|
|
Yunanlı
İskender'in babası Filifos (Filip), ''Makedonya'' denilen bir belde ahalisinden
olup buranın ve civar beldelerin hükümdarı idi. Filip, her yıl Dara'ya muayyen
bir miktarda haraç ödemek üzere onunla sulh anlaşması yapmıştı. Filip ölüp de
yerine oğlu İskender geçince bütün Rum diyarını istila edip eline geçirdi.
Dara'ya karşı güçlenince de her yıl Dara'ya götürülüp teslim edilen haracı bu
defa götürmedi. Dara'ya götürülüp teslim edilen haraç, altından yapılmış
yumurta büyüklüğündeki toplardan ibaretti. Haracın ödenmemesine öfkelenen Dara,
İskender'e bir mektup yazarak, yaptığı hatadan ve kötü davranışından dolayı onu
azarladı ve kendisine bir çevgen, bir top ve bir kap dolusu susam gönderdi.
Ayrıca mektubunda, onun çocuk yaşta olduğunu, hükümdarlığı bırakıp çevgen ve
topla oynamasının daha uygun bulunduğunu, söylediğini yapmayarak emrine karşı
geldiği takdirde, kendisini zincire vurarak yanına getirecek birisini
göndereceğini, askerlerinin sayısının ise kendisine gönderilen susam taneleri
kadar çok olduğunu bildirdi.
Bunun
üzerine İskender de ona cevabı bir mektup göndererek, "Kendisine yazılan
mektupta ne denmek istendiğini anladığını, yazıyı dikkatle okuyup üzerinde
düşündüğünü, topu çevgene doğru atan kişinin çevgenden korunmaya çalıştığını
düşünüp yer yüzünü topa benzeterek bunu kendisi için bir uğur saydığını,
Dara'nın mülk ve saltanatını kendi mülk ve saltanatına ilave edeceğini,
kendisine gönderilen susamların da yağlı olması ve yakıcı bir acılığı
bulunmaması dolayısıyla tıpkı top ve çevgen gibi kendisi için uğurlu
olduğunu" yazıp bildirdi. Ayrıca O'na bir kese hardal göndererek bu hardal
tanelerinin az olmakla birlikte yakıcı ve acı olduğunu, askerlerinin sayısı az
da olsa hardal gibi yakıp kavurduğunu bildirdi. İskender'in bu mektubu Dara'nın
eline geçince, hemen askerlerini toplayarak savaşa hazırlandı.
Geçmiş
milletlerin haberlerini bilenlerden bir alimin iddiasına göre, Dara bin Dara
ile savaşan İskender, kendisine savaş açan küçük Dara'nın kardeşidir. Küçük
Dara'nın babası olan Büyük Dara, İskender'in annesi olan Rum Kralı'nın kızı
Helay ile evlenmişti. Bu kız büyük Dara'nın yanına getirildiği zaman bedeni
fena halde kokuyordu. Bunun üzerine Dara, bu kokunun giderilmesi için bir çare
bulunmasını emretti. Nihayet bu hususta bilgi sahibi olanlar, Farsça'da
''sender'' adı verilen bir ağaç türüyle onu tedavi etmek konusunda görüş birliğine
vardılar. Kadın, kaynatılan bu ağacın suyundan banyo yaptırıldı. Neticede
kokunun çoğu bertaraf edildi, fakat büsbütün giderilemedi. Nihayet onun
vücudunun kokusuna dayanamayan Dara, ailesine iade etti. Kadın iade edildiği
zaman Dara' dan hamileydi ve ailesine döndükten sonra bir oğlan çocuğu dünyaya
getirdi. çocuğuna ise suyundan yıkandığı ağacın ismine izafeten bu ağacın adını
verdi. Daha sonra kadının babası ölmüş, yerine İskender hükümdar olmuştu.
İskender, dedesinin Dara'ya ödemekte olduğu haracı Dara'ya göndermemişti. İşte
bunun üzerine Dara birisini göndererek haracın ödenmesini istedi. Gönderilen bu
haraç ise yumurta şeklindeki altın toplardan ibaretti. İskender ona: "Bu
yumurtaları yumurtlayan tavuğu kestim ve etini yedim. İstersen sulh içinde
yaşarız, istersen savaşa da hazırız." diyerek cevap verdi.
