|
|
HİCRETİN
2.YILI DEVAM
Büyük
Bedir Gazvesi, Ramazan'ın on yedinci günü hicri ikinci yılında olmuştur. (15
Mart 624) Ramazan'ın on dokuzuncu (17 Mart) gününde, diyenler de vardır. Bu
gazve cuma günü olmuştur.
Bu
gazvenin sebebi, Amr bin el-Hadrami'nin öldürülmesi ve Ebu Süfyan bin Harb'in
başkanlığında Kureyş'in büyük bir kervanının Şam tarafından gelmesi olmuştur.
Bu kervanda büyük ölçüde mal ve otuz veya kırk kişi vardı. Bazılarına göre
Kureyş'ten yetmiş kişi, bu kervanla birlikte idi. Bunlar arasında Mahreme bin
Nevfel ez-Zühri ve Amr bin el-As da vardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onların haberini alınca, Müslümanları onlara karşı teşvik ederek, şöyle
buyurdu: "Bu Kureyş'in kervamdır ve onda Kureyş'e ait mallar vardır.
Haydi, bu kervana çıkınız, Umulur ki Allah, size ganimet olarak verir."
Müslümanlar, bunun için harekete gelmekle birlikte kimisi bu iş için vakit
kaybetmeden hazırlandı, kimisi de ağır davrandı. Çünkü bu ağır davrananlar
Resulullah'ın herhangi bir savaşla karşı karşıya kalacağını sanmıyordu.
Ebu
Süfyan Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisine doğru geldiğini
haber alınca korktu. Damdam bin Amr el-Gıfari'yi ücretle kiralayarak onu
Mekke'ye gönderdi ve Kureyş'i savaş için hazırlanarak, durumdan haberdar
etmesini söyledi. Bunun üzerine Damdam Mekke'ye gitti.
Abdülmuttalib'in
kızı Atike, Damdam'ın Mekke'ye gelmesinden üç gün önce bir rüya görmüş, bundan
dolayı da korkuya kapılmıştı. Kardeşi Abbas'a rüyasını anlatmış ve bunu da
kimseye söylememesini tembihlemişti. Rüyasını şöyle anlatmıştı: "Ben,
devesi üstüne binmiş birisinin gelip, el-Abtah denilen yerde durduğunu, sonra
da en yüksek sesle şöyle bağırdığını işittim: Ey Güder ailesi, öleceğiniz yere
üç gün içinde çıkıp gidiniz. Şöyle devam etti: Bu sefer halkın onun yanında
toplandığını, onun ise, Mescidin içerisine girerek, Kabe'ye devesini sürdüğünü
gördüm. Sonra yine aynı şekilde bağırarak bu sefer devesini Ebu Kubeys Dağı'na
doğru sürdü ve aynı şekilde bağırdı. Daha sonra büyük bir kaya alıp attı. Bu
kaya vadinin dip tarafına ulaşınca, parçalandı ve her bir parçası istisnasız
Mekke'nin bir evine isabet etti."
Abbas
dışarıya çıkınca, Velid bin Utbe bin Rabia'yla karşılaştı. Velid ile
arkadaştılar. Ona Atike'nin gördüğü rüyayı anlattı ve kimseye söylememesini
istedi. Velid de bunu babası Utbe'ye anlatınca haber yayıldı. Ebu Cehil
Abbas'la karşılaşır ve ona şunları söyler: "Ey Ebu'I-Fadl, bize doğru gel
bakalım." Abbas anlatıyor: Tavafımı bitirdikten sonra yanına gidince şöyle
dedi: "Bu kadın peygamber de sizde ne zaman ortaya çıktı?" Atike'nin
gördüğü rüyayı anlattıktan sonra şunları ekledi: "Erkeklerinizin
peygamberliğe başlamasını yeterli görmeyerek kadınlarınız da mı peygamber
kesildi? Bu üç gün bekleyeceğiz, eğer iş gerçek çıkarsa mesele yok, aksi
takdirde sizi Arapların en yalancı ailesi olarak ilan edeceğiz."
Abbas:
"Ben ona karşılık sadece öyle birşey olmadığını ve bunu inkar etmekle
yetindim. Akşam olunca Abdülmuttalib'in kadınları gelerek bana şunları
söylediler: ''Bu pis fasıka karşı sesinizi çıkarmadınız. Erkeklerinize
söylediği yetmiyormuş gibi bu sefer kadınlarınıza dil uzattı. Sen de buna karşı
sesini çıkarmadın.'' Bu sefer ben onlara: ''Allah'a yemin ederim ki doğru
söylüyorsunuz. Mutlaka ona karşı çıkacağım. Eğer tekrar dilini size uzatacak
olursa bunun karşılığını ben ona gösteririm'' dedim. Atike'nin gördüğü rüya
üzerinden üç gün geçince, dışarıya çıktım. Ebu Cehil oldukça kızgındı. Onunla
karşılaşmayı arzu ediyordum. Mescitte görünce ona doğru yürüdüm ve bana karşı
bir şey söyler diye sataştım; böylece gereken tepkiyi gösterecektim. Hızlıca
Mescidin kapısına doğru çıkageldi. Ben, O'na şöyle söyledim: ''Ey Allah'ın
kendisiyle savaştığı kişi, ne oluyor, bütün bunları sana hakaret edeceğim
korkusuyla mı yapıyorsun?'' O'nun benim haber almadığım şeyleri haber almış
olduğunu işittim. O Damdam bin Amr'ın sesini işitmişti. Damdam devesinin
burnunu, kulaklarını kesmiş eğerini ters çevirmiş, kendi gömleğini yırtmış ve
şöyle bağırınıştı: ''Ey Kureyşliler, kervana koşunuz, yetişiniz, mallarınız Ebu
Süfyan ile birliktedir. Muhammed ve arkadaşları ona taarruz etmek üzeredirler.
Bilmiyorum, onlara yetişebiliyor musunuz? İmdat! İmdat.'' Böylece ne ben
O'nunla uğraşabildim. Ne O benimle uğraşabildi. "
Abbas
anlatmasına devam ediyor: "Herkes acele hazırlandı. Geriye onların
soyluları arasında Ebu Leheb'in dışında kimse kalmamıştı. Ebu Leheb yerine As
bin Hişam bin el-Muğire'yi göndermişti. Umeyye bin Halef el-Cumahi de oldukça
yaşlı ve ağır hareket eder birisi olduğu için savaşa çıkmamayı
kararlaştırmıştı. Fakat Utbe bin Ebi Muayt yanına buhurdanlığa almış olduğu bir
parça ateş ve biraz da buhur ile birlikte gitti ve O'na: ''Ey Ebu Ali, al
şununla ısın ve kokla! Sen kadınlardan sayılırsın'' deyince bu sefer Umeyye:
''Allah seni de, getirdiğini de kahretsin'' dedikten sonra kalkıp hazırlıklarına
başladı ve onlarla savaşa çıktı. Utbe bin Rebia da savaşa gitmemek kararında
iken kardeşi Şeybe ona: ''Eğer kavmimizden ayrı kalacak olursak, bu durum bizim
hakarete uğramamıza sebep olur. O halde kalk sen de kavminle birlikte yola
çık'' deyince bu sefer Utbe de onlarla yola çıktı."
Kureyşliler
yola çıkmaya karar verdiklerinde kendileriyle Bekr bin Abd Menat bin Kinane bin
el-Haris arasında olan düşmanlıkları hatırladılar ve arkadan kendilerine hücum
etmelerinden çekindiler. İblis onlara Süraka bin Cu'şum el-Müdlici kılığında
göründü. Süraka, Kinane Kabilesi'nin en soylularındandı. Bu şekilde görünen
İblis onlara şöyle dedi: "Sizi ben himayeme almış bulunuyorum, alelacele
çıkınız."
Kureyşliler
dokuz yüz elli kişiydi. Bin kişi oldukları da söylenmiştir.
