|
|
Biz,
önce söze Belkıs'ın nesebi ve krallığı hakkında söylenenlerden başlıyoruz,
sonra da ikisi arasında geçen hadiselerden bahsedeceğiz. Alimler Belkıs'ın
atalarının isimleri konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir görüşe
göre, onun adı Belkama, babasının adı ise Lişarh (İlişarh)tır. Nesep şeceresi
ise: Lişarh bin el-Haris bin Kays bin Sayfi bin Sebe' bin Yeşcub bin Ya'rub bin
Kahtan'dır. Başka bir görüşe göre, onun adı Belkama, babasının adı Hadid'dir.
Babasının asıl adı Lişarh olup nesebi Yemen tübba'larına (Yemen hükümdarlarına
"tübba'" adı verilir) dayanmaktadır. Nesep şeceresi ise Uşarh bin Abd
(Zü'l-ez'ar) bin Ebrehe (Zü'l-Menar) bin el-Haris (er-Rayiş)'tir! Belkıs'ın
nesebi konusunda daha başka rivayetler ve görüşler de vardır. Fakat onların
burada zikredilmesine gerek yoktur.
Diğer
taraftan alimler, tübba'lar hakkında, onların öncelik ve sonralık konusunda,
sayılarının azlığı ve çokluğu hususunda araştırıcılara fazla faydası olmayan
bir takım farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ayrıca alimler Belkıs'ın (anne
tarafından) nesebi konusunda da değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Birçok
ravi onun annesinin cinlerden Ravaha adında bir kadın olup babasının cinlerin
kralı es-Sükker olduğunu söylemiştir. Bir rivayette ise Belkıs'ın annesinin adı
Belkama olup, babasının Amr bin Ümeyr el-Cinni olduğu ve onun: "İnsanlar
arasında benim dengim yoktur." diyerek cinlerden bir kız istediği ve
cinlerin kendilerinden bir kızla onu evlendirdikleri ileri sürülmektedir. İşte
Belkıs'ın annesi olan Belkama, Amr bin Umeyr'in cinlerden aldığı kadından
dünyaya gelmiştir.
Amr
bin Umeyr'in cinlere hangi yolla ulaştığı ve onlardan evlenmek için kız
istediği konusunda da alimler ihtilaf etmişlerdir. Bir rivayete göre, Amr bin
Umeyr ava düşkündü. Hatta çoğu zaman ceylan suretindeki cinleri avlar, sonra da
onların cin olduklarını anlayınca onları serbest bırakırdı. Bunun üzerine
cinlerin kralı ona görünüp bundan dolayı teşekkür etmiş ve onunla dost olmuştu.
Bu arada Amr bin Umeyr cinlerin kralından kızını istemiş, o da Yebrin ile Aden
arasındaki sahil kısmı kendisine vermesi şartıyla kızını ona vermeyi kabul
etmişti.