Daha
sonra İskender savaştan korkarak barış istedi. Bunun üzerine Dara yakın
adamlarıyla bu konu üzerinde istişarede bulundu; fakat Dara'ya karşı kalpleri
bozuk olan yakın adamları ona savaşmasını tavsiye ettiler. Bu durum karşısında
Dara savaş ilan etti. İskender ise Dara'nın iki hacibine (perdedarına) bir
mektup gönderdi ve Dara'yı öldürüp temizledikleri takdirde alacakları karşılığı
kendilerinin takdirine bıraktı. Nihayet onlar Dara'nın öldürülmesi mukabilinde
alacakları miktarı tayin edip anlaştılar, fakat kendilerinin canları konusunda
her hangi bir şart koşmadılar. İskender ile Dara savaşmak üzere karşılaştıkları
zaman Dara'nın iki hacibi onu hançerIediler. Taraflar arasındaki bu savaş bir
yıl sürdü. Neticede Dara'nın askerleri yenildi, İskender ise Dara'ya son
nefeslerinde yetişebildi.
Diğer
bir rivayette ise Dara'yı, zulmünden kurtulmak isteyen Hemedan halkından iki
muhafızı öldürmüştü. Bu iki muhafızın Dara'yı öldürmeleri, askerlerinin
hezimete uğrayarak ondan uzaklaştıkları sırada meydana gelmişti. Yoksa Dara,
İskender'in emriyle öldürülmemişti. Aslında İskender, Dara'nın askerleri
hezimete uğradığı zaman bir münadi vasıtasıyla Dara'nın esir alınmasını,
öldürülmemesini ilan ettirmişti. Fakat İskender'e onun öldürüldüğü haberi
geldi, bunun üzerine o, Dara'nın yanına gelip yüzünün üzerindeki toprağı sildi
ve başını kucağına alarak ona: "Seni kendi adamların öldürdü. Ben, hiç bir
zaman seni öldürmeyi düşünmedim ve aklımın ucundan bile geçirmedim. Ey
soyluların soylusu, hükümdarların hükümdarı ve hürlerin hürü! Seninle böyle bir
duruma düşmemek için çok uğraştım, fakat olmadı. Arzu ettiğin şekilde
vasiyetini yap." dedi. Dara da ona, kızı Ruşenek ile evlenmesini,
haklarına riayet etmesini, onu el üstünde tutmasını, ayrıca Farsların hür olan
soylu ailelerini sağ bırakmasını ve kendisini öldürenlerden intikamını almasını
vasiyet etti. İskender de onun bu vasiyetini tümüyle yerine getirdi.
Dara'yı
öldüren iki hacibini karşısına alıp onlara: "Sizler, canlarınızın
korunması konusunda her hangi bir şart koşmamıştınız." dedi. Sonra onlara
Dara 'yı öldürmek üzere anlaşma karşılığı vermeyi taahhüt ettiği şeyi ödedi
bundan sonra da onları öldürdü. Arkalarından onlar için: "Hükümdarları
öldürenlerin.. bozulmasına imkan olmayan eman ve himayeler hariç, hayatta
bırakılmamaları gerekir." dedi.
İskender
ile Dara, Hazar yakınlarında bulunan Horasan'da, bir rivayette ise Daranın
bulunduğu el-Cezire bölgesinde karşılaşmışlardı.
İskender'den
önce Rumlar (Bizanslılar) in idare ve devletleri darmadağınıktı, onun
gelmesiyle durum düzeldi. Farsların devlet ve idaresi ise ondan önce birlik ve
nizam içerisinde idi, ondan sonra durumları bozuldu ve idarede dağınıklık
meydana geldi. Ayrıca İskender, Fars kavmine ait olan hikmet (felsefe), ilm-i
nücum (astroloji) gibi çeşitli ilimIeri ihtiva eden eserleri alıp ülkesine
götürdü ve bunları Rumcaya tercüme ettirdi.