Yanlarında
yüz tane at vardı. Bu atlardan yetmiş i kurtulmuş, otuz tanesini de Müslümanlar
ganimet olarak almıştı. Ayrıca müşriklerde yedi yüz tane deve bulunuyordu.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ramazanın üçüncü günü (1 Mart) üç yüz on kişi ile
birlikte yola çıktı. Üç yüz on dört veya üç yüz on küsur olarak da söylendiği
gibi üç yüz on sekiz kişi olarak da söylenmiştir. Bunların yetmiş yedisinin
Muhacirlerden olduğu söylenmiştir. Seksen üç kişinin Muhacir, geri kalanın
Ensar olduğu da söylenmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)in
muhacirlere ganimetten payayırdığı kişilerin toplamı seksen üç kişi olduğu da
belirtilmiştir. Evs Kabilesi'nden yetmiş bir, Hazrec'den de yüz yetmiş kişi bu
savaşa katılmıştır. Bütün askerler arasında yalnız ikisi atlı idi. Bunlardan
birincisi Mikdad bin Amr el-Kindi olup, bu konuda farklı görüş rivayet
edilmemiştir. İkincisinin ise Zübeyr bin el-Avvam olduğu söylenmekle birlikte
Mersed bin Mersed ve yalnız Mikdad olduğu da rivayet edilmiştir . Yanlarında yetmiş
tane deve vardı. Bu develere iki, üç veya dört kişi sıra ile biniyorlardı.
Mesela, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Ali ve Zeyd bin Harise bir
deveye nöbetleşe biniyorlardı. Ebu Bekir, Ömer ve Abdurrahman bin Avf kendi
aralarında aynı şekilde bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Geri kalanın durumu
bunun gibiydi. Mikdad'ın atının adı Sebha, Zübeyr'in atının adı es-Seyl idi.
Peygamber
Efendimiz'in bayrağını Mus'ab bin Umeyr bin Abduddar, sancağını ise Ali bin Ebi
Talib taşımakta idi. Kays bin Ebi Sa'sa'a el-Ensari de artçı kuvvetlerin
başındaydı.
Nebi
ve yanındakiler es-Safra' diye bilinen yere yaklaştıklarında Cüheyne'li Besbes
bin Amr ile Adiyy bin Ebi'z-Zeğba'yı Ebu Süfyan'ın haberlerini araştırıp
getirmek üzere gönderdi. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
es-Safra'yi sol tarafına alarak yoluna devam etti. Besbes bin Amr, Bedir'e
yaklaştıkları sırada Nebi'e yetişti ve onlara durumunu haber verdi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar, Kureyş'in kervanlarına yapılacak
saldırıyı korumak için yola çıkmış olduklarından haberdar değildi. Bu sırada
Nebi, Ali, Zübeyr ve Sa'ad'i Bedir'de olup biteni araştırmak üzere göndermişti.
Kureyş'e su götürmek üzere olan bir grup kişiyi yakaladılar. Bunlar arasında
el-Cahcahoğulları'na ait bir köle ile el-As oğulları'na mensup Ebu Yesar adında
bir başka köle vardı. Bunları alıp Nebi'e getirdiler. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namaz kılmakta iken onları sorguya çektiler. Bu iki kişi
onlara: "Biz Kureyş'in sakalarıyız, onlara su bulup götürmek üzere bizi
göndermişlerdi." diye cevap verdiler. Ancak, Müslümanlar onların bu
haberlerinden hoşlanmadılar ve Ebu Süfyan'dan haber vermeleri için dövmeye
başladılar. Bu sefer bu iki kişi "Evet, biz Ebu Süfyan'ın adamlarıyız"
deyince onları serbest bıraktılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
namazını bitirince onlara: "Bu iki kişi size doğru söylediklerinde
dövdünüz, yalan söyleyince de bıraktınız. Doğru söylediler. Gerçekten Kureyş'in
sakalarıdır." diye buyurdu. Sonra bu iki kişiye dönerek: "Bana
Kureyş'in nerede olduklarını söyleyiniz." dedi. Onlar: "Bunlar şu
gördüğün uzak tepenin arkasında bulunuyorlar." dediler. ResuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Kaç kişidirler?" diye sorunca,
"Pek çokturlar" cevabını aldı. Peygamber tekrar: "Peki sayıları
ne kadardır?" diye sordu. Bu iki kişi: "Bilmiyoruz" deyince,
Nebi: "Peki, günde kaç deve kesiliyor?" diye sordu. Bunlar da:
"Bir gün dokuz, bir gün on deve kesiyorlar" cevabını verdi. Nebi de:
"Kureyşliler dokuz yüz ile bin kişi arasındadır" dedi.
Daha
sonra Nebi bu iki kişiye: "Bu gelenler arasında Kureyş'in soylularından
kimler var?" diye sordu. İki kişi şöylece saymaya başladılar:
"Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, el-Velid, Ebu'I-Bahteri bin Hişam,
Hakim bin Hizam, el-Haris bin Amir, Tuayma bin Adiyy, en-Nadr bin elHaris,
Zeme'a bin el-Esved, Ebu Cehil, Umeyye bin Halef, Haccac'ın iki oğlu Nübeyh ve
Münebbih, Süheyl bin Amr, ve Amir bin Abdi Ved."
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına yönelerek: "İşte Mekke sizlere
ciğerparelerini göndermiş bulunuyor" dedikten sonra ashabıyla istişare
etmeye başladı. Ebu Bekir konuştu ve oldukça güzel şeyler söyledi. Arkasından
Ömer de konuştu. O da güzel şeyler söyledikten sonra el-Mikdad bin Amr ayağa
kalkarak şunları söyledi: "Ya Resulallah, Allahü Teala sana ne emrettiyse
onu yerine getir. Biz seninle beraberiz. Allah'a yemin ederim,
İsrailoğulları'nın Musa'ya söyledikleri söz olan: ''Sen ve Rabbin gidiniz,
çarpışınız bizler burada oturuyoruz'' (Maide suresi, 24) demeyeceğiz. Biz sana
şunu söylüyoruz: "Sen ve Rabbin savaşınız, savaşmaya gidiniz, bizler de
sizlerle birlikte savaşacağız. Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki
eğer sen bizleri Habeşistan'ın Birk el-Gimad adlı kentine kadar götürecek olsan
bile mutlaka oraya varıncaya kadar seninle birlikte savaşacağız" cevabını
verdi.
Bunun
üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara hayır dua ettikten
sonra: "Ey insanlar, bana görüşlerinizi bildiriniz" diye buyurdu. Bu
sözleriyle Ensar'ı kastetmişti. Çünkü onlar savaşa çıkmış olanların çoğunu
teşkil ediyordu. Ensar'ın, Nebi' i ancak Medine'de başına gelecek musibetlere
karşı korumakla yükümlü olduklarını düşünmelerinden ve dolayısıyla onları alıp
dışarıya götürmek hakkına sahip olmadığını hatırlarına getirebileceklerinden
korkuyordu. Bunun üzerine Sa'ad bin Mu'az şunları söyledi: "Ya Resulallah,
bizi kastediyor gibisin." Nebi: "Evet" deyince, Sa'ad şu
konuşmayı yaptı: "Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve sana sözlerimizi
vermiş bulunuyoruz. O bakımdan ey Allah'ın Resulü, emredildiğin şeyi yap. Seni
hak ile gönderene yemin ederiz; eğer bizleri alıp denizin içerisine girecek
olursan kesinlikle seninle geliriz; bizleri alıp ertesi günü düşmanla karşı
karşıya getirmenden hoşlanmayan kimseler değiliz. Muhakkak savaşta sabır
ederiz. Düşmanla karşılaştığımız takdirde çekinmeden savaşırız. Umarız ki Allah
sana gözünü aydınlatacak şeyler gösterecektir bizden, Allah'ın bereketi ile
bizi alıp yola çık."
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yolda giderken şunları söyledi: "Müjdeler
olsun, Allah bana iki topluluktan birisini (ya kervan veya Kureyş'in savaşmak
üzere gelen kafilesini) vaat etmiş bulunuyor. Allah'a yemin ederim ki ben
ölecek kimselerin, ölüp düşecekleri yeri görüyor gibiyim." Arkasından Bedir'e
vardı ve oraya yakın bir yerde konakIadılar.
Ebu
Süfyan sahil yolunu takip etmiş Bedir'i soluna almış ve hızlıca yoluna devam
etmiş, kurtulmuştu. Kendisinin kervanı kurtardığını görünce, Kureyş'e haber
gönderdi. Kureyş o sırada el-Cühfe diye bilinen yerdeydi. Gönderdiği haberde
şöyle diyordu: "Allah sizin kervanınızı ve mallarınızı kurtarmış
bulunuyor. Onun için, geri dönünüz." Fakat Ebü Cehil bin Hişam direterek
şöyle demişti: "Allah'a yemin ederim Bedir'e varmadan geri dönmeyeceğiz."