Başka
bir rivayete göre, bir gün Belkıs'ın babası Amr bin Umeyr ava gitmişti. Biri
siyah, diğeri beyaz kavga eden iki yılan gördü. Siyah yılan beyaz yılana üstün
gelmişti. O da siyah yılanın öldürülmesini emretti; beyaz yılanı alıp üzerine
su döktü, hemen sonra beyaz yılan ayıldı. Onu serbest bıraktıktan sonra evine
döndü ve tek başına otururken yanı başında güzel bir genç hasıl oldu. Amr ondan
çok korkmuştu. Bunun üzerine o Amr'a: "Sakın korkma, ben senin kurtarıp
serbest bıraktığın yılanım. Öldürdüğün siyah yılan ise bizim uşağımızdı. Bize
karşı koydu ve ailemden birkaç kişiyi de öldürdü." dedi. Sonra Amr bin
Umeyr'e mal vermek ve tıp ilmini öğretmek istedi. Fakat O: "Benim mala ve
servete ihtiyacım yok, tıp ilmi ise krala yakışmaz. Eğer bir kızın varsa onu
bana ver." dedi. O da kızını, yaptıklarına karışmamak, karıştığı takdirde
kendisinden ayrılmak şartıyla nikahladı. Amr bin Umeyr onun bu teklifini kabul
etti. Nihayet kadın ondan hamile kaldı ve bir oğlan çocuğu doğurdu, sonra bu
çocuğu ateşe attı. Amr bin Umeyr buna üzülmekle beraber, kabul ettiği şarttan
dolayı sesini çıkarmadı. Sonra kadın bir daha hamile kaldı; bu sefer bir kız
çocuğu doğurdu, onu da bir dişi köpeğin önüne attı. Köpek onu alıp gitti. Bu da
onun çok ağırına gitti; fakat kabul ettiği şart dolayısıyla yine sesini
çıkarmadı. Daha sonra Amr bin Umeyr'e karşı çıkarak adamlarından birisi baş
kaldırmış, o da askerlerini toplayıp onunla savaşmak üzere yola çıkmıştı. Bu
sırada hanımı da yanında bulunuyordu. Nihayet onlar bir ovaya gelip burasını
ortaladıklarında Amr bin Umeyr yanlarında bulunan azıklarının tümünün toprağa
karıştırıldığını ve suların da kırba ve kaplarından boşaltıldıklarını gördü.
Artık onlar kesinlikle helak olacaklarını ve bunu kadının emriyle cinlerin
yaptığını anladılar. Nihayet Amr bin Umeyr buna dayanamadı ve karısının yanına
gelerek oturdu, sonra yere işaret edip: "Ey yer, oğlumu yaktın, sabrettim.
Kızımı dişi bir köpeğe yedirdin, sabrettim. Şimdi ise bizi, azığımızı ve
suyumuzu yok etmek gibi bir facia ile karşı karşıya bırakıyorsun. Nerdeyse
mahvolacağız." dedi. Bunun üzerine kadın: "Eğer sabretmiş olsaydın
senin için daha iyi olurdu. Şimdi sana işin içyüzünü anlatayım: Senin düşmanın
vezirini aldatıp onun vasıtasıyla, seni ve askerlerini öldürmek için azığınıza
ve suyunuza zehir kattırdı. Vezirine emret de geriye kalan azıktan yesin ve
sudan içsin." dedi. Amr bin Umeyr, vezirine yiyip içmesini emretti; fakat
o buna yaklaşmadı. Bunun üzerine vezirini öldürdü. Sonra kadın onlara yakında
bulunan suyu ve saklanmış erzakı gösterdi ve: "Oğluna gelince: Ben onu
büyütüp terbiye etmesi için bir dadıya verdim, fakat o öldü. Kızın ise
hayattadır." dedi. İşte hemen o anda bir kızcağız yerden çıkıverdi. Bu
kızcağız ise Belkıs idi. Bundan sonra kadın Amr bin Umeyr'den ayrıldı, kendisi
ise düşmanının üzerine yürüyüp onlara karşı zafer kazandı; Amr bin Umeyr'in
cinlerden bir kadınla evlenmesi konusunda başka şeyler de söylenmiştir.
Bunların hepsi de aslı astarı olmayan düzme hurafelerdir.
Belkıs'ın
Yemen'e kraliçe olmasına gelince; bir rivayette babası onu veliaht göstermiş, o
da babasından sonra tahta geçmişti. Diğer rivayette ise, babası kendisinden
sonra tahta geçecek kimseyi vasiyet etmeden ölmüştü. Halk ise kralın oğlan
kardeşinin oğlunu başlarına geçirmişlerdi. Bu kişi ahlaksız ve fasıkın biriydi;
eşraftan birinin veya bir kralın güzel bir kızı olduğunu öğrendiği zaman onu
getirtir, ırzına tecavüz ederdi. Nihayet sıra amcasının kızı Belkıs'a geldi.
