöyle izah etmiştir: «Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)*
Allah'ın ihsan ettiği maldan kendine hiç bir şey ayırmamıştır. O, ganimetler
hakkında:
(Allah'ın sizden fazla
olarak verdiği ganimetlerden benim malım yalnız beşte birdir; o da sîzin
olsun.) buyurmuştur. Burada (Ben ancak taksimciyim.) demesi, ashab-ı kiramının
gönüllerini almak içindir. Çünkü kendisine ashabından fazla ganimet tahsis edilmiştir.
Mana şudur: Mal da Allah'ın, kullar da Allah'ındır. Ben, Allah'ın izniyle
sadece bir taksimciyim...»
Ancak aynı bu izahatla
hadîsin zahiri arasında büyük fark olduğunu söylemekte ve şöyle demektedir:
«Çünkü Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'in birinci hadisi vahyin tebliği ve şeriatın beyanı hususundaki taksimi
bildirmektedir. Şeyh Kutbuddîn' in rivayet ettiği hadis ise mal taksimi
hakkında sarahat arzetmektedir. Her iki hadîsin ayrı ayrı tevcihleri vardır.
Birinci hadîs İslam dîninde fakih olmakdan bahseder...
îkinci hadîsin zahiri
ise mal taksimini göstermektedir. Lakin burada şöyle bir sual varid olur:
«Burada bu sözün münasebeti nedir?» Suale şöyle cevap verilir. Mal, hadîsi
ganimetler taksim edilirken varid olmuştur. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) hikmet icabı ashabdan bazılarına fazla verince ashab bunun hikmetini
anlayamamış hatta içlerinden bu hususta ileri geri laf edenler olmuş, bunun
tizerme Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'-
(Her kime Allah büyük
hayır vermek dilerse onu dînde fakîh kılar.) buyurarak bu işin hikmetini ancak
Allah'ın fazla akıl, fikir ve şiriat umurunda anlayış ihsan ettiği kimselerin
anlayabileceğini, anlamıyanların işe karışmamaları gerektiğini zîra hakîkatta
bütün umur Allah'ın yed-i kudretinde olduğunu, almak, vermek, arttırmak,
eksiltmek hep ona ait şeyler olduğunu, kendisinin yalnız taksim vazifesi
gördüğünü binaenaleyh fazla veya noksan vermenin kendisine değil Allah'a nisbet
edileceğini beyan ederek bu hususta laf edenlere red cevabı vermiştir.
Davûdî diyor ki:
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in: (Ben, ancak taksimciyim; veren
Allah'dır.) sözü, verdiklerini vahye Hz. Muaviye' nin çok hadis rivayet
etmekten menederek bundan yalnız Hz. Ömer devrinde rivayet olunan hadisleri
müstesna tutması, onun zamanında gayr-i müslimlerden ve onların kitaplarından
rivayette bulunanlar çoğaldığı içindir. Bu sebeple hadîs ravilerinin nazar-ı
dikkatlerini Hz. Ömer zamanına celbetmiştir. Çünkü Ömer (Radiyallahu anh) hadis
hususunda pek ziyade dikkat ve şiddet gösterir, gelişigüzel, hadîs diye rivayet
edilen her sözü kabul etmez, söylenen sözün hadîs olduğunu isbat için iki şahit
isterdi. Hadis ilmi bu suretle istikrar kespetmiş ve rivayet olunan hadisler
şöhret bulmuştur.