Bedir Arapların her yıl panayır kurdukları ve belirli bir günde toplandıkları
bir yerdi. Ebu Cehil şöyle devam etti: "Orada üç gün kalacağız,
develerimizi keseceğiz, başkalarına yemek yedireceğiz, şarap içeceğiz ve
Araplar bizim şanımızı işitecekler. Ve böylece ebediyyen bizden
korkacaklar" Zühreoğulları'nın antlaşmalısı olan el-Ahnes bin Şerik
es-Sakafi Cühfe'de bulunuyorlarken şöyle söyledi: "Ey Zühreoğulları,
Allahü Teala sizin mallarınızı ve bunların başındaki arkadaşınızı kurtarmış
bulunuyor. Onun için geri dönünüz." Bunun üzerine kavminden olan kimseler
geri döndüler. Böylece Bedir Gazvesi'ne Zührelilere ve Adevi'lere mensup kimse
katılmayıp, Kureyş'in geri kalan kolları bu savaşa katıldılar.
Kureyş,
Cühfe diye bilinen yerde olduklarında Cuheym bin es-Salt bin Mahreme bin
el-Muttalib bin Abdi Menaf bir rüya gördü. Rüyasını şöyle anlattı: "Ben,
rüyamda bir atlı, yanında da bir deve olduğu halde yanıma geldiğini gördüm.
Bana şunları söyledi: ''Utbe, Şeybe, Ebü Cehil (ve o gün öldürülen başkalarının
isimlerini de sayarak) bunların hepsi öldürüldü'' dedi. Ondan sonra adam
devesinin boynuna vurdu, sonra da onu askerler arasına saldı. Bu devenin
kanının değmediği hiçbir çadır kalmadı. Bunun üzerine Ebu Cehil: ''Bu da
Muttaliboğulları'ndan bir başka peygamber, yarın kimlerin öldürüleceğini
görecektir'' dedi. Kureyş arasında bulunan Talib bin Ebi Talib ile bir Kureyşli
arasındaki konuşmada: ''Allah'a yemin ederiz, hala içten içe Muhammed'le
birlikte olduğunuzu biliyoruz.'' şeklinde sözlerin geçmesi üzerine Talib
Mekke'ye dönenlerin arasına katıldı. Talib'in baskı sonucu onlarla geldiği de
söylenmiş olup; ''Ne esirler arasında vardı, ne öldürülenler arasında, ne de
Mekke'ye geri dönenler arasındaydı'' denilmiştir. Bu şiir O'nundur:
''Ya
Rab, Talib bu guruplardan birisiyle
Mutlaka
savaşa çıkacak ise,
Malı
alınan olsun alan değil;
Yenilen
o olsun, yenen değil.''"
Kureyş
vadinin uzak tarafına konaklayıncaya kadar yoluna devam etti.
Allah,
gökten bol bol yağmur indirdi. Oldukları vadi oldukça yumuşaktı, basmaya
elverişsizdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı için bu
yumuşak araziyi sertleştirdi ve böylece rahat bir şekil aldı, yürümelerini
engellemedi. Kureyş'in bulunduğu yer ise yürünemez hale geldi.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını suyun bulunduğu yere öncelikle getirdi.
Bedir
bölgesindeki ilk suya gelince orada kaldı. Bunun üzerine el-Hubab bin elMünzir
el-Cemuh: "Ya Resulallah, bu bizim ne geri kalamayacağımız, ne de
ilerisine gidemeyeceğimiz, Allah'ın senin konaklamanı istediği bir yer midir?
Yoksa bu sadece savaş ve hile dolayısıyla, ortaya atılmış bir görüş
müdür?" diye sorunca Nebi: "Hayır, bu savaş ile ilgili
görüştür," cevabını verince, el-Hubab şöyle dedi: "Ey Allah'ın
Resulü, bu bizim için durulacak elverişli bir yer değiL. Hep birlikte kalkalım
ve bunun dışında, düşmanlarımıza en yakın suyun bulunduğu yere gidelim, orada
konaklayıp, daha sonra da geriye kalan bütün kuyuları kapatalım. Sonra da bir
havuz yapar içini suyla doldururuz. Böylelikle biz su içebilecekken, onlar da içemeyecekler.
Sonra da onlarla savaşırız." Resulullah da bunu yerine getirdi.
Resulullah
ve ashabı konaklayınca Sa'ad bin Mu'az yanına gelerek: "Ya Resulallah,
dedi, sana hurma dallarından bir gölgelik yapalım seni eşyan ve bineğinle orada
birlikte bırakır, biz de düşmanlarımızla karşılaşmak üzere çıkarız. Eğer Allah
bizi üstün kılıp onlara karşı zafer verecek olursa, zaten bizim arzu ettiğimiz
şey budur. Başka türlüsü olursa bineğine atlar geride bıraktığımız ve bizden
olan kimselerin yanına varırsın. Çünkü geride bırakmış olduğumuz kimselerin
sana olan sevgisi, hiç de bizden az değildir. Senin savaşla karşı karşıya
kalacağını ümit etselerdi kesinlikle geride kalmazlardı. Allah onlarla seni
koruyacaktır. Bunlar sana samimiyetle bağlıdırlar ve gereğinde, seninle
birlikte savaşacaklardır."
Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'na övücü sözler söyledi. Daha
sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir gölgelik yapıldı. Karşı
taraftan Kureyş bütün kibir ve gururuyla göründü. Nebi Kureyş'i görünce:
"Allah'ım, işte Kureyş, bütün kibir ve azametiyle sana meydan okuyarak,
Resulünü de yalanlayarak geliyor. Allah'ım, bana vaat etmiş olduğun zaferini
ihsan et! Allah'ım onların son demleri sabah olsun!" Nebi Utbe bin
Rabia'yı kırmızı bir devenin üstüne binmiş olarak görünce: "Eğer bunların
arasında hayır bulunan bir kişi varsa o da kırmızı deve sahibidir. Ona itaat
ederlerse gerçekten doğruyu bulurlar" diye söyledi.
Hufaf
bin İma' bin Rahada el-Gifari veya O'nun babası olan İma' Kureyş'e yanlarından
geçtiklerinde hediye olmak üzere bazı develeri kendi oğluyla birlikte göndermiş
ayrıca silah ve savaşçı yardımında bulunmayı teklif etmişti. Fakat Kureyşliler
şöyle cevap vermişlerdi: "Eğer bizler insanlarla savaşmak üzere isek
herhangi bir zayıflığımızın varlığı sözkonusu değildir . Yok, eğer Muhammed'in
ileri sürdüğü gibi Allah ile savaşmakta isek hiç kimsenin Allah'a karşı gücü
yeterli gelemez."
Kureyş
konaklayacakları yere varıp konaklayınca aralarında Hakim bin Hizam'ın
bulunduğu bir topluluk çıkageldi. Bunlar Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in havuzuna kadar vardılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Onları bırakın" dedi. O gün o havuzdan kim içtiyse hepsi öldürüldü.
Yalnız Hakim kendisine ait ve adı: ''elVecih'' olan bir atın üzerinde idi; O
kurtuldu. Daha sonra Müslüman olmuş ve İslam'a güzel bir şekilde bağlanmıştı.
Büyük yemin yapmak istediğinde, "Bedir gününde beni kurtarana yemin
olsun" diye yemin ederdi.
Kureyş
bulunduğu yere iyice yerleşince Amr bin Vehb el-Cumahi'yi Müslümanların
sayısını tahmin etmek üzere gönderdiler. Amr atıyla Müslümanların çevresinde
dönerek geri döndüğünde Kureyşlilere şunları söyledi: "Onlar üç yüz
kişidirler. Ya üç yüz kişiden fazla ya üç yüz kişiden biraz eksik. Binekleri
ölüm taşıyor gördüm. Yesrib'in su taşıyan develeri de ıslak ölümü taşıyor
gibiydi. Onların kılıçlarından başka kendilerini koruyacak hiçbir şeyleri
yoktur. Fakat Allah'a yemin ederim ki onlardan hiçbirisi sizden birisini
öldürmeden öldürülmeyecektir. Onlar, şayet kendi sayılarınca sizden adam
öldürecek olursa bundan sonra yaşamanın hiçbir faydası olmaz. Görüşünüz neyse
söyleyiniz."