Aynı şeyi ona da yapmak istedi, fakat Belkıs kendi köşküne gelmesi kaydıyla ona
söz verdi. Bu arada akrabalarından iki kişiyi hazırladı ve köşke gelip baş başa
kaldıkları bir sırada onu öldürmelerini emretti. Neticede amcasının oğlu yanına
girdiğinde bu iki kişi üzerine atılarak onu öldürdüler. Belkıs, onun
öldürülmesi üzerine vezirlerini yanına getirtip: "İçinizde kendi kızının
ve aşiretinin kızlarının namus ve şerefi için gayrete gelecek hamiyet sahibi
hiç mi kimse yoktu?" diyerek azarladı, sonra onlara krallarının ölüsünü
gösterip: "Başınıza bir kral seçin" dedi. Bunun üzerine onlar:
"Senden başkasını istemeyiz." diyerek Belkıs'ı kraliçe yaptılar.
Bir
başka rivayete göre, Belkıs'ın babası kral değil, vezirdi. Vezirliğini yaptığı
kral ise gidişatı kötü, rezilin birisiydi. Soyluların, ileri gelenlerin
kızlarını ellerinden alır, onların namuslarını lekelerdi. İşte Belkıs onu
öldürdü, halk da onu başlarına geçirip kraliçe yaptı.
Yine
ilim ehlinden bir kısım kimseler Belkıs'ın saltanatını ve ordusundaki
askerlerin çokluğu konusunu çok abarttılar. Bir rivayette, onun eli altında
dört yüz kralın ve her bir kralın bir bölgesi bulunduğu, bu kralların her
birinin dört bin savaşçısının olduğu, ayrıca Belkıs'ın devlet işlerini yürütmek
üzere üç yüz vezirinin bulunduğu, on iki kumandanı olup her birinin on iki bin
savaşçıya hükmettiği ileri sürülmektedir.
Bazıları
ise bu konuda o derece mübalağa yapmışlardır ki, bu onların ne derecede cahil
ve zayıf akıllı olduklarını gösterir. Onlara göre, Belkıs'ın on iki bin
kumandanı, her kumandanın eli altında yüz bin savaşçısı, her savaşçının yetmiş
bin ordusu, her ordunun da yetmiş bin bahadır askeri vardı ve bunların yaşları
ise yirmi beş idi. Şu anda bu büyük yalanı rivayet edip nakleden kişinin hesap
bildiğini zannetmiyorum; çünkü hesap bilseydi cehaletinin ne miktarda olduğunu
anlardı. Şayet verdiği rakamların ulaştığı meblağ ı bir bilseydi, bu tutarsız
sözü cür'etli bir şekilde söylemekten geri dururdu. Çünkü bütün yeryüzü
sakinleri genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla, kadınıyla bu sayıya ulaşamaz. O
halde yalnız yirmi beş yaşında olanların sayısı nasıl bu kadar olabilir? Keşke
yirmi beş yaşında olmayan diğer halkın, bütün tebaanın, meslek sahiplerinin,
rençberlerin ve diğerlerinin sayısının ne kadar olduğunu bir bilseydim! Çünkü
ordu mensupları ülke halkının bir kısmını teşkil eder. Aynı zamanda Yemen'in
nüfusu günümüzde azalmış bile olsa, Yemen toprakları küçülmüş değildir. Bu
topraklar, bu kadar kişiyi ayakta ve yan yana dursalar bile almaz.
Yine
onlar, Belkıs'ın güneşe secde etmesini sağlamak için odasındaki güneşin girdiği
deliğe (pencereye) üç yüz bin okka altın harcadığını ve daha başka şeyler
yaptığını söylüyorlar. Ayrıca onlar, Belkıs'ın tahtı hakkında da ordusundaki
askerlerin çokluğuna münasip bir takım şeyler anlatıyorlar. Biz, bunları
zikrederek sözü uzatmayacağız. Onlar, yalan söylemek ve cahillerin akıllarıyla
alayedip eğlenmek üzere anlaştılar; akıl sahibi kimselerin, cehaletle onları
suçlamalarından doğacak neticeye hiç aldırış etmediler ve bunu küçümsediler.