İskender'in,
büyük Dara'nın oğlu küçük Dara ile baba bir kardeş olduklarını ileri sürenlerin
sözlerini yukarıda anlattık. Rumlar ile nesep alimlerinde birçoğu onun İskender
bin Filifos (Filip) olduğunu iddia etmişlerdir. Bir rivayette İskender'in
babasının nesep şeceresinin Filibos bin Matriyos, diğer rivayette ise Filibos
bin Masrim bin Hermes bin Herdes bin Manton (Mayton) bin Rumi bin Liti bin
Yunak bin Yafes bin Sevbe bin Serhun bin Rumit bin Zant bin Tukil (Tufıl) bin
Rumi bin el-Asfar bin İlifez bin el-İs bin İshak bin İbrahim olduğu ileri sürülmüştür.
Dara
öldürüldükten sonra, İskender onun mülkünü (ülkesini) kendi mülküyle
birleştirdi; ayrıca, Irak, Şam (Suriye), Rum, Mısır ve el-Cezire topraklarını
ülkesine kattı. İskender, Dara'nın öldürülmesinden sonra askerlerini teftiş
edip gözden geçirdiği zaman sayılarının bir milyon dört yüz bin olduğunu gördü.
Bunların, sekiz yüz bini kendi ordusundan, altı yüz bini de Dara'nın
ordusundandı. Bundan sonra İskender, Fars ülkesine ilerledi, burada bulunan
kaleleri, ateşgedeleri yıktırdı, hirbizleri (din adamlarını) öldürdü, Farslara
ait kitapları yaktırdı ve Fars memleketine kendi adamlarından bir kısım
insanlar görevlendirdikten sonra bezginlik göstermeden hemen Hind topraklarına
hareket etti; Hind hükümdarını öldürüp şehirlerini aldı, puthanelerini tahrip
edip yıktı ve ilim kitaplarını da yaktırdı. Sonra buradan Çin ülkesine yürüdü;
Çin'e geldiğinde, Hacibi gece yarısı yanına gelip: "Şu gelen adam Çin
hükümdarının elçisidir." diyerek haber verdi. Hacib tarafından İskender'in
huzuruna getirilen elçi önce onu selamladı, sonra başbaşa kalmalarını istedi.
Bunun üzerine elçinin üzeri arandı ve hiçbir şeye rastlanmadı. Bundan sonra
İskender'in yanında bulunanlar dışarı çıktılar. Elçi, İskender'e: "Ben Çin
hükümdarıyım; ne istediğini sormaya geldim. Eğer istediğin, yapılması mümkün
olan bir şey ise onu yerine getiririm ve savaşa girmem." dedi. Bunun
üzerine İskender ona:
"Benim
tarafımdan sana güven veren şey nedir ki, buraya kadar gelebildin?" diye
sordu. Çin hükümdarı: "Ben, senin aklı başında hilim (yerli yerinde
hareket eden) birisi olduğunu biliyorum. Ayrıca aramızda düşmanlık ve kin de
yoktur. Sen de bilirsin ki, eğer beni öldürürsen bu, Çin halkının ülkemi sana
teslim etmelerine bir sebep teşkil etmeyecektir. Sonra sen gaddarlıkla
(sözlerine riayet etmemekle) itham edilip suçlanacaksın." dedi.
İskender,
onun akıllı bir kişi olduğunu anladı ve: "Üç yıllık gelirini hemen, bundan
sonra gelirinin yarısını her yıl için istiyorum." dedi. Çin hükümdarı:
"Tamam kabul ettim; fakat bana durumumun ne olduğunu bir sorsanız, iyi
edersiniz." dedi. Bunun üzerine İskender: "Pek iyi, söyle bakalım,
durumun nasıl?" diye sordu. Çin hükümdarı: "Bu durum karşısında ben,
ilk savaşan kişinin kurbanı ve saldırıp parçalayanın ilk lokması olurum."
dedi. İskender: "Eğer senin iki yıllık gelirini almakla yetinirsem, ne
dersin?" deyince hükümdar: "Durumum biraz daha iyice olur." diye
cevap verdi. İskender: "Eğer bir yıllık gelirini almakla yetinirsem, halin
nasılolur?" diye sordu. Çin hükümdarı: "Hükümdarlığım yerinde kalır,
fakat hükümdarlığın tadı tuzu kalmaz." dedi. İskender bu kez "Geçmiş
yıllarının gelirlerini sana bırakıyorum. Her yıl gelirinin üçte birini
alacağım, bu durumda halin nasıl olur?" diye sordu. Çin hükümdarı:
"Gelirimin altıda biri fakirlere, yoksullara ve ülkenin gerekli
harcamalarına, altıda biri bana, üçte biri orduya, üçte biri de sana ait
olsun." dedi. Nihayet İskender: "Tamam, senden bu kadarla
yetiniyorum." deyince Çin hükümdarı, İskender'e teşekkür edip yanından
ayrıldı. İskender'in askerleri durumu öğrenince, barış yapıldığına çok
sevindiler.