Hakim
bin Hizam bunu işitince askerler arasından yol alıp Utbe bin Rabia'nın yanına
vardı ve ona şunları söyledi: "Ey Ebu'I-Velid, sen Kureyş'in büyüğü ve
efendisisin, eb edi yen Kureyş arasında iyilikle anılmak istemez misin?"
diye sorunca o: "Nedir bu?" diye sorar. Bu sefer Hakim: "Halkı
alır geri dönersin ve böylece senin antlaşmalın olan Amr bin el-Hadrami'nin
kanını da üzerine alırsın." Bunun üzerine Velid: "Tamam yaptım, ben
onun kanını da, malından alınanı da üzerime alıyorum. Fakat (Ebu Cehil'i
kastederek) Hanzaliyye oğluna git. Ben, halkın görüşünü ondan başka bozacak
kimse bilmiyorum." dedi. Utbe kalkıp şunları söyledi: "Siz, Muhammed
ve ashabıyla karşılaşmakla hiçbir şey yapamazsınız. Allah'a yemin ederim eğer
onlara zarar isabet ettirecek olursanız bile kimse kimsenin yüzüne
bakamayacaktır. Kimisi amcasının oğlunu, bir başkası dayısının oğlunu öbürü de
aşiretinden birini öldürmüş olacaktır." Hakim bin Hizam der ki:
"Bunun üzerine Ebu Cehil'in yanına gittim. Zırhım çıkartmış, hazırlıyordu.
Ona Utbe'nin söylediklerini hatırlatınca: " Allah'a yemin ederim Muhammed'
i ve arkadaşlarını görünce, onun ciğeri şişti. Yemin olsun! Allah bizimle Muhammed
arasında hükmünü verinceye kadar buradan geri dönmeyeceğiz. Utbe burada kendi
esas görüşünü söylemiyor. Fakat oğlu Ebu Huzeyfe'nin onlar arasında olduğunu
görünce, sizin onu öldürmenizden korktu."
Daha
sonra Amir bin el-Hadrami'ye haber göndererek şöyle söyledi: "Senin bu
antlaşmalın Mekke'ye insanları alıp geri dönmek istiyor. Fakat intikamı kendi
gözlerinle görmüş bulunuyorsun. Artık kardeşinin öldürülmesinin karşılığını
isteyiver." Bu sefer Amir ayağa kalkıp "Amir'in imdadına yetişin"
diye bağırdı. Herkes savaşmakta karar kıldı ve kötülük üzere birleşmiş oldu.
Utbe,
Ebu Cehil'in söylediklerini işitince: "Bilakis, o korkusundan osuran,
kimin ciğerinin, benim mi, onun mu şişeceğini pek yakında görecektir."
deyip kafasına geçirecek bir miğfer aradıysa da kafası oldukça büyük olduğu
için bulamadı. Bunun üzerine kafasını elbisesiyle sardı.
el-Esved
bin Abdulesed el-Mahzumi çok kötü huylu birisiydi. Bu adam ortaya çıkıp şöyle
dedi: "Allah'a söz veriyorum, ya onların havuzundan su içeceğim, ya yıkacağım
veyahut da bu uğurda öleceğim." Hamza ona karşı çıkıp bacağını ortadan
böldü ve bacağının yarısı yere düştü. Fakat Esved sürüne sürüne havuzun yanına
vardı. Ve kendisini yeminini gerçekleştirmek için havuzun üzerine atmak
istediyse de Hamza bırakmadı ve havuzun kenarında ölünceye kadar ona vurmaya
devam etti.
Rabia'nın
iki oğlu Utbe ve Şeybe ile Velid bin Utbe ortaya çıkarak karşılarına er
istediler. Afra'nın iki oğlu Avf ve Muavviz ve Abdullah bin Revaha karşılarına
çıktı. Bunların hepsi Ensar'dandı. Onlara: "Siz kimsiniz?" diye
sorduklarında, "Biz Ensardanız" cevabını verdiler. Bu sefer:
"Bize denk ve şerefli kimselersiniz. Fakat bizim sizinle çarpışmak
amacımız yoktur. Bizim kavmimizden bize denk olan kimseler çıksın
karşımıza." dediler. Bu sefer Peygamber: "Kalk ey Hamza, kalk ey
Ubeyde bin Haris, kalk ey Ali" deyince üçü de kalkıp birbirlerine
yaklaştılar. Ubeyde bin Haris bin el-Muttalib, kavminin emiri idi. Utbe ile
karşılaştı. Hamza Şeybe ile Ali de Velid ile karşılaştı. Hamza hiç vakit kaybetmeden,
Şeybe'ye fırsat tanımadan onu öldürdü. Ali de aynı şekilde Velid'e fazla bir
zaman tanımadan öldürdü. Ubeyde ve Utbe ise karşılıklı olarak birer darbe
vurdular ve biri diğerini yaraladı. Hamza ile Ali, Utbe'nin üstüne atılarak onu
öldürdüler. Ubeyde'yi de arkadaşlarının yanına alıp götürdüler. Çünkü ayağı
kesilmişti. O'nu bu haliyle Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
götürünce, Ubeyde: "Şehit değil miyim ey Allah'ın Resulü?" diye
sorunca Nebi "Evet şehitsin" dedi. Bu sefer: "Ebu Talib beni
görmüş olsaydı, mutlaka bizim ondan daha haklı olduğumuzu anlardı." deyip
şu beyiti okudu:
''Onun
etrafında tek tek ölüp düşmeden
Çocuklarımızı
ve hanımlarımızı unutmadan kimseye teslim etmeyiz.''
Daha
sonra da vefat etti.
İki
taraf da karşılıklı birbirlerine yaklaştığında Ebu Cehil şöyle dua ediyordu:
"Allahım, iki taraftan hangisi daha çok akrabalık bağlarına riayet
etmiyorsa ve bilmediğimiz bir şeyi bize çıkarıp getirmişse, onun ölümü bu sabah
olsun." Bununla Ebu Cehil, aslında durumun kendi aleyhine tecelli etmesini
istiyordu.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına, emir verinceye kadar hamle
yapmamalarını tembih etmiş ve şu talimatı vermişti: "Kureyşliler size
yaklaşacak olurlarsa o zaman onlara karşı ok atışında bulununuz." Daha sonra
Peygamber kendisi için yapılmış gölgeliğe Ebu Bekir'le birlikte çekilip dua
etmeye başladı. Duasında şunları söylüyordu:
"Ey
Allahım, eğer bu küçük Müslüman topluluk helak olacak olursa, yeryüzünde sana
bir daha ibadet edilmez. Allahım, bana vermiş olduğun sözünü yerine
getir."
Resulullah
bu şekilde ridası omuzlarından düşünceye kadar duasına devam etti. Hz. Ebu
Bekir onu alıp tekrar omuzlarına koyduktan sonra: "Rabbine bu kadar dua
yeter. Mutlaka O sana vermiş olduğu sözü yerine getirecektir" diye söyledi.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gölgeliğinde biraz uykuya daldı.
Uyandıktan sonra şunları söyledi: "Ya Eba Bekir, Allah'ın yardımı sana
gelmiş bulunuyor. İşte Cebrail atının dizginlerini tutmuş, onu sürmüş geliyor
ve yüce Allah da bununla ilgili olarak:
''Hani
siz Rabbinizden yardım istiyordunuz'' (Enfal suresi, 9) mealindeki buyruğunu
inzal buyurmuştur.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gölgeliğinden ''Bugün o topluluk yenilecektir ve
arkalarını dönüp kaçacaklardır'' (el-Kamer suresi, 45) mealindeki buyruğunu
okuyarak çıktı ve Müslümanları savaşmaya teşvik ederek şunları söyledi:
"Muhammed'in nefsini elinde tutan Allah'a yemin ederim, bugün onlarla kim
savaşır ve sabredip sevabını Allah'tan bekleyerek ileri atılıp geri çekilmeyerek
savaşırsa yüce Allah mutlaka onu cennetine koyacaktır."
Bunun
üzerine Ensar'dan Umeyr bin el-Humam elindeki hurmaları yemekte iken,
"Yeter yeter dedi. Benimle cennet arasında sadece bunların beni öldürmesi
vardır" diyerek elinden hurmaları bir kenara attı ve öldürülünceye kadar
savaştı. Ömer bin Hattab'ın azatlı kölesi Mihca' bir okla isabet alarak
öldürüldü. Ve böylelikle ilk şehit oldu. Ondan sonra Ensar'dan Harise bin
Süraka da bir ok yarası alarak şehit oldu. Avf bin Afra da şehit oluncaya kadar
savaştı. İnsanlar çok şiddetli bir savaşa başladılar. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir avuç toprak alarak onu Kureyş'in üzerine atıp:
"Yüzleri kara olsun" diye söyledi. Ashabına dönerek: "Onların
üzerine daha şiddetli saldırın," buyurdu. Böylelikle Kureyş yenilmiş oldu.