Bizim bunları çirkin olmalarına rağmen burada zikretmemizin sebebi, bu gibi
kimselerin sözlerinin doğruluğuna inanan kişileri bunlara vakıf kılmak ve
böylece doğruya ulaşmalarını sağlamak gayesine matuftur.
Belkıs'ın
Hz. Süleyman'ın yanına gelip Müslüman olmasına gelince: Süleyman (A.S.) Hüdhüd
kuşunu aramış, fakat onu görememişti. Hüdhüd, yerin altındaki suyu görür, orada
suyun olup olmadığını, yakın mı uzak mı olduğunu bilirdi. İşte Hz. Süleyman onu
bunun için aramıştı. Hz. Süleyman savaşlarından birisinde suya ihtiyaç duydu,
yanında bulunanların hiç birisi suyun ne kadar uzakta olduğunu bilmiyordu. İşte
bunu sormak için Hüdhüd kuşunu aradı, fakat göremedi. Rivayet edildiğine göre,
onun Hüdhüd kuşunu aramasının sebebi şu idi: Kuşlar Hz. Süleyman'ı gölgelerdi.
Bir ara Süleyman (A.S.) güneş ışığının yere vurmuş olduğunu gördü, ışığın
nereden sızdığını görmek üzere baktığında Hüdhüd kuşunun yerinin boş olduğunu
fark etti. Bunun üzerine: ''Ona çetin bir şekilde azab edeceğim, ya da onu
keseceğim yahut da bana (mazeretini belirten) açık bir delil getirir.'' (Neml
suresi, ayet 21) dedi.
Bu
sırada Hüdhüd'ün yolu Belkıs'ın sarayına uğramıştı ve gözü sarayın arkasında
bulunan bir bahçeye ilişmişti. Orada ise bir başka Hüdhüd gördü ve ona:
"Sen neye Süleyman'dan ayrısın ve burada ne yapıyorsun?" diye sordu.
O da: "Süleyman dediğin kimdir?" dedi. Bunun üzerine Süleyman'ın
yanından gelen Hüdhüd ona, Hz. Süleyman'ın durumunu, kuşlardan ve başka
yaratıklardan onun emrine verilenleri anlattı. Öbür Hüdhüd buna hayret etti. Bu
defa Süleyman'ın Hüdhüd'ü ona: "Asıl hayret edilecek olan şeyise, bu kadar
kalabalık olmalarına rağmen bu kavmin başında bir kadının kraliçe olması, Ona
her şeyden verilip onun büyük bir tahtınınbulunması. (Nem suresi, ayet 23),
Allah'a şükredecekleri yerde güneşe secde etmeleridir." dedi. Belkıs'ın
tahtı altından yapılmıştı; bu taht ise yakut, zebercet ve inci gibi değerli
mücevherlerle süslenmişti.
Bundan
sonra Hüdhüd kuşu Hz. Süleyman'ın yanına döndü ve gecikmesinin sebebini
bildirip özür beyan etti. Bunun üzerine Hz. Süleyman ona: "Şu mektubumu
al, götürüp ona bırak", dedi. Hüdhüd, Belkıs sarayında iken ona yetişti ve
mektubu odasına bıraktı. Belkıs mektubu okudu, daha sonra da kavminin ileri
gelenlerini topladı ve onları: ''Ey ileri gelen kimseler! Bana çok değerli bir
mektup bırakıldı. O, Süleyman'dan geliyor ve o, "Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla" (başlıyor). "Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana
teslim olarak yanıma gelin." (diye yazıyor). Ey ileri gelenler! Bu işimde
bana bir rıkir verin. (Bilirsiniz ki) ben siz olmadıkça hiçbir şeyi (kendi
başıma) kesip atmam.'' (Neml suresi, ayet 29-30) dedi. Bunun üzerine ileri
gelen kimseler ona: ''Biz kuvvetliyiz, yaman savaşçılarız, ama ferman senindir.