Ertesi
gün Çin hükümdarı büyük ve kalabalık bir orduyla İskender'in askerlerini
kuşattı. Bunun üzerine İskender ve askerleri atlarına binip hazırlandılar . Bu
sırada Çin hükümdarı başında tacı olduğu halde bir filin üzerinde göründü.
İskender ona: "Gaddarlık yapıp anlaşmayı bozdun mu?" diye sordu. Çin
hükümdarı: "Hayır, sana güçsüzlüğümden dolayı itaat etmediğimi göstermek
istedim, çünkü ulvi alemin sana var gücüyle yöneldiğini görünce, sana itaat
etmek suretiyle ona itaat etmeyi, sana yakın olmakla ona yaklaşmayı
istedim." diyerek cevap verdi. Bunun üzerine İskender: "Senin gibi
birisinden cizye alınmaz. İkimizin arasında fazilete layık, akılla tavsif
edilecek kişi senden başkası değildir. Senden istediklerimin hepsini sana
bağışlıyor ve işte gerisin geri dönüyorum." dedi. Çin hükümdarı da:
"Bundan dolayı zarar görüp ziyan etmeyeceksin." dedi ve İskender'e,
aralarında kararlaştıklarının bir kaç katını hediye olarak gönderdi. Aynı gün
İskender oradan ayrıldı, Doğuda ve Batıda bütün yeryüzü halkı ona boyun eğdi,
Tübbet (Tibet) ve diğer yerleri de eline geçirdi.
İskender,
Doğu ve Batı ile bunların arasındaki ülkelerin fetih işlerini tamamlayıp
bitirince Kuzey ülkelerine doğru yürüdü ve burada bulunan memleketleri ele
geçirip, bu memleketlerde yaşayan çeşitli milletleri kendisine boyun
eğdirdikten sonra Ye'cuc ve Me'cuc kavminin bulunduğu ülkeye gelip dayandı.
Ye'cuc
ve Me'cuc hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Doğru olan görüş ise,
onların Türklerden bir kololup kuvvet, kudret sahibi kötü kişiler olduğu ve
kalabalık bir sayıya sahip oldukları görüşüdür. Onlar, yakınlarında bulunan
komşu ülkelerde bozgunculuk çıkararak güçlerinin yettiği memleketleri tahrip
edip yıkıyorlar ve kendilerine yakın ülkelerin halkına da eziyet ediyorlardı.
Bu memleketlerin halkı İskender'i görünce, ona bu kavimlerin kendilerine
yaptıkları kötülükleri şikayet ettiler. Nitekim Allah (C.C.) onlar hakkında
şöyle buyuruyor: ''Sonra o (Zü'l-Karneyn) bir yol tuttu. Nihayet iki sed (dağ)
arasına ulaştığı zaman sedlerin Önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
Onlar: "Ey Zü'l-Karneyn! Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar.
Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?"
dediler. O da: "Rabb'imin beni içinde bulundurduğu (mal ve mülk, sizin
vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana (bedelli) kuvvetle yardım edince,
sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım." dedi.'' (Kehf suresi,
ayet 92-95). Yani İskender: "Rabb'imin bana vermiş olduğu imkanlar, sizin
vereceğiniz vergiden daha hayırlıdır. Bana kuvvetle yardım edin." derken
kuvvetten, seddi yapmak için gerekli olan usta, işçi ve bu iş için lazım olan
alet ve edevatı kastetmişti. Sonra İskender onlara: ''Bana demir kütleleri
getirin.'' (Kehf suresi, ayet 96) dedi. Onlar da İskender'in istediği demir
kütlelerini getirip yığdılar. Bunun üzerine İskender, temeller kazdırdı ve bu
temelleri su tabakasına kadar indirdi. Sonra bir kat demir, bir kat odun olmak
üzere bunları birbirlerinin üzerine yığdırdı. Nihayet: ''(Karşılıklı iki dağın)
iki yanı tam denkleştiği vakit .. '' (Kehf suresi, ayet 96) odunlar ateşe
verilip tutuşturuldu, demir kütleleri ısınıp kızarınca üzerine erimiş bakır
döküldü. Böylece dökülen erimiş bakır odunlarla demir kütleleri arasındaki boşlukları
doldurdu. Hatta bakırın kırmızılığı, demirin siyahlığından dolayı o, çizgilerle
süslenmiş bir elbise haline geldi. Ayrıca İskender, seddin üst tarafını
demirlerle yükseltip çevirdi. Bundan böyle Ye'cuc ile Me'cuc bir daha komşuları
olan diğer ülkelere gidip eza ve cefa yapamaz oldular. Bu hususla ilgili olarak
Allah (C.C.): ''Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşabildiler, ne de
delebildiler.'' (Kehf suresi, ayet 97) buyurur.
İskender
sed işini tamamladıktan sonra Kuzey kutbu tarafından karanlıklara dalıp girdi.
Güneş o sırada güney tarafında bulunduğundan orası karanlıklar içerisindeydi.
Yoksa yeryüzünde ebediyen güneş görmeyen hiç bir yer yoktur. İskender,
karanlıklara dalarken yanına adamlarından dört yüz kişi almıştı ve ''ebedilik
pınarı''nı arıyordu. İskender, on sekiz gün bu karanlıklar içerisinde yürüdü;
fakat ''ebedilik pınarı''nı elde edemeden geri döndü, Hızır ise onun öncü
kuvvetlerinin başında olduğu için ''ebedilik pınarını elde etti ve içerisinde
yüzüp yıkandı, suyundan içti. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
Daha
sonra İskender, Irak'a döndü ve Irak yolu üzerinde bulunan Şehrizur'da boğmaca
(havallik) hastalığından öldü. Bir rivayete göre öldüğü zaman otuz altı
yaşındaydı. Sonra İskender, mücevherlerle süslenmiş altın bir tabuta konuldu,
cesedinin bozulup kokmaması için sabir ağacı usaresiyle cesedi yağlandı. Bundan
sonra İskenderiye'de bulunan annesinin yanına götürüldü.
İskender'in
hükümdarlığı on dört yıl sürdü, Dara'yı hükümdarlığının üçüncü yılında öldürdü.
On iki tane şehir kurdu. Bunlardan bazıları İsfahan -buna Cey de denmektedir-,
Herat, Merv ve Semerkant kentleridir. Ayrıca, Sevad bölgesinde Dara'nın kızı
Ruşenek için bir şehir inşa ettirdi. Yine o, Yunan diyarında bir şehir inşa
ettirdi ve Mısır'da İskenderiye şehrini kurdu.
İskender
öldüğü zaman hayatında yanında bulundurduğu Yunan, Fars, Hind ve diğer
milletlerin hakimleri (filozofları) çevresinde toplandılar. İskender hayatta
iken onları bir araya getirir, onların konuşmalarını dinlerdi. İşte bu hakim
kimseler onun başı ucuna sıralandılar. İleri gelen büyüklerinden biri söz
alarak: "Her biriniz öyle bir söz söylesin ki, yakınları için bir taziye,
halk için bir öğüt olsun." dedi ve elini tabutun üzerine koyarak:
"Esirleri esir eden şimdi esir oldu." dedi.
Diğeri:
"Bu hükümdar, altın toplayıp gizliyordu. Şimdi ise altın kendisini
gizliyor." dedi.
Bir
diğeri: "İnsanlar, bu cesedin ne kadar az talibi, fakat bu tabutun ne
kadar çok talibidİrler." dedi.
Bir
diğeri: "En çok şaşılacak şey, güçlü kişi (gücüne rağmen) mağlup olduğu halde,
güçsüz kimselerin boş işlerle oyalanıp aldanış içerisinde bulunmalarıdır
." dedi.
Bir
diğeri: "Ey eceli gizli, emeli açık olan kişi! Bir kısım emellerine
ulaşmak için ecelinden bir miktar uzaklaşsaydın ve yahut ecelinin gelmesini
önleyerek bir kısım emellerini gerçekleştirseydin!" dedi.
Bir
diğeri: "Ey çalışarak didinip yorulan kişi! Muhtaç olduğun zaman seni
bırakıp perişan edecek şeyleri topladın. Nihayet topladığın şeylerin vebali
sana yüklendi ve bunların günahına bulaştın. Ne topladınsa başkaları için
topladın, günahı ise sana kaldı." dedi.
Bir
diğeri: "Sen bizim için öğüt veren birisi idin, fakat bize ölümünden daha
tesirli bir öğüt vermiş değildin. Aklı olan düşünsün, ibret almak isteyen
alsın." dedi.
Bir
diğeri: "Nice kişiler vardı ki, seni görmeden de senden korkarlardı.
Fakat
aynı kişiler şimdi senin huzurunda ve senden korkmamaktadırlar." dedi.
Bir
diğeri: "Nice kişiler vardı ki, susmadığın zamanlarda, candan senin
susmanı isterlerdi, fakat aynı kişiler bugün ısrarla senin konuşmanı
istiyorlar, ama bu defa sen konuşmuyorsun." dedi.
Bir
diğeri: "Bu can ölmemek için nice canlara kıydı; fakat şimdi ölmüş
bulunuyor." dedi.
Hikmet
kitaplarına sahip olan bir diğeri: "Bana kendinden uzaklaşmamamı
emrederdin, fakat şimdi sana yaklaşma gücünü bulamıyorum." dedi.
Bir
diğeri: "Bu öyle büyük bir gündür ki, uzaklaşmağa başlayan kötülükler geri
dönmüş, yaklaşmağa başlayan iyilikler ise uzaklaşmıştır. Mülkü elinden gidene
ağlamak isteyen, ağlasın." dedi.
Bir
diğeri: "Ey büyük hükümdar! Bulutun gölgesinin çekilmesi gibi
hükümdarlığın çekilip gitti. Sineklerin bıraktığı izlerin silinmesi gibi
hükümdarlığının izleri silindi." dedi.
Bir
diğeri: "Ey yeryüzünün eni boyu kendisine dar gelen kişi! Şimdi seni
kuşatan toprakla halinin nasılolduğunu keşke bilseydim." dedi.
Bir
diğeri: "Akıbeti bu olan bir kişi nasılolur da kendisini sonunda yok olup
savrulacak olan dünya mallarını toplamağa verir? İşte buna şaşın." dedi.
Bir
diğeri: "Ey maşeri topluluk ve fazilet sahibi kişiler! Sevinci sürekli olmayan
ve lezzeti yarıda kesilen şeylere rağbet etmeyiniz. Artık salah ve doğru yolda
olmak ile azgınlık ve bozgunculuk sizin için apaçık bir şekilde ortaya çıkmış
bulunuyor." dedi.
Bir
diğeri: "Ey gazabı ölüm demek olan kişi! Ölüme de gazap etseydin ya!"
dedi.
Bir
diğeri: "Siz geçip giden bu hükümdarı gördünüz. Geride kalan hükümdar
bundan ibret alsın." dedi.
Bir
diğeri: "Uyuyanın rüyasına bir bakın, bir anda nasıl bitiyor? Bulutun
gölgesine bakın, bir anda nasıl çekilip gidiyor?" dedi.
Bir
diğeri: "Kendisine kulak verilip dinlenilen kişi artık susmuş bulunuyor.
Şimdi, susan herkes konuşsun." dedi.
Bir
diğeri: "Sen, ölümüne sevindiğin kişilerin yanına nasıl gittiysen, senin
ölümüne sevinenler de öylece senin yanına yakında geleceklerdir." dedi.
Bir
diğeri: "Sana ne oluyor, organlarından bir tekini bile kıpırdatamıyorsun?
Halbuki daha önce yeryüzünün müstakil hükümdarı idin. Hatta sana ne oluyor ki,
içinde bulunduğun yerin darlığından kurtulmak istemiyorsun? Halbuki geniş
yeryüzü sana dar geliyordu." dedi.
Bir
diğeri: "Bir dünya ki, sonu böyle oluyor, başından itibaren ondan el etek
çekmek daha uygun olur." dedi.
Sofrasını
kuran kişi: "Koltuk yastıklarını dizdim, yemek masalarını kurdum; fakat
kavmin ulusunu göremiyorum." dedi.
Hazinedarı:
"Sen bana malları toplayıp biriktirmeyi emrediyordun. Şimdi ben kimin için
mal toplayıp biriktireyim." dedi.
Bir
diğeri: "Bu uçsuz bucaksız dünyadan yedi karışlık bir yere dürülüp
kıvrıldın. Bunun böyle olduğunu yakinen bilseydin, nefsini dünya peşine takıp
sürüklemezdin." dedi.
Eşi
Rüşenek: "Dara'nın galibinin mağlüp olacağını sanmıyordum.
Sizlerden
işittiğim bu sözler, onun ölümüne sevindiğinizi gösteriyor. O, su içmek için
kullandığı bardağını bile geride kalan cemaatin kullanması için arkasında
bırakıp gitti." dedi.
İskender'in
ölüm haberini alan annesi de: "Ben, oğlumu kaybettimse de, onun hatırası
kalbimden silinmeyecektir." dedi.
Bu
hakimlerin (filozofların) sözlerinde bir takım öğütler ve güzel hikmetler
vardır. İşte bunları almamın sebebi budur.
İskender'in,
savaşlarında baş vurduğu hilelerinden birisi şudur: Dara ile savaştığı bir
sırada, her iki tarafın askerlerinin arasına çıkıp bir münadiye: "Ey
Farslılar! Sizin bize, bizim de size karşılıklı olarak yazdığımız emanlar
hususunda her halde bilginiz vardır. Aranızda bu hususta vermiş olduğunuz
sözden caymayanlar ayrılsın. Bizden de bu hususta vefakarlık görecektir."
diye bağırmasını emretti. İşte bu sebeple Farslar birbirlerini itham ederek
kendi aralarında çalkalanmağa başladılar.
İskender'in
bir başka hilesi de şudur: Hind hükümdarı filleriyle karşısına çıktığı zaman,
İskender'in askerlerinin atları bunlardan ürküp kaçmışlardı. Bunun üzerine o,
geri dönüp bakırdan fil heykelleri yapılmasını emretti ve yapılan filleri
silahlarla donatıp onları atların arasına bıraktı. Böylece atlar fillere alışıp
ürkmekten kurtuldular. Bundan sonra İskender tekrar Hind ülkesine geri döndü,
yine Hind hükümdarı ona karşı koydu. Bunun üzerine İskender, fillerin içerisine
neft (petrol) ve kükürt doldurulmasını emretti. Sonra bu filler bir araba
üzerine konularak savaş meydanının ortasına getirilip bırakıldılar. İskender'in
askerlerinden bir grup da bu fillerin başında bulunuyordu. İskender, savaş
başlayıp şiddetlenince fillerin içerisindeki maddelerin ateşle tutuşturulmasını
emretti. Nihayet filler ısınıp kızarmağa başlayınca İskender'in askerleri
onların yanından uzaklaştılar. Bu defa Hind hükümdarının fılleri, İskender'in
yapma fıllerinin etrafını sardılar. Bu ısınmış fıllere hortumlarım dokundurunca
yandılar ve geri dönüp Hindistan'a doğru kaçmağa başladılar. Böylece Hind
askerleri, İskender'in yapma fillerinin karşısında hezimete uğradılar.
İskender'in
bir diğer hilesi de şudur: İskender, savunması oldukça muhkem olan bir şehrin yanına
geldi. Bu şehirde bol miktarda erzak ve su kaynakları bulunmaktaydı. İskender,
buradan geri döndü ve hemen kente tüccar kılığında, yanlarında satacakları
ticari eşya bulunan kimseleri gönderdi. Ayrıca İskender onlara, yiyecek
maddeleri satın almalarını ve bu maddelere yüksek fıyat vermelerini emretti.
Sonra bu yiyecek maddelerini ellerine geçirdikleri zaman onları ateşe verip
yakmalarını ve oradan kaçmalarını söyledi. Nihayet İskender'in isteklerini
yerine getirdiler ve kaçıp onun yanına geldiler. Bunun üzerine İskender o
kentin civarındaki kasaba ve köylere seriyyeler (küçük askeri birlikler)
gönderdi ve onlara sık sık baskın ve hücumlar tertip etmelerini emretti. Bu
durum karşısında kentin çevresinde yaşayan halk kendilerini korumak için
kaçarak gelip bu kente sığındılar. Bu sefer İskender, üzerlerine yürüdü ve
onlar karşı koyup kendilerini savunmadılar.
İskender,
Aristoteles'e bir mektup yazarak ona, Rumların ileri gelenleri arasında engin
himmet, üstün nefis ve şecaat sahibi bir grup kişinin bulunduğunu, kendisini
öldürmek istediklerinden korktuğunu ve zanla hareket ederek onları öldürmeyi
istemediğini bildirdi. Bunun üzerine Aristoteles ona şunları yazdı: ''Mektubunu
okudum ve ne demek istediğini anladım. Sözünü ettiğin kimselerin engin himmet sahibi
olmalarına gelince, vefakarlık, üstün nefisten ve engin himmet sahibi olmaktan
kaynaklanır. Buna karşılık ahde vefasızlık ise nefsin düşüklüğünden ve
hasisliğinden ileri gelir. Ama onların şecaatlerine ve az akıllı oluşlarına
gelince, bu durumda olan kimselerin refahını arttır ve onlara güzel kadınlar
ver. Zira refah içinde yaşamak kahramanlık ve şecaat duygusunu öldürür, sulh ve
barış içerisinde yaşamayı sevdirir. Adam öldürmekten uzak dur, zira bu,
affedilmeyen bir hata ve bağışlanmayan bir günahtır: Öldürmenin dışındaki
şeylerle cezalandır ki, icabında bağışlama imkanın olsun. Cezalandırmağa gücü
yeten kişinin afla muamele etmesi ne kadar güzeldir. Huyun güzelolsun ki,
halkın seni samimiyetle sevsin. Kendini adamalarına tercih etme; çünkü tercihle
birlikte sevgi, dostluk ve iyi muamele ile birlikte de buğuz olmaz.''
İskender,
Fars ülkesini eline geçirdikten sonra Aristoteles'e bir mektup daha yazarak
ona, İranşehr'de görüş sahibi, kararlı, kahraman, yakışıklı ve soylu kimselerle
karşılaştığım, onları, kendilerine bir takım şeyler vermek ve paylar ayırmak
suretiyle elinde tuttuğunu, onları kendi başlarına bırakıp sefere çıktığı
takdirde isyan edip baş kaldırmalarından emin olmadığını, kötülüklerinin
ortadan kalkması için kendilerinin yok edilmeleri gerektiğini bildirdi. Bunun
üzerine Aristoteles de O'na şunları yazdı: ''Senin fareli adamlar hakkında
yazmış olduğun mektuptan ne demek istediğini anladım. Onları öldürmek hususuna
gelince, bu, akıbetinden korkulan ve emin olunmayan bir bozgunculuk ve azgınlık
sayılır. Eğer onları öldürecek olursan, ülke halkı onların yerine başkalarını
karşına çıkarır ve savaş dışında onları öldürdüğün için bütün ülke halkı tabii
olarak hem sana ve hem de senden sonra geleceklere düşman kesilir. Onları
askerlerinin arasından sürüp çıkarman ise hem senin ve hem de askerlerin için
tehlikeli olur. Şimdi sana, onları öldürmekten daha tesirli bir yol
göstereceğim. Önce, hükümdar çocuklarını ve hükümdarlığa layık olacak kişileri
çağırır ve onları çeşitli bölgelerin başına idareci tayin edersin, ayrıca
onların her birisini müstakil bir hükümdar yaparsın. Böylece onların birliğini
bozmuş olursun. Neticede onlar birbirlerine düşerler ve kendi varlıklarını
senin eserin kabul edeceklerinden seni sevmek ve sana itaat etmek zorunda kalırlar.''
İskender
de Aristoteles'in bu tavsiyesine uyarak onun dediğini yaptı. İşte
''Mülükü't-tavaif (bölge hükümdarları''> bunlardır. Bir rivayette
Mülükü'ttavaif'i ortaya çıkaran sebebin bundan başkası olduğu ileri sürülür.
İnşallah biz bunu ileride zikredeceğiz.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
İSKENDER'DEN
SONRA O'NUN KAVMİNDEN HÜKÜMDAR OLANLAR