Allah'ın öldürülmelerini takdir etmiş olduğu kimseler öldürüldü, esir
alınmaları mukadder olanlar da esir alındı.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gölgeliğinde bulunmakta iken, Sa'ad bin Mu'az
gölgeliğin kapısında ve kılıcını kuşanmış olarak bir grup Ensar ile birlikte
bekliyor ve Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i koruyorlardı. Çünkü
düşmanın O'na hücum etmesinden çekiniyorlardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), Sa'ad bin Mu'az'ın yüzünden alınan esirlerden dolayı hoşlanmadığını
anladı. O'na şöyle dedi: "Ya Sa'ad, sen bu durumdan hoşlanmıyor
gibisin." Sa'ad: "Evet, Ey Allah'ın Resulü. Bu, Allah'ın müşriklerin
başına getirdiği ilk musibettir. Ben, bunda erkeklerin hayatta bırakılmasından
ziyade öldürülmesini daha çok severdim." diye cevap verdi.
Ebu
Cehil ile ilk karşılaşan Muaz bin Amr bin el-Cemuh oldu. Kureyş, Ebu Cehil'in
etrafını çevirmiş ve kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. Muaz der ki! "Ben
Ebu Cehil'i kendime hedef aldım, gözetleyip duruyordum. İmkan bulduğum sırada
üzerine bir hamle yaptım ve bacağının ortasından ayağını kopardım. Oğlu İkrime
de bana bir darbe indirdi ve omuzumdan kolumu kesti. Omuzum bir deri parçası
ile vücuduma asılı kaldı. Gün boyunca bu halde arkamdan elimi sürüyerek
savaşmaya devam ettim. Fakat beni rahatsız etmeye başlayınca ayağımla üzerine
basıp çektim. Sonra da onu bir kenara attım."
Muaz,
Hz. Osman (R.A.)'ın dönemine kadar hayatta kaldı.
Daha
sonra Muavviz bin Afra' Ebu Cehil'in üstüne yürüdü, üzerine atıldı, ağır bir şekilde
yaraladı ve hayat belirtileri bulunurken bıraktı. Arkasından İbn Mes'ud
yanından geçti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İbn Mes'ud'a
öldürülenler arasında dolaşmasını emretmişti. İbn Mes'ud onu son nefesini
vermekteyken gördü. İbn Mes'ud anlatıyor: "Ayağımı boynuna yerleştirdim
ve: ''Nasıl ey Allah'ın düşmanı, Allah seni rezil etti, değil mi?'' diye
sordum. Ebu Cehil: ''Beni neyle rezil etti ki? Bir adam öldürdünüz diye mi
böyle diyorsun? Şimdi bana söyle zafer kimin tarafında?'' diye sordu. ''Zafer
Allah'ın ve Resulünündür,'' dedim. Ebu Cehil bana: ''Ey koyun çobancığı, sen
gerçekten zorlu bir yere çıktın" deyince ben de: ''Seni öldüreceğim''
dedim. O bana: ''Efendisini öldüren ilk köle sen değilsin. Benim için en ağır
gelen şey senin beni öldürmen ve beni iyi soylu birisinin öldürmemesi oldu.''
dedi. Abdullah bin Mes'ud bir darbe indirdi ve Ebu Cehil'in başı ayaklarının
önüne düştü. Abdullah, Ebu Cehil'in kafasını alıp, Resulullah'a götürdü. Bunu
gören Resulullah da, Allah için şükür secdesine kapandı."
Abdurrahman
bin Avf ganimet olarak bir takım zırhlar eline geçirmişti. Umeyye bin Halef ile
oğlu Ali'ye rastgelince O'na: "Biz, senin için bu zırhlardan daha
hayırlıyız" dediler. Bunun üzerine Abdurrahman elindeki zırhları bıraktı
ve bir eliyle Umeyye'yi öbür eliyle onun oğlunu yakalayıp götürdü. Umeyye:
"Göğsünde devekuşu tüyü bulunan adam kimdir?" diye sorunca
Abdurrahman: "O Hamza bin Abdülmuttalib'tir." dedi. Bunun üzerine
Umeyye: "Bütün bunları bize yapan işte O'dur." diye söylendi.
Umeyye,
Hz. Bilal'e Mekke'nin o sıcak günlerinde kumlar üzerinde işkence yapıyordu. Onu
sırt üstü yatırır daha sonra da büyük kaya parçalarının getirilip göğsü üzerine
konulmasını emreder ve Bilal'e şunları söylerdi: "Muhammed'in dinine
küfredinceye kadar bu şekilde kalacaksın." Bilal ise: "Allah birdir,
Allah birdir." diye cevap veriyordu. Bilal şimdi O'nu böyle görünce:
"Umeyye, küfrün başı! Sen ha! O kurtulursa ben kurtulmayayım. Ey Allah'ın
yardımcıları! İşte küfrün başı! Umeyye bin Halef sen kurtulursan ben
kurtulmayayım diye bağırdı." Müslümanlar O'nun çevresini sardı ve Umeyye
ile oğlu Ali öldürüldü. Abdurrahman şöyle diyordu: "Allah Bilal'e merhamet
buyursun, benim zırhlarım gittiği gibi almış olduğum iki esirimin de
öldürülmesine sebep oldu. Onlardan hiçbir şeyelde edememiş oldum." Ebu
Süfyan bin Harb'in oğlu Hanzala da Bedir'de öldürüldü. Onu Ali bin Ebi Talib
öldürmüştür.
Müşrikler
yenilgiye uğrayınca Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ebu'I-Bahteri bin
Hişam'ın
öldürülmemesini emretti. Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Mekke'de olduğu sürece O'na zarar vermeyen kişi idi. Aynı şekilde Müslümanların
boykot edilmesini öngören antlaşmanın bozulmasına da sebep olmuştu. Ensarın
antlaşmalısı olan el-Mücezzer bin Ziyad el-Belevi, bir arkadaşıyla birlikte
iken Ebu'I-Bahteri ile karşılaştı. O'na, "Resulullah, senin öldürülmemeni
emretti" deyince: "Ya arkadaşım?" diye sordu. Ziyad: "Hayır
Allah'a yemin olsun" diye cevap verince, Ebu'l-Bahteri: "O zaman Allah'a
yemin ederim ki ben de o da ölelim. Kureyşli kadınlar benden arkadaşını hayatta
kalmak uğruna feda etti, diye söz etmesinler." Bunun üzerine Mücezzer O'nu
öldürdü ve sonra da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'a durumu haber
verdi.
Ebu'l-Yeser
tarafından esir alınan Abbas da eli-kolu bağlı olarak getirildi. Abbas iri yarı
bir kişiydi. Ebu'I-Yeser'e: "Bunu nasıl esir aldın?" diye sorulunca
Ebu'l-Yeser: "Daha önce hiç görmediğim ve bu şekilde hiç tanımadığım bir
kişi bana yardımcı oldu" dedi. Resulullah: "O'na karşı sana çok kerim
bir melek yardım etmiştir." diye buyurdu.
Abbas
esir alındıktan sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gecenin başını
uykusuz geçirdi. Ashabı O'na: "Ey Allah'ın Resulü, niye uyumuyorsun?"
diye sorunca: "Abbas'ın eli-kolu bağlı bir şekilde kıvranıp bağırmasını
işittim de gözüme uyku girmedi" diye cevap verdi. Bu sefer ashap kalkıp
bağlarını çözdü. O zaman Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyuyabildi.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün ashabına şöyle demişti: "Ben biliyorum
ki Haşimoğulları'ndan ve başkalarından bazı kimseler istemeyerek Kureyşle
birlikte savaşa çıkmıştır. Bu nedenle kim sizden Haşimoğulları'ndan birisiyle
karşılaşırsa onu öldürmesin. Abbas bin Abdülmuttalib'i kim görürse O'nu
öldürmesin. O istemeyerek savaşa getirilmiştir." Ebu Huzeyfe bin Utbe bin
Rabia, şunu sordu: "Çocuklarımızı babalarımızı ve kardeşlerimizi öldürüp
de Abbas'ı mı bırakacağız? Allah'a yemin ederim ki O'nu bulacak olursam mutlaka
kılıcımı yapıştıracağım." Bu durum Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'a ulaşınca Peygamber Hz. Ömer'e: "Ey Ebu Hafs, Ebu Huzeyfe'nin
neler söylediğini duydun mu? Resulullah'ın amcasının yüzüne de kılıç çalınır
mı?" diye söyledi. Ebu Huzeyfe şunları söyledi: "Şimdiye kadar bu
sözden korkup duruyorum. Bu sözümün günahını ancak şahadet üzerimden
kaldırır." Ebu Hüzeyfe Yemame Günü'nde şehit edildi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına şöyle demişti: "Ben Cebrail'i her
iki tarafına toz bulutu bırakarak geldiğini gördüm."