Bak (düşün), neyi emredersen (onu yapalım)'' (NemI suresi, ayet 33) dediler.
Belkıs bu defa: ''Ben onlara bir hediye göndereyim, bakayım elçiler ne ile
dönecekler.'' (Neml suresi, ayet 35). Eğer o bu hediyeyi kabul ederse, dünya
hükümdarlarından birisidir. Biz ondan daha yüksek ve kuvvetliyiz. Şayet kabul
etmezse, o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir." dedi.
Nihayet
hediye Hz. Süleyman'a ulaşınca, o Belkıs'ın elçilerine: ''Siz bana mal ile
yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha
hayırlıdır. Hediyeniz ile siz sevinirsiniz (ben değil). (Ey elçi!) Onlara dön
ve (söyle): Onlara, kendilerinin asla karşı koyamayacakları ordularla gelir,
onları hor ve hakir bir durumda oradan sürer çıkarırım.'' (Neml suresi, ayet
36, 37) dedi. Nihayet elçiler Belkıs'ın yanına dönünce, o kavminin içerisinde
bulunan kumandanlarım yanına alarak Hz. Süleyman'ın huzuruna gitmek üzere yola
çıktı. Belkıs, kumandanlarıyla birlikte Hz. Süleyman'ın ülkesine gelip ona bir
fersah kalıncaya kadar yaklaştığında, Hz. Süleyman adamlarına: ''"Ey ileri
gelenler! Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce, hanginiz onun tahtını
bana getirebilir?" dedi. (Bunun üzerine) cinlerden bir ifrit (kötü bir
cin): "Sen makamından kalkmadan (öğle yemeğine gitmeden) önce ben onu sana
getiririm." dedi.'' (Neml suresi, ayet 38, 39). Hz. Süleyman: ''"Daha
erken istiyorum" deyince, yanında Kitab'dan bir ilim bulunan kimse (İsm-i
a'zamı bilen veziri Asaf bin Berhıya): "Sen gözünü kırpmadan önce ben onu
sana getiririm!" dedi.'' (Neml suresi, ayet 39). Sonra ona: "Devamlı
surette gökyüzüne bak, onu yanına getirene kadar gözünü kırpma." dedikten
sonra secdeye kapanıp dua etti. İşte bu sırada Hz. Süleyman Belkıs'ın tahtının
kendi tahtının altından yukarı doğru çıktığını gördü. Bunun üzerine o: ''Bu,
Rabb'imin lutfundandır. (Lutfuna) şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü
edeceğim? diye beni sınamak istiyor .. '' (NemI suresi, ayet 40) dedi. Yani
Rabb'ime şükretmem gerekirdi; çünkü ben daha gözümü kırpmadan onun tahtını bana
getirmişti. Rabb'ime karşı nankörlüğe düşmem de muhtemeldi, çünkü onun tahtını
bana getirme hususunda benden daha muktedir birini benim elimin altına vermişti
(Yani hasedlik ederek nankörlüğe düşebilirdim).
Nihayet
Belkıs gelince kendisine: ''"Senin tahtın da böyle mi?" denildi. O:
"Bu, tıpkı o" dedi.'' (NemI suresi, ayet 2). Sonra o: "Ben onu
kaleler içerisinde bırakıp gelmiştim. Halbuki yanında onu koruyan askerler de
vardı. Buraya nasıl gelebildi?" dedi.
Hz.
