NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
76 - (1775) وحدثني
أبو الطاهر
أحمد بن عمرو
بن سرح. أخبرنا
ابن وهب.
أخبرني يونس
عن ابن شهاب.
قال: حدثني كثير
بن عباس بن
عبدالمطلب.
قال: قال عباس:
شهدت
مع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم يوم
حنين. فلزمت
أنا وأبو
سفيان بن
الحارث بن
عبدالمطلب
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم. فلم
نفارقه. ورسول
الله صلى الله
عليه وسلم على
بغلة له،
بيضاء. أهداها
له فروة بن
نفاثة
الجذامى. فلما
التقى
المسلمون
والكفار، ولى
المسلمون
مدبرين. فطفق
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يركض على
بغلته قبل
الكفار. قال
عباس: وأنا
آخذ بلجام
بغلة رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
أكفها إرادة
أن لا تسرع.
وأبو سفيان
آخذ بركاب
رسول الله صلى
الله عليه وسلم.
فقال رسول
الله صلى الله
عليه وسلم (أي
عباس! ناد
أصحاب
السمرة). فقال
عباس (وكان
رجلا صيتا):
فقلت بأعلى
صوتي: أين
أصحاب السمرة؟
قال: فوالله!
لكأن عطفتهم،
حين سمعوا صوتي،
عطفة البقر
على أولادها.
فقالوا: يا
لبيك! يا لبيك!
قال: فاقتتلوا
والكفار.
والدعوة في الأنصار.
يقولون: يا
معشر الأنصار!
يا معشر الأنصار!
قال: ثم قصرت
الدعوة على
بني الحارث بن
الخزرج.
فقالوا: يا
نبي الحارث بن
الخزرج! يا
بني الحارث بن
الخزرج! فنظر
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وهو على
بغلته،
كالمتطاول
عليها، إلى
قتالهم. فقال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم (هذا حين
حمي الوطيس).
قال: ثم أخذ رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
حصيات فرمى
بهن وجوه
الكفار. ثم
قال (انهزموا.
ورب محمد!) قال:
فذهبت أنظر
فإذا القتال
على هيئته فيما
أرى. قال:
فوالله! ما هو
إلا أن رماهم
بحصياته. فما
زلت أرى حدهم
كليلا وأمرهم
مدبرا.
[ش
(حنين) واد بين
مكة والطائف،
وراء عرفات،
بينه وبين مكة
بضعة عشر
ميلا. وهو مصروف
كما جاء به
القرآن
العزيز.
(أبو
سفيان بن
الحارث) أبو
سفيان هذا هو
ابن عم رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
قال جماعة من
العلماء: اسمه
هو كنيته.
وقال آخرون:
اسمه المغيرة.
(على
بغلة له
بيضاء) كذا
قال في هذه
الرواية ورواية
أخرى بعدها
إنها بغلة
بيضاء. وقال
في آخر الباب
على بغلته
الشهباء. وهي
واحدة. قال العلماء:
لا يعرف له
صلى الله عليه
وسلم بغلة سواها،
وهي التي يقال
لها: دلدل.
(يركض
بغلته) أي
يضربها برجله
الشريفة على
كبدها لتسرع.
(أصحاب
السمرة) هي
الشجرة التي
بايعوا تحتها
بيعة الرضوان.
ومعناه: ناد
أهل بيعة الرضوان
يوم الحديبية.
(صيتا)
أي قوي الصوت.
ذكر الحازمي
في المؤتلف أن
العباس رضي
الله تعالى
عنه كان يقف
على سلع فينادي
غلمانه في آخر
الليل، وهم في
الغابة، فيسمعهم.
قال: وبين سلع
وبين الغابة
ثمانية أميال.
(لكأن
عطفتهم حين
سمعوا صوتي
عطفة البقر
على أولادها)
أي عودهم
لمكانتهم
وإقبالهم
إليه صلى الله
عليه وسلم
عطفة البقر
على أولادها.
أي كان فيها
انجذاب مثل ما
في الأمات حين
حنت على
الأولاد.
قال النووي:
قال العلماء:
في هذا الحديث
دليل على أن
فرارهم لم يكن
بعيدا. وأنه
لم يحصل الفرار
من جميعهم،
وإنما فتحه
عليهم من في
قلبه مرض من
مسلمة أهل مكة
المؤلفة
ومشركيها الذين
لم يكونوا
أسلموا. وإنما
كانت هزيمتهم
فجأة
لانصبابهم
عليهم دفعة
واحدة،
ورشقهم بالسهام.
ولا ختلاط أهل
مكة معهم ممن
لم يستقر الإيمان
في قلبه وممن
يتربص
بالمسلمين
الدوائر. وفيهم
نساء وصبيان
خرجوا
للغنيمة،
فتقدم أخفاؤهم.
فلما رشقوهم
بالنبل ولوا
فانقلبت أولاهم
على أخراهم.
إلى أن أنزل
الله سكينته
على المؤمنين،
كما ذكر الله
تعالى في
القرآن.
(والكفار)
هكذا هو في
النسخ، وهو
بنصب الكفار. أي
مع الكفار.
(والدعوة
في الأنصار)
هي بفتح
الدال. يعني
الاستغاثة
والمنادة
إليهم.
(هذا
حين حمي
الوطيس) قال
الأكثرون: هو
شبه تنور يسجر
فيه. ويضرب
مثلا لشدة
الحرب التي
يشبه حرها
حره. وقد قال
آخرون: الوطيس
هو التنور
نفسه. وقال ا
لأصمعي: هي
حجارة مدورة،
إذا حميت لم
يقدر أحد أن
يطأ عليها،
فيقال: الآن
حمي الوطيس. وقيل:
هو الضرب في
الحرب. وقيل: هو
الحرب الذي
يطيس الناس،
أي يدقهم.
قالوا: وهذه
اللفظة من
فصيح الكلام
وبديعه الذي
لم يسمع من
أحد قبل النبي
صلى الله عليه
وسلم.
(فما
زلت أرى حدهم
كليلا) أي ما
زلت أرى قوتهم
ضعيفة].
{76}
Bana Ebû't Tâhir Ahmed
b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dediki): Bize ibni Vehb haber verdi. (Dediki): Bana
Yûnus, ibni Şi-hâb'tan naklen haber verdi. (Demişki): Bana Kesir b. Abbâs b.
Abdilmuttalib rivayet etti. (Dediki): Abbâs şunları söyledi:
Resûlullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'le birlikte Huneyn harbinde bulundum. Ebû Süiyân b. Haris b.
Abdülmuttalib ile ben Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in peşine
takılarak ondan ayrılmadık. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beyaz bir
katırının üzerinde idi. Onu kendisine Ferve b. Nüfâsete'l-Cüzâmî hediyye
etmişti. Müslümanlarla küffâr karşılaşınca müslümanlar dönüp gerilediler.
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise katırını kâfirlere doğru
mahmuzlamaya başladı. Ben Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in katırının
geminden tutuyor; onu kopmasın diye men' ediyordum. Ebû Süfyân da Resûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in özengisinden tutuyordu. Derken Resûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
«Ey Abbasi Ashâb-ı
semurayi çağır!» dedi. Abbâs sesi kuvvetli bir zatmış. (Demişki):
— Ben de sesim çıkabildiğine: Ashâb-ı semûra
nerede? diye haykırdım. Vallahi sesimi işittikleri vakit (yerlerine) dönüşleri,
ineğin yavrularına dönüşü gibi idi. Ve:
— Yâ lebbeyk!.. Yâ lebbeyk!.. diyerek küffarla
harbettiler.
Ensârı çağırmak için :
Ey Ensâr cemaati! Ey Ensâr cemaati! diyorlardı. Sonra da'yet Benî Haris
İbni'I-Hazrec'e inhisar etti. Ve: Yâ Benî Haris ibni'l-Hazrec! Yâ Benî Haris
ibni'l-Hazrec! dediler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
katırının üzerinde uzanmış gibi bir vaziyette onların çarpışmasına baktı da :
«Bu, tandırın kızıştığı
zamandır!» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) birkaç çakıl alarak onları küffarın yüzlerine
attı ve:
«Muhammed'in Rabbine
yemîn olsun bozguna uğradılar!» dedi. Az sonra ben bakmağa gittim. Ne göreyim
harb onun dediği şekilde!.. Vallahi o küffara attığı çakıllarından başka bir
şey yapmamıştı. Artık onların kuvvetinin zayıfladığını, işlerinin gerilediğini
gördüm durdum!
77 - (1775) وحدثناه
إسحاق بن
إبراهيم
ومحمد بن رافع
وعبد بن حميد.
جميعا عن عبدالرزاق.
أخبرنا معمر
عن الزهري،
بهذا الإسناد،
نحوه. غير أنه
قال: فروة بن
نعامة
الجذامي. وقال
(انهزموا. ورب
الكعبة!
انهزموا. ورب
الكعبة!) وزاد
في الحديث:
حتى هزمهم
الله.
قال: وكأني
أنظر إلى
النبي صلى
الله عليه
وسلم يركض
خلفهم على
بغلته.
{77}
Bize bu hadîsi ishâk b.
ibrahim ile Muhammed b. Râfi' ye Abd b. Humeyd de hep birden Abdtirrazzâk'tan
rivayet ettiler. (Dedilerki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin
mislini haber verdi. Yalnız o:
«Fervetü'bnü
Nüâmete'l-Cüzamî» demiş; bir de: «Kâ'be'nin Rabbine yemin olsun bozguna uğradılar!
Kâ'be'nin Rabbine yemîn olsun bozguna uğradılar! demiştir. Bu hadiste şunu da
ziyade etmiştir: «Nihayet Allah onları bozguna uğrattı. Ben Peygamber
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i onların arkasında katırının üzerinde onu
mahmuzlarken hâlâ görür gibiyim!»
(1775) - وحدثناه
ابن أبي عمر.
حدثنا سفيان
بن عيينة عن
الزهري. قال:
أخبرني كثير
بن العباس عن
أبيه. قال: كنت
مع النبي صلى
الله عليه
وسلم يوم
حنين. وساق الحديث.
غير أن حديث
يونس وحديث
معمر أكثر منه
وأتم.
{…}
Bize bu hadîsi ibni Ebî
Ömer de rivayet etti, (Dediki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den rivayet etti.
(Demişki): Bana Kesîr b. Abbâs, babasından naklen haber verdi. (Demişki):
Huneyn harbi günü ben
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'le beraberdim... ve râvî hadîsi
nakletmiştir. Şu kadar var ki, Yûnus'Ia Ma'mer'in hadîsleri ondan daha uzun ve
daha tamamdır.
İzah:
Huneyn, Mekke ile Tâif
arasında bir vadidir. Mekke'ye takriben üç günlük mesafededir. Huneyn harbi hicretin
sekizinci yılında olmuştur. Bu harbin sebebi şudur: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) Huzâa kabilesine yardım için Mekke'ye gitmeyi kararlaştırmış; fakat bu
haber Hevâzin kabilesine ters ulaştırılarak kendileriyle harb edecekmiş
şeklinde bildirilmişti. Bu kabile cengâverliği ile meşhur olup o gün için
müslümanların en amansız düşmanı idi. Sakîf kabilesi de bu hususta Hevâzin'den
aşağı kalmıyordu. Bunlar derhal hazırlanarak Zülmecâz panayırının kurulduğu
yere geldiler. Bu yer Huneyn'in eteğindedir. Müslümanlar bu harbe 12 000 kişi
ile iştirak etmişlerdir. Bu çokluk bidayette kendilerine ucub getirmiş ve
harbin ilk safhasında bozulup gerilemişlerse de sonradan Allah'ın yardımıı
yetişmiş; ve harbi kazanmışlar; birçok ganimetler de ele geçirmişlerdir.
Kur'an-ı Kerîm'in Tevbe
sûresi 25-26 da Huneyn harbi hakkında şöyle buyurulmaktadır :
25- İnkâr kabul etmez
bir durumdur ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Özellikle Huneyn Günü ki,
o gün kendi çokluğunuz size güven vermişti de o gün size onun bir faydası
olmamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti. Sonra da
bozguna uğrayarak gerisin geri dönüp kaçmaya başlamıştınız.
26- Sonra Allah,
Resulünün üzerine ve müminlerin üzerine sekinetini (kalplere huzur veren
rahmetini) indirdi ve gözle görmediğiniz ordular indirdi de kendisini tanımayan
kâfirleri azaba uğrattı. Ve o kâfirlerin cezası işte budur.
Bir kavle göre bu
harbte gökten sekiz bin, başka bir kavle göre beş bin melek inmiştir, on altı
bin melek indiğini söyleyenler de vardır.
Burada Nebi (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'in beyaz bir katıra bindiği, başka bir rivayette ise katırın
siyah benekli beyaz renkte olduğu bildiriliyor. Bunların ikisi de birdir.
Ulemânın beyânına göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın bundan başka
katırı yoktu; ismi de «düldüldü.
Katırı hediyye eden
zâtın adı birinci rivayette Ferve b. Nafâse , ikincide Ferve b. Nuâme olduğu
bildirilmişse de Nevevî: «Sahih ve maruf olan birincisidir.» diyor. Bu zâtın
müslıiman olup olmadığı ihtilaflıdır. Hattâ Buhâri'nin rivayetine göre
hediyyenin sahibi Eyle kiralı
Yohanna'dır.
Harb kızışıp ordusunu
başı sıkıldığı anda Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bu hayvana
bûımesi onun son derece cesur olduğunun delilidir. Zîra ancak böyle yaparsa
müslumanların mercii ve mu'temedi olur; kendisini görüp yerini bilmekle
kalbleri itminan bulurdu. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hayvana
kasden binmişti. Yoksa kendisinin ma'rûf atları vardı; onlardan birine
binebilirdi. Askeri etrafından dağıldığı halde hayvanını mahmuziayarak
müşriklerin üzerine ilerlemesi ve her taraftan kuşatıldığı zaman —kaçmak şöyle
dursun— yere inerek sebat göstermesi akıllara hayret verecek derecede cesur ve
sabırlı olduğunu gösterir. Bâzıları bunu piyadeyi teselli için yaptığını
söylerler.
Sahâbe-i kiram onun
bütün harblerde şecaat gösterdiğini rivayet etmişlerdir. Bütün Nebilerin hâlü
şanı da böyledir." Onlar Allah'ın va'dîne güvenir; şehîd olup, Allah'a
kavuşmaya can atarlardı. Hiç birinin —hâşâ— harb meydanından kaçtığı sabit
olmamıştır. Ulemâ onlara harbten kaçma isnadında bulunan bir kimsenin tevbesi
bahis mevzuu olmaksızın öldürülmesi îcâbettiğini söylemişlerdir. Çünkü böyle
bir isnâd, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kara olduğunu yahut arap
değildiğini iddiaya benzer ki, kat'î surette bilinen bir sıfatını inkâr
demektir; bu ise —ma'âzallah— küfürdür.
Kurtubî bu hususta
şunları söylemiştir : «Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e bir noksanlık veya
kusur izafe eden kimsenin öldürülmesi lâzım geldiğine bazı ulemâmız icmâ'
nakletmişlerdir. Bir takımları böyle bir kimseden tevbe isteneceğini, tevbe
etmediği takdirde öldürüleceğini söylemişlerdir.» ibni Battal de: «Çünkü sözünü
te'vîl etmezse kâfirdir; te'vîl ederse özrü kabul olunur.» diyor.
Bu harbte ashabın
dağılmalarına gelince: Onlar, bir daha dönmemek üzere harbten kaçmamış; biraz
yerlerinden gerilemişlerdir. Nitekim çağırıldıkları vakit «Lebbeyk» diyerek
hemen koşup gelmeleri de bunu gösterir. Harb sahnesinden uzaklaşmış olsalar
çağırıldıklarını nereden bilecek ve işiteceklerdi? Zâten bir kısmı hiç
gerilememiş; Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yerlerinde sebat
göstermişlerdi. Bunlar bir rivayette on iki, başka bir rivayete göre yüz kişi
idiler. Nevevî bu harbte gerileyenlerin ekseriyetle müellefe-i kulûb ile henüz
müslüman olmayan Mekke müşrikleri olduğunu söylüyor. O gün müslüman ordusunda
fırsat kollayan müşrikler de varmış,
Resûlullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'in askerini Hz. Abbâs'a çağırtması sesi gür olduğu içindir.
Onun sabaha karşı Medine'deki Sela
dağının üzerinden bağırarak sekiz mil uzaktaki kölelerine işittirdiği
rivayet olunur.
Eshâb-ı Semura:
Hudeybiye'de ağaç altında Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e bey'at
edenlerdir.
«Yâ lebbeyk!» buyurun!
Hazırız manasınadır.
Vatîs: Tandıra benzeyen
bir taştır. Üzerinde yiyecek pişirilir. Harplerin kızışması bu taşın
sıcaklığına benzetilerek darb-ı mesel olmuştur. Bazıları bunun doğrudan doğruya
tandır olduğunu söylemişlerdir. «Bu, tandırın kızıştığı zamandır.» cümlesini
ilk defa Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin söylediği de rivayet
olunur.
Hadis-i şerifte geçen,
Ebu Süfyan: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in amcası oğlu ve süt
kardeşidir. isminin künyesinden ibâ- olduğu söylenirse de bâzıları isminin Muğîra olduğunu bildirmişlerdir.