Gıfaroğulları'ndan
bir adam şöyle demiştir: "Amcamın oğlu ile bir dağın tepesine çıktık. Bu
tepeden Bedir'i görebiliyorduk. O zaman iki-miz de müşriktik. Zafer hangi
tarafta olacak, diye bekleyecek, ondan sonra da gidip talan edecektik. Bunu
bekliyorduk. Bize bir bulut yaklaştı. Ben, o buluttan bazı atların
kişnemelerini birisinin de şöyle dediğini işittim: Ey Hayzum ileri, Ey Hayzum
ileri! Amcamın oğlu anında öldü. Ben de nerdeyse ölecektim de kendimi zor
tuttum."
Ebu
Davud el-Mahzumi der ki: "Ben, müşriklerden birisini takip eder ve onu vurmayı
istiyorken kılıcım ona varmadan önce kafasının düşüverdiğini gördüm. Anladım ki
onu benden başkası öldürdü." Sehl bin Huneyf de der ki: "Bizim
herhangi birimiz kılıcıyla bir müşrike işaret eder fakat kılıcımız ona
varmadan, kafası cesedinden düşüverirdi. "
Allahü
Teala müşrikleri yenilgiye uğratıp onlardan öldürülenler öldürülüp esir
alınanlar da esir alındıktan sonra Resulullah öldürülenlerin bir kuyuya
atılmalarını emretti. Bütün öldürülenler bu kuyuya atıldı. Fakat Vmeyye bin
Halef atılamadı. Çünkü Vmeyye şişmiş ve zırhını sonuna kadar doldurmuştu.
Zırhından çıkartmak istedilerse de paramparça oldu. Bunun üzerine de toprak ve
taş attılar. Ölen müşrikler kuyuya atıldıktan sonra, Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kuyunun başına gelip şunları söyledi: "Ey kuyudakiler,
sizler peygamberiniz için çok kötü bir aşiret idiniz. Beni yalanladınız. Fakat
başkaları beni tasdik etti." dedikten sonra şöyle seslendi: "Ey Utbe,
Ey Şeybe ve Ey Vmeyye bin Halef, Ey Ebu Cehil bin Hişam." diye başlayıp
kuyuda bulunanların isimlerini teker teker saydıktan sonra: "Rabbinizin
size vaatlerini doğru buldunuz mu? Gerçek şu ki, ben Rabbimin bana vaat
ettiklerini hak buldum." Peygamber Efendimiz'in ashabı O'na: "Ey
Allah'ın Resulü, sen ölmüş bulunan kimselerle mi konuşursun?" Nebi:
"Benim bu sözlerimi siz onlardan daha iyi duyuyor değilsiniz. Şu farkla ki
onlar bana cevap veremiyorlar. " Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kuyudakilere bu sözlerini söyledikten sonra Utbe'nin oğlu Huzeyfe'nin yüzünden
hoşlanmadığını ve renginin değiştiğini görünce şöyle dedi: "Babanın bu
durumundan biraz rahatsız oldun galiba?" Fakat Ebu Huzeyfe şunları
söyledi: "Allah'a yemin ederim hayır, ya Resulallah, ben babamın küfründe
öldüğünde hiç şüpheye düşmedim. Fakat O akıllı ve tahammülkar birisiydi,
faziletliydi, Müslüman olacağını sanıyordum. Fakat küfür üzere öldüğünü görünce
kendimi üzülmekten alamadım." Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) O'na hayır duada bulundu.
Daha
sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emredip savaş alanında bulunan
eşyanın toplanmasını istedi. Müslümanlar bu konuda anlaşmazlığa düştüler. Bu
eşyaları toplayanlar: "Bunlar bizimdir" deyince, bizzat düşmanla
savaşanlar da: "Allah'a yemin ederiz ki bizler olmasaydık, sizler bu
malları elinize geçiremezdiniz, onları size hücumlarından koruyan bizlerdik,
sonunda siz de bunları toplayabildiniz." Peygamber Efendimizi gölgelikte
bulunurken koruyanlar da şöyle dedi: "Allah'a yemin ederiz ki sizin
hakkınız bizden fazla değildir. Hiç kimsenin alamayacağı bir zaman biz o malı
alabilirdik. Fakat düşmanların Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
saldırmasından korktuğumuz için onun yanından ayrılmadık."
Bunun
üzerine Allah ganimetleri onların elinden aldı ve Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in tasarrufuna teslim etti. Resulullah da ganimetleri Müslümanlar
arasında eşit bir şekilde bölüştürdü.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdullah bin Revaha'yı Medine'nin üst tarafına
Zeyd bin Harise'yi de Medine'nin alt tarafına zaferin müjdesini vermek üzere
göndermişti. Zeyd oraya vardığında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
kızı olan Hz. Rukiyye'nin gömülüp toprağın üzerinde düzeltilmekte olduğunu
gördü. Hz. Rukiyye, Hz. Osman bin Affan'ın zevcesi idi. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) O'nu Rukiyye'nin yanında bırakmıştı. O'na da ganimetten pay
ayırdı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye dönünce Müslümanlar
karşılayarak zaferden dolayı kendisini kutluyorlardı. Seleme bin Selame bin
Vakş bin el-Ensarı şunları söyledi: "Biz, sadece yaşlı ve ihtiyarları
başları develer gibi asılmış gördük de onları boğazladık, geldik."
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın bu sözler hoşuna gittiği için gülümsedi ve
şunları söyledi: "Ey kardeşimin oğlu, bunlar Kureyş'ten kimselerdi."
Esir
alınanlar arasında en-Nadr bin el-Haris ile Ukbe bin Muayt da vardı. Hz. Ali'ye
emrederek en-Nadr'ı öldürmesini istedi. O da Nadr'ı es-Safra' diye bilinen
yerde öldürdü. Asım bin Sabit'e Ukbe bin Ebi Muayt'ı öldürmeyi emretti. Ukbe'yi
öldürmek isteyince ölümden korkarak şunları söyledi: "Bu kişiler bana
örnek olamaz mı?" Bu sözleriyle esirleri kastediyordu. Daha sonra da:
"Ey Muhammed, peki geriye kalan çoluk-çocuk için kim bakacak?"
deyince: "Onlar için ateş vardır" dedi. Ve Irk ez-Zabye denilen yerde
başım uçurarak öldürdü.
Esirler
arasında Süheyl bin Amr da vardı. Onu Ensardan Malik bin edDuhşum esir almıştı.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e onu getirince Ömer ileri atılıp:
"Ya Resulallah, müsaade et, bunun dişlerini sökeyim. Ebediyen senin
karşına dikilip aleyhinde bir konuşma yapamasın." dedi. Süheyl'in alt
dudağı yarıktı. Bu sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ya
Ömer, onu bırak, ileride hoşuna gidecek bir tavır alacaktır" diye söyledi.
Onun bu tavrı Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in vefatı sırasında
olmuştu. Bunu da irtidad haberlerinden söz ederken inşallah anlatacağız.
Süheyl, Medine'ye getirilince Peygamber Efendimizin hanımı Sevde bint Zeme'a
Süheyl'e şöyle dedi: "Siz, kadınların yaptığı gibi kendi ellerinizle mi
teslim oldunuz? Şerefinizle niye ölmediniz?" Resulullah, O'nun bu
sözlerini işitince şöyle dedi: "Ya Sevde, sen Allah'a ve Resulüne karşı mı
kışkırtıyorsun?" Bu sefer Sevde: "Ey Allah'ın Resulü, onu bu şekilde
görünce, söylediğim sözleri söylemekten kendimi alıkoyamadım" cevabını
verdi.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Esirler hakkında birbirinize hayır tavsiye
ediniz" diye buyurdu. Bunun üzerine sahabi kendisi yemez, esirini tercih
eder yemeğini esirine verirdi.
Kureyş'in
başına gelen felaketin haberini Mekke'ye ilk götüren Huzaalı el-Haysuman bin
Abdullah oldu. O'na: "Ne haber?" diye sorulunca: "Utbe, Şeybe,
Ebu'l Hakem, Haccac'ın iki oğlu Nübeyh ve Münebbih hep öldürüldü" dedikten
sonra Kureyş'in diğer ileri gelenlerinin de öldürüldüklerini bildirdi. Safvan
bin Umeyye, şöyle söyledi: "Allah'a yemin ederim, eğer aklı başında ise,
benim hakkımda da size cevap verecektir." Bu sefer şunu sordular:
"Peki, ya Safvan, ne oldu?" O zaman el-Heysuman: "O şu anda
el-Hicr denilen yerde oturuyor. Babasının ve kardeşinin öldürüldüklerini
gözlerimle gördüm."
Ebu
Leheb Kureyş'in ölüm haberini aldıktan dokuz gün sonra Mekke'de öldü. Kureyş,
ölülerine ağıtlar yaktı ve şunları söylediler: "Hayır, ağıtı bırakınız,
Muhammed ve ashabı o zaman bu işe sevinirler. Esirlerinizin kurtarılması için
de kimseyi göndermeyin. O takdirde Muhammed bu konuda aşırılığa kaçar."
Esved
bin Abd Yeğus'un çocuklarından üçü öldürülmüştü. Bunlar Zemaa, Akil ve Haris idi.
Ölen çocukları için ağlamak istediği halde yasaklandığı için bir türlü
ağlayamıyordu. Bir kadının feryadını işitince kölesine şunu söyledi: (O sırada
da gözlerini yitirmişti): "Bak bakalım, artık ağlama uygun görülüyor mu,
ağlayalım mı? Ben de o zaman Zemaa için ağlarım. Çünkü içim yanık yanık
kavruluyor." Kölesi, "Hayır! Bu devesini kaybetmiş bir kadındır onun
için ağlıyor" deyince şu şiiri söyledi:
''Devesi
kayboldu diye mi ağlıyor?
Bunun
için mi gözleri uykusuz?
Ne
Bekr'e ne de Bedir'e ağlıyor
Bunun
için gayreti de yok.
O
Bedir'deki Huyasysoğulları'nın,
Mahzum'un
ve Ebu'l-Velid'in ileri gelenleri gitti.
Ağlarsan
Akil için ağla,
Aslanlar
aslanı Haris için de
Usanmadan
ağla hepsi için
Kimsesiz
kaldı Ebu Hakime,
Ah
onlardan sonra öyleleri başa geçti ki,
Bedir
Günü olmayaydı baş olamazdı.''
Son
beyitte Ebu Süfyan'ı kasdediyor.
Daha
sonra Kureyş, esirlerinin kurtarılması için fidye göndermeye başladı. Fidye ile
kurtarılan ilk esir Selim'li Ebu Veda'a oldu. Onu oğlu Muttalib kurtarmıştı.
Abbas da kendisini ve Ebu Talib'in oğlu Akil ile Nevfel bin el-Haris bin
Abdülmuttalib ile birlikte andlaşmalısı Utbe bin Amr bin Cahdema kurtardı.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'na bunu emredince Abbas: "Benim
hiçbir malım yok" diye cevap verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Peki, Ümmü'l-Fadl'ın yanına bıraktığın mala ne oldu? Hani ona
sen: Öldürülecek olursam bu kadarı Fadl' ın, bu kadarı Abdullah'ın ve bu kadarı
da Ubeydullah'ın demiştin?" Bunun üzerine Abbas: "Seni hak ile
gönderene yemin olsun ki bunu bir ben, bir de hanımım Ümmü'l-Fadl biliyordu.
Ben kesinlikle biliyorum ki sen Allah'ın Resulüsün." Böylece Abbas
kendisini ve iki yeğenini fidye vererek kurtarmış oldu. Abbas ile birlikte
yirmi ukiye altın da bulunmuştu. Hz. Abbas: "Bunu, benim fidyem olarak
kabul et" dediyse de Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır
bu Allahü Azze ve Celle'nin bize verdiği bir şeydir. Kabul etmeyiz."
cevabını verdi.
Esirler
arasında Ebu Süfyan'ın oğlu Amr da vardı. Onu Hz. Ali esir almıştı. Babasına:
"Amr'ı fidye vererek kurtar" dediyse de O: "Hayır, bir anda hem
kanımı hem de malımı yitiremem, oğlum Hanzala öldürülüyor, Amr'ı da fidye
vererek mi kurtarayım?" dedi ve böylece oğlunu fidye vermeksizin esir
olarak bıraktı. Daha sonra Ensar'dan Sa'ad bin en-Nu'man Mekke'ye giderek umre
yapmak isteyince, Ebu Süfyan O'nu yakaladı. O zamana kadar Kureyş hiçbir hacıya
veya umre yapana taarruzda bulunmuyordu. Ebu Süfyan onu hapse koyarak oğlu
Amr'ı kurtarmak istiyordu.
Daha
sonra Amr bin Avfoğulları Nebiin yanına gittiler ve Ebu Süfyan'ın oğlu Amr'ı
alıp fidye olarak Sa'ad'ı salıvermeyi teklif ettiler. Böylelikle Sa'ad
salıverilip Amr esirlikten kurtarıldı.
Esirler
arasında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kızı Hz. Zeyneb'in kocası
Ebu'lAs bin Abduluzza bin Abd-i Şems de vardı. Mekkeliler arasında en çok malı
olan, en güvenilir ve ticareti en büyük olan kişiydi. Annesi Hale bint Huveylid
ise ResUlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hanımı Hz. Hatice'nin kız kardeşi
idi. Nebi'in Hz. Zeyneb'i Ebu'I-As'a vermesini istemiş idi. Peygamber de vahiy
gelmeden önce bunu yapmıştı. Fakat vahiy gelince Zeyneb iman etti. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'de yenik durumda olduğu için onları
birbirinden ayıramamıştı. Kureyş Bedir Savaşı'na çıkınca Zeyneb'in kocası da
birlikte savaşa çıkmış ve esir olmuştu. Kureyş, esirleri kurtarmak için
fidyeleri gönderince Hz. Zeyneb de eşinin kurtarılması için Hz. Hatice'nin
vaktiyle kendisine vermiş olduğu bir gerdanlığını göndermişti. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu gerdanlığı görünce, oldukça üzüldü ve
etkilenerek şunları söyledi: "Eğer Zeyneb'in esirini iade edip onunla
birlikte gerdanlığı da vermeyi uygun görüyorsanız böyle yapınız" Sahabe de
gerdanlığı verip kocasını serbest bıraktılar.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Zeyneb'in kocasından söz alarak Medine'ye
Zeyneb'i göndermesini istedi. Böylelikle Mekke'ye gitti. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kölesi Zeyd bin Harise ile Ensar'dan bir kişiyi Zeyneb'i
Mekke'den alıp getirmek için gönderdi. Ebu'I-As Mekke'ye varınca karısına,
Nebi'e gitmek üzere hazırlanmasını, emretti. Hz. Zeyneb de gizlice hazırlığa
başladı. Ebu'l-As'ın kardeşi Kinane bin er-Rabi' bir deveye bindirilerek okunu
ve yayını alıp gündüzün çıkıp gittiler. Kureyş bu durumu haber alınca Zeyneb'i
yakalayıp almak istedi-ler ve Zü Tava diye bilinen yerde yetiştiler. Hz. Zeyneb
hamile idi. Endişelendiğinden ve korkusundan çocuğunu düşürdü. Kinane ise bütün
oklarını sağa sola atmaya başlayarak: "Allah'a yemin ederim ki bana
yaklaşan herkese bir ok atacağım" diye söyledi. Ebu Süfyan bin Harb O'na
şöyle dedi: "Sen herkesin gözü önünde Zeyneb'i alıp çıktın. Herkes bunu
bizim küçüklüğümüzden ve güçsüzlüğümüzden yaptığımızı sanacak. Allah'a yemin
ederim ki bizim O'nu alıp yanımızda bırakmaya ihtiyacımız yok. Onun için kadını
al ve geri dön, böylece herkes bizim geri getirdiğimizi zannetsin. Sonra da
geceleyin onu götür ve Zeyd bin Harise ile arkadaşına teslim et." diye
söyler. Böylelikle Zeyd ve arkadaşı Hz. Zeyneb'i alıp Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in yanına getirdiler ve Zeyneb de babasının yanında kalmaya
başladı.
Mekke'nin
fethinden kısa bir süre önce Ebu'l-As kendisinin ve Kureyş'ten bazı kimselerin
mallarıyla birlikte ticaret için Şam'a doğru gitmişti. Geri döndüğünde
Resulullah'ın bir seriyyesiyle (askeri müfrezesi ile) karşılaştılar. Bu seriyye
onunla birlikte bulunan bütün malları aldıysa da, Ebu'l-As onlardan kaçıp
kurtuldu. Gece karanlık basınca Ebu'l-As Medine'ye girip gizlice Hz. Zeyneb'in
bulunduğu yere girdi. Sabah Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaza
çıktı tekbir aldı, cemaat da tekbir aldı. Tam bu sırada Zeyneb kadınların
bulunduğu yerden şöyle seslendi: "Ey insanlar, haberiniz olsun, ben
Ebu'ı-As'ı himayeye aldım." Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki bununla ilgili hiçbir şey
bilmiyordum, fakat Müslümanlar arasında onların en düşük olan kimseleri bile,
himayeye alabilir." diye buyurdu. Ondan sonra Zeyneb'e: "Sakın sana
yaklaşmasın, sana helal değildir." ihtarında bulundu. Ondan sonra
Ebu'l-As'ı alan Seriyye'ye şunları söyledi: "Eğer almış olduğunuz malları
ona vermeyi arzu ediyorsanız bundan memnun kalırız. Kabul etmezseniz Allah
yolunda alınmış, Allah'ın size vermiş olduğu bir ganimettir ve sizin
hakkınızdır." Seriyyedekiler: "Ey Allah'ın Resulü onun malını ona
geri veriyoruz," diyerek; yükleri bağlamak için kullandıkları ufak tahta
parçalarını bile ona geri verdiler. Sonra da Mekke'ye geri dönen Ebu'l-As
mallarını sahiplerine verdikten sonra: "Şahadet ederim ki Allah'tan başka
ilah yoktur ve Muhammed onun Resulüdür. Allah'a yemin ederim, beni onun
yanındayken İslam'a girmekten alıkoyan sadece sizlerin, benim mallarınızı yemek
istediğimi sanmanız olmuştur." diyerek çıkıp Peygamberin yanına gitti.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de ailesini ona eski nikahıyla geri verdi.
Yeni bir nikah yapıldı, diyenler de vardır.
Bir
gün Umeyr bin Vehb el-Cumahi, Safvan bin Umeyye ile Bedir Savaşı'ndan sonra
birlikte oturmaktaydılar. Safvan, şeytanın teki idi. Peygambere ve ashabına
eziyet ederdi, İbn Vehb de esirler arasındaydı. Safvan şöyle dedi:
"Bedir'de öldürülenlerden sonra yaşamamn hiçbir anlamı kalmadı."
Umeyr: "Doğru söyledin eğer borcum olmasaydı ve yok olmalarından korktuğum
ailem olmasaydı, atıma atlar ve gider Muhammed'i öldürürdüm." dedi. Bunun
üzerine Safvan: "Bütün borçlarım üzerime alıyorum. Aileni de ailemin
yanına alacağım" deyince Umeyr, kalkıp Medine'ye gitti. Medine'ye varınca
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ömer Hattab'a emrederek Umeyr'in
huzuruna getirilmesini istedi. Hz. Ömer kılıcını alarak çevresinde bulunan
Ensar'a dedi ki: "Resulullah'ın huzuruna girin ve bu pis herifin
hareketlerine dikkat edin." Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), O'nu
görünce Hz. Ömer'e: "Onu bırak" dedikten sonra da: "Ey Umeyr,
yaklaş, niye buralara kadar geldin?" dedi. Umeyr: "Şu esiri kurtarmak
için gelmiştim" dedi. Nebi: "Bana doğru söyle" dediyse de Umeyr:
"Ben sadece bu amaçla geldim." diye cevap verdi. Bu sefer Nebi:
"Hayır, Safvan'la birlikte oturdunuz ve aranızda şöyle şöyle bir konuşma
geçti" deyince Safvan: "Şahadet ederim ki sen Allah'ın Resuıüsün.
Beni İslam'a ileten Allah'a hamdü senalar olsun", dedi. Bunun üzerine
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şu kardeşinize dinini öğretin,
Kur'an'ı öğretin ve istediği esiri de onun için serbest bırakın." dedi.
Ondan sonra Umeyr, şunları söyledi: "Ey Allah'ın ResUlü, ben bundan önce
Müslümanlara eziyet ediyordum, şimdi de bana izin ver Mekke'ye gideyim,
insanları Allah'a davet edeyim ve daha önce ashabını rahatsız ettiğim gibi,
şimdi de kafirleri rahatsız edeyim." dedi. Nebi ona bu konuda izin verdi.
Safvan da şöyle diyordu: "Şimdi sizlere müjdeler olsun öyle bir olay
gelecek ki, size Bedir Vakası'nı bile unutturacak."
Umeyr
Mekke'ye dönünce insanları Allah'ın dinine davet etti. O'nunla birlikte pek çok
kimse Müslüman oldu. Umeyr, böylelikle kendisine muhalefet edenlere eziyet
ediyordu.
Mikrez
bin Hafs bin el-Ahyef, Sübeyl bin Amr'ın fidyeyle kurtarılması için Medine'ye
vardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) esirler konusunda Hz. Ebu
Bekir, Ömer ve Ali'yle istişare ediyordu. Ebu Bekir fidye alınarak serbest
bırakılmasım istemişti. Ömer, öldürülmesini istedi. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de öldürülmesine meyl etti. Bunun üzerine Yüce Allah, şu
buyruğu indirdi: ''Yeryüzünde iyice savaşıp kafirleri iyice öldürmeden hiçbir
peygambere esir almak yakışmaz.'' dan itibaren ''O zaman sizin aldığınızdan
(fidye) size çok büyük bir azap isabet ederdi.'' (Enfal suresi, 67-68)
buyruğuna kadarki ayetler indi.
Alınan
esirlerin sayısı yetmiş kişi idi. Fidye alınmasının bir cezası olmak üzere Uhud
gününde Müslümanlardan yetmiş kişi şehit edildi. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'ın küçük azı dişi kırıldı ve başındaki miğfer de yarılarak yüzüne
kanlar aktı, ashabı da yenildi. Buna işaret etmek üzere Yüce Allah, şu
buyruğunu indirdi: ''Sizin iki mislini isabet ettirdiğiniz o musibet size
isabet edince ... '' (Al-i İmran suresi, 165).
Bedirde
öldürülen Müslümanların sayısı on dört kişi idi. Bunlardan altı kişisi
Muhacirler'den, sekiz kişisi de Ensar'dandı. Resülullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bir kısım savaşmak isteyenleri de küçük bulduğu için geri çevirmişti.
Bunlar arasında Abdullah bin Ömer, Rafi' bin Hadic, el-Bera' bin Azib, Zeyd bin
Sabit, ve Useyd bin Hudayr vardı.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaşa katılmadıkları halde sekiz kişiye
ganimetten pay ayırmıştı. Bunlardan Osman bin Affan (radiyallahu anh)
Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (ve Osman'nı) kızı eşi Rukiyye'nin
hasta olmasından dolayı yanında bırakmıştı, öbürleri Talha bin Ubeydullah, Said
bin Zeyd, idi. Bunları da kervanın haberlerini toplamak üzere göndermiş idi.
Bir diğeri Ebu Lübabe'dir ki Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O'nu
Medine'de yerine vekil bırakmıştı. Asım bin Adiyy'i ise Medine'nin üst kısmına
nezaret etmekle görevlendirmişti. Haris bin Hatıb'ı ise Amr bin Avf hakkında
aldıkları bir haber üzerine o tarafa göndermişti. el-Haris bin es-Simme,
er-Revha denilen yerde yenik düşürülmüştü. Havvat bin Cübeyr'in ise Bedir'de
Zülfikar diye bilinen kılıcının alt tarafı kırılmıştı. Bu kılıcın Münebbih bin
Haccac'a ait olduğu söylenmiş se de As bin Münebbih'e ait olduğu da
söylenmiştir. Onu Ali, kafasını uçurarak öldürmüş ve Zülfikar diye bilinen
kılıcını ondan almıştı. Böylelikle Peygamber'e geçmiş, O da Hz. Ali'ye hediye
etmişti.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
AYRICA BAKINIZ