Süleyman şeytanlara: "Bana, içinde Belkıs'ı huzuruma kabul edeceğim bir
köşk yapın." dedi. Bu sırada şeytanlardan birisi: "Zaten Süleyman'ın
emrine verilenler, verilmiş bulunuyor. Belkıs ise Sebe' kraliçesidir. Şimdi
Süleyman onunla evlenir, bir de oğlan çocukları dünyaya gelirse, bundan sonra
biz ebediyen kendimizi kulluktan kurtaramayız." dedi. Belkıs, bacakları
kıllı bir kadındı. Bunun üzerine şeytanlardan biri diğerlerine: "Ona öyle
bir bina yapınız ki, onun bacaklarının kıllı oluşunu görsün de onunla
evlenmesin" dedi. Nihayet şeytanlar, zemini yeşil sırçadan ona bir köşk
yaptılar, zemin kısmının üzerini ise beyaz sırçadan tabakalarla kapladılar.
Böylece zemin kısım su gibi görünmeye başladı. Hatta yeşil ve beyaz sırça
tabakalarının arasına balık ve benzeri diğer deniz hayvanlarının resimlerini
yerleştirdiler. Bundan sonra Hz. Süleyman tahtına oturup Belkıs'ın huzuruna
alınmasını emretti. Belkıs, Süleyman (A.S.)'ın huzuruna gelmek için köşke
girdiğinde, zeminin altındaki balık ve diğer deniz hayvanlarının resimlerini
görünce, onu dalgalanan bir su sandı ve içinden geçmek maksadıyla bacaklarını
sıvadı. Hz. Süleyman Belkıs'ı bu vaziyette görünce başını başka tarafa çevirdi
ve: ''O, sırçadan yapılmış cilab, şeffaf (bir zemindir).'' (NemI suresi, ayet
44) dedi. Bunun üzerine Belkıs: ''Ey Rabb'im! Gerçekten ben kendime
zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la beraber alemlerin Rabb'i Allah'a teslim oldum (Müslüman
oldum).'' (NemI suresi, ayet 44) dedi.
Bundan
sonra Hz. Süleyman, Belkıs'ın bacaklarındaki kılları giderecek ve vücuduna
zarar vermeyecek bir şeyin olup olmadığını sorup istişarede bulundu. Bunun
üzerine şeytanlar, kılları zararsız bir şekilde gidermek için hamam otunu imal
ettiler. İşte hamam otu ilk defa imal edilip o gün kullanılmıştır. Hz. Süleyman
Belkıs ile evlendi ve onu çok sevdi, sonra da onu Yemen'deki kraliçelik tahtına
iade etti. Süleyman (A.S.) her ay onu ziyaret eder ve yanında üç gün kalırdı.
Rivayet
edildiğine göre, Hz. Süleyman Belkıs'a kendi kavminden birisi ile evlenmesini
emretmişti. Fakat o, bunu kabul etmedi ve bunu kendisi için bir şeref meselesi
yaptı. Bunun üzerine Hz. Süleyman ona: "İslam'da bundan (evlenmekten)
başka bir yol yoktur." dedi. Belkıs: "Eğer evlenmek kaçınılmaz bir
şey ise, beni Hemdan kralı Zü Tubba' ile evlendir." dedi. Hz. Süleyman
Belkıs'ı Zü Tubba' ile evlendirdi, sonra Belkıs'ı Yemen'e gönderdi ve kocasını
da Yemen'e hükümdar yaptı. Ayrıca Yemen'deki cinlere Zü Tubba'ya itaat
etmelerini emretti. Bunun üzerine Zü Tubba' onları hizmetinde kullandı ve
cinler onun için Yemen'de Selhin, Meravıh, (Mervah?), Felyun, Hüneyde gibi bir
takım kaleler yaptılar. Fakat Hz. Süleyman vefat edince, cinler Zü Tubba'nın itaatinden
çıktılar. Böylece Hz. Süleyman'ın hükümdarlığının sona ermesiyle birlikte Zü
Tubba'nın ve Belkıs'ın saltanat ve hükümdarlıkları da son buldu.
Bir
rivayette ise Belkıs'ın Hz. Süleyman'dan önce Şam bölgesinde öldüğü, Hz.
Süleyman'ın onu Tedmür'de defnedip kabrini kimseye söylemediği ileri
sürülmektedir.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA